Strese Girenin İman Kuvvetinden Şüphe Ederim!

       “Az” konuşan fakat “öz” konuşan büyükler vardır. Bir akrabam da bunlardan biriydi. Çok sık bir arada olamadığımız için benim için bu “öz” konuşmalar daha kısa olur. Geçmişte bana öyle bir laf söyledi ki sustum kaldım. Uzun süre kafamın içinde dolandı söylediği cümle. 

        “Strese girenin iman kuvvetinden şüphe ederim!” demişti.

        Stresle ilgili kitaplar okuyan, ben “stresle mücadele” eden biri olarak bu cümleyi çok ağır bulmuş olsam bile, kafamın içinde cümle dönüp durdu uzun zaman.  Yaşadığımız yüzyılın en önemli problemlerinden biri olan stres hakkında bu kadar kesin ve keskin bir ifade bilmem siz duydunuz mu? 

        Bir ara memlekette bir arkadaşla otururken hayatın sıkıntıları ve zorlukları konuşulmaya başlanınca bende kendisine stres ve stresle mücadele hakkında bildiklerimi anlatmaya başladım.  Arkadaşım da benimle birikimlerini paylaşıyordu. Bir ara o akrabamın söylediğini

        “Strese girenin iman kuvvetinden şüphe ederim!” lafını attım ortaya. Arkadaşım “doğru bir cümle” dedi. “Hatta bir insan stres yüzünden hasta olursa Allah o insana bunun hesabını bile sorar” dedi.  

         Stres, halkın bildiği ve kullandığı anlamıyla, sıkıntıları kafaya takmak demektir. Sıkıntılar insanı mutsuz ediyor. Mutsuzluk insanı hasta ediyor. 

        Kimisi hastalıklarla mücadele etmekten yorulup mutsuz,hasta oluyor. Kimisi ailesiyle problemler yaşamaktan bunalıyor.  Kimisi çocuklarıyla baş edememenin sıkıntısını yaşıyor. Kimisi maddi sıkıntılarla boğuşuyor. Kimisi çevresindekilerin kendisini anlamadığından dert yanıyor.  Kimisi bir sevdiğini toprağa verince hayata küsüyor.  Hayatta insanı strese sokan o kadar çok şey var ki.

        Herkes kendisine dert edecek bir sıkıntı bulabilir.   

        STRESLE KUVVETLİ BİR  İMAN ARASINDA BİR BAĞLANTI VAR MI DERSİNİZ?…

        Evet; sıkıntılarla dolu bir hayat denilince benim aklıma hep Peygamberler geliyor. Allah Peygamberlerin kıssalarını ayrıntılarıyla bize niçin aktarıyor dersiniz?  Okuyup, ibret almamız için değil mi? Peygamberlerin hayatlarından yola çıkarak bazı sorular sormak istiyorum.

        Hz. Eyyüb’ü hastalıkla imtihan eden Allah, bizi de aynı imtihana tabi tutma hakkına sahip değil mi? Hastalığı kafaya takıp bunalıma giren insan  “Allah’ım beni niçin hastalıkla imtihan ediyorsunuz ki?” demiş olmuyor mu?..

        Hz. Nuhu oğluyla imtihan eden Allah, sizi evlatlarınızla imtihan edemez mi? 

        Hz. İbrahimi babasıyla imtihan eden Allah, öz babanızla imtihan edemez mi?

        Hz. Lut’u eşiyle imtihan eden Allah’a, “Beni niçin eşimle imtihan ediyorsun ki?” deme hakkına sahip olduğunuzu mu düşünüyorsunuz? 

        Hz. Yusuf’u kardeşiyle imtihan eden Allah, belki sizi de kardeşlerinizle imtihan ediyordur!

        Bütün peygamberlerin hayatları sıkıntı (imtihan) dolu olduğuna göre, bizim hayatımızda da bazı sıkıntıların olması hayatın bir parçası değil mi? 

        Anne veya babasını kaybedince bunalıma giren bir insan Allah’a  “Benim annemi / babamı niye alıyorsun ki?” deme hakkına sahip olduğunu mu sanıyor? 
 

        “En büyük acı evlat acısıdır!” denir. Bu acıyı yaşayan anne  babalar “Allah kimseye yaşatmasın!” derler. Alemlere rahmet olarak yaratılan

        Hz. Muhammed Mustafa’ya bile torpil yapmayan  Yaratıcının, bize torpil yapmasını beklemeye hakkımızın olmadığını hiç düşündünüz mü? Beş defa evlat acısıyla imtihan edilmiş bir Peygamberin ümmeti olduğumuzu bilmek zorundayız.

        Kardeşim onlar Peygamber, biz sıradan insanız” diye kimse itiraz etmesin. Peygamberler de bizler gibi üzülen, ağlayan, Allah’a sığınan insanlardı.

        Allah tarafından özel seçilmiş oldukları gerçeği “insanı” acılara tepkisiz kalacakları anlamına gelmez. Bize düşen hayatı doğru anlamaktır.

        Unutmamalıyız ki, Peygamberlerine torpil yapmayan Allah, bize de torpil yapmaz.   

        Stres ile iman arasında ki ilişki kafamın içinde uzun zamandır dolanıyordu.

        (Bahsedilen sıkıntılardan bana isabet edenlerden bazılarını size de anlatayım. 1937 doğumlu Balkanlarda doğan biri olduğuma göre (küçük idim faka ikinci cihan harbinde çektiklerimizi çok iyi hatırlarım. Bulgarlar bizi evimizden kovup evdeki tüm eşyalarımızı talan ettiler. Babam 1945 rahmetli olup benden küçük iki kız kardeşim ile yetim kaldım. O küçük yaşta rızkımızı çıkarmak için amcamla tarlaya gider idim. Kafir Sırplarla yaşamak kolay değil. Türk olanlar resmi kanalla 1950 de Merhum Adnan Menderese Türkiye ye gelmek için müracaat ettiler. Ben Evladı Fatihandan Türk olduğum halde Türkiye de dine ters kanunlar çıkarıldığı için hocaların fetvası ile Türkiye ye gelmek şöyle dursun, gelenleri uğurlamak bile yasak idi. Ta ki 1958 de burada yaşayan bazı akrabalar tarafından bize Risale-i Nus eserlerinden bazısı geldi ve ancak 1970 te çok az bir para ile benden başka çalışan yokken 8 nüfusu bir minübüse attım geldim. Annem, 1 kız kardeşim hanım var ama benim kanunumda Kadın ancak ev hanımıdır dışarıda çalışamaz. Benim vücudumda 13 yaşımdan beri bir sakatlık var daha önce fark edenin dışında hiç kimse anlamamıştı bazı kimseye ders olur ümidi ile bu sene bazı kimselere anlattım. Dünya hayatı zevk ve lezzet yeri değil imtihan yeri olduğunu bilerek Allah’ıma sabrettim. Ve Allah kendinden başka hiç kimseye beni muhtaç etmeden yaşattı. Ona ne kadar şükretsem azdır)…   

        Bir okuyucum bana öyle bir söz söyledi ki, o sözü okuyunca kafamın içinde dolanan cümleler köşe yazısına dönüştürmüştüm. Bu yazıyı da o güzel sözle bitirmek istiyorum.   

        Çok sıkıldığınız zaman bu cümleyi hatırlayın. Hatta bana kalsa pano haline getirilip ev veya işyerinin duvarlarına asılması gereken bir söz. Bir gün dünyaya ait büyük bir derdin olursa Rabbine dönüp,

        “benim büyük bir derdim var!” deme, derdine dönüp “benim büyük bir rabbim var!” de. 

Paylaşan: (Abdülkadir Haktanır)

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: