Sevgi mi? Aşk mı?

Sevgi; ona onun ihtiyacını, kendi ihtiyacından vazgeçerek vermektir. Sevgi ne istediğinle ilgili değildir. “Sevgi, sevilene sevgini koşulsuz verebilmenle ilgilidir.” Sevmek bir çalgı aleti çalmaya benzer. Bilmeyen kötü sesler çıkarır. Ancak enstrümanı çalmayı bilen kişi ondan harika sesler çıkarabilir.

Sevgi başkasının sana hissettirdiği değil, senin ona koşulsuz olarak hissettirmenle ilgilidir.” Sevginin ancak çift kişilik olabileceğine inanılan bir dünya da sevmek, yalnızca sevilene ulaşıldığı zaman anlam bulur. Böylesi bir algılama içinde amaca ulaşmak için yapılan her şey taktik içerir ve zamanla taktikler sevginin yerini alır. Aşk “ben”leri yok etme pahasına “biz” olabilmektir. Sınırları iyi çizilmiş bir evlilik “ben”leri koruyarak “biz” olabilme sanatıdır. Sadakatsizlik ise “biz”i yok etme riskini göze almaktır.

Aşkın sevgiye dönüşmesi her şeyden önce zaman gerektirir. Çünkü sevgi yalnızca fiziksel ya da kimyasal anlık bir çekim değildir. Sevgi, aşk gibi “bulunan” bir şey değildir. Önce doğurulan, ardından büyütülüp geliştirilen ve özenli biçimde bakım verilen bir şeydir.

Yalnızca bir duygu asla değildir sevgi. Çünkü her duygunun bir ömrü vardır ve ömrü tamamlanınca duygular da tükenir. Aşk gibi, korku gibi, sevinç gibi, öfke gibi…

İnsanlar karşılıklı çekim sonucu bir bağ gerekçesiyle evlenebiliyor. Aradan yıllar geçiyor, çekim ve çekicilik kaçınılmaz olarak azalıyor. Bu çifti bir arada tutabilen tek güç yaşamlarının geri kalan kısmını bir arada geçirme kararı oluyor.

Peki, nedir öyleyse sevgi? O. Henry’nin The Gift of the Magi’ de (Magi’nin Hediyesi) yazdığı şu kısa öyküde en güzel şekilde ifade edilir sevgi:

Bir zamanlar birbirini çok seven, evli ve oldukça yoksul bir çift vardı. Yeni yıl zamanının yaklaştığı bir dönemdi. Her iki eş de parasız oldukları için birbirlerine hediye alamayacak olmanın yoğun üzüntüsünü yaşıyorlardı. Genç kadının para edebilecek tek varlığı çocukluğundan beri uzattığı ve herkesin hayran olduğunuzun saçları idi. Genç adamın para edebilecek tek varlığı ise nesilden nesile aktarılmayı takiben en son babasından kendisine kalan ve hep cebinde sakladığı altın saati idi.

Yılbaşı sabahı geldiğinde her ikisi de birbirlerine birer hediye paketi verdiler. Erkeğin karısına güzel saçlarını topuz yapıp yukarıya toplayabilmesi için aldığı pırlantalı saç tokası idi. Kadının kocasına aldığı hediye ise her zaman kaybetmekten korktuğu altın saatini güven içinde taşımasını sağlayacak altın bir zincirdi. Ancak erkek pırlanta tokasını alabilmek için altın saatini, karısı ise altın zinciri alabilmek için güzel saçlarını satmıştı. Her ikisi de mutluluktan ağlıyordu. Her ikisi de birbiri için dış dünyadan aldıkları hediyeleri kullanamayacaklardı. Ancak iç dünyalarından gelen bu gerçek hediyeler, onlara derin sevgilerini her zaman hatırlatacaktı…

Uzm. Dr. Kenan Taştan / NurNet.Org / Evliliğinizin Kaçıncı Kilometresindesiniz Kitabından Alıntıdır…