Sünnet-i Seniyye ile Muhabbetullah İlişkisi-1 (11. Lem’a’nın 10. Nüktesi’nin Şerhi)

Soru 14: Lem’alar kitabından 11. Lem’anın 10. Nüktesini açıklayabilir misiniz?

Cevap 14: Üstad Bediüzzaman bu Nükte’de şöyle diyor:

Âyetinde i’cazlı bir îcaz vardır. Çünkü: Çok cümleler, bu üç cümlenin içinde dercedilmiştir.

[ İ’caz ve îcaz farklı konulardır. İ’caz, muhatabını aciz düşürecek derecede ilmî ve edebî bir üslup kullanarak bir sözle anlatmak istediği mesajı karşı tarafa aktarmaktır. Buna, manevi mucize deniliyor. Vahiyler, bu tarz ilmî ve manevi mucizelerdir. Aynı sözle, farklı seviyelerde ve farklı asırlarda bulunan kişilere hakikati tabaka tabaka ders vererek geliştirmek bir mucize ve bir i’cazdır. Îcaz ise veciz söz söylemek, az sözle muhatabını ikna edecek şekilde konuşmaktır. Âyetlerde bu iki boyutun bir arada bulunması mucizeler mucizesidir. Çünkü söz azaldıkça, kullanılacak kelime ve üslup da daralır ve zorlaşır.]

Şöyle ki: Şu Âyet diyor ki: “ALLAH’a (celle celâlühü) îmanınız varsa, elbette ALLAH’ı seveceksiniz. Mâdem ALLAH’ı seversiniz, Allah’ın sevdiği tarzı yapacaksınız. Ve o sevdiği tarz ise, ALLAH’ın sevdiği zâta benzemelisiniz. Ona benzemek ise, ona ittiba etmektir. Ne vakit ona ittiba etseniz, ALLAH da sizi sevecek. Zaten siz ALLAH’ı seversiniz, tâ ki ALLAH da sizi sevsin.

İşte bütün bu cümleler, şu Âyetin yalnız mücmel ve kısa bir meâlidir. Demek oluyor ki; insan için en mühim âlî maksad, Cenâb-ı Hakk’ın muhabbetine mazhar olmasıdır. Bu Âyetin nassıyla gösteriyor ki: O matlab-ı a’lânın yolu, HABİBULLAH’a ittibadır ve Sünnet-i Seniyyesine iktidadır.

[ Burada iman-sevgi ve sevme-sevilme bağlantısına vurgu var. Allah’a iman demek, Onun Mutlak Kemal ve Cemal’ine iman etmek demektir. İnsan fani güzellik parıltılarına meyleden ve âşık olan kalbinin elbette Allah’ı, Mutlak Cemal ve Kemal sahibi olarak bilip iman etmesinden sonra Allah’ı sevmemesi mümkün değildir. Tevbe suresi, 24. Âyete göre bir müminin dünyasında sevilenlerin sıralaması şu şekildedir: “ Allah, Resulullah ve Fî Sebilillah Cihad… ” Allah, Mutlak Kemal ve Cemal sahibi olduğu için sevilir. Resulullah (ASM) ve diğer resuller, O Mutlak Kemal ve Cemale kalbleri, ruhları, mahiyetleri ve hüviyetleri ile ayna oldukları için sevilir.  Fî Sebîlillah Cihad ise, insanı O Mutlak Cemal ve Kemal’e bâki bir ayna haline getirip fanilikten kurtaran yol olduğu için sevilir. Cihad, bakırı altın, kömürü elmas, zerreyi güneş haline getiren sırdır. Ham ruhlar, cihad ve sabır ile kemale ererler. Fakat cihad, kişinin kendi isteği ile kemale erme gayretini gösterdiği için sabırdan daha kıymetlidir. Cihad, Kutup Yıldızı kitabında vurguladığımız üzere, kişinin kendi nefsi ve enaniyeti ile savaşıyla başlar, diğer insanların nefis ve enaniyetleri ile savaşa geçerek ömür boyu süren bir savaştır. İçteki savaş da bu sırada devam eder. Bu, kılıçla savaş değildir. Kılıçla savaşın adı Kur’anda, “kıtal”dir (ölümüne savaşma). Bu çerçevede Kur’an “Yâ eyyühüne’n-nebiyyü câhidi’l-küffâre ve’l-münâfıkîne vağluz aleyhim[1] (Ey Nebi! Kâfirler ve münafıklara karşı cihad et, onlara kaba davran!) der. Münâfık, “Ben Müslümanım” dediği için öldürülmesi, haramdır. Resulullah (ASM) Medine’deki bütün fitnelerin menbaı ve müsebbibi olduklarını yakînen bilmesine rağmen hiçbir münafıkı öldürmemiştir. Bu durum “cihad” kavramını sınırlarını çizer. Buna mukabil Kur’an “ Kâtilûllezîne lâ yu’minûne billâhi ve lâ bi’l-yevmi’l-âhıri ve lâ yuharrimûne mâ harramallâhu ve resûluhu ve lâ yedînûne dîne’l-hakkı minellezîne ûtû’l-kitâbe hattâ yu’tû’l-cizyete an yedin ve hum sâğirûn[2] [ Kendilerine semvai kitap verilenlerden, Allah’a ve yevm’il âhire (Allah’a ulaşma gününe) inanmayan kimselerle (Yahudilik, Hıristiyanlık, SabiÎlik ve Mecusilik gibi semavi dinlerin mürtedleri olanlarla) ve Allah’ın ve O’nun Resûl’ünün haram ettiğini haram etmeyenlerle ve hak dîni, dîn edinmeyenlerle, onlar küçük düşüp, cizyeyi elleriyle verinceye kadar savaşın. ] ve “Yâ eyyühellezıne âmenu katilüllezine yeluneküm mine’l-küffâri ve’l-yecidu fîküm ğılzah va´lemu ennallâhe mea’l-müttekîn[3] [Ey iman edenler! Kâfirlerden yakınınızda olanlara karşı savaşın ve onlar (savaş anında) sizde bir sertlik bulsunlar. Bilin ki, Allah sakınanlarla beraberdir.] gibi âyetler öldüresiye savaş olan “kıtal” in kimlerle yapılabileceğini belirterek cihad-kıtal farkını belirtir.

Cemali seven, cemale erişmek ister; kemali seven, kemale ulaşmak ister. Cemal ve Kemal sahibini sevmenin en ileri boyutu Onun tarafından sevilmektir. Cevşen’deki ifadeyle Habîb ve Mahbûb olmaktır. Habîb, seven; Mahbûb ise sevilen demektir. Allah sevmeyi sever, sevilmeyi de sever, sevdirmeyi de sever. Âyetin sonundaki “yuhbibkumullah” ifadesi “ Allah da sizi sevdirsin ” manasındadır. Ki bir hadis bu konuyu ifade eder: “ Allah Teâlâ bir kulu sevdiği zaman Cebrail’e:

-“Ben filanı seviyorum onu sen de sev!” diye emreder. Cebrail onu sever ve sonra gök halkına:

-“Allah filanı seviyor, onu siz de seviniz” diye seslenir. Gök halkı da o kimseyi sever, sonra yeryüzündekilerin kalbinde o kimseye karşı bir sevgi uyanır

Allah Teâlâ bir kula buğz ettiği zaman, Cebrail’e:

-“Ben, filanı sevmiyorum, onu sen de sevme!” diye emreder. Cebrail de onu sevmez. Sonra Cebrail gök halkına:

Allah filan kişiyi sevmiyor, onu siz de sevmeyin, der. Göktekiler de o kimseyi sevmezler Sonra da yeryüzündekilerde o kimseye karşı bir kin ve nefret uyanır.”[4]

Esmaü’l-Hüsna’dan Vedûd ismi, hem seven hem sevilen anlamına gelir. Üstad “ her cemal ve kemal sahibi cemal ve kemalini görmek ve göstermek ister” sırrıyla yaratılışın temelini açar. 32. Söz’ün 3. Mevkıfında Cemîl ismi, Vedûd ve Rahîm isimlerini içerir, der. Mesnevi-i Nuriyede ise, kemal sıfatı, cemal ve celal sıfatlarını içerir, der. Yani Kâmil ismi, Cemîl ve Celîl isimlerinin toplamıdır, der. Bu manada bakılırsa Allah kâinatı 2 gaye için yarattı diyebiliyoruz:

  1. Ubudiyet: Bu kısma “Rahîm” ismi bakıyor. Ubudiyet ile kullar varlık kazanırlar. Hiçlikten kurtulup ruhlarını açabilme fırsatı elde ederler. Bu Allah’ın kullarına şefkati ve özel rahmetidir.
  2. Hilâfet: Bu kısma “Vedud” ismi bakıyor. Hilafet ile kullar cemal ve kemale erişirler. Evliyalar, cemal aynası; asfiyalar, kemal aynası bir seviyeye erişirler. Bir kul açısından en üst seviye, Allah’a ayna haline gelmektir. Yani Onun cemal ve kemalini gösteren, her haliyle Yaratanını tanıttıran ve sevdiren bir hal kazanmaktır. Bu ise, daima Onu zikreden bir dil, daima Ona şükreden bir kalb ve daima Onu fikreden bir akıl ile olur. Hilafet 2 seviyedir:                                                                           a) Cemal Hilafeti: Kişisel hayatında hilafeti başaran kişi, bakıldığında Allah’ın cemalini insanlara yansıtan bir seviye kazanır. Kalb, hak aşkı ile dolu olduğu ve yüzü Allah’a odaklı olduğu gibi, kullara karşı da sonsuz şefkat ve rahmet doludur. Örnek Yusuf (AS)…                                                                                                                                                                   b) Kemal Hilafeti: Eğer devlet başkanı gibi bir seviye elde eder de Allah’ın kanunlarını devletinin ruhu ve ana programı yaparak, İlahî celal ve ihtişamı gösteren bir devlet kurarsa o zaman o kişi Allah’ın kemalini hayatında sergiler. Cenab-ı Hakk’ın hakkı olan, İlâhî emirleri ve yasakları insanlık dünyası ve yeryüzünde uyguladığı gibi, halkın hakları olan meseleleri de hassas şekilde uygular. Zulüm ve haksızlıkları, başka ülkede dahi olsa durdurur. Bu konuda misal: Süleyman (AS), Zülkarneyn (AS), Davud (AS), Efendimiz (ASM) ve 4 Halifeyi verebiliriz.

İnsanın İlahî cemal ve kemale ayna haline gelmesi, Allah katında sevilir bir seviyeye çıkması demektir. Bunu elde etmenin yolunu ise Kur’an, model şahsiyet olarak Peygamber Efendimiz (ASM) üzerinde gösteriyor. Her peygamber kendi ümmetinin model şahsiyetiydi. Fakat bunlar arasında her cihetçe ve bütün ümmetlere hitap edecek derecede model seviyeye çıkanlar Efendimiz (ASM) ve Hz. İbrahim’dir (AS). Kur’an her iki peygamberi model olarak sunar.[5]

Üstad âyetin tefsiri olarak işin temeline iniyor. İnsan neyi sever, insan fıtratında ne kadar muhabbet potansiyeli var, muhabbeti cezbeden şeylerin sınıfları, İlahi sıfatlarla bunların ilişkileri, Peygamber Efendimiz’in (ASM) burada üstlendiği rol modellik nasıl sorularını 3 nokta halinde gösteri.

Külliyatta Üstad anlatacağı mesele, çok zâhir ise, “nokta” olarak onu isimlendirir; eğer mesele ince ve dikkat istiyorsa “nükte” olarak onu nitelendirir. Tabir caizse noktalar, hakikatlerden bahseder. Nükteler ise, sırlardan… Mesela 23. Söz 5 Nokta ve 5 Nükte’den oluşur. Burada Üstad meseleler gözle göründüğü için 3 Nokta ile meseleyi izah edecek: ]

(Devam edecek…)

[1] Tevbe suresi,73 ve Tahrim suresi, 9.

[2] Tevbe suresi, 29.

[3] Tevbe suresi, 123.

[4] Müslim, Birr, 157.

[5] Mümtehinne suresi, 4. Âyet Hz. İbrahim’i (AS); Ahzab suresi, 21. Âyet ise Hz. Peygamber’in “üsve-i hasene” olduğunu vurgular.