Seccadem Cennetlik mi?

Gözümüzü aleme veya küçük alem olan bedenimize çevirirsek tesadüfe tesadüf edemeyiz. Her yerde ince bir dengeye ve zihni yormayan bir ahenge rast geliriz. Hiçbir şeyin israf edilmediğini en küçük, hatta kıymetsiz görülen varlıklarda bile ne kadar fayda yüklü olduğunu fark ederiz. Çürüyen çekirdeklerin aslında çürümediğini, baharı gelince filizlenmek için başkalaştığını derk ederiz.

İnsanların ve cinlerin her hareketinden hesaba çekileceğini biliyoruz. Çekirdekleri çürütmeyen sonsuz kudret sahibinin, insanı toprağın altında unutmayacağını hissediyoruz. O halde insanların kullandığı eşyalar ne olacak? Hafızama nakşettiğim annemin çeyizi olan ipek seccadem yok mu olacak? Cep telefonuma kaydettiğim fotoğrafların bir amacı varsa, hard diskimde yani hafızamda kayıtlı seccademin maksadı ne? Evrende en küçük varlığa en büyük faydaları yükleyen, en büyük Hakim olan Allah elbette en kıymetli varlık olan insanın en önemli cihazlarından olan hafızasındaki verileri heba etmeyecek. İnsanla beraber gittiği yere kadar, ama gittiği yere uygun dönüşümü yaparak ona eşlik edecek. İnanan insanlar olarak eğer sınırları Asr-ı saadette çizilen dairenin içinde kalırsak dünya ve ahiret saadetine ulaşacağımız müjdelenmiş. Yani sünnete uymak kaydı ile mü’minler cennetle tebşir edilmiş. Fakat insanoğlu hep dahasını istiyor. Cennet olunca Firdevs olmaz mı? İnşallah Firdevs olunca Peygamberimizin yanı olmaz mı? Peygamberimize komşu olunca da; seccademe oturmaz mı? Dizi dizime değip benimle konuşmaz mı diye arzuları sıralayıveriyoruz.

Madem cennette ne göz görmüş, ne kulak işitmiş, ne de insanoğlunun kalbinden dahi geçiremediği her güzellik verilecek, Efendimizle ( a.s.m.) ipek seccadem de sevdiklerimle beraber buluşma isteğim neden olmasın. Madem buradaki zerreler cennetin inşasında kullanılacak, burada ne ektiysek orada onu biçeceğiz, cennet köşkümüzün halısı dünyadaki seccademizden neden yapılmasın? Ya da köşkümüz fakirhane dediğimiz dünyadaki meskenimiz, cennete lâyık bir suretle neden inşa edilmesin. Kalbimizde sıcaklığını hissettiğiniz Efendimizin nefesinin sıcaklığını köşkümüzde neden hissetmeyelim. Ama nasıl olacak? Peygamberimiz bir kişi mü’minler binler… Herkesle nasıl komşu olacak? Herkesle her zaman nasıl konuşacak diye insan tereddüt yaşamıyor değil. Nasıl olacağının cevabını dünyamızın güneşi hal diliyle veriyor aslında bizlere. Bana bakın, beni okuyun, Efendimizi anlatayım sizlere diyor:

“Sabah olup, ufkunuzdan size merhaba deyince parlak olan her varlık aslında benim birer tahtım olur. İster deniz yüzündeki parıltılar, ister yer yüzündeki cam gibi parlak şeylerden oluşan kırıntılar, nerede ve ne kadar olursa olsun büyük küçük hepsini aydınlatır, hepsini ısıtırım. Yedi rengimi değişik tonlarda serpiştiririm. Yeter ki benden saklanmasınlar, perdeler çekip gizlenmesinler. Ne kadar açarlarsa kendilerini ve yüreklerini alırlar benden istediklerini, ısılarını, ışıklarını, hem de yedi renklerini. Işığım ilmim, ısım kuvvetim, yedi rengim sıfatlarım olsaydı bir de madde ile sınırlı olmasaydım her parlak varlıkta gördüğünüz güneşçikler belki aynı güneş olurdu,” derse elbette dünya ve ahretimizin hiç sönmeyen güneşi madde ile kayıtlı olmayan Nuranî Zat (a.s.m.) hal diliyle şöyle demez mi:

“Ben her daim parlayan, grubu olmayan güneşim. Penceresini açan her mü’minin dünyada rüyasına ahirette ise sarayına misafir olurum. Beni seven, beni sevdiğini sünnetime yapışarak gösteren her mü’minin parlak kalbinde tecelli ederim. Köşküne köşkümden sıcaklık gönderirim. Belki duvarları kaldırır köşkleri birleştiririm. Her işlediğiniz sünnet bana açılan bir penceredir, her işlediğiniz günah bana çekilen bir perdedir. Açın pencerelerinizi odalarınıza misafir olayım. Bir mü’minle görüşmem diğerine mani olmaz. Mustafa’nın seccadesinde oturmam Hüseyin’in seccadesini unutturmaz. Ben bir taneyim ama pencerelerimizi günah perdeleri ile kapatmazsanız her birinizin yanında binler taneyim. Hatta güneş gibi madde ile kayıtlı değilim. Zatımla, sıfatımla, tebessümümle, sıcaklığımla bizzat yanınızdayım. Kim perdesini daha iyi açarsa hatta köşkünden çıkarda direk bana yönelirse en fazla onu ısıtır, en çok onunla görüşürüm. Seccadesinde namaz kılar, onunla sohbet ederim” demez mi?

Dr. Mustafa Kara / Zafer Dergisi