Sitemizden Ders Almaya Çalışan Kardeşlerim!

               Şuurlu insan gözünü açıp bu âleme baktığı zaman her şeyde bir hikmet eseri görecektir. Yaratıkların hiç birinde tesadüf eserine rastlanmadığı gibi, sevki tabi (iç güdü) ile  olabilecek durumda da değiller. Ancak atomlardan galaksilere kadar her şey Allah’ın yaratması ile vücut buldukları gibi sevk ve idareleri de Allah’ın ilim kudret ve iradesi ile olduğu şüphe götürmez bir hakikattir.        

                   Vücudumuzun yapılmasındaki inceliklere bir bakalım! Onun inşasında kullanılan tuğlalar hükmündeki  hücrelerinden tut ta onların elementleri olan proteinlerin, amino asitlerin, RNA, DNA  moleküllerin ve bunların temel taşları olan atomlarına kadar her şeyde  görülen nizam ve intizam, bize diyor ki: Bu eserler, ancak her şeyi hikmetle Yaratan Allah’ın eserleridir .

                   Başımızı kaldırıp fen gözlüğü ile feza âlemine bakalım! Dünyamızdan 1,300,000 defa daha büyük güneşi bir yere dayandırıp bir şeye bağlamadan boşlukta durduran, kendisine bağlı olan gezegenlerle birlikte herkül burcuna doğru hareket ettiren,  O Yüce Kuvvet sahibi olan Allah’tan başka kimin işi olabilir?        

                   Milyarlarca galaksiye milyarlarca yıldızı yükleyen, birini diğerine çarptırmadan gezdiren, döndüren, götüren, getiren Yüce Allah’tan başka kim olabilir?

                   Bahsettiğim bütün bu nizam ve intizamlı vaziyetler, aklını yaratılış istikametinde kullanmak isteyenlere, uyanık olanlara, büyük dersler verir. Evet! Bahsettiğim bu bilgiler Materyalist felsefeden gelen hikayelerle manevi duyguları dumura uğrayana ne verebilir ki?!! Onlar kalp gözü görenedir, görene. Körene? Çünkü kâinatta mevcut bütün yaratıkların bir yaradılış hikmeti de , insanlara ders vermek içindir, Düşünmek içindir. Onların Sahibini bulmak içindir. Yerinde durmayıp ilerlemek içindir. Allaha itaat etme lüzumunu hissetmek içindir.

                   İnsanın asıl vazifesi Allah’a sığınıp ona yalvarmaktan ibarettir. Ya Rab Kudretinle tanzim ettiğin vücudumuzun o incecik faaliyetlerini, ancak Sen takip ediyorsun. Bakıp gördüğümüz şeylerden ibret almak için Sen bize göz verdin. Okuyup ders almamız için çiçeği, ağacı, ineği, sineği, ayı, güneşi, tesirli bir mektup olarak önümüze serdin.”Ferciil besara hel tera min futuur” (Haydi çevir gözü (nü), görebilir mi hiçbir çatlak, bir kusur?)  (Mülk 3) Ayeti ile bakmamızı ve ibret almamızı emrettin.

                   Ya Rab! “Bize Hakkı hak olarak göster ki ona bağlanalım. Batılı batıl olarak göster ki ondan nefret edip kaçma ihtiyacını hissedelim.” Ta! İnsana layık işleri yapmaya çaba gösterelim. İmanımızı güçlendirmek için sebepleri arayıp bulmayı, şartlarına uymayı, Rahmetinle kolaylaştır ki, helak olmayalım.

                   Elinde Kur’an-ı Kerim gibi eşsiz bir kitapla, âlemlere rahmet olarak gönderdiğin Peygamberimizin (a.s.m ) ın buyruklarına hiç şüphe etmeden boyun eğip uyalım. Uymaya ihtiyaç duyalım.        

                   Bu nankör insan! Hayata gelmesi için ancak bir sebep olan anne babasını çok sever, mahalle muhtarını tanır, belediye başkanını tanır, patronunun ismi sorulduğunda, hiç düşünmeden cevap verir. Başbakanı sorsan bakanların ismiyle söyler de, kendini yoktan var eden Allahın varlığını bilmezse, Onun varlığına inanmazsa? Allah’ın mucize olarak yarattığı mahlukatı tabiata veya tesadüfe havale ederse, birkaç fakülte de bitirse, bir insanı insan yapan ilimlerden hiçbir şey öğrenmemiş demektir, Allah’ın yanında o bir zavallıdır. İlimden nasibini alamamış, hakikati görememiştir. Kendini iki hayatta mutlu edecek olan gerçek sebebi bulamamıştır. Ufak tefek ibadetleri yapmamak için nefis ve şeytanların desiselerine uyup inkara sapmıştır.

                   Bu gibiler çok acınacak haldedirler. Çünkü önünde dimdik dikilen ölüm onu rahat bırakmaz, devamlı korkutur. İçinden ya Müslümanların dediği gibi, ölümden sonra tekrar dirilme olursa? Hayatın hesabını vermek gibi bir hadise karşımda durursa? İnkarcıları ve günahkarları yakmak için cehennem kurulursa? Kendine halim ne olur diyerek sızlar!

                   İnkarcıların bu sorulardan kurtulma imkanı yoktur. Akıl ile inkar etmeye çalıştıkları şeyler vicdanlarını daima bir azap içinde bırakır.

                   Asrımızda maddiyyunluk  ve tabiatçılık fikri, eğitim sistemimizi ve okullarımızı etkisi altına almış, insanlara Allah’ı ve ahireti unutturmak için ve insanları cehennem yolcusu etmek için çalışmış, bir iki nesli imandan mahrum bırakmıştı. (Allaha çok şükür bugünkü idare onların fikrinde değil?)                  

                   Fakat Allah’a ne kadar şükretsek azdır ki, her kışın bir baharı, her gecenin bir nehâri (gündüzü) olduğu gibi, Allah Nurunu tamamlamak amacıyla, insanları inkârdan kurtarmak için, İnsanlara Bediüzzaman gibi bir Zatı gönderdi. Onun yazdığı Risale-i Nur eserleri sayesinde, yalınız tahsilsizler değil, Profesörler ve sizin gibi mürekkep yalamış kimseler imanlarını kurtardılar. Dünya ile beraber ahiret için de çalışıp iki hayatın mutluluğunu yakaladılar. Şimdi yalnız Türkiye’de değil, bütün dünyada ilim adamları bu eserler sayesinde sağlam bir inanca sahip oluyorlar.

                   Evet! Ölümle idam edilme korkusundan kurtulup iman hakikatine kavuşmak için her insanı onun aklı ve vicdanı zorlayacaktır. Bu hakikati arama hadisesi her insan için geçerli olduğu gibi, her biri bir şehit torunu olan vatandaşım için daha önemlidir. Çünkü  ecdadımız asırlarca İslamın bayraktarlığını yapmıştır. Bu sebepten benim vatandaşım, dinine sahip çıkıp yolunu bulması lazım. Aksi taktirde diğer insanlardan daha şiddetli azapla karşı karşıya kalacağını unutmasın. Bu  gerçeği daha iyi anlayabilmek için bir hadise anlatacağım:

                   Hollandalı bir gencin eline İngilizce tercüme edilmiş Risale-i Nurlardan bazı eserler geçmiş. Delikanlı kitapları okuyunca Müslüman olup adını değiştirerek Abdurrahman koymuş. O esnada üniversite öğrencisi olan Abdurrahman, dinin şartlarını yerine getirmeye karar vererek kendine “Ben bu kitapların orijinalini onların yazıldığı dil ile okumalıyım” diyerek Türkiye’ye gelmiş! Balıkesir’in Akhisar ilçesinde Türkçe ve Kur’an-ı Kerim öğrenmek için Kur’an kursuna kaydolmuş. Orada iki sene kalmış.

                   İstanbul’a geldiğinde kendisini gördüm! Bizim evdeki derse katılmıştı. Desten sonra Abdurrahman bize iyi bir ders yaptıktan sonra, gençleri önüne alarak dedi ki “Kardeşler! Bakın şu Türkiye gençleri ne kadar vebal altındadır. Benim soyum dedelerim, annem, babam, arkadaşlarım gayri Müslim. Ben bütün bu engelleri aşarak  hak din olan İslamiyet ile şereflendim. Bütün bu olumsuz şartlara rağmen Müslüman olmam nerede! Türk gençleri, asırlarca İslama bayraktarlık yapan şehit dedelerin torunları, anneleri babaları ve bütün akrabaları Müslüman olduğu halde Müslümanlıktan uzak kalmalarının vebali nerede!”

                   Bu sözleri dinleyenlerde derin bir vicdan azabı bıraktı Abdurrahman Müslüman olduktan sonra hayatından bazı kesitleri anlattı: “Ben Müslüman olduğum zaman Müslümanlığın en büyük şartı namaz olduğunu öğrendim ve nerede olursam namazımı terk etmemeye karar verdim. O sırada üniversite öğrencisi idim. Okulda bir gün rektörün önüne çıktım ona: Bana bir namaz yeri göstereceksin. Rektör sen buralı değil misin? Evet ama İslam dinini kabul ettim. Peki, şu oda benim odamdır; orada kılabilirsen kıl dedi. O iş halloldu.

                   Sonra abdest alma sıkıntısıyla karşılaştım. Yine rektörün önüne çıktım, rektör bey ben namazdan önce el, yüz, ayak yıkayıp abdest almam icap ediyor. Bunun sıkıntısını çekiyorum. Bana yardımcı olabilir misin deyince, kendi el yüz yıkadığı yerin anahtarını kopyalamam için bana verdi. O işte halloldu. Fakat kış günlerinde öğle namazıyla ikindi namazı biri diğerine yakın olduğu için okulda sıkışıyordum. Yine rektörün makamına çıktım. Kendisine : Rektör bey namazlarımı daha rahat kılmak için günlük derslerimden 10 dk müsade kağıdı verir misin? Verdi ve rahatladım. Namaz vakti profesörüme kağıdı göstererek namazımı rahat kılıyordum. Sonra Allah’ıma şükür haccımı da yaptım.!”  bu günkü yazım bu kadar.

Paylaşan: Abdülkadır Haktanır

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: