Suad Alkan ile Röportaj

Bediüzzaman’ın hapislerle ve sürgünlerle dolu hayatında Denizli, Eskişehir ve Afyon ile birlikte üç büyük hapishaneden birisi. Hapishanelerin Risale hizmetindeki rolü nedir?

Hz. Yusuf’un (a.s.) devleti de hapishanede kuruldu. “Hz. Yusuf’un Medresesi” olmak, yerleşik hukuk anlayışından ilahi hukuk anlayışına dönüşümün yerleşik hukuk anlayışıyla ilahi hukukun felsefi anlamda mukayese ve muhakeme edildiği soyut bir atmosfer gibi algılanmalı. Her dava adamının hayatı Hz. Yusuf’ un serüvenine benzer. Yusuf Suresinde bir dava adamının serüveni anlatılıyor. Üstad Hazretleri de gerçek dava adamının hayatının kendi hayatına benzeyeceğinden bahseder. Hapishaneler toplumu anlamanın ve hüküm vermenin, toplum hayatının hikmetine erme cennetinin bir salonudur. Sürgün ise yeniye bir hicrettir. Risale-i Nur hizmeti, yiyip içmenin, rahatını makam, mevki sevdasının, dışında o hikmete erme cennetinin kokusunu duymak, tadını almaktır. Denizli’nin, Afyon’un Eskişehir’in cennetleri, her üçünden hayata doğan iki cihan saadetine mazhar ruhlardaki tecellilerde aranmalıdır. O âli ruhlara ulaşmamış olanların nasipsizliğinde cehennem azabından beter sıkıntılar her alanda müşahede ediliyor. İşte menfaat üzerine dönen canavar siyaset! İşte Bediüzzaman’ın Devlet cennetinden habersiz ehl-i nifak, ehl-i dalalet ve ehl-i gafletin neşrettikleri kan, intikam, hırs, riya, sahtekârlık, hususi dünyalarını yandırıyor, ruhlarını yakıyor! İman ve Kur’an hizmeti bu cennetlerin tekrar keşfini bekliyor.

Bediüzzaman Denizli’de ağır hapishane ve mahkeme şartlarına rağmen telife devam ederek Asa-yı Mûsa Mecmuası’nın bir parçasını ve 11. (Meyve Risalesi), 12. ve 13. Şualar’ı yazdı. Bu eserlere baktığımızda Üstadın nasıl bir ruh hali içinde olduğu görülüyor.

Denizli Hapishanesinin bir meyvesi ve hükümet adamlarını susturan ve memurları hayranlığa sevk eden“Meyve Risalesi” Cennetin meyvesidir. Denizli Hapishanesinde zuhuru ise Üstad Hazretlerinin devlet hakikatini teşrihten sonra devlet hayatının ahiret itikadını esas almayan bir hükümetin dünya hayatına bir şekil veremeyeceğini gösteren sosyolojik ve psikolojik temellere dayalı bir dil öğretiliyor. Risale-i Nur’un bu veçhesi bütün dünya ideolojileri ve dinleriyle bir mukayese imkânı verdiğinden Cemil Meriç’in dikkatini ve Şerif Mardin’i harekete sevk eden bir amil olmuştur. Üstadın ruh hali hicretinde olsun, hapishanede olsun gerçek bir İslâm medeniyeti devletinin şekillenme endişesinden kopmamıştır. Her şeyin kâmil manada zıddıyla anlaşıldığı üzere Üstadın devletin şekillenmesinde Kur’an’ı hakîmden süzülen projesinin mutlak zıddı, siyasî paslaşmaların kurgusudur. Ve Tanzimat’a dayanıyor. “Meyve Risalesi” ağır muhakeme ve hapishane şartlarından doğmuştur. Necip Fazıl Bey, “çilesi çekilmeyen şey bizim değildir” der. Prof. Himmet Uç Beyefendi Bediüzzaman’ın çilesini anlatırken oradan yeni bir devletin nasıl doğduğunu hissettiriyor. Üstadı ezberci yaklaşımların ve mana vecdinden ziyade kelimelerin yani manaların elbiseleri olabilen, yani ‘lüp’ten habersiz kendisini kışra kaptıranların onlardan haberi yok!

Bediüzzaman Tarihçe-i Hayatın “Denizli Hayatı” bölümünde “Mustafa Kemal’in teklifini kabul etseydim hiçbir şeye âlet ve tâbi olmayan ve ihlâs sırrını taşıyan Risâle-i Nur meydana gelmezdi” diyor. Devlet kontrolündeki din hizmeti bağlamında Mustafa Kemal’in teklifleri ile Risale-i Nur’un telifi arasında nasıl bir ilişki var?

T.C. Devleti, anayasadan “Devletin dini, Din-i İslâm’dır!” hükmü kaldırıldıktan sonra bağımsız bir devlet olma özelliğini kaybetti. Üstad, aynı hükmün anayasaya tekrar konmasını teklif ediyor ve“Kanunda Avrupa’ya dilencilik etmek, din-i İslam’a büyük bir cinayettir. Ve Şimale müteveccihen namaz kılmak gibidir!” diyor. Ayrıca “Küçük prens”te Mustafa Kemal’in diktatörlüğünden[1] bahsedilir. Mustafa Kemal’in teklifini kabul etmek, rejimini kabul etmek anlamına gelir. Din hizmeti Mustafa Kemal’in rejiminin dışında gerçekleşebilir. Aksi takdirde bir vesileyle kullandığım “bâtıl bir hak” anlayışı söz konusudur. Üstad anayasadan kaldırılan mezkûr maddenin yeniden ilavesini irade buyurmaktadır. [2]

Risalelerin entelektüel derinliğini ilk fark edenlerden birisiniz. Sorbonne Üni­ver­sitesinde master yaptıktan sonra, Paris Protestan Fakültesinde “Risale-i Nur’da Bilim ve Mo­dern Sanat Felsefesi” başlığı altında doktora tezini vererek Doktor unvanını aldınız. Risale-i Nur’un modern bilime, felsefeye ve sanata bakışı nasıl?

Nur Risalelerinin diğer bütün Kur’an tefsir ve yorumlarından farkı, modern bilime ve sanata ve her ikisine dair felsefeye dayanıyor. Bir okuyucunun Risaleleri içselleştirmesinde gerçekleşecek kimlik, bilim ve sanata dair felsefi dilin kazanılabilmesine bakıyor. Muhatabınızın dili modern felsefeye, bilim ve sanata aşinadır. Üniversite öğretim görevlilerinin bu kimliği kazanamadığı sürece hiçbir ortamda Üstad Hazretlerini temsil yetkisine sahip olamayacaktır. Prof. Dr. Yunus Çengel Urfa’da yapılan “Risale-i Nur ve Tecdit” Sempozyumunda sunduğu tebliğ söylediklerimin örneğidir. Medresetüzzehra isminin hakikatine ulaşamayan kişilerin bazı başkanlıklar, müdürlükler, şirketler, ortaklıklar ihdas ederek iman hizmetlerini şirket ve vakıf gibi isimler altına sokması Bediüzzaman’ın kavlinde “başka bir çığır açmak” anlayışı altına sokulmuş bir ticaret ve dilenciliğin ihyası olmuştur.

Hâlbuki hizmete dair himmetler, o himmetlerin üstünde niza, ihtilaf, inhiraf anlayışını reddediyor. Yunus Bey “Bediüzzaman, (…)dini ve içtimai meselelerde ezberci ve toptancı bir yaklaşım yerine sorgulayıcı ve muhakeme edici bir yaklaşım ihdas etmiştir. Bu yaklaşım aklî melekelerin geliştiği ve ön plana çıktığı eleştirel ve analitik düşüncenin norm haline geldiği, ön yargıların kırılıp zorlamanın yerini ikna’nın aldığı ve kişisel hak ve hürriyetlerin tüm insanlık için ortak bir zemin oluşturduğu bu modern çağda zaten olması gereken bir yaklaşımdır. Ve aksi yaklaşımlar neticesiz kalmaya mahkûmdur. Prof. Colin Turner de buna mümasil söyler. Çünkü Yunus Çengel’in uzun zaman Amerika’da eğitim yapması, diğeri, zaten İngiliz olmakla modern bir kafanın Bediüzzaman’a nasıl uyumlu olduğunu incelikli olarak bilen kişiliğini gösterir. Benim tez yapmamı teklif eden zat da Mardin’den büyük ölçüde etkilenmiş olan Fransız Prof. Dr. Paul Dumont’dur. Bediüzzaman Hazretleri iman prensiplerini, iman hakikatleriyle örtüşen modern bilim ve sanat felsefesine bağlı bir dille anlattı. İhtiyaç o idi. Ondan dolayı binlerce muhakeme neticesinde mualla mevkiine oturdu. O özellikle “Gelen neslin kapısında durmayınız, çekiliniz, mezar sizi bekliyor” dedi. Bu lafa kulak verilse Türkiye Bir Medresetüzzehra’ya çoktan dönüşmüş olacaktı.

Yıllardır medyanın içindesiniz. Denemeler, şiirler yayımlıyorsunuz. Şiirlerinizi “Aya Senfoni” isimli albüm-kitapta topladınız. Denemelerinizi hala kitaplaştırmadınız. Daha ne kadar bekleyeceğiz?

Taha Çağlaroğlu’ nun bana verdiği intiba’ya göre bu iş bir sene içinde bitmiş olacak. Sizin himmetinizin kültürel dinamiğini sezmekteyim. Manevi gücümün yetmediği yerde imdada koşmuş gibisiniz. Zaten o çalışmaların içinde siz de varsınız. Herkes var. Müşterek atmosferin doğurduğu bir tek kişiye tahsis edilmiyor bir kişinin sayılmıyor. Vahye, İlham’a bağlı bir eserlerin alınıp satılması caiz değil. “Ayetlerimizi az bir ücretle satmayınız” nehyine muhalif sayıyorum.

Risale-i Nur’daki sanat ve edebiyat verilerini harmanlayan Elif Dergisini çıkardınız. Şimdilerde ara verdiniz. Tekrar çıkarmayı düşünüyor musunuz?

“Elif” dergisi, tam kıvamını bulacakken gadre uğradı. Ticari bir kurum gibi telakki edildi ve üstüme yıkıldı. Kendimi adadığım bir çalışmanın çalışma refikinden mahrum kalışı bir hüsran olmuştur. Tekrar çıkarmaktan vazgeçmem söz konusu olamaz. Bütün çalışmalarımın ötesinde hayallerim “Elif” hedefine dönüktür.

Yaş kemale eriyor. Denizlilisiniz ama Üstadı Isparta’da tanıdınız. Üstada muhabbetinizi de biliyoruz. Benim arzum Üstadıma ve Barla Sıddıklarına yakın olmak için Barla Kabristanında Taha Çağlaroğlu, Caner Kutlu ve Suad Alkan’la yan yana son uykuya dalmak. Sizin aklınızdan neler geçiyor? Emr-i hak vaki olunca nereye sırlanmak isterdiniz?

Yirmi senedir, görüştüğüm kardeş ve dostlara Barla’ya defnedilmek istediğimi söylüyorum. 20 sene evvel bir Barla ziyaretimizde ayaküstü birkaç dakika görüştüğüm Muhtar Mehmet Efendi bana “seni buraya defnedelim!” sözünü söyledi. Bence ona söylettirildi. Birkaç sene evvel aynı şahsı görüp sözünü hatırlattım. İnşaallah!

Suad Alkan Hakkında:

Bediüzzaman’ı 1957 yılında ziyaret eden Suad Alkan 1940 yılında Denizli’de dünyaya gelir. Eğitimini Denizli, Isparta, Konya, İzmir ve İs­tan­bul’da yapar. İstanbul’daki on dört yıllık gazetecilik yaşamını noktalayarak Fransa’ya gider. Sorbonne Üni­ver­sitesinde master yaptıktan sonra Paris Protestan Fakültesinde “Risale-i Nur’da Bilim ve Modern Sanat Felsefesi” başlığı altında doktora tezini vererek Doktor ünvanını alır. 2002 yılında “Ay’a Senfoni” isimli şiir kitabını yayımlar.

Mustafa Oral / risale haber
————————————————

[1]Küçük Prens ve Atatürk

[2]“Devletin dini, Din-i İslâm’dır. Şu esası vikaye etmek vazifemizdir. Çünkü milletimizin maye-i hayatiyesidir.” (Münazarat sh: 17).

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: