Şehvet

Sözlükler şehveti şöyle tanımlar: Bir şeye karşı hissedilen şiddetli arzu, ihtiras… Karşı cinse duyulan cinsel arzu… Nefsin azgınlığı…Şehvet halkın zihninde, kişisel cinsel ihtiyaçlara yönelik istekler olarak algılanmaktadır.

Şehvet duygusu, insanın en önemli yönünü meydana getirir. İnsan vücudunun maddi organlar ve uzuvları dışında bir de duygusal yönü vardır. İnsanın cismi ve cirmi küçüktür. Fakat ruh dünyası, duygu zenginlikleriyle dünyadan ve kainattan da büyüktür. İnsanın en güçlü özelliği duygularında görülebilir. Ruhun beden ülkesinde devam etmesi de soyut ya da somut olan duygu cihazlarını kullanması ile mümkün olmaktadır. Duyguların fonksiyonlarını tamamıyla yitirmesi, insanlığın sonu demektir. Duygularımız hayır ve şerre, hidayet ve dalâlete, hak ve batıla, güzel ve çirkine, haram ve helale aynı mesafededir. Hayvan ile insanın en bariz farkı duygularının çeşitliliği ve genişliğinde görülür. Duygular, insanın maddi ve manevi yükseliş ve alçalışının sebebidir. Çünkü insanlık âleminde yükselme ve alçalma mertebeleri sonsuzdur. Duygular, insanın dışarıdaki hayat ile içerideki hayat arasındaki bağlarını kurar. Onların tümü insanın ruhuyla iletişim kuran birer kanaldır.

İnsana verilen her duygu bir nimettir. Ancak her nimeti, meşru dairede kullanmak bir şükür olduğu gibi, o nimeti şerde, haramda, günahta kullanmak da bir nankörlüktür, emanete bir hıyanettir. İnsanı alçaltır. İslam şehveti disiplinine tabi tutuyor… Kontrollü bir şehveti öneriyor.. Şehevi gücü ne yok sayıyor ne de “yok edin” diyor, sadece meşruiyet zeminine çekiyor. Şehvet duygusu vahşi bir ata benzer, özgür bırakıp her istediğini yapması yanlış olduğu gibi, zincire vurup gezmesini engellemek de başka bir yanlıştır.

Ateşin ne kadar büyük bir nimet olduğu malumdur. Ancak ateşi yanlış kullanarak yangınlar meydana gelirse, evler, ormanlar yanarsa, ateşin yaratılmasının rahmet olmadığını iddia edemeyiz. Cinsellik, şehvet de bir nimettir. Haramda kullananlar var diye bunun nimet olmadığını iddia edemeyiz.

İnsanlar, nikah ile evlenirler ve cinselliği meşru daire içinde yaşarlar. İnsanların hayvanlardan bir önemli farkı da budur.  Evlilikte cinsellik yaşanmasına rağmen, bunun başka gayeleri de vardır. Şehvet insanlarda başka duygularla birlikte yaşanır. Evlilikte cinsellik yaşanırken en önemli hedef  neslin çoğalmasıdır. Dünyaya gelecek çocukların sevgi ve şefkat ile yetiştirmesidir. Eşlerin birbirine karşı sevgi, saygı, şefkat ve fedakarlık bağları ile bağlanmaları ve ebedi bir arkadaşlığa adım atmak duyguları evlilikte yaşanmalıdır. Evlilik içinde yaşanan cinsellik duygusu, insanların hayvanlardan çok farklı olduğunu ve en üst derecede nasıl yaşanabileceğini gösterir. Bugünkü modern evliliklerde şehvet, maddi menfaatler, güzellik, yakışıklılık ölçü olduğu için, diğer duygular dumura uğramaktadırlar. Evliliğin en önemli hedefi olan neslin devamı için çocuk sahibi olmak bile ertelenmektedir. Şehveti  yalnız zevk ve haz almak için düşünmek, çocuk sahibi olma sorumluluğu altına girmemek, evlilik dışı gayri meşru beraberlikleri artırmaktadır. Bu da maalesef modern çağın en belirgin özelliğidir. Sınırsız özgürlük insana sınırsız şehvetin kapılarını açıyor. Bu kapıdan girenlerde sınırsız günah çukurlarına düşüyorlar.

Allah insan neslini bir kadın ve bir erkek olmak suretiyle iki cins olarak yaratıyor. Bu iki cins varlığa birbirlerini cezb edecek ilgisini çekecek duygular ve cihazlar veriyor. Fakat bu cihazlar ve duygular Kuran-ı Kerim terbiyesinden geçmediğinde, sınırsız kullanıldığında o duyguların sahibi olan insanlara belaya dönüşüyor, dünyasını ve ebedi hayatını mahvettiriyor.

Bediüzzaman’ın anlattığına göre ruhun yaşayabilmesi için insan bedeninde üç adet duygu yüklü merkez yaratılmıştır. Birincisi, “menfaatleri celb ve cezbetmek için kuvve-i şeheviyye-i behimiyye”dir. Bu duygu bütün hayvanlarda müşterek olarak bulunur. İkincisi, “menfaat ve zararı, iyi ve kötüyü birbirinden ayırmak için kuvve-i akliyye-i melekiyye”dir. Meleklere has bir özellik olan akıl nimeti insanlara ve cinlere de verilmiştir. Üçüncüsü, “zararlı şeyleri defetmek için kuvve-i sebu’iyye-i gadabiye”dir.( İşaratü’l-İcaz ) Bu özellik, insanlarda bulunmakla beraber daha kamil manada yırtıcı hayvanlarda bulunan bir özelliktir.

Bediüzzaman, ahlakın etkili kaynağı olarak gösterdiği bu melekelerden “kuvve-i şeheviyye” özetle şöyle tanımlamaktadır:

Kuvve-i şeheviyye cinsel arzu, yemek, içmek, uyumak ve konuşmak gibi faydalı şeyleri alma ve elde etme gücüdür. Ancak bu gücün üç derecesi vardır. Tefrit derecesi ‘humud’ denilen şehevi konulara karşı isteksizliktir. Böyle bir kişi, harama karşı şehveti olmadığı gibi helallere karşı da iştahlı değildir. Tefritin zıttı olan ifrat derecesi ise, helal-haram demeden aşırı şekilde şehvetine düşkün olmaktır. Böyle bir kimse namusları ayaklar altına alma istidadındadır. Orta mertebe olan vasat derecesi ise iffetliliktir. Kişinin helaline karşı şehveti varken, harama karşı iştahsız olur. (İşaratü’l-İcaz)

Bunun anlamı şudur: Eğer insan ifrat derecede şehvetine düşkün olursa, kötülüğün en ileri seviyesi olan fuhşa düşeceği ve birçok masum insanın namuslarını kirleteceği açıktır. Bu da kötü ahlakın veya ahlaksızlığın en belirgin şeklidir. Eğer tefritte kalırsa nimetlerden ve meşru lezzetlerden mahrum olur. Oysa Kur’an’da tavsiye edilen “sırat-ı müstakim” ve “vasat ümmet” kıstası, insanı bu aşırı durumlara düşmekten kurtarır. İnsan kendisine verilen duyguları meşru dairede kullanması huzura atılan ilk adımdır. Sadece nikahlına yakınlık duyacaksın, bu yakınlık ibadettir. Kainatın Efendisini (sav) dinleyelim.

Ebu Zer (ra) rivayet ediyor. Diyor ki: “Bir grup sahabe  Resûlullah (sav)geldiler.

“Ya Resûlullah, zenginler aldı gitti, biz burada kaldık ya Resûlullah” dediler. “Nasıl aldı gitti?” demiş. “Ya Resûlullah! Namazımız aynı namaz, orucumuz aynı oruç. Fakat bu olmadı ki. Onlar sadaka veriyorlar bizi geçiyorlar, infak ediyorlar bizi geçiyorlar, paraları var adamların.” Ebubekir bunların başında. Abdurrahman ibn Avf bunlardan biri. Böyle zengin zengin adamlar. “İbadette aynıyız, zikirde aynıyız. Oruçta aynıyız. Adam tutuyor, yetimi yediriyor ben yediremiyorum, ordunun ihtiyacını karşılıyor ben karşılayamıyorum, burada bir adaletsizlik var ya Resûlullah” demişler. Yani bu din zenginlerin dini mi, demeye getirmişler sözü. Böyle demiyorlar ama bir tür şikâyet ediyorlar.

Efendimiz, buyurmuş ki çok dikkat edelim: “Eğer onlara Allah, fazladan sizde olmayıp onlara fazladan mal verdiyse o malı da onlar sadaka olarak harcayıp sizi geçiyorlarsa size de Allah alternatifler vermedi mi?” “Ne verdi ya Resûlullah?” demişler. Şimdi sayıyoruz: “Siz de bir kere Subhanallah deyin, onun sadakası gibi sadaka kazanın. Siz de bir kere Allahu Ekber deyin! Siz de bir kere Elhamdülillah deyin. Siz de bir kere la ilahe illallah deyin. Siz de hanımızla cima edin, size de Allah sadakalar versin.” buyurmuş.

Ashabı kiram tereddüt etmişler, herhalde espri yapıyor, bizim ahlakımızı ölçüyor düşünmüşler. “Ya Resûlullah!” demişler bu hadisi şerifin devamını okuyorum: “yani biz, karımızla yatağa gireceğiz, keyif süreceğiz, sonra da Allah, o mallarını infak ettiği için dağlar gibi sevap kazanan o zengin müminlere verdiği sevap gibi bize sevap verecek karı koca zevklendiğimiz için öyle mi ya Resûlullah” demiş: “öyle mi ya Resûlullah” demiş. Yani yanlış mı anladık bu bir espri miydi? Çünkü saydığın liste çok büyük. Subhanallah, Elhamdülillah, Allahu Ekber, la ilahe illallah Muhammedun Resûlullah deyin diyorsun. Ee bunlar büyük sözler zaten.

Versin Ebubekir bir çuval sadaka, beş çanta dolusu sadaka versin, bir la ilahe illallah kâinatı satın alır, buna bir diyecek yok zaten ama hanımınla cima et diyorsun ya Resûlullah. Buyurmuş ki: “Evet, öyle, öyle. O ateşi şehveti nikâhlı hanımında değil de, nikâhlı kocasında değil de nikâhlısı olmadığı bir haramda tatmin edecek olsaydı cehennemlik olmayacak mıydı?” buyurmuş. “Tabi olacaktı ya Resûlullah”. “Peki, nikâhlı karısında, nikâhlı kocasında yapınca cehennemden kurtulmuş olmuyor mu?” “Oluyor ya Resûlullah”. “Var mı cehennemden kurtulmak, daha büyüğü var mı?” buyurmuş. Cenneti kazanmaktan büyük var mı? Şehvet ateşinin yemeği nasıl pişirdiğini buz gibi dünyada nasıl ısıtacağını tarif ediyor Resûlullah (sav) Efendimiz. Bu ateş, ormanlar tutuştursun diye değil, enerjin olsun diye. Nesil yetiştirme sevdan olsun diye. Nikâhlı eşini Allah’ın en güzel emaneti bil diye Allah’ın içimize koyduğu bir ateş bu.

İşte Müslümanlık. İşte Allah’ın şehveti niçin yarattığı. İşte ateşle elini ateşe yaktırmadan yemek pişirme ve ısınma taktiği. Sen sobayı tutuşturmayı bilmediğin için hep is oldun, yandın, hep yara bere oldun. Sen soba yakmayı bilmiyorsun. Ateş düşman ama seni ısıtır. Yemeğini pişirir. Sen nerede ne tutuşturacağını bilmiyorsun demek ki.. Şehvet ateştir. Onu kullanmasını bilmeyeni yakar. Milyarlarca genci yaktığı gibi. Yaşlıyı, ihtiyarı yaktığı gibi. Ateşi evin ortasında, halının üstünde mi tutuşturuyorsun. Ev yanar o zaman. Ateşi sobanın içinde tutuşturursan ısınırsın, yemeğini de pişirirsin. Şehveti ulu orta, internetin içinde tatmin etmeye çalışırsan yakar elbette. Allah’ın helali, helal olan neyse, onunla beraber olduğunda ise şehvet nimettir. Şehvet bizim ibadet kavramımızı ayakta tutar…

( Nureddin Yıldız ‘hocanın  10.11.2013 tarihli (217.) Hayat Rehberi dersinden)

Allah Hakimdir, asla abes iş yapmaz. Erkek ve kadının karşılıklı her türlü istek ve arzularını helal yönden tatmin edecek bir eşe ihtiyacı vardır. “ İnsanın en fazla ihtiyacını tatmin eden, kalbine mukabil bir kalbin mevcut bulunmasıdır ki, her iki taraf sevgilerini, aşklarını, şevklerini mübadele etsinler ve lezaizde birbirine ortak, gam ve kederli şeylerde de yekdiğerine muavin ve yardımcı olsunlar.

Evet, bir işte mütehayyir kalan veya bir şeye dalarak tefekkür eden adam, velev zihnen olsun, ister ki, birisi gelsin, kendisiyle o hayreti, o tefekkürü paylaşsın. Kalplerin en lâtifi, en şefiki, “kısm-ı sâni” ile tâbir edilen kadın kalbidir. Fakat kadın ile ruhî imtizacı (geçimi) ikmal eden, kalbî ünsiyet ve ülfeti itmam eden, sûrî ve zahiri olan arkadaşlığı samimileştiren, kadının iffetiyle, ahlâk-ı seyyieden temiz ve pak bulunması ve çirkin arızalardan hâli olmasıdır. (İşaratü’l-İcaz)

“Helal dairesi keyfe kâfidir harama girmeye lüzum yoktur”

Yaşamakta olduğunuz çağda hayasızlık, haram, şehvet tavan yapmışsa ve iffet yerlerde sürünüyorsa, o zaman önceliğimiz  kadını ve erkeğiyle “hayayı kuşanmak” olmalıdır.

İffet ve haya sözcükleriyle süslü “Kıssaların en güzeli= Ecmelü’l-kısas” denildiğinde hemen hepimizin aklına Hz. Yusuf’un kıssası gelir. O gün odada Züleyha ile ikisi baş başa kalmışlardı. Züleyha ondan arzuladığı ve aklına koyduğu şehveti şiddetli arzu ile elde etmek istiyordu. Zamanını denk getirmiş ve arkadan kapıları üzerlerine kilitlemişti Yusuf kaçmasın diye… Dışarıya karşı da tedbir almıştı böylece… İsteğini Yusuf’a iletti, O ise; Derken, evinde bulunduğu kadın onun nefsinden muradını almak istedi, kapıları kapatıp ‘Haydi gelsene’ dedi. Yusuf ‘Allah sığınırım’ dedi. ‘Kocan benim efendimdir; o bana çok iyi bakıyor. Zalimler ise iflâh olmazlar.(Yusuf suresi 23. ayet) diyerek gayr-i meşru’ teklifi reddetti.

Nefsin arzularıyla çepeçevre kuşatılmış durumdaki insanların kendilerini koruyabilmesi, yani Yusuf olabilmeleri ancak Allah’a sığınıp, iffeti, hayayı kalkan haline getirmek suretiyle mümkündür. Edepleriyle, iffetleriyle yaşamak isteyen müminler, özellikle mümin gençler Hz. Yusuf (asm)’ın iffet ve ihlas sembolü tutumunu kuşanarak haramlardan kaçınmalı, helal dairesinde yaşamalı ve böylece peygamber ahlakını bir model olarak insanlığa sunabilmelidirler. Çünkü, ahir zamanda Yusuf olmak çok zor…Yusuf olanlara müjdeler var:

Efendimiz (sav) “Allah, gençliğini Hakk’a itaat yoluna bağlayan ve gayr-i meşru şehvet peşinde olmayan genci pek beğenir.” buyurmuştur. Ardından da bahtiyar bu gence şu müjdeyi vermiştir: “Dünyanın lezzetini ve eğlencesini terk eden, gençliğini Allah’a itaat ile karşılayan hiçbir genç yoktur ki, Allah o gence yetmiş iki sıddîkın sevabını vermemiş olsun. Allah Teâlâ, kendisine has münezzehiyet ve mukaddesiyetiyle o genç ile iftihar eder ve ona şöyle der: ‘Ey şehvetini Benim için bırakan genç! Ey gençliğini Bana adayan yiğit! Sen Benim nezdimde meleklerimin bazısı gibisin.’” (Hilyetü’l-Evliya, 4/ 139.)”

İffet ve edepten yoksun Züleyhaların kol gezdiği, her köşe başından, sanal ve gerçek dünyanın ekranlarından göz kırptığı, tuzaklar kurduğu bu zamanda…Çok zor Yusuf  (as)’in  iffet ve haya elbisesini giymek, hele hele Züleyhalar karşısında dayanabilmek…İmtihanı kazanabilmek… Ama imkansız değil… Yusuf baştan aşağı iffet olduktan sonra, Züleyha baştan aşağı afet olsa ne yazar.. Şehvetini Allah için bırakan, meşru dairede kullanan, baştan aşağı iffet olan Yusuflara, Züleyhalara  selam olsun…

“Muhabbet ve merhamet, insanlığın; Hiddet ve şehvet de hayvanların sıfatlarıdır” Mevlana

Bir insanda kibir, hırs ve şehvet varsa, bunlar o konuşurken soğan yemiş gibi kokar. Mevlana

Mehmet Abidin Kartal

www.NurNet.org