Sevapları imha eden dehşetli, manevî bir hastalık: Gıybet

Gıybet sözlükte; arkadan çekiştirmek, isim vererek kötülemek, hazır olmayan birinin aleyhinde konuşmak gibi mânâlara gelir.1

Terim mânâsı: İnsanları gıyaplarında çekiştirmek, hoşlanmayacakları sözlerle anmaktır. Anılan kişi o anda orada bulunsa ve hakkında söylenen sözlerden darılsa, o konuşma gıybet  olur. Sözler doğru olursa zaten gıybettir. Yalan olursa hem gıybet, hem iftira olup iki katlı bir günah olur.2

“Birbirinizi gıybet etmeyiniz” diyen Kur’ân’a göre gıybet, ölü arkadaşının etini yemek gibi müstekreh bir iştir. Çünkü dedikodusu yapılan şahsın o anda orada bulunmaması sebebiyle o ölü mesabesindedir. 3

Gıybette menhus bir lezzet vardır. Kişi onun dehşetli akıbetini düşünmeyip hissiyatına hakim olmazsa gıybette sınır tanımaz, başkaları hakkında ağzına geleni bal yiyor gibi pervasızca ortaya döker. Ancak bu bal mânen zehirlidir. Dehşetli manevî ağrıları Ahirette hissedecektir.

Gıybet, ateşin odunu yakıp bitirdiği gibi iyi amelleri imha eder.4  Bin bir zahmetle kazanılan sevapları, gıybetlerini yaparak irade ile başka kişilere kaptırmak  ne kadar zararlı bir iştir. Gıybet öyle netameli bir günahtır ki, kişinin verecek iyiliği yoksa, gıybeti yapılanın günahları alınır, yapan kişinin hanesine yazılır. Bu da başka bir faciadır.

Bu hastalık daha çok cahil kesimlerde yaygın olur. “Cahil, din ve dünya işlerini pek iyi bilmeyen, menfaatini zararında, zararını menfaatinde arayan, düşmanın düşmana yaptığını kendi nefsine yapan kişi olarak  tarif edilir. Çoğunlukla cahil insanlar gıybetin dehşetli sonuçlarını bilmedikleri için, çabuk bu hastalığa yakalanırlar.

Bir kısım cahiller dünya işlerini iyi bilirler, ama din işini bilmezler. Üstad Bediüzzaman’a Doğu aşiretlerine hürriyet ve  meşrûtiyeti anlatırken, “Biz cahiliz. Sizin gibi ehl-i ilmi taklit ederiz “ dediklerinde O onlara, “ Gerçi cahilsiniz. Ama âkilsiniz. Hanginizle kuru üzümü paylaşsam zekâvetiyle bana hile edebilir. Demek cehliniz özür değil” demiştir. 5

İşin garip bir tarafı; dinî bilgisi olan bir kısım  insanlar da, menfi siyasî tartışmalarda bu hastalığa çabuk yakalanırlar. Bir an için işin vahametini unutarak kendilerini gıybete kaptırırlar. Üstad Bediüzzaman, huzurunda bir salih âlim, siyasî fikrine muhalif diğer bir salih âlimi fıskla (günahkâr olmakla) gıybet ettiğini, siyasî  fikrine muvafık  bir münafığı senakârane  methettiğini gördüğünü,  bu yüzden “Euzu billahi mineş şeytani ve siyaseh /Şeytandan ve siyasetten Allaha sığınırım” dediğini ifade eder.6

Bediüzzaman gıybet etmez ve  huzurunda başkasının gıybet yapmasına müsaade etmezdi.7

Gıybet, düşmanlık, haset besleyenler ve inatçıların en çok kullandıkları alçak bir  silâhtır. İzzet-i nefis sahibi olanlar, bu  pis silâha tenezzül edip onu kullanmazlar.8

Üstad Bediüzzaman, gıybetin birkaç yerde caiz olabileceğini belirtmiştir;

1– Hakkı gasp edilmiş birinin, hakkını almak için vazifeli birine şikâyette bulunmasıdır.

2- Teşrik-i mesai sebebiyle istişarenin hakkını vermek için, “Onunla iş biriliği yapma. Çünkü zarar görürsün” gibi sözler gıybet olmayabilir.

3- Tahkir ve tezyif maksadıyla değil, tarif için “ O topal ve serseri adam filan yere gitti” gibi sözler de gıybet olmayabilir.

4- Fasık-ı mütecahir olan yani sıkılmadan, utanmadan açıkça günah işleyen ve onunla mütelezziz olanlar hakkında söylenen sözler de gıybet  olmayabilir.

Sonradan gıybetin farkına varılması halinde  tövbe istiğfar etmeli, “Allahummeğfir lena ve limeniğtebnahu /Allahım bize ve gıybetini yaptığımız şahsa mağfiret eyle” diye duâ etmeli, ona rast gelince “Hakkını helâl et“  demelidir. 9

Bu mevzuyu işlememizin sebebi; geçenlerde kendisini Salih olarak bildiğim muhterem bir Nur Talebesi ile yolda karşılaştım. Menfi siyasetin tetiklediği ihtilâf  mevzusunda diğer bir Nur Talebesi  grubunu isim vererek galiz ifadelerle gıybet etti. Ona yaptığı şeyin gıybet olduğunu hatırlattım. Kabul etmedi. Bundan çok müteessir oldum.

Sözün Özü: Gıybetin dehşetli sonucunu hatırlayarak, hissiyatımızı dizginleyip  çok zor şartlarda kazandığımız salih amelimizi kendi isteğimizle gıybet yoluyla başkasına kaptırmayalım. Huzurumuzda bu alçak iş yapıldığı zaman yapanları güzellikle uyaralım. Dinlemedikleri vakit, içimizden “Ya Rab! Ben bu işe razı değilim” diyelim. Bir Hadiste yapılan bir kötülüğe şahit olan kişi, onu içinden kınarsa, “Ben buna katılmıyorum” derse, o günahın ona bulaşmayacağı ifade edilir.10

Allah cümlemizi insî ve cinnî şeytanlardan, bütün haram kılınan işlerden, bilhassa gıybet hastalığından muhafaza etsin, gıybet yapanları da ıslah etsin. Amin.

Dipnotlar:

1– Osmanlıca – Türkçe lügat, gıybet md.

2– Muslim, Birr, 70; Ebu Davut, Edep, 35.

3- Hucurat, 12.

4– Mektubat, 467.

5- Münâzarât, s. 121.

6– Hutbe-i Şamiye, s.125.

7- Tarihçe-i Hayat, Yeni Tanzim, s. 503.

8- Mektubat, s. 466.

9- A.g.e., s. 467.

10- Camiu’s Sağir, cilt: 2, s. 188.

İbrahim ERSOYLU

www.NurNet.Org