Etiket arşivi: abdulkadir haktanır

Müslümanda Çocuk Terbiyesinin Değeri

Muhterem Kardeşlerim! Bugün Müslüman anne ve babanın en mühim ve en zor işi çocuk terbiyesidir. Bugün ebeveynler çocuğun dünyalığını ihmal etmiyorlar. Fakat ne yazık ki o yetmiyor, çünkü önümüzde sonu olmayan bir hayat var ki: o dünya hayatından çok daha mühimdir. Yani, o ahiret hayatıdır. O sonsuzluk üç sonuçla neticelenir. Ya ebedi cennette mutlu yaşamakla. Veya Allah korusun ,  ebedi cehennem ateşinde azab çekmekle. Veya günahlarını temizleyinceye kada cehennemde azap çeker sonra kurtulur.

Evet, Kur’anda Allahın emirlerine karşı mükellefiyet bölük çağından, yani 14-15 yaşından başlar. O zaruri mükellefiyetin başlangıç tarihini Peygamberimiz a.s.m. halletmiştir. Aleyhissatu vesselam: ” Evlatlarınız yedi yaşına baliğ oldukları zaman, onlara  namaz kılmalarını emrediniz. (sözünüzü dinlemeyip namaz kılmazlarsa)On yaşında oldukları zaman, çocuğunuza korkutucu metot kullanınız.” Çocuk yedi yaşındayken namaz kılması için, Kur’an ve namazla ilgili bilgileri çocuğa vermek için 5-6 yaşından başlamak lazımdır.

Yavrunun yaşı biraz ilerledi mi, yemek yemeden başlayarak İslamiyet’le ilgi bilgileri vermek için, anne baba  çocuğa karşi hazır duracaklar. Sofraya otururken: Evladım bak Peygamberimiz (a.s.m.) sofraya şöyle oturmuştur. Yemeğe başlamadan önce Besmele çekmiştir. Sofradan karnını tıka basa doldurmadan kalkmıştır. Yemek esnasında, basit ve ölü topraktan o lezzetli nimetleri yaradan Allah’ın  yüce kudretini düşünmüştür. Sofradan kalkarken Elhamdülillah diyerek kalkmıştır. Bize de öyle yapmamızı emretmiştir. Sen de bunları sakın unutma diyerek, çocuklara  bunlara alıştırmalıyız. Bu anne baba evlatları ile eğlenerek eğitme metodunu seçecekler, bu metot daha te’sirli olur. Okula götürürken okulun birinci talebesi olması için gayret gösterirler. Çocuk okuldan eve gelince, hem okuldaki derslerini çalışmasına yardımcı olurlar, hem de Kur’an Kerim, İlmihal ve imana ait bilgilerden de mahrum kalmaması için gayret göstermeleri icab eder. Kur’an ve diğer bilgileri kendileri bilirlerse bildiklerinin tamamını, çocuğa da öğretmeyi ihmal etmemeleri lazım. Eğer bilmezlerse  bilen birini bularak, öğretmesi için ona götürmeleri icab eder.

Anne babanın en çok sevdikleri varlık olan evlatlarına, iman esaslarına ait meseleleri öğretip, yavrunun inancı kuvvetleşmesi için, Kur’anın zamanımıza bakan tefsirlerinden hisse alması icap ettiğini bilmeleri icab eder. Bu zamanda Risale-i Nur eserleri bu vazifeyi yaptığını unutmamalıyız. Onları çocuğuna da  okutup anlamasını sağlamaya çalışırlar. Onun gibi genç ve temiz arkadaşlar ile görüşüp tanışması için, çocuğu sıkmadan ara sıra Risale-i Nurların okunduğu yerlere götürürler. Hatta çocuğun yaşı ilerlerken okulda kendisine aşılanan tabiatçılık fikri karşısında, çocuğun kafasından o boş teorileri silmek için azami gayret göstermeleri icab eder.

Ondan sonra bu çocuk bütün hayatındaki hal ve hareketlerinde anne ve babasının emirlerine uymaya gayret eder. Ömrünün tamamını Allah’ın rızası dairesinde geçirmesi için çalışır, gayret eder. Arkadaş mı edinecek? Anne ve babasının hoşlarına gidecek kimselerle arkadaş olur. Yirmi yaşına kadar o tehlikeli devreyi geçirinceye kadar çok takip ederler, baskıyla değil, çocuğu hiç sıkmadan, teşvik mahiyetinde ara sıra çocuğun hoşuna giden şeyleri hediye alarak sevindirirler. Çocuğun kalbini kırmadan, günlünü hoş tutarak eğitmeye çalışırlar. Bazen dindar arkadaşlarla gezi ve piknik gibi futbol oynama ve eğlenme programları tertip etmek sureti ile oğlunun zamanını değerlendirmeye çalışırlar. Bu anne babanın evladı, bundan sonra kötü arkadaşlara aldanma tehlikesini atlatmıştır.

İşte yirmi yaşına kadar, sağlam takip altında geçen bu çocuğun hayatı sabitleşerek, bundan sonra ahlaksız olmaya fırsat bulamaz. Âilesinden kafasına alıp kalbine damlayan sağlam imandan gelen bu güzel ahlakla bu kardeş, olgun bir adam gibi  ibadetlerini yapar. Bundan sonra başkasının ikaz ve ihtarına hiç ihtiyaç duymadan namazlarını kılar. Diğer ibadetlerini de yapmaya çalışırken, günahlı hallerden sakınmağa  çok dikkatli olur.

Bu anne baba  evlatlarına da kendi teri ile rızkını çıkarması için ya bir okul bitirmeye, veya bir meslek sahibi yapmaya gayret ederler. Bu veliler yavrularına karşı bu görevi noksansız yerine getirmek için, daha önceden tedbirli olurlar.  Nihayet bunların bu erkek evladı evlenme yaşına gelince, din ile dünyaya ait eğitim ve terbiyesini sağlam aldığı için, tecrübelerinden istifade etmek için, anne babası ile meşveret eder ve onların reyini aldıktan sonra mutlu bir yuva kurmaya karar verir.

Bu titizlikle kurulan bir âile yuvasından, hem gelin hanım memnun olur, hem de hanımın anne ve babası, damattan  memnun olurlar. Hem de oğlanın ailesi, oğlan ve gelinden memnun kalır. Yukarıdaki tarifimizden İslam kültürünü sağlam alan  anne ile baba, oğlanı yetiştirmeye bu kadar hassas davrandıklarını görünce, elbette siz de anlayacaksınız ki, kız evlatlarına karşı  çok daha hassas davranmaları icap edecektir. Çünkü hanım kızlarda, iffet, şeref, haysiyet ve namus meselesi söz konusudur. Âileye Allah tarafında hediye edilen o kız evlatlarını çok hassas yetiştirecekler. Onu din ile dünya bilgilerini bilen bir hanım kız yetiştirmek sureti ile, dindar bir efendi ile evlenmeye denk olması için çok gayret ederler. Böylece bu anne baba, kızın dünya hayatında mes’ud olması için bu kadar gayret ettikten sonra Allah’ın izni ile bu kız yolunu şaşırmaz. İşte, bu hanım kız ahirette cennetteki huri kızlarından daha güzel, ve o ebedi hayatta daha mesut ve bahtiyar olma ümidi ile yaşar. Bu hanım kıza bu şansı, şuurlu anne babanın şerefli bir kız evladına sahip olma gayreti Allah tarafından verilmiştir.

Böyle terbiye alan bu evlatlar, (ister kız ister erkek olsun)  günahlardan kaçma ve namaz kılma gibi Allaha karşı mühim vazifeleri, başka arkadaşlarına da örnek olurlar. Onlarda namaz ve diğer ibadetlerin ehemmiyetini bunlardan öğrenirler. Bu örnek kız gibi sağlam imanlı birer Müslüman olmaları için onlarda gayret göstererek, onlara da sevap kazandırırlar. Çünkü o örnek hanım kız aldığı kültürden öyle ikna olmuştur  ki, ibadetsiz yaşayan adam öbür alemde, iki büyük zararla karşı karşıya kalacaktır. Bundan ötürü bu evlat, ibadeti ifa etme ehemmiyeti üzere çok hassas davranır.

O zararlardan bir tanesi cennet gibi tadı ve lezzeti görülmemiş ve sonsuz bir mutluluk elinden gider. Diğer zarar ise, insanın o nazik vücudunu cehennem gibi acı bir azapta yakma tehlikesi ile karşı karşıya kalmaktır. Zararlara uğrama sebebi de insanın o isyan ve ibadetsiz hayatından başka değildir.

Allah bize evlatlarımızı cehenneme birer  odun parçası yapmaktan muhafaza buyursun Amin!…

Abdülkadir HAKTANIR

www.NurNet.org

Hayata Yön Vermesi Gereken Bazı İşaretler

Gürültü ve patırtının ortasında sükunetle dolaş; sessizliğin içinde huzur bulunduğunu unutma. Başka türlü davranmak açıkça gerekmedikçe herkesle dost olmaya çalış. Sana bir kötülük yapıldığında, verebileceğin en iyi karşılık unutmak olsun. Bağışla ve unut. Ama kimseye teslim olma. İçten ol; telaşsız kısa ve açık seçik konuş.. Başkalarına da kulak ver. Aptal ve cahil oldukları zaman bile : çünkü dünyada herkesin bir hikayesi vardır.

Yalnız planlarının değil, başarılarının da tadını çıkarmaya  çalış. Ne kadar küçük olursa olsun, işinle ilgilen. Hayattaki dayanağın odur. Seveceğin bir iş seçersen, yaşamında bir an bile çalışmış ve yorulmuş olmazsın. İşini öyle bir seveceksin ki, başarılarının bedenini ve yüreğini güçlendirirken, verdiklerin zahmetler sana  yepyeni hayatlar başlatmış olacaksın.

Olduğun gibi görün ve göründüğün gibi ol. Sevmediğin zaman sever gibi yapma. Çevrene önerilerde bulun ama hükmetme. İnsanları kötülersen onları sevmeye zaman kalmaz. Ve unutma ki insanlığın yüzyıllardır öğrendikleri, sonsuz uzunlukta bir kumsaldaki tek bir kum  taneciğinden daha fazla değildir.

Sevgiye burun kıvırma sakın; onu küçümsersen, sende besinsiz kalır, küçülürsün. O yoğun sevgi, çöl ortasındaki yemyeşil bir bahçe gibidir. O bahçeye layık bir bahçıvan olmak için her bitkinin sürekli bakıma  ihtiyacı olduğunu unutma.

Kaybetmeyi ahlaksız bir kazanca tercih et. İlkinin acısı bir gün, ötekinin vicdan azabı bir ömür boyu sürer. Bazı idealler o kadar değerlidir ki, o yolda mağlup olman bile zafer sayılır. Bu dünyada  bırakacağın  en  büyük miras güzel ahlak ve dürüstlüktür.

Yılların rüzgar gibi geçmesine  öfkelenme; gençliğe yakışan tutkuları gülümseyerek teslim et geçmişe. Yapamayacağın etkinliklerin yapabileceklerini engellemesine izin verme.

Rüzgarın yönünü değiştiremediğin zaman, yelkenlerini rüzgara göre ayarla; insanlara göre değil. Çünkü dünya, senin karşılaştığın fırtınalarla değil, gemiyi limana getirip getiremediğinle ilgilenir. Ara sıra isyana yönelecek olsan da  hatırla ki, kaderin yapacağını mahkum etmek imkansızdır. Onun için kavgalarını sürdürürken  bile kendinle barış içinde ol.

Hatırlar mısın doğduğun zamanları; sen ağlarken herkes sevinçten gülüyordu. Öyle bir ömür yaşa ki, öldüğün zaman herkes ağlasın, sen dünya Allahın dediğini yapmaya çalıştığın için yaşadığına mutlulukla gülümse. Sabırlı ol, mutlu ol, olgun ol. Eninde sonunda bütün servetin hayatında. Sen aklını mı yoksa senin düşmanların olan, nefsini mi, şeytanı mı veya iki ayaklı şeytanların menfi huzuzatlarına uymakla mı geçti ? Öz benliğinle görmeye çalış ki, hayatta aldanmalarına rağmen, dünya yine de güzeldir. Akifin dediği çok doğrudur: Bu dünya fanidir, fanidır amma bir cihetçe cavidanidir.

Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.org

Peygamberimizin Ahlakından Hilm

Âl-i İmran Sûresinin 159. âyetinde, “Allah’ın bir rahmet eseridir ki, sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer huysuz ve katı kalpli birisi olsaydın muhakkak onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi” buyurmaktadır.

Peygamberimiz şahsına yapılan kötülüklerden dolayı hiçbir şekilde intikam almayı düşünmemiştir. Ayrıca o, insanların en az kızanı, en çabuk razı olanı va bağışlayanı idi.

Allah’ın emirlerini insanlara anlatmaya çalıştığı sırada, Kureyş müşrikleri ona her türlü hakarette bulunuyordu. Onunla alay ediyor, ölüm tehdidinde bulunuyor, geçtiği yollara çalı-çırpı dikenler seriyor, üzerine pislik atıyor, boynuna kement atarak sürüklemeye çalışıyorlardı. Bununla da kalmayıp, ona sihirbaz, büyücü, kâhin, şair diyorlar; öfkelendirip kızdırmak için her türlü yola başvuruyorlardı. Fakat o, kendisine yapılan bütün bu hakaretlere tahammül ediyor, kızmıyordu.

Aslında kim olursa olsun, hakarete uğrayan insan muhakkak kızar, öfkelenir, tepki gösterir, karşılık vermeye çalışır. Ancak bunların hiçbirini Peygamberimizde görmek mümkün değildi. O gayet sakin, engin ve sabırlı ve tahammüllü idi. Üzerine aldığı görevi, İlahî daveti sağ salim, sağlıklı biçimde yerine getirmeye çalışıyordu. Kendisine yapılan eziyetlere karşılık vermeyişi de bundan dolayı idi.

Peygamberimiz Mekke’de kurulan Zülmecaz Panayırında insanlara İslâmı anlatırken o sırada kendisini dinlemiş olan birisi şöyle anlatıyor:

“Hz. Muhammed (a.s.m) Allah’ın bir olduğunu, Ona inananların kurtulacaklarını ilan ediyordu. Ebû Cehil de onun üzerine toprak atıyor, ‘Ey insanlar, bu adamı dinlemeyin, sizi dininizden vazgeçirmeye çalışıyor. Sizi putlarımız olan Lât ve Uzza’dan uzak tutmak istiyor’ diye yaygara yapıyordu. Peygamberimiz a.s.m ise bu tahriklere hiç aldırmıyor, bir kere olsun dönüp Ebû Cehil’-in yüzüne bile bakmıyordu. O kendi görevini yapmaya çalışıyordu.”

Yine bir gün Peygamberimiz, Sahabîlerden hasta olan Sa’d bin Ubade’yi ziyarete gidiyordu. Yolda münafıkların elebaşlarından Abdullah bin Ubey’in de bulunduğu bir topluluğa rast geldi.

Orada bir müddet durdu. İbni Ubey Peygamberimize sataşmaya başladı. Ve küstahça, “Dikkat etsene adam, hayvanın yerden toz kaldırıyor, buradan uzaklaş, hayvanın bizi rahatsız ediyor” diyerek ileri geri konuşmaya durdu.

Peygamberimiz oradakilere selâm verdikten sonra bazı şeyler anlattı.

İbni Ubey, halkın Peygamberimizi dinlediğini görünce iyice çığırdan çıktı ve; “Bize Müslümanlıktan bahsedip durma, sana gelen olursa ona istediğini anlatırsın” diyerek, hakarete varan sözler sarf etmeye başladı. Fakat Peygamberimiz a.s.m. onun terbiyesizliğine bir karşılık vermiyor, anlatmaya devam ediyordu.

Buna karşılık büyük şair Abdullah bin Revaha ayağa kalktı:

“Ya Resulallah” dedi, “buraya her zaman geliniz, bize konuşma yapınız, sizi çok seviyoruz” diye sevincini dile getirdi.

Bu sırada Müslümanlarla münafıklar arasında tartışma başladı. Kavga edecek duruma geldiler. Çok sakin davranan ve hiç öfkelenmeyen Peygamberimiz, a.s.m. onları yatıştırdı ve daha sonra oradan ayrıldı ve yoluna devam etti.

Yahudiler millet olarak Peygamberimizin a.s.m. amansız düşmanıydı. Kinci, kıskanç, açgözlü, dünya düşkünü bir karakter taşıyorlardı. Ayrıca Yahudiler Araplardan ayrı olarak eğitime, bilgiye ve okumaya önem veriyorlardı. Bunun için bütün üstünlüklere kendileri sahip olmalıydı. En zengin insan, en bilgili, en etkili insan kendi içlerinden çıkmıştı.

Âhirzaman Peygamberinin aralarından çıkmasını bekliyorlardı. Ne zaman ki, Peygamberimiz, a.s.m. peygamber olarak sesini duyurmaya başladı, Yahudilerdeki kıskançlık ve düşmanlık ayyuka çıktı. Peygamberimize a.s.m. en çirkin tuzağı kuruyorlar, vücudunu ortadan kaldırma yollarını deniyorlardı.

Bir defasında Yahudinin birisi Peygamberimize a.s.m. büyü yaptı. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz hastalanıp yatağa düştü. Rahatsızlığı birkaç gün sürdü. Sonunda Cebrail Aleyhisselâm geldi, durumu Peygamberimize a.s.m. haber verdi:

“Yâ Muhammed, Yahudilerden biri seni büyülemiş ve üfürüp düğümlediği ipliği falanca kuyuya atmış. Birini gönder de, onu kuyudan çıkarsın.”

Peygamber Efendimiz Hazret-i Ali’yi gönderdi, o düğümlü ipliği kuyudan çıkartıp getirtti. Düğümler açılır açılmaz Efendimiz sanki bağları çözülen bir kimse gibi oldu, rahatladı.

Bununla birlikte Peygamberimiz âhirete göçünceye kadar, bildiği halde bu durumu o Yahudinin yüzüne vurmadı.

Fakat aynı zamanda içlerinde hakperest, hakkı ve doğruyu arayanlar da vardı. Çünkü ellerindeki kitapta Peygamberimizin a.s.m. özelliklerini ve güzelliklerini anlatan epeyce işaretler ve bilgiler vardı.

Peygamberimizin a.s.m. Tevrat’ta anlatılan ve yer verilen en belli vasıflarından birisi de hilmidir. Yumuşak huyluluğuna, insanları İslama davet ederken gösterdiği tahammül ve sabra Tevrat’ta işaret ediliyordu.

Yahudi bilginleri, Peygamberimizin Tevrat’ta bulunan pekçok sıfatını bizzat gözleriyle görüp tanımışlardı. Bazıları ise hâlâ araştırmaya devam ediyordu. Peygamberimizin a.s.m. Tevrat’ta anlatılan bütün sıfatlarını görecekler, ondan sonra iman edeceklerdi.

Bu Yahudi bilginlerinden birisi, “Onun Tevrat’ta, övülen sıfatlarından, kendisinde görmediğim, denemediğim, hilm sıfatından başka hiçbirisi kalmamıştı” diyerek, bunu da denemek ister ve sonrasını şöyle anlatır.

“Ben kendisini alış veriş sonunda belli bir vade ile otuz dinar borçlandırmış, borcun tahsiline bir gün kala gidip, ‘Ya Muhammed, hakkımı öde. Zaten siz Abdülmuttalip oğullarının âdeti borçlarını zamanında ödemeyip, uzatıp durmaktır’ dedim.

“Bunun üzerine Ömer bana, ‘Ey pis Yahudi, vallahi, Resulullahın evinde olmasaydın, gözünü patlatırdım’ dedi.

“Resulullah (a.s.m) Ömer’e, Ey Hafs’ın babası, Allah seni bağışlasın. Biz senden, başka türlü bir davranış beklerdik. Bana, onun bende olan hakkını güzellikle ödememi söyleyecektin; ona da, alacağını tahsil ederken yardımcı olacaktın ve daha nazik davranmasını söyleyecektin’ buyurdu.

“Benim Resulullaha a.s.m. karşı cahilce, kaba ve sert davranışım, Resulullahın a.s.m. yumuşaklığını arttırmaktan başka bir şey yapmadı.

“Bana, ‘Ey Yahudi, sana borcumu yarın sabah ödeyeceğim’ buyurduktan sonra Ömer’e, ‘Ey Hafs’ın babası, onu yarın sabahleyin istediği hurma bahçesine götür, beğenirse kendisine şu kadar ver. Verirken de sana şu kadar fazla veriyorum de. Eğer bu bahçedekine razı olmazsa, falan bahçeden şu kadar ver’ buyurdu.

“Ertesi gün Ömer beni hurmasını beğendiğim bahçeye götürdü. Oradan Resulullahın a.s.m. dediği kadar hurma verdi. Emrettiği fazlalığı da ekledi.”

Yahudi, Peygamberimizdeki a.s.m. alacağını bu şekilde tahsil ettikten sonra kelime-i şehadet getirir ve Müslüman olur. Niçin Müslüman olduğunu da Hz. Ömer’e şöyle açıklar:

“Ey Ömer, biliyor musun, Resulullaha niçin böyle davrandım? Çünkü Resulullahın a.s.m. Tevrat’ta yazılı bulunan bütün özelliklerini ve ahlâkını bütünüyle onun üzerinde gördüm. Görmediğim sadece hilmi ve yumuşaklığı kalmıştı. Bugün de hilmini denedim, onu da aynen Tevrat’ta yazılı olduğu şekliyle buldum. Sen şahit ol, şu hurmayı ve servetimin yarısını fakir Müslümanlara bağışlıyorum.”

Daha sonra bu Yahudi ailesinden yaşlı bir adamın dışında herkes Müslüman oldu. Peygamberimizin a.s.m. sabrını ve yumuşaklığım sadece bir hadisede göstermesi dahi pekçok insanın iman etmesine sebep olmuştu.

Efendimiz a.s.m. kendisine karşı çıkan, gereksiz sözler eden insanları da olgunlukla karşılar, hoşgörü gösterir ve yumuşak davranırdı. Herkesin yapamayacağı, yapması mümkün olmayan güzel ahlâk örnekleri sergilerdi. Ebû Said el-Hudrî anlatıyor.

Peygamber Efendimiz, Huneyn Savaşı sonrası düşmandan kalan ganimet malları Sahabîlerine dağıtıyordu. Sahabîlerden bazılarına fazla ganimet veriyordu. Bu arada Akra bin Hâbis’le Uyeyne bin Hıns’a yüzer deve verdi.

Bunun üzerine Temim oğullarından Zül-Huveysıra adında birisi geldi ve;

“Yâ Resulallah adaletten ve hakkaniyetten ayrılma. Vallahi bu dağıtımda Allah rızası aranmamıştır” diye itiraz etti.

Peygamberimiz a.s.m.üzüldü ve şöyle cevap verdi:

“Yazıklar olsun sana, ben âdil davranmazsam, kim davranır? Eğer ben adaletli yürütmüyorsam büyük bir zarara uğramış olurum. Allah, Musa’ya rahmet eylesin. O bundan daha ağır sözlerle incitildiği halde sabretmiştir.”

Yeni Müslüman olmuş ve İslâmın yüce ahlâk esaslarını bütün varlığı ile benimseyip olgunlaşma fırsatını henüz bulamamış bedevilerin kaba ve sert davranışları olurdu. Eğitimsiz bir milletti, üstelik medeni imkânlardan mahrum bir hayât yaşıyorlardı. Birtakım olumsuzluk sergilemelerinin temeli de buydu zaten…

Bir keresinde Peygamberimiz a.s.m. Mescitte Sahabîleri ile birlikte oturmuş sohbet ediyorlardı. Bedevinin biri içeri girdi ve iki rekât namaz kıldıktan sonra ellerini açtı ve şöyle dua etti:

“Allah’ım, bana ve Muhammed’e rahmet et. Başka da kimseye rahmet etme.”

Bedevinin bu duasını duyan Peygamberimiz, a.s.m. “Çok geniş olan Allah’ın rahmetine sınır çektin” buyurarak bedevinin hatasını düzeltti.

Bedevi biraz sonra kalktı ve gitti Mescidin bir tarafına abdestini bozdu. Sahabîler onu bu halde görür görmez adamı linç etmek için ayağa kalktılar ve başına üşüştüler.

Peygamberimiz a.s.m. onlara müdahale etti ve şöyle buyurdu:

“Onu bırakınız. İşini görsün. Sonra oraya bir kova su dökersiniz. Çünkü siz kolaylaştırıcı olarak gönderildiniz, güçleştirici olarak değil.”

Sonra bedeviyi yanına çağırdı, şu dersi verdi:

“Bu mescitler ne abdest bozmak için, ne başka pislik yapmak için değildir. Buralar Allah’ı anmak, namaz kılmak ve Kur’ân okumak için yapılmıştır.”

Aslında bu olaya Sahabîlerden çok Peygamberimizin a.s.m. kızması gerekirdi. Çünkü kendi eliyle yaptırdığı ve sadece ibadet maksadıyla kullanılan Mescide birisi geliyor, büyük bir hakarette bulunuyordu. Fakat Peygamberimiz a.s.m. biliyordu ki, bedevi bu işi kasden yapmamıştı. Bilmeyerek yapmıştı. Bunun için ona kızıp bağırmak bir fayda vermezdi.

Anlayış göstermek, hoşgörülü davranmak, yumuşak davranmak, bağışlayıcı olmak, tahammüllü olmak, olumsuz davranışlarla muhatap olunca bir mana kazanır. Yoksa sıradan olaylar karşısında herkes sakin ve sabırlı olur. Peygamberimiz a.s.m. her konuda olduğu gibi, hilmi ve yumuşaklığı ile de bambaşkaydı. Hatta bir taneydi. Onun üstüne bir diğerini düşünmek mümkün değildi.

Peygamberimizin a.s.m hilim ve yumuşaklığının bir örneğini de Enes bin Mâliki anlatıyor:

“Peygamberimizle birlikte yürüyordum. Üzerinde Necran kumaşından yapılmış sert yakalı ve kaba bir hırkası vardı. Bedevinin biri koşarak geldi, Peygamberimizin a.s.m. arkasından yetişti ve cübbesini şiddetli bir şekilde çekti. Peygamberimiz a.s.m. bedevinin göğsüne doğru donuverdi birdenbire. Hırkası yırtıldı ve yakası boynunda kaldı. Peygamberimizin a.s.m. ensesine baktım, kuvvetli çekişinden dolayı sertliği orada iz bıraktı. Sonra bedevi:

“Yâ Muhammed! A.s.m. Develerimi buğdayla yükle. Çünkü sendeki mal ne senindir, ne de babanındır.”

Bedevinin yaptığı, çok kaba ve görgüsüzce bir davranıştı. Peygamberimiz a.s.m. üzüldü. Bedeviye döndü ve;

“Önce beni incittiğin için özür dile” dedi. Bedevi, “Hayır özür dilemiyorum” şeklinde karşılık verdi.

Oysa Peygamberimiz a.s.m. bedeviye bir nezaket dersi vermek istiyordu. Fakat adam hiç de oralı değildi.

Peygamberimiz, a.s.m. bedevinin kabalığına bakmayarak Sahabîlerine döndü:

“Bu adamın develerinin birine arpa, diğerine hurma yükleyin” buyurdu.

Adam sevinerek gitti. Sahabîler de Peygamberimizin a.s.m. bu güzelliğine hayran kaldılar.

Peygamberimiz a.s.m. emri altında bulunan ve hizmetini gören kimselere de son derece yumuşak davranır, onlara kızmaz, kalplerini kırmazdı. Onlar dediğini yapmasalar, ihmal de etseler, sadece yumuşakça ve nazikçe sebebini sorardı.

Uzun yıllar hizmetinde kalan Enes bin Malik, Peygamberimizin a.s.m. ahlâkını şöyle anlatıyor:

“Resulullaha (a.s.m) on sene hizmet ettim. Bana ne ‘Öf dedi, ne de yapmadığım bir iş için ‘Keşke onu yapsaydın’ ve yaptığım bir iş için de ‘Bunu niye yaptın?’ dedi.”

Hz. Enes, bir ihmalinden dolayı Peygamberimizin kendisini ikaz edişini şöyle anlatır:

“Resulullah,a.s.m. bir gün beni bir iş için bir yere gönderdi. Ben ‘Vallahi gitmem’ dedim. Halbuki içimden Resulullahın a.s.m. beni gönderdiği yere gitmek geliyordu. Dışarı çıktım, çocukların yanına uğradım, onlar sokakta oynuyorlardı. Ben de aralarına karıştım, oynamaya başladım. Derken Resulullah a.s.m. geldi, arkamdan başımı tuttu. Yüzüne baktım, gülüyordu:

“Enescik, seni gönderdiğim yere gittin mi?’ diye sordu. “Evet, gidiyorum yâ Resulallah’ dedim.”

Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.org

Namaz

Doğduğunda kulağına ezan okunur,öldüğünde ezansız namazın kılınır. Hayatın ise: ezan ve namaz arasında olan o vakit kadardır. Ne kısa değimli…!!!

Sevgli Peygamberimiz buyuruyor “Bu dünyada bir garib gibi, yada yolcu gibi ol.”

‘Biz Allah’ı (c.c) Cuma günleri mescide sığdırmaya çalışıyoruz.
Belki cuma gecesine, çok nadiren kalkılabilirse, yatağın sıcaklığından feragat edilebilirse de Sabah namazlarına…. Namaz,ı ne şartlarda ne durumda ve nerede olursa olsun kılmak lazımdır. (Karada,Havada,denizde.)Bir namazı bile bile kazaya bırakman 80 hukbe cehennemde yanacaktır. Ama hastalıklarımız, zayıflıklarımızda, normal afetlerde, kısaca zorda ve çaresiz kaldığımızda hemen etrafımızda olsun istiyoruz…. ve, hiç şüphesiz, en çok da ölümün hatırlandığı cenazelerde.

Maalesef, biz Allah’tan (c.c) bunları beklerken, Allah (c.c) için işte, oyunda, hayatımızın neredeyse tamamında yerimiz ve zamanımız yok…

Çünkü… Diğer zamanlar işlerimizi kendimiz halledebiliriz düşüncesi hayatımıza girmiş.

Ya da açıkça söylersek o zamanlar (haşa)Allah’a (c.c) ihtiyacımız yok.

Evet Müslümanlık, Allah’ın (c.c) emir ve yasaklarına itaattir. Karşılıksız alabileceğimiz en iyi hediye namazımızdır,

Hem masrafsız ve ödüller de muhteşemdir. Yer yüzü bana mescid ve temizlik sebebi kılınd. Onun için Ümmetimden kendisine namaz vakti erişen herkes namazını kılıversin…

Hz. Muhammed (a.s.v.)Kaynak:(Buhari. Ravi: Cabir bin Abdulla.)

Allah beni affetsin, ….
O’nun hayatımda ilk sırada olması gerektiğini kabul ettiğim yer ve zamanların varlığından dolayı.

Her zaman O’nun bizim için yaptıklarını daima hatırlayacak zamanlarımız olmalı. Bu mesajı idrak ettiyseniz paylaşın!!

Evet, Allah’ı (c.c) çok seviyorum. O benim var olma ve kurtulma kaynağım. Beni her gün ayakta tutuyor. O’ndan başka sığınılacak kapı olmadığını bilmek..Onsuz hiç bir şeyim yok….

Diyebiliyormusunuz? Bunun için işte size çok basit bir test.
Eğer Allah’ ı seviyorsanız ve O’nun sizin için gerçekleştirdiği muhteşem şeylerden utanmıyorsanız…. bunu arkadaşlarınıza iletin.
Bunun için zamanınız varmı? Kolay zora karşı.. Bunun için işte size çok basit bir test. Eğer Allah’ ı seviyorsanız ve O’nun sizin için gerçekleştirdiği muhteşem şeylerden utanmıyorsanız….

bunu arkadaşlarınıza iletin. Bunun için zamanınız varmı?

Kolay zora karşı.. Ne gariptir, Allah’a (c.c) inandığını söyleyip de şeytanın peşinden gitmek . Ne gariptir, fıkraları çılgınca paylaşırız, mesajlar havalarda uçuşur da iş İslamiyetle ilgili bir mesajın iletilmesine geldiğinde iki defa düşünürüz. Bu mesajı eğer birilerine gönderirseniz, adres listenizdeki herkese gönderebilecek misiniz? Yoksa ne tepki vereceğini bilmediğinizden ya da emin olmadığınızdan göndermeyecek misiniz? Allah’ın bizim için ne düşündüğünden çok insanların bizim için ne düşündüğüne önem    vermemiz lazımdır.

Namaz 1 dir. yalan söylememek, kin duymamak, iftira atmamak, güler yüzlü olmak, v.s diğer bütün meziyetler sevap olarak 1 rin yanına katsayı bakımından 0 dır.

Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.org

Sadakanın Faydalarını Bilmemiz Lazım

Sual: Sadaka nedir, sadece para vermek midir? Sadakanın faydası nedir? En iyi sadaka nedir?
CEVAP
Sadaka sadece para vermek değildir. Dinimiz verme dinidir, sevgi, merhamet, paylaşma, iyilik ve yardım etme dinidir. Üç hadis-i şerif meali şöyledir:
(Her iyilik sadakadır.) [Tirmizi]

(“Sübhanallah”, “Elhamdülillah”, “La ilahe illallah” veya “ALLAHÜ ekber” demek birer sadakadır. İyiliği tavsiye etmek, kötülüğe mani olmaya çalışmak birer sadakadır. İki rekat kuşluk namazı kılmak ise bütün bunları karşılar.) [Müslim]

(Mallarınızla herkesi memnun edemezsiniz. Güler yüz ve tatlı dil ile, güzel ahlakla memnun etmeye çalışınız!) [Hakim]

Sadakanın faydaları çoktur:

1- Malı temizler. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Malınızdaki günah kirlerini sadaka ile temizleyin!) [T.Gafilin]

2- Günahları temizler. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Suyun ateşi söndürdüğü gibi, sadaka da günahları yok eder.) [Tirmizi]
(Sadaka, kibri ve övünmeyi yok eder.) [Tirmizi]

3- Hastalıktan ve beladan korur. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Hastalarınızı sadaka ile tedavi edin! Sadaka her hastalığı ve belayı önler.) [Beyheki]
(Sadaka vermekte acele edin; çünkü bela sadakayı geçemez.) [Beyheki]

(Sadaka yetmiş kötülük kapısını kapatır.) [Taberani]
(Sadaka ALLAHü teâlânın gazabını söndürür ve kötü ölümden korur.) [Tirmizi]

(Gam ve sıkıntıları giderir, hastalıkları ve belayı önler. Düşmanlarınıza karşı size yardım eder ve şiddetli anlarda sizi sabırlı kılar.) [Deylemi]

4- Muhtaçları sevindirir. Muhtaçları sevindirmek çok sevaptır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(En faziletli amel, muhtaçlara yiyecek-giyecek vermek ve müminleri sevindirmektir.) [Taberani]

5- Rızkı artırır, malı bereketlendirir. Şeytan, malı ya israf ettirir veya cimrilik ettirir, hayra harcamaktan alıkoyar, “Yoksul olursun, elin daralır” diye korkutur. ALLAH yolunda harcamaktan korkmamalıdır!
Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Şeytan, malınızı hayra sarf ettirmemek için sizi yoksullukla korkutup cimri olmanızı emreder. ALLAH ise, [sadaka ve zekat verirseniz] mağfiret, lütuf, bolluk vaad eder.) [Bekara 268]

(Gece gündüz, gizli açık, ALLAH yolunda mallarını infak edenlerin mükafatları Rableri katındadır. Bunlar için korku ve üzüntü yoktur.) [Bekara 274]

(ALLAH için ne verirseniz, ALLAH onun yerine [daha iyisini, daha fazlasını] verir.) [Sebe 39]

(Mallarını ALLAH yolunda harcayanların hâli, 7 başak bitiren ve her başakta yüz dane bulunan bir tohuma benzer. ALLAH, [bire 700, hatta] dilediğine daha fazla da verir.) [Bekara 261]

ALLAHü teâlânın rahmeti, ihsanı boldur. Zerre kadar bir iyiliğe dağlar kadar sevap verir. Mülk Onundur. Dilediğine dilediği kadar ihsan eder. Sadaka vermekle mal eksilmediği gibi bereketi de artar. Bereket, az bir şeyin çok şeye yetmesi demektir.
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Sadaka vermeye devam edenin rızkı artar ve duası kabul olur!) [İbni Mace]
(Sadaka vermekle mal eksilmez) [Tirmizi]

Peygamber efendimiz, Mirac gecesi, ekin ekip bir günde biçen bir topluluğu gördü. Biçtiği mahsul yeniden eski haline dönüyordu. Bunların kim olduğunu sorunca, Cebrail aleyhisselam, (Bunlar ALLAH yolunda cihad edenlerdir. Bunların bir iyiliğine yedi yüz misli sevap verilir. Harcadıklarının yerine yenisi verilir) dedi. (Bezzar)

6- Kıyametin dehşetinden korur. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Sadaka, kabir azabından korur, Kıyamette sahibini himayesine alır.) [Beyheki]

7- Cehennemden kurtarır, Cennete kor ve derecesini yükseltir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(ALLAH rızası için verilen sadaka, Cehennem ateşinden korur.) [Taberani]
(Yarım hurma da olsa, sadaka vererek Cehennemden korunun!) [T.Gafilin]

8- Sevabı artırır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Malını ALLAH yolunda harcayanın sevabı 700 misline kadar artar.) [Beyheki]

En iyi sadaka
En iyi sadaka, öldükten sonra da amel defterimize sevap yazdıran sadakadır. Buna cari sadaka [gelir getirmeye devam eden sadaka] veya sadaka-i cariye denir. Sadaka-i cariye, cami, çeşme, yol yapmak, ağaç dikmek, faydalı ilmi eser bırakmak gibi insanlara faydası dokunan her çeşit iyi işlerdir. Bir hadis-i şerif meali:
(İnsan ölünce, üç şey hariç ameli kesilir: Sadaka-i cariye, faydalı ilmi eser bırakmak veya ona dua ve istiğfar edecek salih evlat.) [Müslim]

Herkes cari sadaka olarak cami yaptıramaz, ilmi eser yazamaz. Ama kolayı var. Faydalı bir eserin dağılmasına sebep olmak da, o kitabı yazmak gibi sevap getirir. Bir hadis-i şerif meali:
(Mümine, öğrenip yaydığı ilmin sevabı, ölümünden sonra da devam eder.) [İbni Mace]

Faydalı eserden maksat, dinimize dünyamıza faydalı olan her eser buna dahildir. Fıkıh kitabı, tefsir kitabı, ilmihal kitabı, tıp, fizik, kimya kitabı faydalı kitaplardandır. Kasetler, CD�ler, filmler faydalı olmak şartı ile hepsi sadaka-i cariye hükmündedir. Faydalı olmak şartı ile bir radyo, bir televizyon, bir gazete, bir dergi, bir internet sitesi gibi her çeşit yayın, sadaka-i cariyeye dahildir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Unutulmuş bir sünnetimi meydana çıkarana yüz şehid sevabı vardır.) [Hakim] (Ya bir farzı veya vacibi meydana çıkarmanın sevabının ne kadar çok olduğu buradan anlaşılmalıdır.)

Ehl-i sünnet âlimlerinin yazdıkları, hakiki din kitaplarına uyanlara yüzlerce şehid sevabı verilir. Sünnete yapışmak, sünneti ortaya çıkarmak Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarını öğrenmekle olur.

Bayramlarda, özel günlerde hediye olarak bir kimse, ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarından bir kitap, mesela bir (İslam Ahlakı) kitabı hediye verse, yüz şehid sevabı alır. Çünkü unutulmuş sünnetlerin yanında, farzlar ve vacipler de yayılmış oluyor. Bozuk din kitabı vermek de bunun aksi olup, çok veballi bir iştir, bu sefer işlenen günaha da ortak olmuş olur.

Sevabı hediye etmeli
Muhammed Masum hazretleri buyuruyor ki:
Sadaka [ve Kur’an-ı kerim okumanın] sevabını önce Peygamberimizin mübarek ruhuna hediye etmeli, sonra ölülerin ruhlarına göndermelidir. Böylece kabul olma ümidi fazla olur. Sevabını bütün müminlerin ruhlarına da hediye etmek iyi olur. Her birine sevabın hepsi ulaşır. Kendi sevabından bir eksilme olmaz.

 

Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.org