Süleyman Demirel İle İlgili Tavır

İnsanların son halleri mühimdir. “El hükm-ü lillah”, hüküm elbette ki Allah’ındır; biz hatasıyla, sevabıyla âhirete gitmiş her kişiyi Allah’a havale ederiz ve hiç kimse hakkında vefatından sonra, Allah’a karşı haddimizi aşarak hüküm veremeyiz. Ancak, kiminki olursa olsun, amellerin doğrusu için “doğru” ve yanlışı için “yanlış” demek de Müslümanların hakka hizmetle ilgili mesuliyetlerinden ve vazifelerindendir.
Süleyman Demirel’in son halini bilmiyoruz. Fakat onun demokratik sistemimizde “Demokrat” kelimesiyle yıllardır kendisine methiyede bulunularak, onun devr-i hükümetlerinin bazıları tarafından hasretle anılmasına devam edilmesi karşısında, Müslüman halkımızın oylarına ihtiyacı olduğu zamanki bazı tavır ve sözleriyle, Reisicumhur olup Müslüman halkımızın oylarına ihtiyacının kalmadığı o mevkideki bazı tavır ve sözlerinin, bazen zıtlık derecesine kadar varan farklılıkları olduğunu belirtmemiz de gerekiyor. 
27 Mayıs 1960 Askerî Darbesi faciasıyla Demokrat Parti’nin iktidardan uzaklaştırılmasından sonra, onun siyasî hayattaki yerini doldurmak için 11 Şubat 1961’de emekli Orgeneral Ragıp Gümüşpala tarafından Adalet Partisi adlı bir parti kurulmuş ve kurulduğu yıl yapılan milletvekilliği ve senato üyeliği seçimlerine katılarak aldığı oylarla CHP ile koalisyon yapmıştı.
1964 yılında Ragıp Gümüşpala’nın ölümünden sonra yapılan Adalet Partisi Genel Başkanlığı seçiminde en güçlü aday Sadettin Bilgiç olarak gözükürken, sürpriz bir şekilde aday olan Süleyman Demirel hakkında kendisinin Mason olduğuna dair bir belge yayınlanmış, bunun ardından da belgede adı geçen Masonluk locasının yetkilileri o belgenin sahte olduğunu açıklamış ve neticede Süleyman Demirel, Adalet Partisi Genel Başkanı olmuştu.
Dışarıya sızan bilgilerine göre, resmiyette kamuflajlı isimler de kullanan fakat gizli kuralları ve ritüelleri olan Mason’luğa girildikten sonra, Mason’luktan çıkılamaz. Ancak, motorlu bir hareket vasıtasının hareket ettirilmeden motorunun çalıştırılmasına “rölanti” hâli denildiği gibi, Masonlar da aktif hâlden “rölanti” hâline geçebilirler.
Süleyman Demirel’e 1964’te Adalet Partisi Genel Başkanlık seçiminin yapılmasından önce “Mason değildir” açıklamasının, bağlı olduğu Mason locası tarafından uzun tartışmalardan sonra nasıl yapılmış olduğuna dair teferruatlı bilgiyi Erol Simavi vermişti. Erol Simavi, tamamına sahip olduğu Hürriyet gazetesinin %25’ini 22 Haziran 1993’de Erol Aksoy’a sattıktan sonra, 29 Haziran 1994’te Hürriyet gazetesinin kendi üzerindeki hissesini de Aydın Doğan’a devrederek medya sektöründen ayrılmasından önceki günlerde, kendisinin de Mason olduğunu itiraf ile hâtıralarını Hürriyet gazetesinde günlerce seri yazılar hâlinde neşretmişti.
Erol Simavi o hâtıralarında, Süleyman Demirel’in Mason olduğuna dair yayınlanan belgede adı geçen Masonluk locasındaki tartışmalar neticesinde “Biz, Süleyman Demirel’in üyemiz olmadığına dair açıklama yapmazsak o, Adalet Partisi Genel Başkanı ve Başvekil olamaz” gerekçesiyle, Süleyman Demirel’in Mason’luk üyesi olmadığına dair açıklamanın yapılarak, Masonluk kurallarına aykırı hareket edildiğini yazmıştı.
Süleyman Demirel’in bilhassa Mason olduğu iddiasıyla yıpratılması, sağ cenahta kitle partisi olarak Adalet Partisi’nin oy kaybına ve bir kısım oylarının “kitle partisi” olmayan sağ cenahtaki diğer partilere dağılarak boşa gitmesi  CHP’nin tek başına iktidara gelmesine sebeb olabileceğinden veya ona sebeb olamasa bile Müslüman halkımızı istikrarsız koalisyon hükümetlerine mahkûm edebileceğinden; o şartlarda “ehvenüşşer” görülen Adalet Partisi’nin tek başına iktidar olabilmesi için, Risale-i Nur Cemaatleri meşveretlerinde bazı kararlar alınıyordu. O kararlara göre, Süleyman Demirel’in Müslüman halkın hoş göremeyeceği bazı özellikleri olmasına rağmen, “ehvenüşşer” kabul edilmesi gerektiği, çünkü ona siyasî muhalefetin Türkiye’de İslâm’a fayda getirmeyeceği kanaati vardı.
 AKADEMİK PERSONEL DERSLERİMİZ
1970’li yıllarda İstanbul’da Risale-i Nur talebesi akademisyenlerin iki haftada bir Risale-i Nur derslerine İttihad ve Yeni Asya gazetelerinin imtiyaz sahipliğini Mayıs 1970’de Salih Özcan’dan devralmış olan Mehmet Kutlular da bazen gelir ve Risale-i Nur dersleri yapardı. İstanbul’da olduğum zamanlar, her defa başka bir evde yapılan o derslere ben de katılırdım.
Mehmet Kutlular’ın 1970’li yılların o siyasî ortamında yaptığı Risale-i Nur derslerinde, bilhassa Risale-i Nur talebesi Müslümanlar tarafından Süleyman Demirel hükümetlerinin yıpratılmaya çalışılmamasıyla ilgili ders mevzuu seçtiği dikkati çekerdi.
Onun hem Risale-i Nur talebesi akademisyenlerin derslerinde hem de katıldığı diğer Risale-i Nur derslerinde en fazla üzerinde durduğu mevzu, iç kapağındaki “Azametli bahtsız bir kıt’anın, şanlı tali’siz bir devletin, değerli sahibsiz bir kavmin reçetesi veyahut Bedîüzzaman’ın Münâzarâtı cümleleriyle takdim edilen, Bediüzzaman Said Nursî’nin İkinci Meşrutiyet’ten sonra Şark’taki aşiretler arasında yaptığı sohbetler esnasında sorulan suallere verdiği cevaplardan meydana gelen ve ilk baskısı 1911’de İstanbul’da Osmanlıca olarak yapılmış olan “Münâzarât” Risalesinin, naklettiğim aşağıdaki cümleleri olurdu:
“…hangi şey vardır ki, her cihetle şeriata muvafık olsun; hangi adam var ki, bütün ahvâli şeriata mutâbık olsun? Öyle ise şahs-ı manevî olan hükümet dahi mâsum olamaz; ancak Eflâtûn-i İlâhînin Medine-i fâzıla-i hayaliyesinde mâsum olabilir.” (Münâzarât, Yeni Asya Neşriyat, s.39)
…………………………………………………………………………………………………….
“Suâl : O fırkadan ehl-i fazl kısmına ne diyeceğiz? Onlar iyi adamlardır.”
Cevap: Çok iyiler var ki, iyilik zannıyla fenalık yapıyorlar.
       
Suâl: Nasıl iyilikten fenalık gelir?”
Cevap: Muhâli taleb etmek, kendine fenalık etmektir. Bir dağdan uçmak niyetiyle kendini havalandıran parça parça olur. Zira, onların istedikleri şey, ya bir hükümet-i mâsumedir. Halbuki şimdi şahs-ı vâhid bile mâsum olamaz. Nerede kaldı, zerratı günahkârlardan mürekkeb bir hükûmet, tamamıyla mâsum olsun. Demek nokta-i nazar, hükûmetin hasenatı seyyiatına tereccuhudur. Yoksa seyyiesiz hükûmet muhâl-i âdidir. Ben öyle adamlara, anarşist nazarıyla bakıyorum. Zirâ onlardan birisi –Allah etmesin– bin sene yaşayacak olsa, âdeta mümkün hükûmetin hangi suretini görse, hülya ile yine razı olmayacak, şu hülyanın neticesi olan meyl-üt tahrib ile o sûreti bozmağa çalışacak..(HAŞİYE) Şu hâlde böylelerin fena zannettikleri Jön Türkler nazarlarında dahi, mel’un, anarşist ve iğtişaşcı fırkasından addolunurlar. Meslekleri ihtilal ve fesaddır.
Sual: Belki onlar eski hâli istiyorlar?
Cevap: Size kısa bir söz söyleyeceğim. Ezber edebilirsiniz. İşte eski hâl muhâl.. ya yeni hâl veya izmihlal.…
Kendisi İslâm, millet-i hâkimesi İslâm, üss-ül esas-ı siyaseti de şu düsturdur: Bu devletin dini, Din-i İslâm’dır. Şu esası vikaye etmek vazifemizdir. Çünki milletimizin maye-i hayatiyesidir.” (Münâzarât, Yeni Asya Neşriyat, s.51)
İstanbul’da 1970’li yıllarda, onbeş günde bir yapılan “Akademik Personelle Risale-i Nur dersleri”nden bilhassa bizim evde yapılan bir tanesinde Mehmet Kutlular’ın “Münâzarât” Risalesinde yer alan bu sözler ve açıklamalarıyla yapmış olduğu uzun bir dersi ve konuşması, sanki dün yapılmış gibi, görüntüleriyle hafızama kaydolmuştu.
Mehmet Kutlular’ın o Risale-i Nur derslerinde ve konuşmalarında en çok bu mevzu üzerinde durmasının sebeblerinin şunlar olduğu anlaşılıyordu;
1 – Hem tüm insanların ve hem de devlet idarecilerinin değerlendirilmelerinde, onların idarecilikteki hasenâtının (iyiliklerinin) kötülüklerine galip ve daha çok olması halinde onların yıpratılmaması gerektiği,
2 – Peygamberler günahsızlıkları sebebiyle bu mevzuda hariç olmak üzere, seyyiâtı (günahları) olmayan âkil-bâliğ (Allah’a kulluk mükellefiyeti taşıyan) insanın bulunamayacağı,
3 – Tek başına iktidara gelmiş sağ cenahta “ehvenüşşer”([1]) bir kitle partisinin başkanının hedef alınarak ağır tenkitlerle yıpratılması ve o partinin bu şekilde oy kaybına uğratılmasıyla, ülkemizin idaresinin “ehvenüşşer olmayan” bir partiye veya istikrarsızlıklarla dolu “koalisyon hükümetleri”ne geçmesine sebep olunmaması.
——————————————————————————
[1]Ehvenüşşer, Ehvenişer: Şerrin en az zararlısı, kolayı, şerrin daha az zararlısı, daha az kötü olan, iki şerden daha az zararlısı. (Osmanlıca-Türkçe Lügat, Yeni Asya Neşriyat)
 
HÂŞİYE: Said’i yirmibeş sene ezen bir parti, bu zulmü, sönmesiyle tasdik etti.
 
Prof. Dr. Mustafa Nutku

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: