“Doktor çağırma. Artık gitme vaktı” dedi kadın. Elleri kocasının ellerinde… Adam yerinden kalkmadı. Karısının ellerini sıkı sıkıya tuttu. Gözlerinin içine baktı. Ona eskilerden anlattı, tanıştıkları ilk günü, duyduğu ilk heyecanı hatırlattı, onu ne kadar çok sevdiğini söyledi ve alnına şefkatle küçük bir buse kondurdu. Ağlamıyorlardı, tebessüm ediyorlardı. Hallerinden şikâyet etmediler, onları birbirine ebedi hayat arkadaşı yapan Allaha şükrettiler. Kadın, “ben senden razıyım, Allah da senden razı olsun, bana hep merhametli davrandın” dedi fısıldayarak. Adam aynı sözleri tekrar etti. ”beni hiç üzmedin” diye ekledi.
Kadın, “üzülme olur mu? dedi adama. Adam, “yok” dedi, “sadece hüzünlüyüm. “Madem âhiret var ve madem bâkidir ve madem dünyadan daha güzeldir ve madem bizi yaratan zat hem Hakîm hem Rahîm’dir. Öyle ise üzülmek olmaz. Sadece hüzün var,” dedi. Elleri karısının ellerinde kilitli kaldı…..
Kadın hafifce bir tebessüm etti ve sonra gözlerini kapattı. Ebedi aleme göçmüştü artık….
Adamın kulağında sohbette duyduğu sesler yankılanıyordu: “Mevt idam değil, hiçlik değil, fenâ değil, inkıraz değil, sönmek değil, firak-ı ebedî değil, adem değil, tesadüf değil, fâilsiz bir in’idam değil. Belki, bir Fâil-i Hakîm-i Rahîm tarafından bir terhistir, bir tebdil-i mekândır.”
Abdülhamit Oruç