Süleyman Dede ile Tanışma (Barihudâ Tanrıkorur)

Neyse, 23 Nisan’da bu Süleyman Dede Efendi ve Davud geldi. Ben de onları Los Angeles’a dâvet edip karşılayan kimselerin arasına girmiştim. Onu dâvet eden kişiler bana:

“-Sen bu gelen şeyh efendiyi nereden tanıyorsun ki?” diye sordular.

Ben de:

“-Bana mektup geldi. Beni de dâvet ettiler.” dedim.

Onlar:

“-Nasıl olur, onu buraya biz dâvet ettik.” dediler ve beni bir kenara doğru ittirdiler.

Süleyman Dede, uçaktan indi. Meğer daha önce Davud, Süleyman Dede’ye benim fotoğrafımı göstermiş ve kısaca başımdan geçenleri de anlatmış. Konuşurlarken Süleyman Dede, fotoğrafa bakmış, alnıma bir çarpı işareti koymuş ve:

“-Hazret-i Cebrail, bu kıza zaman zaman bazı haberler veriyor.” demiş. Tabiî, benim bunlardan çok sonradan haberim oldu.

* * *

Dînî konularda bilgi sahibi insanların sayısı bile bu kadar azken, benim başımdan geçen bazı olayları ve bazı tasavvufî incelikleri herkesin yeterince anlamasını beklememek gerektiğini düşünüyorum.

Gerçekten bazı olaylar var ki, inanç taşımayan kimselerin kabullenmesi, inanması çok zor!.. Onun için bunlar anlatılmaz, sadece hissedilir, yaşanır. Bu yüzden herkesin kendi iç yolculuğunu yaşaması lâzım!..

Süleyman Dede ile Tanışma

Havaalanında ben kalabalıktan biraz ayrılmıştım. Davud ve Süleyman Dede uzaktan göründüler. Davud, “İşte anlattığım kimse!..” der gibi eliyle beni gösterdi. Süleyman Dede, bana Türkçe olarak:

“-Kızım, bana su getirir misin?” dedi.

Türkçe bilmediğim hâlde, ne demek istediğini anladım. Bir bardak su getirdim.

“-Kızım, akşam bizim tekkeye gel!..” dedi.

Akşam dedikleri yere gittim. Orada yeni müslüman olmuş pek çok kimse vardı. Süleyman Dede, hepsiyle tek tek ilgilendi. Hatta bir Meksikalı genç vardı, yeni hidâyete ulaşmış. Konya’ya götürüp onu yetiştirmiş ve tekrar Meksika’ya göndermişti. Beni görünce:

“-Sen Hazret-i Mevlânâ’dan mesajlar alıyorsun ve rüyaların bu mesajlara rehberlik ediyor. Ama senin bu dünyada bir rehbere ihtiyacın var. Kızım, ismin ne?” dedi.

“-Bari…” dedim.

“-Bundan sonra, «Barihuda» olsun. Şimdi benden ne istiyorsun?” diye sordu.

“-Aramızda Hazret-i Şems ve Hazret-i Mevlânâ gibi bir münâsebet (ilişki) istiyorum. Sizin Hazret-i Şems olup beni bir Mevlânâ hâline getirmenizi istiyorum.” dedim.

“-O gün de gelecek… Bazen ben Hazret-i Şems gibi olacağım, bazen de sen!..” dedi.

Büyük laflar… Ne kadar çok câhilmişim, haddimi bilmeden neler söylemişim. Şimdi bile garibime gidiyor. Ben sorular soruyordum, o da Mesnevî’nin İngilizceye çevrilmiş Reynold Nicholson’un tercümesi veya şerhinden bazı yerleri bana gösteriyor:

“-Oku!..” diyordu.

Bir gün ona:

“-İngilizce bilmeden o hanımla nasıl anlaştınız?” diye sormuşlar. Cevâben:

“-Kalpten kalbe yol vardır.” demiş.

Gerçekten, neyi sorsam, bana kitaptan yerini gösterirdi. Gösterdiği o bölümü okur ve cevabımı almış olurdum. Tekkede sohbetler yapılmaya başlamıştı. Sohbeti, Türkçe’den İngilizce’ye çevirmek üzere bir tercüman getirdiler.

Gelen kimdi biliyor musunuz?! Yıllar önce, bana o bozuk tarikattan uzak durmamı söyleyen, parkta namaz kılan ve benim doğru yolu bulmam için duâ eden Iraklı!.. Adam, beni orada görünce neredeyse kalp krizi geçirecekti. Dedenin elini minnetle öpmekte ve bir yandan da şöyle demekteydi:

“-Ah dede, ne kadar iyi etmişsiniz, bu kızı evlat edinmekle… Ne kadar duâ ettim, bu kız doğru yolu bulsun diye…”

Üç sene sonra karşılaşmamız, hem de böyle bir yerde karşı karşıya gelmemiz çok garipti.

Süleyman Dede, o sohbette peygamberlerden bahsetti. Her zaman bir peygamber geldiğini, peygamberlerin hükmünün kendi zamanları için geçerli olduğunu, eğer onların devrinde yaşasaydık, onlara tâbî olmamızın gerekli olduğunu, şimdi ise son peygamberin gönderilmiş bulunması sebebiyle sadece ona tâbî olunmasının zarurî olduğunu söyledi. Sohbette Yahudi ve Hıristiyanlar da vardı. Hepimizin rahatça anlayacağı ve kabulleneceği şekilde, bu gerçekleri uzun uzun izah etti.

“Feyz” meselesini bilirsiniz. Dede, eskiden Konya Mevlânâ Dergâhı’nın imâretinde aşçıymış. Yemek yaparak insanlara şifâ dağıtırmış. Los Angeles’a gelir gelmez de kıyma aldırmış, kendi elleriyle köfte yapmıştı. Sohbete katılan çoluk-çocuk herkese bu köftelerden ikram etti. Dinleyicileri arasından bazılarına işaret ederek:

“-Bu, feyzi aldı.” diyordu.

Bazı çocuklara yemekten önce el yıkamasını öğretti.

“-Buralarda İslâm’ı öğretecek bir hocaya çok ihtiyaç var. Bu insanlar temiz, ama yol gösterecek kimse yok!..” dedi.

Benimle biraz hasbihal ettikten sonra:

“-Kızım, senin kafanı bâtıl düşüncelerle çorbaya çevirmişler. Aslında her şey çok kolay… Sen müslüman ol, her şey temizlenecek ve her şey kolayca anlaşılacak!..” dedi ve bana kelime-i şehâdeti telkin etti.

( Devam Edecek.. )

Halime Demireşik

Şebnem Dergisi

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: