Şevk ve gayretle yapılan işler

Şevk sahibi bir esnaf veya tüccar, sabah erkenden dükkânını açacak, temizliğini yapacak, malını düzenleyecek, gelen müşterisine tatlı dil ve güler yüz ile muamele ederek iş yerinin bereketini ve kazancını arttıracaktır. Şevk sahibi bir sanatkâr, sanatını daha iyi icra edebilmek, kendini geliştirebilmek, sanatını mükemmelleştirebilmek için sürekli arayış ve çalışma içerisinde olacak ve sanatında mahareti artacaktır. Şevk sahibi bir ilim adamı, daha çok okuyacak, daha çok araştıracak, daha etkili ve verimli çalışacak, hem daha mütehassıs hale gelecek hem de daha fazla talebe yetiştirecektir. Bu misalleri çoğaltabiliriz. Kısacası herkes, her meslek erbabı şevk ile, daha fazla çalışmak ve sahasının en iyisi olmak iştiyakı ile heyecanlanarak gayrete gelecektir.

ŞEVKİN KAYNAĞI:
Canlı veya cansız bütün yaratılmışların sahip oldukları şevk, Cenab-ı Hakkın her türlü kusur ve noksandan münezzeh olan mukaddes şevk’inin birer tecellisi, yansımasıdır. Canlı veya cansız kâinatta mevcut olan her şey sürekli hareket halinde ve faaliyet içerisindedir. Hiç durmadan devam eden hayret ve dehşet verici bu faaliyetleri iki büyük hikmet ve gayeye binaen meydana gelmektedir.

Birincisi: Cenab-ı Hakkın esmaü-l hüsnasının sayısız tecellileri vardır. Allah’ın isim ve sıfatları sonsuz ve ebedi olduğu için, tecellileri de daimi, aralıksız ve kesintisiz olmalıdır. Yani Allah (c.c.) nün her ismi nakışlarını, cilvelerini sürekli göstermek ister. Bu nedenle Esma-i İlahi sürekli tecelli eder. Kâinattaki bütün masnuat ve mahlûkat ile bütün faaliyetler Allah’ın isim ve sıfatlarının tecellileridir.

İkinci hikmeti ise: Sınırsız cemal ve kemal sahibi olan Allah (c.c.) nün kendi esmasına ve esmasının tecellileri olan masnuat (yaratılmış sanat eserleri) ve mahlûkatına (canlılar) sonsuz şefkat ve muhabbeti vardır. Allah’ın mahlûkatına olan sonsuz şefkat ve muhabbeti nedeniyle; onların istidatlarını kuvveden fiile çıkarma, tekemmül ettirme, onların her türlü ihtiyaçlarını karşılama, Rahman, Rahim, Rezzak, Kerim, Şafi… vb. isimlerin tecellileri ile mahlûkatı himaye etme hususunda Şevk-i Mukaddes (her türlü kusur ve noksandan yüce bir arzu ve istek) sahibidir. Cenab-ı Hak o şevk-i mukaddesten gelen sonsuz bir süruru mukaddes (mukaddes sevinç) ve o süruru mukaddes nedeniyle sonsuz bir lezzeti mukaddese sahiptir. (bk. On Sekizinci Mektup)

Cenab-ı Hakkın sonsuz şefkat ve sonsuz muhabbeti, sonsuz bir mukaddes şevki meydana getirmektedir. Bu şevk-i mukaddese nedeniyle Halık-ı Zülcelâl “yaratma”yı istemekte, arzu arzu etmekte ve yaratmaktan sonsuz bir memnuniyet ve sonsuz bir mukaddes lezzet vücuda gelmektedir. Bu sebeple Allah ( c.c.) sürekli yaratma halindedir. Yaratma fiili bizzat Allah’a aittir ve yaratma hususunda ortağı ve yardımcıları yoktur.

Bu ifadelerden anlaşılacağı üzere şevkin kaynağı şefkat ve muhabbet (sevgi) dir. Allah (c.c.) kâinatın küçük bir misali, fihristesi ve Esma-ül Hüsna’nın ayinesi mahiyetinde yarattığı insanın fıtratına da şefkat, muhabbet (sevgi , iştiha, iştiyak ve sonsuz ihtiyaç dercetmiş; insanın faaliyetine de bir lezzet koymuştur. İnsan, fıtratında bulunan şefkat ve sevgi hislerinin verdiği heyecanla faaliyetteki lezzeti alabilmek için şevklenecektir.

Bediüzzaman Hz. insandaki şevkin kaynağını da “mahlûkattaki faaliyetler bir iştiha, bir iştiyak, bir lezzetten geliyor… Her bir faaliyetten kat’iyen lezzet vardır. Belki her bir faaliyet bir nevi lezzettir.” (bk. age.) ifadeleri ile açıklamaktadır. Bediüzzaman Hz. ne göre; insanı gayrete, şevke getirerek heyecanlı, hararetli ve coşkulu bir şekilde çalışmaya sevk eden şey iki neden olabilir. Birincisi, çalışmanın neticesinde elde edilecek nihai sonuç ve çalışmanın meyvesidir ki işin / çalışmanın asıl amacı, gayesidir. İkincisi, yapılan işte bir muhabbet, bir iştiyak, bir lezzet, bir ücret vardır ki bu da işin / çalışmanın gerekçesidir. Mesela yemek yemek, iştihadan gelen bir lezzet, bir iştiyaktır ki, insanı yemeye sevk eder. Yemek yemenin nihai neticesi asıl gayesi ise vücudu beslemek, hayatı idame ettirmektir.

Said Nursi Hz. nin uzun yıllar önce yapmış olduğu bu tespitleri; bugün ilim adamları “vizyon” ve “ misyon “ kavramları ile ifade etmektedirler. Vizyon, insan hayatının ve faaliyetlerinin asıl amacı, ulaşılmak arzulanan nihai gaye dir. Misyon ise insanın asıl gayesine (vizyonuna ) sahip olabilmek için takip edeceği yol, uygulayacağı metot, hedefe ulaşabilmek için sergileyeceği tavırlar yani davasıdır.

Bir Müslüman için dünya hayatının ve bütün dünyevi çalışmaların asıl gayesi , ulaşılmak istenen nihai makam ve elde edilmek istenen meyve “Rızâ-i İlahi ”ye mazhar olmak , yani “ Allah’ın Rızasını kazanabilmek” tir. Müslüman bir insanın vizyonu , makamların en yücesi olan “Rıza Makamı”na kavuşabilmektir. İnsanı Rıza Makamına kavuşturacak, Allah’ın Rızasını kazandıracak yol ve metotlar, sergileyeceği tavırlar, faaliyetlerinin gerekçesi… yani misyonu ise; Allah’ın arzu ettiği , istediği , emrettiği işleri yapmak ve O’nun rıza olacağı şekilde bir hayat yaşamaktır.

Müslüman’ın davasını iki madde de özetleyebiliriz:
1. Kur’ân’a ve Resullullah’ın sünneti seniyyesine uygun bir hayat yaşamak. Dünyayı ahiret hayatının tarlası kabul edip; imanını kurtarmak ve kuvvetlendirmek, günahlardan kaçınmak ve salih ameller işleyerek kulluk görevini en iyi şekilde ifa etmek.

2. Başka insanların da imanının kurtulmasına, başkalarının da kulluk imtihanını başarmalarına yardım etmek, Allah’ın isminin yeryüzünde yayılmasına çalışmak… yani, “İla-i Kelimetullah” tır.
Bu zamanda İla-i Kelimetullahın en büyük şartı ise maddeten, ekonomide, bilim ve teknolojide, askeri… vs. her alanda kalkınmaktır.

Paylaşan: Abdülkadir Haktanır
Kaynak: Sorularla Risale-i Nur

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: