Sonsuzluğa Ve Sınırsızlığa Açılan Bir Kapı: Holografi

Materyalizmi Yıkan Gerçekler

Varlığın zaman ve mekâna bağlı olmayan metafizik özelliklerini ve sırlarını gösteren bir örnek olan holografi ile fizik ötesine kapılar aralanmaktadır. Bu yazımızda holografiyi anlamaya çalışacağız. Önce holografinin nasıl keşfedildiğine göz atalım.

Holografinin sırrı

Öncelikle hologramın nasıl bir şey olduğunu anlamaya çalışalım. Bir hologramı oluşturmak için tek bir lazer ışınının, iki ayrı ışına ayrılması gerekir. İlk ışını, fotoğrafı çekilecek nesneye sektiriyoruz. Sonra ikinci ışını, ilkinin yansıyan ışığıyla çarpıştırıyoruz. Ortaya bir girişim deseni çıkıyor. Deseni kaydedip film üzerine bakıyoruz. Şimdi ortaya görüntünün fotoğrafı çıktı ama fotoğrafı çekilen nesneyle hiçbir benzerlik yok. Başka bir lazer ışınını (başka parlak bir ışık kaynağı da olabilir) filmin içinden geçirdiğimizde hiç tahmin edemeyeceğimiz bir şeyle karşılaşıyoruz: Şimdi orijinal nesnenin üç boyutlu (en-boy-derinlik) bir görüntüsü karşımıza çıkıveriyor.

İşte bu bir holografik görüntü! İsterseniz bu üç boyutlu görüntünün çevresinde dolaşabilirsiniz. Hatta gerçek bir nesneymiş gibi ona değişik açılardan da bakabilirsiniz. Ancak dokunamazsınız. Dokunmak istediğinizde eliniz görüntünün içinden geçip gider. Çünkü, bir nesne değil, hayalet bir görüntü bu.

Olayın daha ilginç tarafı, üzerine bir insan görüntüsü kaydedilmiş bir holograf filmi elinize alın. Onu ikiye bölün ve sonra her parçayı lazerle aydınlatın. Ne görürsünüz? Her iki yarısında da insanın tam resmi vardır! Yarım filmleri tekrar tekrar bölelim. Bölünen her parçada yine insanın bütün resmini görmeye devam ederiz. Resmin en küçük parçasında bile resmin bütünü ve tamamı vardır!

David Bohm’ın Keşifleri

Kuantum fizikçisi Dr. David Bohm (1917-1992) holografi üzerine belki de en anlamlı ve kapsamlı çalışmaları yaptı. Bohm çok yönlü bir bilim adamıydı. O sadece teorik fiziğe değil, felsefe ve nöro-fizyolojiye de önemli katkılar yaptı. Albert Einstein, Robert Oppenmeir, Niels Bohr ve Karl Pribram gibi bilimde öncü kişilerle çalıştı.

1930’da devlet kolejine başladığı yıllar, kuantum fiziğiyle tanıştığı yıllardır Bohm’un. O yıllarda Bohm, birbirleriyle hiçbir ilişkisi olmayan atom altı elemanların aralarındaki kuantum dahilinde karşılıklı bağlantıları ortaya çıkarmıştı. Buluşları karşısında şaşkınlık içinde kaldı. 1950’de Bristol Üniversitesi’nde çalıştığı yıllarda, elektronun, bulunma ihtimalinin sıfır olduğu yerlerde bile kendini hissettirdiğini fark etti. Zihninde yeni şimşekler çaktı.

Bu sonuçları yorumlamaya başladı. “Düzensizlik” dediğimiz “dağılımlar” aslında çok yüksek seviyede, bizim bilmediğimiz bir düzenin parçası mıydı? Sonuçlar bunu gösteriyordu. Bohm böyle düşünüyordu.

Klasik fen, parçacıkları düzenli ve düzensiz diye genelde iki kısımda ele alır. Acaba bu hükümde bir yanlışlık mı vardı?.. Ve Bohm, evrende düzensizliğe yer bulunmadığı kanaatine vardı. Zaten, matematikçiler de düzensizliği ispatlayamamışlardı. Düzensizlik denen şeyler, aslında yüksek ve ileri düzeyde bir “düzenin parçası” idi. Bohm böyle düşünüyordu. O halde kaos teorisinde yanlışlıklar bulunmalıydı.

Kaos değil yüksek nizam

Bohm, bu amaçla basit bir deney tasarladı. Bir kavanoz, içerisine silindir yerleştirdi ve arasına gliserin doldurdu. Gliserinin içine damlatılan bir damla mürekkep, silindir döndüğünde dağılıp kayboluyor, fakat geri döndürüldüğünde tekrar damla haline geliyordu. Düzensiz olması gereken mürekkep dağılımı dahi bir düzene sahipti. Bu deney, ebru sanatındaki suyun yüzeyinde desenlerin oluşmasıyla karşılaştırılabilir. Ortaya çıkan “yüksek simetri” su içerisinde elektronların, sebep sonuç ilişkisi olmaksızın birbiri ile bağlantılı, sanki birbirinden haberdar bulunduğunu göstermektedir. Elbette ki haberdar olarak hareket etmek, şuursuz su zerrelerinin ve elektronların işi olamaz. “İlmi her şeyi ihata eden ve zerreleri birer emre amade asker gibi görevlerine koşturan Yaratıcı”nın fiili olabilir.

Bohm, düşüncelerinde derinleştikçe, evrenin akan dev bir hologramdan ibaret olduğu kanaati iyice pekişiyordu. Bohm, konunun çözümü için yoğun bir beyin fırtınası içine girdi ve amaca en yakın çözümün hologram olduğuna karar verdi. 1980 yılına gelindiğinde düşüncelerini “Wholeness and the Implicate Order” adlı kitabında bir araya getirdi.

Holografik film üzerindeki girişimler, sathî bir bakışla düzensiz gibi görünür. Halbuki orada gizli ve kolay fark edilemeyen bir düzen yer almaktadır. Kaos teorisinde evrende düzensizlik olduğu iddiası, holografinin ortaya koyduğu düzeni görememekten kaynaklanmaktadır.

Kaos düşüncesine nereden varılmıştı?

Birbiri ile karmaşık ilişkileri olan ince ve hassas düzenin fark edilmesi kolay olmamaktadır. Bunun için önyargıdan uzak, gelişmiş bir zihin yapısına; resmin bütününü görmeyi gerektiren holografik bir bakış açısına ihtiyaç vardır. Materyalist anlayış, inanca karşı bilimi alet etmeye çalışır ve bu amaçla bilimsel(!) dediği bazı argümanları kullanır. Evrendeki yüksek nizamın olağanüstü girift ve karmaşık yapısı, yüzeysel bakanlara kendini gizlediği için materyalistler “düzensizlik” varmış gibi göstermeye çalıştılar.

Sonuç olarak, fizik ötesi gerçekliğin yeni bir adı olan hologram teorisi ile Newton’un katı determinizmi buharlaşıp uçmakta, onun yerine maddenin sınırlamalardan kurtulduğu, her şeyi ile birbirine bağlı bir hareketli evren ve varlık modeli ortaya çıkmaktadır. Maddenin ne olduğu anlaşıldıkça, “kaos”un bilgisizlerin kâbusu olduğu daha iyi anlaşılmaktadır.

Prof. Dr. Osman Çakmak / Zafer Dergisi

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: