Sünnet-i Seniyyenin Önemi-1

Soru: Sünnet-i Seniyye Risalesi olan 11. Lem’anın 11. Nüktesini açıklayabilir misiniz?

Cevap: Üstad bu Nükte’yi 3 Mesele olarak incelemiş:

BİRİNCİ MESELE: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın Sünnet-i Seniyyesinin menbaı üçtür: akvâli, ef’âli, ahvâlidir. Bu üç kısım dahi üç kısımdır: ferâiz, nevâfil, âdât-ı hasenesidir.

[ Hadis kitapları sünneti 4 sınıf olarak ele alırlar. Burada Üstad 4. Kısmı zikretmemiş. Ona takrîrî sünnet deniliyor. Yani Hz. Peygamber’in (ASM) yanında veya döneminde bir sahabenin yaptığı fiili, Hz. Peygamber’in (ASM) sükutla karşılaması veya beğenmesi durumunda hadis uleması o fiili de sünnetten saymışlar. Fakat Hz. Peygamber’in (ASM) bizzat uygulaması olmadığı, Hz. Peygamber (ASM) bazen örfe göre hareket ettiği dolayısıyla çeşitli yönlerden o fiili sükutla karşılayabilir. Fakat kendisinin uygulamaması gösterir ki, caizdir, meşrudur ama fıtrat düzeninde o fiilin yeri yoktur. Veya model alınacak bir tavır değildir. Mesela Hz. Peygamber (ASM) eşlerini asla dövmemiştir. Fakat sahabeler dövmüşlerdir. Sünneti baz alacaksak, elimizden geldiğince her sahada ona uyarız ve eşine karşı ne olursa olsun şiddet uygulama kısmına varmayız. Sünnette olduğu gibi 1 ay hiç konuşmama gibi bir ceza verebiliriz. Bu sünnettir, ama şiddet sünnette yoktur. Bu açılardan Sünnet-i Seniyye bizzat Hz. Peygamber’in (ASM) uyguladığı ve yaşadığı Kur’andır. Akvali (sözleri), ef’ali (fiilleri) ve ahvâlidir (sergilediği hal)… Su içerken 3 yudumda içmek, oturarak içmek, “fiile dayalı” bir sünnettir. Konuşurken doğru ve doğruyu konuşmak, açık ve anlaşılır konuşmak, az ve öz konuşmak da “söze dair” sünnetlerdir. Hak namına öfkelenmek, iffetli olmak, güler yüzlü olmak gibi “hallere dair” sünnetlerdir.

Sünnet-i Seniyye, yaşanan Kur’an olduğu, Kur’anda birçok emir ve yasak bulunduğu gibi, tavsiye edilen ek durumlar, bazen de güzelliğine işaret edilen meseleler var. Açıktan emir olan hususları yapmak farz, yasak olan hususlardan kaçmak ise vâcibdir. Sünnetin bir kısmı bu emir ve nehiylerle ilgili… Bunlara uymak farz ve vâcibdir.

İkinci kısmı ise tavsiye edilen işlerdir. Gece teheccüd kılmak, o saatte Kur’an okumak, tefekkür etmek gibi işler… Bunları uygulamak sünnetin nafileler kısmına ait.

Üçüncü kısım ise Allah’ın müminlerde görmeyi istediğine işaret ettiği haller ve tavırlardır. Eşlerin bir birlerine gülümselemeleri, namazda huşu içinde olmak, tevekkülü hayatına bir kanun gibi yerleştirmek gibi… Üstad burada Sünnet-i Seniyyenin bu kısımlarının hükümlerini sıralıyor: ]

Farz ve vâcip kısmında ittibâa mecburiyet var; terkinde azap ve ikab vardır. Herkes ona ittibâa mükelleftir.

[ Kur’anın işaret ettiği üzere Sünnet-i Seniyyeye göre bir hayat yaşamaya “ittiba” deniliyor. Âl-i İmran suresi, 31… İttiba, tabi olmanın kişinin karakteri haline gelmesidir. Fakat taklidden farkı şudur, bilerek ve isteyerek Hz. Peygamber’in (ASM) yolundan gitmektir. Taklidde bilmek yok. Sadece harfiyyen uygulamak var. Risale-i Nur mesleği ittiba-ı Sünnet’tir. ]

Nevâfil kısmında, emr-i istihbâbî ile, yine ehl-i iman mükelleftir; fakat terkinde azap ve ikab yoktur. Fiilinde ve ittibâında azîm sevaplar var. Ve tağyir ve tebdili bid’a ve dalâlettir ve büyük hatadır.

[ Emr-i istihbâbî, sevdirecek tarzda ifade edilen işler demektir. Bunları yapmak müstehabdır. Kişi, Allah’ın sevgisini kazanmak için bunları yapar. Farz ve vacip kısmında, kişi rıza-yı İlahiye erer. Hayatında Allah’ı merkeze almaya başlar. Kur’anın etrafında dönme yoluna girer. Emr-i istihbâbî kısmında ise din binasını, İlâhî muhabbete erdirecek şekilde süslemeye başlar. Kur’an Âl-i İmran suresinde bu kısma vurgu yapıyor. Her müminin Sünnet-i Seniyye’ye tabi olmakla Hak katında sevgili bir kul konumuna gelmesini hedefliyor. ]

Âdât-ı seniyyesi ve harekât-ı müstahsenesi ise, hikmeten, maslahaten, hayat-ı şahsiye ve nev’iye ve içtimaiye itibarıyla onu taklit ve ittibâ etmek gayet müstahsendir. Çünkü herbir hareket-i âdiyesinde çok menfaat-i hayatiye bulunduğu gibi, mütâbaat etmekle, o âdâb ve âdetler ibadet hükmüne geçer.

[ Âdât-ı Seniyye, Efendimiz’in (ASM) her gün yaptığı olağan fiillerdir. Fakat her fiili, o sahadaki hakikate ve hikmete uygundur. Su içmeye, yemeye, uykuya dair sünnetlerde gördüğümüz üzere… Harekât-ı müstahsene, Efendimiz’in (ASM) sergilediği herkesçe beğenilen hareketlerdir. Her hareketi bir güzelliği gösteriyor. Mesela beslediği kuş ölen bir çocuğu taziye için ziyaret etmesi, su testisini kıran küçük hizmetçi kızı Efendisine kızmaması için götürmesi, çocuklarla oyun oynaması gibi… Bu hareketler, kişisel hayat için model olduğu gibi, çocuklarla şakalaşması ve oynaması, insan türünün devamı ve nesillerin sağlamlığı konusunda önemli yeri olan hakikatlerdir. Mahmud ibn-i Rebi’ isminde bir sahabe der ki               “ Resulullah (ASM) ben 5 yaşındayken yüzüme su serpti, benimle şakalaştı. Bunu hiç unutamıyorum. ”[1] Düşünce ve duygu dünyası sağlıklı nesiller sevgi, merhamet, ilgi ve şefkatle büyürler. Sosyal hayat açısından da Hz. Peygamber’in (ASM) uzlaşmacı yapısı, insanlarla iyi geçinmesi, problemleri çözücü tavrı çok önemlidir. Bu sahalardaki Sünnetlerin her hikmetini herkes bilemeyeceği için Üstad burada taklide cevaz veriyor: “ onu taklit ve ittibâ etmek gayet müstahsendir. ” Hareket-i âdiye, sıradan ve basit hareket şeklinde anlaşılmamalı! Âdet, her gün bir prensip olarak yapılan fiil demektir. Yani kişisel hayat kanunu gibi… Bu manada İlahi kanunlara da “âdetullah” denilir.

İnsanın her gün ala külli hal yaptığı yeme-içme, uyuma, susma ve benzeri hal ve hareketler Sünnet-i Seniyye’ye tabi kılındığında, Sünnet-i Seniyye İlahi rızaya uygun olduğu göz önüne alınarak ve bu şuurla yapılırsa… Kişi, “ Ben şu an Allah’ın istediği ve Kur’anda işaret ettiği bir davranışı sergiliyorum ” niyetiyle o fiili yaşarsa her hal ve hareketi bir ibadet haline gelir. Bütün ömrünü Ahirete malzemeye dönüştürebilir. ]

Evet, madem dost ve düşmanın ittifakıyla, zât-ı Ahmediye (a.s.m.) mehâsin-i ahlâkın en yüksek mertebelerine mazhardır.

[ Kur’anı ve Efendimiz’in (ASM) hayatını tarafsız bir gözle inceleyen herkes Onun güzel ahlakına hayran kalmaması mümkün değildir. Ki kaldıklarına dair sayısız şahitler bulunuyor. Dostların taraftarlığı bir delildir ama düşmanın aynı konuda şahitliği ise bir mucize hükmündedir. ]

Ve madem bil’ittifak nev-i beşer içinde en meşhur ve mümtaz bir şahsiyettir.

[ İnsanlık dünyasında Hz. Peygamber (ASM) kadar gündem olan bir şahsiyet hiç olmadı. Bu da Onun mümtaz birisi olduğu, eşsiz bir şahsiyeti bulunduğuna delildir. Bir kişi ne kadar meşhur olursa o kadar merak uyandırdığı için daha dikkatle incelenir. Onun hayatını detaylıca inceleyenlerin çoğu ya Müslüman oluyor veyahut takdir edip beğeniyor. ]

 Ve madem, binler mucizâtın delâletiyle ve teşkil ettiği âlem-i İslâmiyetin ve kemâlâtının şehadetiyle ve mübelliğ ve tercüman olduğu Kur’ân-ı Hakîmin hakaikinin tasdikiyle, en mükemmel bir insan-ı kâmil ve bir mürşid-i ekmeldir.

[ İslamiyet, Kitap ve Sünnetin gösterdiği hayat tarzıdır. Hz. Peygamber (ASM) hayatıyla bu manada kişisel ve sosyal ve siyasi hayata yön veren bir din ve düzen getirdi. İlâhî kanunlara dayanan mesud ferdler, bu mutlu fertlerden muntazam bir toplum ve bu itaatkâr toplumdan semavi kanunlarla idare edilen, hakka dayanan, hakkı savunan ve hakkın savaşını veren bir devlet kurdu. Bu şekilde fıtrat dünyasıyla barışık ferdler, toplum ve devlet kurmak mükemmel bir icraattır. Ona hastır. Yetiştirdiği sahabelerde gözüken kemal, kurduğu toplumda zuhur eden mükemmellik, teşkil ettiği devletin mükemmel icraatları Onun insan-ı kâmil ve mürşid-i ekmel olduğuna delildir.]

Ve madem semere-i ittibâıyla milyonlar ehl-i kemal, merâtib-i kemâlâtta terakki edip saadet-i dâreyne vâsıl olmuşlardır.

[ Her insanın ruhunun aradığı “ebedî saadet” e kendisi yetiştiği gibi Ona tabi olanların da kemale ererek bu saadeti dünyada elde etmesi gösteriyor ki, peygamberlik sistemi ile mutluluk ayrı düşünülemezler. Peygamberler insanların kalplerini inkişaf, ruhlarını inbisat ettirmekle insanlığa saadeti kazandırmak için gelen elçilerdir. Bu saadetin her iki cihan hakkında da geçerli olması gösterir ki, din, sebeb-i saadettir. İnsanı madde ve mana âlemlerinde yükseltir, yüceltir, aziz ve âli kılar.]

Elbette o zâtın sünneti, harekâtı, iktidâ edilecek en güzel nümunelerdir ve takip edilecek en sağlam rehberlerdir ve düstur ittihaz edilecek en muhkem kanunlardır. Bahtiyar odur ki, bu ittibâ-ı Sünnette hissesi ziyade ola.

[ İktida, imam kabul etmek demektir. İmamın yaptığı hareketi cemaati taklid ettiği gibi, Sünnet-i Seniyyeye uyanlar da aynı şekilde Hz. Peygamber’in (ASM) hareketlerini taklid ediyorlar. Model şahsiyet O’dur. İnsanı kemalata erdirecek şekilde takip edilmesi gereken rehber O ve Onun sünnetidir. Fıtrat düzeniyle barışık, itidal üzere bir hayatı insana kazandırdığı için anayasa hükmünde kişisel hayatımıza yerleşmesi gereken kriterler yine Onun uygulamalarıdır.]

Sünnete ittibâ etmeyen, tembellik ederse hasâret-i azîme, ehemmiyetsiz görürse cinayet-i azîme, tekzibini işmam eden tenkit ise dalâlet-i azîmedir.

[ Sünnet-i Seniyyeye uymamanın 3 gerekçesi var: Tembellik, Ehemmiyetsiz görme ve Yalanlama… Her birinin kendince sonuçları var. Sünneti önemsiz görmek, bir cinayettir; dini ve kendi ruhunu katletmek hükmündedir. Çünkü Kur’anın gelmesinden gaye, yaşayan Kur’an olmaktır. Yaşayan Kur’an olmanın üsve-i hasenesi ( en güzel modeli ) bizzat Hz. Peygamber’in hayatıdır. Ki İlâhî kontrol ve sevk altındadır. Sünnete önem vermemek, kendince bir Kur’an algısıyla Kur’anı yaşamaya çalışmaktır. Sünneti tekzib (yalanlama) ise, dalalettir. Çünkü Sünnet, fıtrat kanunlarına tabi bir hayattır. Bu hayata tabi olmayan, dünya ve Ahiretin çarkları arasında ezilir, gider. Sünnete karşı tembellik ise, sünnete tâbi bir hayatın kazandıracağı dünyevi ve uhrevi saadet ve güzellikleri kaybetmeye yol açar. Kazancı büyük olduğu için tâbi olmamanız kaybı da o nibette büyük olduğu için Üstad hasaret-i azîme diyor. ]

Devam edecek…

[1] Sahabe-i Kiram Ansiklopedisi, c. 4, Mahmud bin Rebi maddesi.

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: