Sulh hayırdır!

Sulh hayırdır.” Kur’an böyle emrediyor. Sulh bütünüyle hayırdır. Savaş, eğer bir memleketin düşman işgalinden kurtulmasına vesile olursa hayırdır. Fakat savaşta mal ve can kaybı söz konusu olduğundan bütünüyle hayır sayılmaz. Savaşta şer de vardır hayır da… Fakat sulh böyle değildir. Sulhta mal ve can kaybı olmadığından yüzde yüz hayırdır.

İslam tarihinde sulhun sembolü Hudeybiye Antlaşması’dır. Bu antlaşma her ne kadar, baştan zahiren İslam’ın aleyhinde görülmüşse de neticesi itibariyle büyük hayırlara vesile olmuş, manevî ve maddî fetihlerin anahtarı ve kapısı hükmüne geçmiştir. Hatta aleyhteki şartlar Hz. Ömer’in (r.a.) o kadar ağırına gitmiştir ki, Efendimize (a.s.m.) gelerek “Sen Allah’ın Resulü değil misin? Emir ver, ölelim öldürelim” demekten kendini alamamıştır.

Fakat bütün bu aleyhteki şartlara rağmen, bu sulh, karşılıklı kin ve düşmanlığı ortadan kaldırdığı için, kalplerin yumuşamasına ve akl-ı selimin uyanmasına yol açmış, Kur’an nurunun ve İslam güzelliğinin ortaya çıkmasına sebep olmuştur.  Nitekim, o zamana kadar husumet ve taassubun duvarlarını aşamayan Kur’an nuru, kalp ve kafalarda tesirini göstermiş, maddî kılıçla teslim alınması mümkün olmayan Arapların savaş dahisi Halid bin Velid ile siyaset dahisi Amr bin As (r.a.), Kur’an’ın manevî kılıcına boyun eğerek Medine’ye dahil olmuşlardır.

Onun gibi açılan bu sulh zemininde yıllardır dağlarda insanlığını kaybetmiş, vahşi bir hayat süren gençlerin bir hiç uğrunda ölüp gitmek yerine, kendilerine açılacak, sıcak insanlık kucağında yeniden dirilişle ebedi hayata kavuşmaları, asıl büyük kazanç olacaktır.

İslamiyet sulhtur ve insanlar arasında sulhu hakim kılmak için gelmiştir.

İslam, öldürmek için değil, yaşatmak için gelmiş bir dindir. Kur’an, bir insanın haksız yere öldürülmesini bütün insanlığın hukukuna yapılmış bir tecavüz sayar. Bu yüzden mecbur kalmadıkça savaşı meşru görmez. Saldıran düşmanın tecavüzünü defetmek zorunda kalınmış bir müdafaa ve son çare olarak görür.

Onun içindir ki İslam, Müslümanlardan daima asayiş ve barışı muhafaza etmelerini, huzur ve güveni sarsıcı hareketlerden uzak durmalarını ister… Zira hak ve hakikatın güzellikleri, barış ve huzur zemininde gelişir. “Birbiriyle boğuşanlar müspet hareket edemezler.”

Huzur ve barışın olmadığı, karşılıklı  çatışma ve gerginliğin hakim olduğu zeminlerde kin ve intikam duyguları ön plandadır. Bu duygular, hakikatlar önünde birer karanlık perde olur.

Binaenaleyh, bugün ülkemizde beliren barış ortamına bu açıdan bir fa’l-i hayır olarak bakmak, İslamî ve insanî vecibe ve sorumluluk olarak sahip çıkmak gerekmektedir. Açılan bu sulh zemininin gelişmesine elbirliğiyle gayret edilmelidir. Düşmanlıkta hiçbir fayda olmadığı görüldü. Artık husumetin vakti bitti. Bu gerçek, karanlık ve aydınlık kadar açıktır. Ya boşu boşuna hayatlar kaybedilmeye, analar ağlamaya devam edecek veya bu anlamsız kanlı husumet perdesi sona erecek.

Elbette her şey gibi bu hayırlı gelişme de bir bedel ve fedakârlık isteyecektir. Unutmamalı ki, hiçbir bedel, insan hayatından daha üstün ve değerli değildir.

Bazıları, “Olur mu, acaba gerçekten barış gelir mi?” diye açılan bu aydınlık perdenin  kapanmasından endişe edebilirler. Fakat hayır, kader hükmünü icra edecektir. Yıllardan beri yanan gönüllerden çıkan ahlar rahmetli bir bulut teşkil etmiştir. Bu gelişme beşer gayretinin ürünü değildir. Cenab-ı Hakk’ın bu millete olan bir lütf u inayetidir.  Bu gerçek Al-i İmran Suresi’nin 103. ayetinde şöyle dile getiriliyor: “Hepiniz Allah’ın ipine sımsıkı sarılın ve ayrılığa düşmeyin.  Allah’ın size olan nimetini hatırlayın ki, siz bir zaman birbirinize düşmandınız. Fakat O sizin kalplerinizi birbirine ısındırdı da birbirinize kardeşler oluverdiniz. Siz, ateşten bir çukurun başında onun içine düşmek üzereydiniz de O sizi kurtardı. Allah doğru yolu bulasınız diye size ayetlerini böyle açıklıyor.

Üstad Bediüzzaman Said Nursî’nin şu ifadelerinde de bu gibi gelişmeleri Kadir-i Külli Şey’den beklemek gerektiğine işaret ediyor: “Kadir-i Külli Şey, bir dakikada bulutlarla dolmuş cevv-i havayı süpürüp temizleyerek semanın berrak yüzünde ziyadar güneşi gösterdiği gibi, bu zulümatlı ve rahmetsiz bulutları da izale edip hakaik-ı şeriatı güneş gibi gösterir ve ucuz ve dağdağasız verebilir. O’nun rahmetinden bekleriz ki, bize pahalı satmasın. Baştakilerin başlarına akıl ve kalplerine iman versin, yeter. O vakit kendi kendine iş düzelir.

İhsan Atasoy / Moral Dünyası Dergisi

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: