Etiket arşivi: Abdülkadir ÇELEBİOĞLU

Bediüzzaman Hazretleri’nin Allah’ın İzniyle İstikbale Dair Verdiği Haberler

Bediüzzaman Hazretleri’nin Allah’ın İzniyle İstikbale Dair Verdiği Haberler

1- Eddai başlığı adında yazdığı bir manzum imzasında “Hicri 1379, Miladi 1960 yılına kadar hayatta kalacağını, sonra vefat edeceğini ve mezarının da yıkılacağına” işaret etmiştir. Ve aynen çıkmıştır.

“EDDÂÎ

{*Bu kıta, onun imzasıdır.}

Yıkılmış bir mezarım ki yığılmıştır içinde

Said’den yetmiş dokuz emvat

{*Her senede iki defa cisim tazelendiği için iki Said ölmüş demektir. Hem bu sene Said yetmiş dokuz senesindedir. Her bir senede bir Said ölmüş demektir ki bu tarihe kadar Said yaşayacak.}

bâ-âsam âlâma.

Sekseninci olmuştur, mezara bir mezar taş

Beraber ağlıyor

{*Yirmi sene sonraki bu şimdiki hali, hiss-i kable’l-vuku ile hissetmiş.}

hüsran-ı İslâm’a. (…)” (1)

2-“ Risale-i Nur eserlerinin serbest kalacağını, radyolar vasıtasıyla ilan edilip, dünyaya yayılacağını” haber vermiş ve haber verdiği gibi çıkmıştır, çıkmaya da devam etmektedir.

“İnşâallah bir zaman gelecek, Risale-i Nur Külliyatı altınla yazılacak ve radyo diliyle muhtelif lisanlarda okunacak ve zemin yüzünü geniş bir dershane-i Nuriyeye çevirecektir.” (2)

3 – “Sekizinci Cumhurbaşkanı ehl-i salat olacağını” bildirmiş ve merhum Turgut Özal bu haberi hayatıyla tasdik etmiştir.

Üstad Bediüzzaman Hazretleri’nin “Sekizinci Cumhurbaşkanı ehl-i salat olacağı” bilgisini, Kayserili Ali Mutlu ve Bekir Mutlu’dan nakledilmiştir. Bu iki kişi, Üstad Bediüzzaman’dan bu bilgiyi bizzat işiten “Ahmed Kureşi” vesilesiyle aldıklarını söylemişlerdir. (3)

4 – “Küfrün belinin kırıldığını, Komünizm ve Dinsizliğin de yıkıldığını” haber vermiş ve dediği gibi çıkmıştır.

“Hiç korkmayın, küfrün beli kırıldı. İnşaallah bundan sonra İslâmiyet parlıyacak. Komünizm ve dinsizlik artık yıkıldı.” (4)

5 – Erzincan depremi hakkında “şiddetli kışta”, “karanlıklı gecede” ve insanları “namaza ve niyaza uyandırmak için sars”tığını haber vermiş ve aynen vuku bulmuştur.

“…hem şiddetli kışta hem karanlıklı gecede hem dehşetli soğukta hem ramazanın hürmetini tutmayan bu memlekete mahsus olması hem tahribatından intibaha gelmedikle rinden, hafifçe gafilleri uyandırmak için o zelzelenin devam etmesi gibi çok emarelerin delâletiyle bu hâdise ehl-i imanı hedef edip, onlara bakıp namaza ve niyaza uyandırmak için sarsıyor ve kendisi de titriyor. Bîçare Erzincan gibi yerlerde…” (5)

6 – “Ay’a gidileceğini ve Ay’daki durumu haber vermiş” 20 Temmuz 1969’da Ay’a gidilmesi ile dediği vaki olmuştur. Bu konuyu bahsettiği eser olan Sözler eseri ise, genel olarak 1926-1934 Barla döneminde tamamlanmıştır.

“Senin katre-i fikrin dürbünüyle, felsefenin merdiveniyle tâ kamere kadar terakki ettin, kamere girdin. Bak, kamer kendi zatında kesafetli, zulümatlıdır. Ne ziyası var, ne hayatı.” (6)

7 – “1971 Muhtırasının tarihini vermiştir” ve aynen çıkmıştır. Bunu söylediği eseri (yani Meyve Risalesi’ni) 1943-1944 yıllarında Denizli hapsinde telif etmiştir.

“…o zamanlarda ehemmiyetli maddî manevî şerlere işaret eder. Eğer beraber olsa miladî bin dokuz yüz yetmiş bir (1971) olur. O tarihte dehşetli bir şerden haber verir. Yirmi sene sonra, şimdiki tohumların mahsulü ıslah olmazsa elbette tokatları dehşetli olacak.” (7)

8 – 2016 yılında olan darbe girişimi hakkında bazı öngörülerde bulunulmuş ve tarihine ima edilmiş ve bunun etkisinin “kıyamete kadar unutulmayacağını” belirtmiştir.

“Şeair-i İslâmiyeye ve siyaset-i İslâmiyeye darbe vuranlar oniki, onüç, ondört, onaltı sene zarfında büyük darbeler yiyecekler diye bana ihtar edildi. (…) …büyük dairede de onun gibi dehşetli cemaatler; oniki, onüç, ondört, onaltı tarihlerinde aynı tokatları yediler ve yiyecekler diye ihtar edildi.” (8)

“…İslâmiyet’e darbe vuranların başlarında öyle müthiş bir patlayış olacak ki kıyamete kadar unutulmayacak.” (9)

Not: Yukarıda yazdıklarımız vuku bulmuş olan olaylardan numuneler idi. İstikbale bakan başka bir çok haberler mevcuttur. O tarihlerde ne olacağını tahmin edemeyiz. Bunu ancak zaman gösterecektir.

Abdulkadir Çelebioğlu

Dipnotlar
1 – Bediüzzaman Said Nursi, Sözler, s. 772
2 – Bediüzzaman Said Nursi, Tarihçe-i Hayat, s. 160
3 – Bu bilgi Niyazi Beki’den alınmıştır.
4 – Abdulkadir Badıllı, Mufassal Tarihçe 3, s. 2083
5 – Bediüzzaman Said Nursi, Sözler, s. 192
6 – Bediüzzaman Said Nursi, Sözler, s. 376
7 – Bediüzzaman Said Nursi, Şualar, s. 270
8 – Bediüzzaman Said Nursi, Emirdağ Lâhikası 1 s.208
9 – Bediüzzaman Said Nursi, Kastamonu Lâhikası, s. 72

www.NurNet.org

Adalet namazında kıbleniz dört mezhep olsun.

“Adalet namazında kıbleniz dört mezhep olsun. Tâ ki namaz sahih ola.” ifadelerine dair…

“Adalet namazında kıbleniz dört mezhep olsun. Tâ ki namaz sahih ola.” (1) ifadelerini nazara alarak bakıyoruz ki; keşif ve keramet sahibi asfiyanın herbirisi, bu mezheplerden birisine intisap etmişlerdir.

Mesela; İmam-ı Muhammed, İmam-ı Ebu Yusuf, Serahsi, Kadıhan, Kuduri, İbn-i Abidin Hanefi mezhebine tabi olmuşlardır.

İmam-ı Gazali, Rafii, Nevevi, Fahreddin-i Razi, Taftazani, İmam-ı Suyuti Şafii mezhebine; İbnü’l-Hacib, Zerkani, Muhiddin-i Arabi, Ebu’l-Hasani Şazeli Maliki mezhebine; Abdulkadir-i Geylani, İbn-i Kudame, İbn-i Kayyım El-Cevzi ise Hanbeli mezhebine tabidirler.

Bu kadar âlim, fazıl, evliya, asfiya ve muhakikin; bir mezhebe tabi oldukları halde günümüzdeki bazı ami mü’minlere noluyor ki, kendilerini bu zatlardan efdal görüyorlar. Bir mezhebe tabi olmayanların ve olmayı gereksiz görenlerin kulakları çınlasın!..

Abdulkadir Çelebioğlu

Dipnotlar
1 – Bediüzzaman Said Nursi, Tarihçe-i Hayat, s. 63; Bediüzzaman Said Nursi, Divan-ı Harb-i Örfî, s. 17

www.NurNet.org

Soru-Cevaplar-2

Soru

<<Hattâ bir bahtiyar mazlum, idam olunurken bedbaht zalimlere demiş: “Ben idam olmuyorum. Belki terhis ile saadete gidiyorum. Fakat ben de sizi idam-ı ebedî ile mahkûm gördüğümden sizden tam intikamımı alıyorum.”

لَا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ‌

diyerek sürur ile teslim-i ruh eder.>> diye geçen ifadelerdeki “bahtiyar mazlum” kimdir? Hakkında bilgi verebilir misiniz?

Cevap

Bediüzzaman Hazretleri, Meyve Risalesi’nde 6. Mesele’nin sonunda diyor ki;
<<Hattâ bir bahtiyar mazlum, idam olunurken bedbaht zalimlere demiş: “Ben idam olmuyorum. Belki terhis ile saadete gidiyorum. Fakat ben de sizi idam-ı ebedî ile mahkûm gördüğümden sizden tam intikamımı alıyorum.”

لَا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ‌

diyerek sürur ile teslim-i ruh eder.>> (1)

Burada bahsedilen “bahtiyar mazlum”; zulmen idam olunan İskilipli Mehmed Atıf Hoca’dır. Allah mekanını cennet, makamını ali eylesin.

Ankara İstiklal Mahkemesi de, Şapka Kanunu’na karşı direnen bir çok yerde tutukladıkları yirmi yedi kişiden bazılarını i’dam etmişti. İskilipli Atıf Hoca bunlardandır. (2)

İSKİLİPLİ MEHMED ÂTIF EFENDİ (3)
(1875-1926)

İskilip’in Tophane (Toyhane) köyünde doğdu. Babası, Akkoyunlu aşireti beylerinden ve İmamoğulları’ndan Mehmed Ali Ağa, annesi Mekke-i Mükerreme’den göç etmiş Benî Hattâb aşireti şeyhlerinden, Kartaldağ yaylasında medfun Arap Dede adıyla şöhret bulmuş şeyhin torunu Nazlı Hanım’dır.

Altı aylıkken öksüz kalan Mehmed Âtıf dedesi Hasan Kethüdâ tarafından büyütüldü. İlk dinî bilgileri köyündeki hocalardan aldı. İskilip’te müderrislik yapan Hoca Abdullah Efendi’den bir süre ders okuduktan sonra ailesinin muhalefetine rağmen ilim tahsili amacıyla İstanbul’a gitti. Burada öğrenimine devam ederken bir yandan da geçimini sağlamaya çalıştı. 1902’de medrese tahsilini bitirdi ve aynı yıl açılan ruûs imtihanına girerek “İstanbul müderrisliği”ni kazandı; ertesi yıl Fâtih Camii’nde ders vermeye başladı. Bu arada İstanbul Dârülfünunu İlâhiyat Fakültesi’nden 1905’te mezun olarak Kabataş Lisesi Arapça öğretmenliğine tayin edilen Âtıf Efendi, Meşîhat-ı İslâmiyye Dairesi’nde bulunan dersiâmların mağduriyetini giderme konusunda yaptığı çalışmalar üzerine şeyhülislâm tarafından Bodrum’a sürüldü; oradan da Kırımlı İbrâhim Tâli Efendi’nin pasaportu ile Kırım’a geçti. Kırım’dan Varşova’ya kadar giden Âtıf Efendi, II. Meşrutiyet’in ilânından bir hafta önce İstanbul’a döndü. 1910’da medâris müfettişliğine getirildi. Bu arada Sebîlürreşad ve Beyânülhak’ta yazılar yazdı. Donanma Cemiyeti yararına kaleme aldığı Nazar-ı Şerîatte Kuvve-i Berriyye ve Bahriyye’nin Ehemmiyet ve Vücûbu adlı eseri dolayısıyla takdirnâme aldı.

31 Mart Vak‘ası’nda bir hafta tutuklu kalan Mehmed Âtıf Efendi, Mahmud Şevket Paşa’nın öldürülmesi (1913) olayında dahli olduğu gerekçesiyle Sinop’a sürüldü. Çorum, Boğazlıyan ve Sungurlu’da yaklaşık bir buçuk yıl kadar sürgün hayatı yaşadıktan sonra İstanbul’a döndü. Her iki olaydan sonra da resmî makamlar bir yanlışlığa kurban gittiğini, suçlu olmadığının anlaşıldığını ifade etmişlerdir (Ebül‘ulâ Mardin, II-III, 970). Dört yıl görev alamadı. 1918’den sonra Dârü’l-hilâfeti’l-aliyye Medresesi kısm-ı âlî tefsîr-i şerîf ve Medresetü’l-kudât’ta hikmet-i teşrîiyye müderrisliğine tayin edildi. 1 Ocak 1919’da da İbtidâ-i Dâhil Medresesi umum müdürlüğü idarî görevine getirildi.

19 Şubat 1919’da Mustafa Sabri Efendi’nin başkanlığında kurulan Müderrisîn Cemiyeti’nin ikinci başkanlığına tayin edildi. Cemiyet, 24 Kasım 1919’da genel kurul toplantısında alınan karar gereğince Teâlî-i İslâm Cemiyeti adını aldı ve Mustafa Sabri Efendi’nin şeyhülislâmlık makamına tayini üzerine başkanlığa Âtıf Efendi getirildi. Cemiyet, ilk olarak İzmir’in Yunanlılar tarafından işgalini protesto eden bir beyannâme yayımladı. İskilipli, işgal kuvvetlerine ve yeni bir tehlike olarak ortaya çıkan Bolşevizm’e karşı olan beyannâmelere de imza attı. Anadolu’nun çeşitli merkezlerinde şubeleri açılan Teâlî-i İslâm Cemiyeti pek çok kitap bastırarak dağıttı ve köylü çocuklarının bilgilendirilmelerine öncülük etti, ayrıca bir ilmihal ile İslâm tarihi kitabı hazırlattı.

1922 yılı Ramazanında huzur derslerine muhatap olarak katılan Âtıf Efendi, Alemdar ve Mahfil gibi gazete ve dergilerde yazılar yazdı. Cenab Şahabeddin, Ömer Rıza (Doğrul) ve Süleyman Nazif ile itikadî ve fıkhî konularda kalem münakaşalarına girişti. Bu arada İstiklâl Savaşı’nda işgal güçlerine karşı mücadele verdi.

1924’te yazıp Maarif Vekâleti’nin ruhsatı ile bastırdığı Frenk Mukallidliği ve Şapka adlı risâlesi yüzünden şapka kanununa muhalefetten dolayı 7 Aralık 1925’te tutuklandı ve Ankara İstiklâl Mahkemesi tarafından Giresun’a sevkedildi. Ankara İstiklâl Mahkemesi Of, Erzurum, Rize vb. yörelerdeki şapka kanununa aykırı hareketlerle ilgisi olup olmadığını araştırdı. Söz konusu eserini, ilgili kanunun çıkmasından yaklaşık bir buçuk yıl önce yazmış olması ve suçunun sabit görülmemesi üzerine berat ettiyse de serbest bırakılmayarak İstanbul’a getirildi, oradan da tekrar Ankara’ya gönderildi. 1926 yılı başlarından itibaren Ankara İstiklâl Mahkemesi tarafından tutuklu olarak yargılandı. Savcı Necip Ali’nin (Küçüka) iddia makamı olarak istediği üç yıllık kürek cezasına karşılık mahkeme heyetince idama mahkûm edildi. 4 Şubat 1926’da Ankara’da eski meclis binası yakınlarındaki Karaoğlan Çarşısı’nda Babaeski müftüsü Ali Rızâ Efendi ile beraber idam edildi (ayrıca bk. İSTİKLÂL MAHKEMELERİ).

Başlıca eserleri şunlardır: Nazar-ı Şerîatte Kuvve-i Berriyye ve Bahriyye’nin Ehemmiyet ve Vücûbu (İstanbul 1326); Muînü’t-talebe (İstanbul 1326); Medeniyyet-i Şer‘iyye ve Terakkiyât-ı Dîniyye (İstanbul 1329; Şeriat Medeniyyeti, s.nşr. Sadık Albayrak, İstanbul 1975); Mir’âtü’l-İslâm (İstanbul 1332); İslâm Yolu (İstanbul 1338; Yeni İlmihal: İslam Yolu, s.nşr. S. Hüküm, İstanbul 1991); Tesettür-i Şer‘î (İstanbul 1339); İslâm Çığırı (İstanbul 1339); Dîn-i İslâm’da Men‘-i Müskirât (İstanbul 1340); Frenk Mukallidliği ve Şapka (İstanbul 1340; s.nşr. Ömer Faruk, İstanbul 1994). Frenk Mukallidliği ve Şapka, Dîn-i İslâm’da Men‘-i Müskirât ve Mir’âtü’l-İslâm adlı eserleriyle Sebîlürreşad, Beyânü’l-Hak, Mahfil ve Alemdar’da çıkan bazı yazıları bir araya getirilerek Frenk Mukallitliği ve İslam adıyla Sadık Albayrak tarafından yayımlanmıştır (İstanbul 1976). Ayrıca Frenk Mukallidliği ve Şapka’nın dışındaki bütün eserleri ve yazıları İskilipli Âtıf Hoca Nasıl İdam Edildi? (İskilipli Atıf Efendi ve Tüm Eserleri; haz. Sadık Hocaoğlu, İstanbul, ts.) ve yazma halindeki Mültekā tercümesi İslâm Fıkhı altında yeni harflerle neşredilmiştir (I-VI, haz. Mümtaz Habip Güven – Abdullah Sivridağ, İstanbul 1994).

BİBLİYOGRAFYA
İlmiyye Salnâmesi, İstanbul 1334, s. 130, 175; Ankara İstiklâl Mahkemesi Zabıtları-1926 (haz. Ahmed Nedim), İstanbul 1993, s. 109-115; Ebül‘ulâ Mardin, Huzur Dersleri, İstanbul 1966, II-III, 969-976; Sadık Albayrak, Son Devir Osmanlı Uleması, İstanbul 1980, III, 114-115; Ergün Aybars, İstiklâl Mahkemeleri, Ankara 1982, s. 318-319; İsmail Kara, Türkiye’de İslâmcılık Düşüncesi, İstanbul 1986, II, 382-383, 385-386; a.mlf., “Mehmed Atıf Efendi (İskilipli)”, TDEA, VI, 199; Tâhirülmevlevî, Matbuat Alemindeki Hayatım ve İstiklal Mahkemeleri (haz. Sadık Albayrak), İstanbul 1990, s. 63, 67-70, 176, 192, 194, 204, 211-214, 220-223, 225, 284-285, 298 vd., 321-322; A. Turan Alkan, İstiklâl Mahkemeleri, İstanbul 1993, s. 81-82

Abdulkadir Çelebioğlu

Dipnot
1 – Bediüzzaman Said Nursi, Şualar, s. 209
2 – Bkz. Elli Yılın Tutanağı, Muzaffer Gökman S: 39-42
3- TDV İslâm Ansiklopedisi, c. 22., s. 583-584

Risale-i Nur eserlerinde geçen cümleler üzerine . .

“Hülâsa: Yol ikidir. Ya sükûttur. Çünkü söylenilen her sözün doğru olması lâzımdır. Veya sıdktır. Çünkü İslâmiyet’in esası sıdktır. İmanın hâssası sıdktır. Bütün kemalâta îsal edici sıdktır. Ahlâk-ı âliyenin hayatı sıdktır. Terakkiyatın mihveri sıdktır. Âlem-i İslâm’ın nizamı sıdktır. Nev-i beşeri kâbe-i kemalâta îsal eden sıdktır. Ashab-ı Kiram’ı bütün insanlara tefevvuk ettiren sıdktır. Muhammed-i Hâşimî’yi (aleyhisselâm) meratib-i beşeriyenin en yükseğine çıkaran sıdktır.” cümlesine dair…

Bediüzzaman Hazretleri’nin “sıdk”ın önemine dikkat çektiği bir sözünde şöyle der;

Hülâsa: Yol ikidir. Ya sükûttur. Çünkü söylenilen her sözün doğru olması lâzımdır. Veya sıdktır. Çünkü İslâmiyet’in esası sıdktır. İmanın hâssası sıdktır. Bütün kemalâta îsal edici sıdktır. Ahlâk-ı âliyenin hayatı sıdktır. Terakkiyatın mihveri sıdktır. Âlem-i İslâm’ın nizamı sıdktır. Nev-i beşeri kâbe-i kemalâta îsal eden sıdktır. Ashab-ı Kiram’ı bütün insanlara tefevvuk ettiren sıdktır. Muhammed-i Hâşimî’yi (aleyhisselâm) meratib-i beşeriyenin en yükseğine çıkaran sıdktır.” (1)

Resulullah Aleyhissalâtu Vesselâm Efendimiz buyuruyor ki; “Allah’a ve ahiret gününe inanan kimse ya hayır koşuşsun ya da sussun.” (2)

Bu hadis tam da “Yol ikidir. Ya sükûttur. Çünkü söylenilen her sözün doğru olması lâzımdır. Veya sıdktır.” cümlesi ile birebir örtüşüyor.

Bu ve buna benzer yüzlerce örnek vermek mümkündür. Biz sadece bir örnek ile yetiniyoruz. Buradan da anlaşılacağı üzere Risale-i Nur eserlerindeki cümleler bir çok âyetin tefsiri ve hadislerin şerhi manasındadır.

Konuyla ilgili hakikatli bir vakıa ise şöyledir;

Büyük âlimlerden Süfyan bin Uyeyne, bir gün bakar ki, adamın biri oturmuş bir meclise, yanına toplamış insanları, onun bunun gıybetini yapıp duruyor. Süfyan bin Uyeyne sorar:

-“Hiç doğuda kâfirlerle cihad ettin mi?”

Adam: “Hayır!” der.

-“Peki, hiç batıda kâfirlerle cihad ettin mi?”

Adam yine: “Hayır!” der.

Bunun üzerine İmam Süfyan bin Uyeyne der ki:

-“Desene, doğudaki ve batıdaki bütün kâfirler senin elinden emin. Bari biraz sus da, müminler de senin dilinden emin olsunlar.”

Son olarak diyeceğimiz şudur ki; Risale-i Nur eserlerinde geçen cümleler üzerine daha çok çalışmalar yapılmalı ve müdakkik okumalar yapılmalıdır.

Abdulkadir Çelebioğlu

Dipnotlar
1 – Bediüzzaman Said Nursi, İşârât-ül İ’caz, s. 100
2 – Tirmizi, Kıyamet 51, (2502); Buhâri, Edeb, 31

www.NurNet.org

Soru-Cevaplar – 1

Soru

“Bizde gayet meşhur ve sözü hüccet bir zat-ı muhakkik Kürtçe demiş ki:

ژ۪ى شَرِّ صَحَابَانْ مَكَه قَالُ و ق۪يلْ لَوْرَا جَنَّت۪ينَه قَاتِلُ و هَمْ قَت۪يلْ

Yani sahabelerin muharebesinde kıyl ü kàl etme. Çünkü hem kàtil ve hem maktûl ikisi de ehl-i cennettirler.” ifadelerinde geçen “gayet meşhur ve sözü hüccet bir zat-ı muhakkik” kimdir? Hakkında bilgi verebilir misiniz?

Cevap

Bediüzzaman Hazretleri şöyle demiştir;
“Bizde gayet meşhur ve sözü hüccet bir zat-ı muhakkik Kürtçe demiş ki:

ژ۪ى شَرِّ صَحَابَانْ مَكَه قَالُ و ق۪يلْ لَوْرَا جَنَّت۪ينَه قَاتِلُ و هَمْ قَت۪يلْ

Yani sahabelerin muharebesinde kıyl ü kàl etme. Çünkü hem kàtil ve hem maktûl ikisi de ehl-i cennettirler.” (1)

Bu ifadelerde geçen “gayet meşhur ve sözü hüccet bir zat-ı muhakkik”, Mela Xelile Seerdi’dir. (Molla Halil Siirdi olarak da geçer.) Bu ifadeleriyle zaman-ı fitne-i ashab’dan bahis açılmaması gerektiğini belirten Üstadımız Bediüzzaman Hazretleri, bu konuyla ilgili Mela Xelile Seerdi’nin bir beytini alması çok manidardır. Ve konuyla ilgili “kıyl u kal” yani dedikodu edilmemesi gerektiğine işaret edilmektedir.

Cümlede geçen Kürdçe ibarenin okunuşu şu şekildedir;
“Ji şerre seheban meke qal u qil,
Lewra cennetine qatil u hem qetil”

MOLLA HALİL SİİRDÎ (2)
(1754-1843)

Bitlis’in Hizan ilçesinin Kulpik (Süttaşı) köyünde dünyaya geldi. Nesebi Hz. Ömer’e dayandığı için Ömerî, doğum yerine nisbetle Hizânî, hayatının büyük bölümünü geçirdiği şehre nisbetle de Siirdî olarak anılmıştır. İlk dinî bilgileri aldığı babası Hüseyin b. Hâlid ilmiyle şöhret bulmuş Şâfiî bir aileye mensuptu. Çocukluğunda Erzurumlu İbrâhim Hakkı’nın duasına mazhar olduğu nakledilir (Osmanlı Müellifleri, II, 37). Öğrenimini Doğu Anadolu bölgesindeki değişik medreselerde sürdürerek icâzet alan Molla Halil’in hocaları arasında Hüseyin el-Karasevî, Yahyâ el-Mervezî ve İmâdiye müftüsü Molla Mahmud zikredilir. XIX. yüzyıl başlarında Hizan’daki Meydan Medresesi’nde müderrisliğe başladı. Burada yaklaşık on yıl İslâmî ilimleri okuttuktan sonra babasının arzusuyla Siirt’e yerleşti ve Fahriye Medresesi’nde otuz yıl kadar hocalık yaptı, ayrıca ders kitapları telif etti. Bu arada başta kendi oğulları Mahmud, Abdullah ve Mustafa olmak üzere birçok âlim yetiştirdi. Tasavvufla da ilgilenen Molla Halil, Kādirî tarikatına mensup Seyyid Ahmed er-Reşîdî’ye bağlandı. Ancak vaktinin büyük kısmını ders vermeye ayırdığı için tasavvufun pratikleriyle fazla meşgul olamadı. Siirt’te vefat etti, kabri şehrin doğusundaki tepenin üzerinde bulunmaktadır.

Eserleri. Molla Halil’in eserleri çoğunlukla yazma halinde olup nüshaları yöredeki şahsî kütüphanelerde muhafaza edilmektedir. 1. Żiyâʾü ḳalbi’l-ʿarûf fi’t-tecvîd ve’r-resm ve ferşi’l-ḥurûf. Manzum bir risâledir. 2. Şerḥ ʿalâ manẓûmeti’ş-Şâṭıbî fi’t-tecvîd. Şâtıbî’nin Ḥırzü’l-emânî adlı eserine yazdığı hacimli bir şerhtir. 3. Baṣîretü’l-ḳulûb fî kelâmi ʿallâmi’l-ġuyûb. Mukaddimesinde bu isimle zikredildiği halde biyografisine yer veren kaynakların çoğu eseri Tebṣıratü’l-ḳulûb adıyla kaydetmektedir. Dirayet metoduyla yazılan kısa bir tefsir olup âyetlerin yorumunda önemli açıklamalar içermektedir. 4. Uṣûlü’l-ḥadîs̱. İbn Hacer el-Askalânî’nin Nüzhetü’n-naẓar adlı eserinin muhtasarıdır. 5. Maḥṣûlü’l-mevâhibi’l-eḥadiyye fi’l-ḫaṣâʾiṣ ve’ş-şemâʾili’l-Aḥmediyye. Hz. Peygamber’in şemâilini yetmiş dört bölüm halinde ele alan eser 136 varaktan oluşmaktadır. 6. Teʾsîsü ḳavâʿidi’l-ʿaḳāʾid ʿalâ mâ seneḫa min ehli’ẓ-ẓâhir ve’l-bâṭın mine’l-ʿavâʾid. Sa‘deddin et-Teftâzânî’nin Şerḥu’l-ʿAḳāʾid’inin yerine okutulmak üzere hazırlanan eserin girişinde itikadî mezhepler hakkında genel bilgi verilmektedir. 7. Nehcü’l-enâm fi’l-ʿaḳāʾid. Molla Halil’in en tanınmış eseri olup akaid ve ilmihal konularının ele alındığı Kürtçe manzum bir risâledir. Medrese eğitimine yeni başlayan öğrenciler için hazırlanan eser ilk olarak Mustafa Halim’in hattıyla tıpkıbasım halinde yayımlanmış (baskı yeri yok, 1337 [Matbaa-i Evkāf-i İslâmiyye ve Askeriyye]), ardından Muhammed Ramazan tarafından basılmış (Dımaşk 1957), ayrıca Ahmed Hilmi el-Kûğī eseri Rehber-i ʿAvâm adıyla yine Kürtçe olarak şerhetmiştir (baskı yeri ve tarihi yok). Müellifi tarafından kitabın Arapça bir versiyonunun da yazıldığı kaydedilmektedir. 8. Muḫtaṣaru Şerḥi’ṣ-ṣudûr bi-şerḥi ḥâli’l-mevtâ ve’l-ḳubûr. Süyûtî’ye ait eserin özetidir. 9. Mülaḫḫaṣü’l-ḳavâṭıʿ ve’z-zevâcir. Büyük ve küçük günahlarla ilgili rivayet ve görüşleri nakletmektedir. 10. Uṣûlü fıḳhi’ş-Şâfiʿî. 11. Risâle ṣaġīre fi’l-maʿfüvvât. Namaza engel teşkil etmeyen hafif necâsetler hakkındadır. Risâleye Molla Hüseyin el-Cezerî tarafından Fetḥu’l-celîl adıyla bir şerh yazılmıştır. 12. Zübdetü mâ fî Fetâva’l-ḥadîs̱. İbn Hacer el-Heytemî’nin el-Fetâva’l-ḥadîs̱iyye adlı eserinin özetidir. 13. el-Kâfiyetü’l-kübrâ fi’n-naḥv. İbn Hâcib’in el-Kâfiye’sinin yerine okutulmak üzere yazılan eserde konular daha geniş bir şekilde ele alınmıştır. 14. el-Ḳāmûsü’s̱-s̱ânî fi’n-naḥv ve’ṣ-ṣarf ve’l-meʿânî. 380 varaklık bir eser olup nahiv kısmı bir önceki çalışmanın şerhi niteliğindedir. 15. el-Manẓûmetü’z-zümürridiyye. Hatîb el-Kazvînî’nin Telḫîṣü’l-Miftâḥ adlı eserinin manzum hale getirilmiş şeklidir. 16. Risâle fi’l-mecâz ve’l-istiʿâre. 17. Risâle fi’l-vażʿ. 18. Risâle fî ʿilmi’l-manṭıḳ. Îsâġūcî şerhi türünde olan eser, Sadrettin Yüksel tarafından Kitâbü Îsâġūcî fi’l-manṭıḳ adıyla ve notlar ilâvesiyle yayımlanmıştır (İstanbul, ts.). 19. Risâle manẓûme fî ʿilmi âdâbi’l-baḥs̱ ve’l-münâẓara. 20. Minhâcü’s-sünneti’s-seniyye fî âdâbi sülûki’ṣ-ṣûfiyye. 1000 beyit kadar olan eserde tasavvuf ehlinin uygulamaları ve bunların sünnete uygunluğu üzerinde durulmaktadır. 21. Nebẕetü mevâhibi’l-ledünniye fi’ş-şaṭaḥât ve’l-vaḥdeti’ẕ-ẕâtiyye. Molla Halil’in ayrıca Şerḥu Ḳaṣîdeti’l-Hemziyye ve talebelere öğütlerini içeren Ezhârü’l-ġuṣûn min maḳūlâti erbâbi’l-fünûn adlı eserleriyle manzum bir Mevlid’i kaynaklarda zikredilmektedir.

BİBLİYOGRAFYA
Osmanlı Müellifleri, II, 37; Ömer Atalay, Siirt Tarihi, İstanbul 1946, s. 112; Hediyyetü’l-ʿârifîn, I, 357; Kehhâle, Muʿcemü’l-müʾellifîn, I, 683; Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük Tefsir Tarihi, İstanbul 1974, II, 741; Ziriklî, el-Aʿlâm (Fethullah), II, 317; Ömer Pakiş, Molla Halil es-Si’irdî ve Tefsirdeki Metodu (yüksek lisans tezi, 1996), MÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, s. 6-36; Bursalı Mehmed Tâhir, “Terâcîm-i Ahvâl: Molla Halil es-Siirdî”, SM, V/127 (1326), s. 377.

Abdulkadir Çelebioğlu

Dipnotlar
1 – Bediüzzaman Said Nursi, Mektubat, s. 59-60
2 – TDV İslâm Ansiklopedisi’nin c. 30, s. 250-251

www.NurNet.org