Çünkü Allah, rahman ve rahimdir. Amma bazı insanlar günaha dalarak cennete gitmek istemiyorlar.
Mesela biz, Allah kelamı ederken, dinî kitaplar okurken yoruluyoruz; kahvedekiler yorulmuyor, dinleniyormuş (!) Akşam geç vakit eve gittiğim zaman sokaklardan geçerken bakıyorum, meyhanelerin ışıkları pırıl pırıl parlıyor… Bu sebepten her zaman derim ki, cehenneme gitmek isteyenlerin gayreti hayatım boyunca bana hız vermiştir. Dinî çalışmalarımızda yorulmamalıyız, diye düşündürmüştür.
Kendime soruyorum: İman hakikatlerine nasıl hizmet edebilirim? Acaba yılların ve kütüphanemin bendeki birikimini Müslümanlara nasıl aktarabilirim? İşte bunun sancısını çekiyorum.
“Efendim, zaman kötü, bu devirde günaha bulaşmamak mümkün değil” diyorlar. Müslüman’ın imanı güçlü, kuvvetli ise günahların sel gibi aktığı yerde de boğulmaktan kurtulur. Günah yükseldiği kadar yükselsin, o, iman salına binip selamet sahiline çıkar. Bizim durumumuz sahabenin durumundan daha mı kötü? Her yerde müşrikler ve herkes cani… Allah’a iman etmeden önce içki içen, zorbalık eden, zina yapanlar, Yaradan’a teslim olunca bu günah ve alışkanlıklarının hepsini yakıp, külünü göğe savurmuşlar. “Alıştım, ben bu günahları terk edemem” dememişler. Çünkü vicdanının, beyninin, gönlünün, nefsinin kıyılarına gümbür gümbür iman dalgaları çarpmış.
Ömer’i, Hz. Ömer yapan, imandır!..
Bu sebepten düşüneceğiz… Hayat yolunda ilerliyoruz. Yükümüz günah mı, sevap mı? Yoksa karışık mı? Karışıksa oran ne? İnsanlar yaşadıkları Avrupa hayatına öyle alışmışlar ki, içinde bulundukları sefahet bataklığından başlarını kaldırıp, “Rabbim bizden ne istiyorsun?” diye sormuyorlar. Modaya uydukları kadar İslam’a uymuyorlar.
Takvimden koparılan her yaprak, ömrümüzden giden bir gündür. Nasıl ki takvim bitiyor, bir senelik ömür de bitmiş oluyor. İnsanlar, nehirdeki su kabarcıkları gibidir. Su kabarcıkları çıkar batar. İnsanlar da zaman denilen nehirde su kabarcığı gibi çıkar ve batar. İnsan bu dünyada misafirdir. Ev sahibinin isteklerine uygun yaşamışsa, ev sahibini memnun etmişse daha güzel bir yere davet edilir. Her yolcunun çantası vardır. Ahirete giden yolcunun çantasında sevaplar çoksa götürdüğü bu hediyeye karşılık ona saadet-i ebediye verilir.
Kefenin cebi yoktur. Kefenin süslü olması cenazeye fayda vermez. Cenazenin kendisiyle beraber götüreceği, sadece sevapları ve günahlarıdır. Başka hiçbir şeyi kendisiyle götüremez.
Ahirete götüremeyeceğimiz şeye kalbimizi bağlamamalıyız. Kalp Beytullah’tır. Yani Allah’ın evidir. O evi çöplük haline getirmek en büyük saygısızlıktır. Bu sebepten her şeyi kalbimize alamayız. Her şeye kalbimizde yer veremeyiz. Bu hal bize yeter.
Sinemizdeki mabutları devirmedikçe, Lailahe illallah’ın manasını anlamamışız demektir!..
Hekimoğlu İsmail – Zaman