Seçimler ve Tercihler “Siyasi Partiler”

“Oy verme mes’elesi” gerçekten de çok ciddi bir sorumluluk ve dini bir vecibedir. Bir vatan ve insaniyet borcu olduğu içindir ki, bu mes’ele hakkında, mutlaka şuurlu bir araştırma yapmak; ciddi bir sorgulama ve muhasebe haleti içine girmek gerekiyor.

Fakat herkeste, kendisinin, en doğru yolda olduğu zannı ve düşüncesinin hâkim olduğu bir dönemi yaşıyoruz. Bu gerçek Kur’an da şöyle vurgulanıyor: “Şüphesiz ki bu şeytanlar, onları doğru yoldan alıkoyarlar, onlar ise kendilerinin hala doğru yolda olduklarını sanırlar.” (Zuhruf 37)

İşte bu nedenle, her şuurlu Müslüman gibi, bizim de kendi sahip olduğumuz düşünceye sorgulama yapmadan teslim olmamız, şuursuz bir surette güvenmemiz doğru olmaz. Müslümanlar olarak bizler, her konuda olduğu gibi, bu konuda da kendi duygusal saplantılarımızı ve mahalle baskılarını bir kenara bırakıp, mutlaka Edille-i Şer’iyyeye (Kur’an, Hadis-i Şerif, İcma-ı Ümmet ve Kıyas-ı Fukaha) bakarak karar vermek ve vicdanımızın sesine kulak vermek zorundayız. 

Dolayısıyla, üzerinde yaşadığımız bu toprakların, bir nevi maddi ve manevi mukadderatının şekillendiği bu siyasi genel veya yerel seçimler de;  kendi şahsi kanaatlerine göre değil; ilmi kıstas ve kriterlere ve asrımızın büyük islam âlimi Bediüzzaman Hazretlerinin çizdiği istikamet şablonuna göre hareket etmekle mükellef ve mecburuz. Aksi halde yanlış yönlendirmelerin vebali çok büyük olacağı aşikârdır.

Zira bazan günümüz siyasi boğuşmalarını merak ile takib eden, bir tarafa kalben tarafdar olur. Onun zulümlerini hoş görür, zulmüne şerik olur. (Asa-yı Musa 20)

Yapılan bu açıklamalardan sonra, edille-i şer’iyyeye binaen, ülkemizde ki mevcut siyasi parti ve düşünce akımlarını ve bunları temsil eden siyasi partilerin bir analizini nazarı mütalaanıza arz ediyoruz.

·         Yüce dinimizin kesinlikle reddettiği, ırkçılığı savunan düşünce akımları ve bu menfi fikirleri varoluş politikası haline getiren partiler:

İslâmiyet milleti her şeye kâfidir. Din, dil bir ise, millet de birdir. Din bir ise, yine millet birdir.

Cenab-ı Hak(c.c) Furkan-ı Hâkimin de şöyle buyurmuştur; “Sizleri cemaat cemaat, kabile kabile, ırk ırk, millet millet yarattık ki, birbirinizi tanıyasınız, sosyal ilişkiler kurup aranızda bir tanışma tesis edesiniz. Yoksa birbirinizle kavga edesiniz, çekişesiniz diye sizleri kabilelere ve guruplara ayırmış değiliz.”

Aynı ayetin devamında da: “Allah katında üstünlük, sadece takva iledir.” buyurulmaktadır. (Hucurat 13)

Peygamber Efendimiz de bu mevzuyu açık ve net bir şekilde izah etmiş ve buyurmuşlardır ki; “Irkçılığa çağıran, bizden değildir. Irkçılık için savaşan ve mücadele eden bizden değildir.” (Müslim, İmare 53,57 Hadis No:1850; Ebu Davut, Edep 121)

Bediüzzaman hazretleri de mevzu hakkında Nur risalelerinin bir yerinde ayrıca şu izahatta bulunuyor;

Firenk illeti tabir ettiğimiz ırkçılık, unsurculuk fikriyle Avrupa, âlem-i İslâmı parçalamak için içimize bu firenk illetini aşılamış.

Fakat bu hastalık ve fikir, gayet zevkli ve cazibedar bir halet-i ruhiye verdiği için pekçok zararları ve tehlikeleriyle beraber, bu zevk hatırı için her millet cüz’î-küllî bu fikre iştiyak gösteriyorlar.

            Şimdiki terbiye-i İslâmiyenin za’fiyetiyle ve terbiye-i medeniyenin galebesiyle ekseriyet kazanarak başa geçerse; ekseriyet teşkil etmeyen ve ancak yüzde otuzu hakikî Türk olan ve yüzde yetmişi başka unsurlardan olanlar; hem hakikî Türklerin hem hâkimiyet-i İslâmiyenin aleyhine cephe almaya mecbur olacaklar.

Çünki İslâmiyet’in bir kanun-u esasîsi olan bu âyet-i kerime: وَ لاَ تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرَىdır. Yani, birisinin günahıyla başkası muahaze ve mes’ul olmaz.

Hâlbuki ırkçılık damarıyla, bir adamın cinayetiyle masum bir kardeşini, belki de akrabasını, belki de aşiretinin efradını öldürmekte kendini haklı zanneder. O vakit hakikî adalet yapılmadığı gibi, şiddetli bir zulüm de yol bulur.

Çünki “Bir masumun hakkı, yüz câniye feda edilmez” diye İslâmiyet’in bir kanun-u esasîsidir. Bu ise çok ehemmiyetli bir mes’ele-i vataniyedir ve hâkimiyet-i İslâmiyeye büyük bir tehlikedir. (Emirdağ Lahikası-2 164)

·         Çoğulculuğun değil, Azınlığın veya güçlünün söz sahibi olduğu; küfür, baskı ve zulme meyilli ve haksızlıklara taraftar ve dinsizliği siyasete alet etmek suretiyle dine karşı politikalar üreten partiler:

Cenab-ı Hak(c.c) şöyle buyuruyor; “Bir de sakın zalimlere meyletmeyin, sempati bile duymayın.” (Hud Suresi, 113)

Yüce Rabbimiz(c.c) zalimleri şöyle hak bir temsil ile tarif ediyor; “Allah’ın mescitlerinde, Allah’ın adının anılmasını engelleyip, oraların ıssız ve harap hale gelmesine çalışanlardan daha Zalim kim olabilir?” (Bakara 114)

Yine başka bir ayette Allah(c.c) şöyle buyurmaktadır: “İnkâr edip ayetlerimizi yalanlayanlara gelince, onlar cehennemliktir, onlar orada ebedi kalırlar.” (Bakara 39)

 “وَلاَ تَرْكَنُوا اِلَى الَّذِينَ ظَلَمُوا فَتَمَسَّكُمُ النَّارُâyet-i kerimesi fermanıyla: Zulme değil yalnız âlet olanı ve tarafdar olanı, belki edna bir meyledenleri dahi, dehşetle ve şiddetle tehdit ediyor. Çünkü rıza-yı küfür, küfür olduğu gibi; zulme rıza da zulümdür.” (Mektubat 362)

Bediüzzaman hazretleri, yaşadığı dönem de kendisine sorulan bir soruya verdiği cevapta, bu tür dine mesafeli ve karşı bir duruş sergileyen partilere karşı tavrını, bir Müslüman olarak şöyle izah etmektedir;

Halk Partisi iktidara gelecek olursa -ki bu asil millet, ihtiyarıyla o partiyi kat’iyyen iktidara getirmeyecek-, komünist kuvveti aynı partinin altında bu vatana hâkim olacaktır. Hâlbuki bir Müslüman kat’iyyen komünist olamaz, anarşist olur. Bir Müslüman hiçbir zaman ecnebilerle mukayese edilemez.

İşte bunun için hayat-ı içtimaiye ve vatanımıza dehşetli bir tehlike teşkil eden bu partinin iktidara gelmemesi için, Demokrat Parti’yi, Kur’an ve vatan ve İslâmiyet namına muhafazaya çalışıyorum.” (Emirdağ Lahikası-2 206)

Haşiye: “Demokrat parti”, o zaman ki demokratik hak ve özgürlükleri temsil eden partiye verilen isimdi. Dolayısıyla şimdi ki zaman da, mevcut partilerin ismine bakılmaksızın, bu partilerin fiillerine ve eserlerine bakmak gerektir.

·         Dini, siyasete alet eden; İslamiyet’i kendi şahsî menfaatlerine ve hattâ manevî kemalâtlarına ve belalardan ve muzır şeylerden kurtulmaklığına âlet etmeğe çalışan partiler:

İman ve İslamiyet, mâl-i umumîdir. Tüm insanlığın ve Müslümanların malıdır. Her taifede muhtaçları ve sahibleri vardır. Hiçbir parti, islamiyeti kendi tekeline alamayacağından dolayı, tarafgirlik giremez. Yalnız küfre, zındıkaya, dalalete karşı cephe alını. Nur mesleğinde, mü’minlerin uhuvveti esastır.

Bediüzzaman Hazretleri, ön şart olarak halkın yüzde 70’den fazlası hakiki anlamda İslam’ı yaşamadıkça, İslam adına parti kurulmasının ve desteklenmesinin, İslam’a zarar vereceğini, delilleriyle izah ve ispat eder.

İttihad-ı İslâm Partisi, Yüzde altmış-yetmişi tam mütedeyyin olmak şartıyla, şimdiki siyaset başına geçebilir. Dini, siyasete âlet etmemeğe, belki siyaseti dine âlet etmeğe çalışabilir. Fakat çok zamandan beri terbiye-i İslâmiye zedelenmesiyle ve şimdiki siyasetin cinayetine karşı dini siyasete âlet etmeğe mecbur olacağından, şimdilik o parti başa geçmemek lâzımdır.” (Emirdağ Lahikası-2 162)

·         Memuriyet ve Emirliği, reislik değil; millete bir hizmetkârlık vesilesi olarak gören;  Demokrat, hürriyet-i vicdana taraftar, Dindar ve dine hürmetkâr Demokrat partiler:

Memuriyet, emirlik ise reislik değil; millete bir hizmetkârlıktır. Demokratlık, hürriyet-i vicdan, İslâmiyet’in bu kanun-u esasîsine dayanabilir. Çünkü kuvvet kanunda olmazsa şahsa geçer. İstibdad-ı mutlak keyfî olur.

Bediüzzaman hazretleri; “Dinin îcablarını yerine getireceğiz, din bu memleket için hiçbir tehlike teşkil etmez” diyen ve mazlum milleti Chp zulmünden kurtarmakla, yıllarca baskı ile zoraki Türkçe olarak okutulan ezanı Arapça aslına döndüren başvekil Adnan Menderesi; İslamiyet’in bir kahramanı olarak görmüş ve vatan, millet, İslâmiyet adına aşikâre demokrat partiye oy vermek suretiyle desteklemiştir.

Hasan Tayfur

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: