Etiket arşivi: abdulkadir haktanır

Nereden Nereye Geldik

Arapça’dan bize gelip Kendi dilimizden imiş gibi kabul ettiğimiz iman kelimesinin manasının altında insanı dünya ve ahirette mes’ud etmek yatar. Bunu de unutmayalım ki; imansız insan çok azdır ama insanın en mühim işi hak dine inanıp ona bağlanmasıdır. Bu zamanda ki Müslüman, Hz. İbrahim a.s. mağaradan çıkıp araştırdığı gibi araştırıp, batıl inançları defettikten sonra her insanın ihtiyacı olan hakiki dine sarılması çok elzemdir.

Eskiden annesi babası Müslüman olan kimselerin evlatları, babalarını taklit ederek Müslüman kalabilirdi. Fakat bugün o taklidi imanı, batıdan gelen materyalist felsefe eritti. Ve öyle bir inançla hayatiyetini devam etmek isteyen, ayakta duramaz oldu.

Bu zamanda, düşman imanın esaslarına her taraftan saldırması neticesinde, biz sağlam delillerle Allahımızı tanıma yolunda ilerleyerek imanımızı takviye etmezsek, batıdan gelmiş olan,  görmediğin şeye inanma, Teorisi karşısında imansız kalabiliriz tehlikesi ile baş başa kalmaktan kurtulamayız. Çünkü daha önce de dediğim gibi bugün eskisi gibi imansızlık cehaletten gelmiyor. Çünkü eski zamandaki cahillere izah ettikten sonra kabul ederlerdi, inat ederek kabul etmeyenler olsa bile çok azınlıkta kalırdı. Amma materyalist felsefesini üreten; Marx, Engels, Darwin ve bunların fikir arkadaşları olan büyük dinsizler, fikirlerini halka inandırmak için yazdıkları kitaplarla Müslümanlarda büyük tahribat yaptılar. Sebebine gelince; yirminci asırda, Müslüman memleketlerin tamamı istila edilmişti. Müstemleke haline gelmişti. Kimisi dış düşmanlar tarafından, kimiside iç düşmanların istilasına uğramıştı.

Biz ötekileri bırakıp Yirminci asırda Türkiye de ki Müslümanların başına gelen ma’nevi felakete bir göz atalım ve bu millet ne için bu hale düştüğünü görelim ki, imansızlık istilasına uğradığımızdan, 40 sene bunda öncesine kadar dindar olanlar; çobanlar, dedeler, nineler, cami hocaları gibi kimseler idi. Yani namaz kılanların tamamı fen bilgisi görmeyenler idi. Hatta bu namazında niyazında olan kimseler, dinsiz olur korkusu ile evlatlarını okula bile gönderemediler. Çünkü o devirde, Prof. şöyle dursun, namaz kılan ilkokul öğretmeni bulmak bile zordu. O eğitimin mahsulü olanlar bugün bile, dini meselelerde  filozof gibi fikir yürütüyorlar.  Felsefe yapıp, bu mesele bana göre böyledir diye din terbiyesi görmemiş akılları ile dini problemleri çözmeye çalışıyorlar;

“Allah bazılarını sağlam bazılarını sakat yaratmakla haksızlık yapmıştır diyorlar.  Savaşlarda suçsuz küçük yavrularla yaşlıların öldürülmesini Allah niye müsaade ediyor? Devletin kanunları İslam kanunlarından daha iyi. Şeriatta çok yanlışlıklar var. Öldükten sonra çürüyüp dağılan insan nasıl dirilir? Siz kandırıyorsunuz. Ben caminin hocasına sordum, Amentü billahi duası Kur’an’da yokmuş. 5 vakit namaz bile Kur’an’da yokmuş. Kendine ümit vermek için ben namaz kılmıyorum ama kalbim temizdir, çünkü filan hocanın, filan hacının yaptıklarını ben yapmam…”

gibi safsataları materyalist felsefenin etkisinde kalan benim Müslüman geçinen kardeşim yapabiliyor. Halbuki; Risale-i nurda geçen “İman insanı insan eder, belki insanı sultan eder, küfür ise aciz canavar bir hayvan eder.” veciz ifadenin manasını bilip, islamı yaşayan ecdad, uçakla değil, Mersedesle değil, atla deveyle ve yaya bir ara, 25.000.000 kilometre kareye İslami yayabilmiş ve hainler dışında, ecnebilerce de  hürmetle anılmaya layık görülmüş.

Yugoslavya’nın Belgrad şehrinde bile 235 cami dikebilen o mübarek şehit dedeler bizden bunumu bekliyorlar. O mübarek dedelerin  torunları olan benim bugünkü Türk vatandaşımın, asıl böyle boş konuşabilme sebebi başka değildir; manevi eğitim almadıklarından ötürüdür. İşte tevafuk etmiş bugün, Mehmet kırkıncı Hoca bir yazısında: “Gençleri terörden kurtarmak için maneviyatlarını güçleştirmeliyiz” diyor. yukarıde bahsettiğim vaziyet yalnız Türkiye’de değil, 20. asırda fikir istilasına uğrayan bütün dünyadaki Müslümanların hali vaziyeti bu vaziyette idi. Fakat Allah’ımıza çok şükür ki, dinsizlerin önü çeşitli sebeplerle kesildi. Çünkü fıtrat yalan söylemez prensibi, insanları yavaş yavaş bu gibi fıtrata ters düşen hallerden kendini kurtardı!

Allah bizlere çok acıdı ki, o fıtrata münasip bir gıda verebilecek Risale-i Nur gibi müessir eserleri yazabilecek Bediüzzaman Hazretleri gibi bir Zatı bize can simidi olarak gönderdi. Ve buna ilaveten ehli sünnet dahilinde, İslamiyet’e sahip çıkacak başka cemaatler de Allahın avnu inayeti ile milletin kurtulması için çaba gösterip yardıma koşmasaydılar, günahların durmadan reklamını yapan medyanın ve materyalist sahte yalancıların altında bu Müslümanların hali acaba ne olacaktı.

Biz Allah’ımıza ne kadar şükretsek azdır. Çünkü uyuşuk ve gayesiz bırakılan o babaların evlatlarından bazı gençler, kendilerini insanlık şerefi ile şereflendiren yaratanını bulup Ona minnettarlık alameti olan hamd ve şükür vazifesini yerine getirmek  için bir şeyler bilme ihtiyacını hissederek fark ettikten sonra, bir  iştiyakla Kur’ân tefsiri eserleri olan Risale-I Nur eserleri okunan dershanelere koşuyorlar. Oralarda “Kurtuluşa ermiş gibi aradığını bulmuş gibi” kendilerini hissediyorlar. Memleketimizde çok yerlerde  açılmış olan bu dershanelerde okunan Kur’ân  tefsirleri sayesinde, pırıl pırıl nice genç kardeşlerin Allah’a Haşre ve diğer iman esaslarına karşı imanları kuvvet kazanıyor.

Bu gençler daha önce onu düşünemediler ama oraya gidince öğrendiler ki, Bir şeyi ilk olarak hiçten yaratmak zordur ama, modeli görüldükten sonra, Allah bu insanları haşirde rahatlıkla diriltebileceğini bu yavrular oralarda öğreniyorlar. Ve o tefsirlerden faydalanmaya çalışan % 80’i fen  ilimlerini tahsil eden üniversite talebeleri, öğretmenler, doktorlar ve birçok Profesörler hava gibi su gibi gıda gibi o hakikatleri kabul edip zevkle okuyorlar. Ben bütün bu tahsilli erkekleri tebrik ederken, oralarda yolunu bulan hanım kızlar beni daha çok sevindiriyor. Çünkü; düşmanlarımız şehid dedelerin torunları olan bu kardeşlerimizi reklam aracı ve ticaret malı yapmak gibi yerlerde kullanarak istismar ediyorlar. Bu kız kardeşler de düşmanların şerlerinden kurtulup kötü hâle düşmemek için, Kur’ân tefsiri Risale-i Nur dersi alınan yerlere koşup oralarda ders almakla kendilerini düşmanların oyunlarına gelmekten kurtarıyorlar. Ve bu kardeşlerin sayısı Maşaallah her gün çoğalıyor. Ve bizim şeref ve namusumuz olan bu hanım kızların, oralardan aldıkları bilgilerle kendilerine yakışır bir hal vermeleri beni çok sevindiriyor.

Ben bu bacılarımı çok tebrik ediyorum. Duyguların değil mantığın dediğini yaptıkları için onlara bin barekâllah diyorum. Onlar cennette, hurî kızlarından daha güzel, meleklerden daha üstün olacaklarını kendilerine müjdeliyorum.

Yeter ki onlar nefislerine ve şeytanların desiselerine ve iki ayaklı şeytanlara uymayıp, manevi enerji almak için gittikleri sohbetlere devam etsinler ve oradan aldıkları kuvvetle  Allahın emirlerini yerine getirip, yasaklarından da kaçarak iki hayatlarını cennet yapmalarını temenni ederek onların iyilikleri için Allah’ıma yalvarıyorum.

 Abdülkadir HAKTANIR

www.NurNet.org

O Mercekten Sanata Baktığımız Zaman Sanatkârı Görüyoruz

EŞYAYA RİSALE-İ NUR MERCEĞINDEN BAKILINCA!

Evet o mercekten san’ata baktığımız zaman san’atkârı görüyoruz

Bioloji uzmanlardan biri diyor ki; göklerde, deniz ve okyanusların bin katı kadar su varmış.  Bunu tabiatçılara sormayalım mı, o kadar çok su orada hangi depolarda duruyor? Okyanuslarda, denizlerde ve çöllerde niye yağmur yağmıyor, yağsa da az yağıyor. Peki nerede yağıyor? Mahsulat veren mümbit arazilere yağıyor. Yağarken de oluktan akar gibi yağmıyor da tane tane damla damla yağıyor. Dolu çok seyrek yağıyor, fakat taneleri karpuz kadar büyük yağmıyor. Hatta elma kadarda yağmıyor, nohut tanesi kadar yağıyor ve Allah’ın çok sevdiği mahluk olan insanı o yağan dolu öldürmüyor.

Sonra, acaba düşündünüz mü kışın yağmur yağarken niye gök gürültüsü ile yağmıyor?  Gök gürlese de çok seyrek gürler. çoğunlukla yaz mevsiminde gürler. Ne sebepten biliyor musunuz?  Çünkü yaz mevsiminde bütün canlılar dışarıda. İnsanlar, hayvanlar ve haşaratın ıslanmamaları için kaçın kaçın manasında, O Merhamet Sahibi olan Allah’ımız pamuk gibi bulutlardan ses çıkartıp yaratıkların yağmurdan kaçmalarını sağlar. Bunların hangisine tesadüf karışabilir? Bunların hangisinde şuursuz, kör, ve sağır tabiatın eseri görünüyor. Biz bunları materyalist ve natüralistlere sormayalım mı? Halbuki realiteye bakarsak, denge ve nizam, kendi kendine olmaz. O ancak mantığın eseri olabilir. Bütün bu saydığımız eserlerin meydana gelmesi, ancak Mutlak bilgi, İrade ve Hikmet sahibi Büyük Allah’ın işi olabilir. Bunun haricinde olması imkan haricidir, vesselam.

Saygıdeğer Kardeşim! Bu sayacağım hususlar bütün yaratıklar için geçerli olmakla beraber, kâinatın hülasası ve şuurlu meyvesi olan bizim gibi âciz, fakir ve zayıf insanlar için daha fazla önem taşır: Mesela bu insanın hayatına devam edebilmesi için, ona en çok lazım olan oksijendir. O oksijeni burnumuzun dibine kadar kim getirdi? Varsayalım ki: Ekoloji uzmanları deseler; İstanbul’da yaşayanlar için altı ay sonra, %100 e yakın bir ihtimalle oksijen yetmeyecektir. Erzurum’daki oksijenin bitmesi ise imkân haricindedir. Bu vaziyette İstanbulluların halini düşünebiliyor musunuz? O ufak tefek ibadetlerimizi yapmak için yalnız Allah’ın ihsan ettiği bu nimetini düşünsek yeter ve artar değil mi?

Canlıların asıl ihtiyaçlarından ikincisi sudur. Susuz yaşayamayacağımızı bilen Allah’ımız onu yakınımıza kadar getirmiş. Su akıcı bir madde olduğu için dağların tepesinde durması değil, süzülüp deniz seviyesine inmesi lazım. Halbuki yüksek yerlerde de insanın yaşayabilmesi için Allah, ana ihtiyaçlarımızdan olan suyu, deniz seviyesinden 1500 metre yüksekte olan Uludağ gibi yerlere kadar çıkartmış.

Biliyorsunuz ki su iki elementten meydana gelmiştir. Yani, iki hidrojen ile bir oksijenden. Şimdi Materyalistlere sormayalım mı? Hidrojen yanıcı madde, oksijen ise yakıcı madde olduğu halde, bunlar nasıl biri diğerini yakmadan birleşebildi? Hidrojene yakma,  oksijene yanma diyen kim?         

Başımızı kaldırıp nereye baksak her şeyde bir ders-i hikmet göreceğiz. Biz, hikmetle yaratılan şu varlıkların arkasında Allahın Kudretini göremezsek, lazım gelir ki gübreli tarlada  yetişen karpuzun büyüklük ve lezzetini gübrenin maharetine verelim. O pis gübrede yapma mahareti şöyle dursun, gübreyi düşünürken karpuzdan iğrenmemiz lazım gelir. Yalınız karpuz değil, toprakta yetişen bütün yiyeceklere neşvü nema verip olgunlaştıran hayvanların gübreleridir. Bununla beraber ekmek ve diğer yiyecekleri yerken insan tiksinmiyor. Hatta güllerin daha canlı olmaları için köklerine gübre atarlar, Fakat Allah c.c. O pis gübreleri öyle bir dezenfekte ediyor ki gül çiçeğini kokarken en ufak bir pis koku hissedilmiyor. Bu işi Allahtan başka kim yapabilir Bu mu’cze işler yalnız Allah’ın yed-i kudretinden çıktığına inandıktan sonra, O Kudret Sahibi, o pis maddeleri öyle bir rafine etmiş ve karpuzu  mükemmel ambalaj içerisine almış ki, hoş olmayan şeyleri düşünmek,  insanın aklına bile gelmiyor.

Tavuğun yumurtası ile pisliği aynı yerden çıktığını gördüğümüz zaman, tavuk yumurtayı rafine ve dezenfekte etmekten âciz olduğunu bildiğimiz için, yumurtayı yemek şöyle dursun, onu düşünmemiz bile midemizi bulandırır. Biz Müslümanlar, bizi çok seven Büyük Allah’a inanıp ona itimat ettiğimiz için ve Allah’ın yumurtayı güzelce ambalajladığını gördüğümüz için, hiç çekinmeden yeriz. Acaba Allah’a inanmayıp ta her şeyi sebeplere verenler bunu nasıl yiyebiliyorlar.

Her şeyin ana maddesi ölü atomlar olduğuna göre, o güzelim bülbül de  atomlardan  meydana geldiğine şüphe etmiyoruz. Fakat Allah’ın kuvvet ve kudreti, bülbülü öyle cazip bir halde yaratmış ki, onu Allah’ımız o güzelim sesi ile karşımıza çıkardıktan sonra, bülbüle bir atom kümesidir demeye kim cesaret edebiliyor.

Sonra bakın, en şerefli mahluk olan insanın vücudunda 200 kadar  kas var amma, tırtılda 4000 kadar kas olduğunu görünce hayret ediyoruz. Biz akıl sahipleri, niye bize az ona çok kas takılmış demek şöyle dursun, ondaki hayret verici harekette Allah’ın kudretini seyrederken hayrette kalırız .

Sağan kuşunun  3 yıl hiç durmadan uçabilmesi, 16 yıl yaşayan bir sağan kuşu, bu süre içerisinde sekiz milyon kilometre uçtuğunu öğrenince. Uçtuğu mesafe dünyayı 220 kez sardığı sonucunu  görünce, Allah’ın kuvvet ve kudreti karşısında, ALLAHU EKBER demekten başka çare bulamıyoruz.

Timsah sudaki mahlukları acımadan yer sonra suyun kenarına çıkar, başını bir yere dayar, ağzını açar sağdan soldan gelen kuşlar timsahın dişlerini temizlerler. Böylece hem timsah efendinin dişleri temizlenir hem de kuşlara rızk temin edilmiş olur.

Çöllerde yaşayanların taşıma vasıtası olan deveyi Allah öyle sıcağa ve susuzluğa dayanıklı bir mahluk yaratmış ki, deve haftada bir defa su içebilse yaşayabiliyormuş ihmal etmeyelim! . Hatta çok ilgi çekicidir ki, devenin içtiği su, öyle sağlam yerde depolanıyormuş ki deve sahibi çölde deve ile yolculuk yaparken susuzluktan dar duruma düşünce deveyi kesiyormuş pislikten uzak yerde depolanmış suyu  içiyormuş. Tabiatçılara göre deveye bu susuzluğa dayanma gücünü ve suyu temiz tutabilmesini kim öğretti?

Bu ve buna benzer ciddi meseleleri sizinle paylaşmamın tek sebebi: Hem materyalist ve natüralistlerin neticesiz boş fikirlerinin imkansızlığını göstermek , hem de bizi yoktan var eden Allah’ımıza karşı vazifemizi yaparken gayretli oluruz ümidiyle paylaşıyorum.

Not: Ne dersiniz bu gibi soruları maddecilerden sormayalım mı?

Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.org

Müslüman İslam Yolunda Yürürken Dikkatli Olmalı

Müslüman çok dikkatli olmalı. Bu zamandaki insanlar öyle menfi ahlakın tesiri altında kalmışlar ki, yalan, dolan, aldatmak ve erişemedikleri makamlarda kendilerini göstermek için çok türlü yollara başvuruyorlar. Onların sözleri başka, işleri çok başka olduğundan ötürü, Müslümanlar bu gibilere karşı dikkatli olmalı. Müslüman aldatmaz. Fakat başkasını da kendisi gibi zannettiği için aldanır. Çok kardeşler onlara aldanıyorlar. Sonra bu aldananların  manevi huzurları da bozuluyor. Fakat biz tedbirimizi alıp onlara karşı dikkatli olduktan sonra, ne yapalım imtihan dünyasındayız deyip, işi kadere teslim edeceğiz. Başkasının hakkına girmemek için, Allah tarafından bize emir var. Bu emre uymak bizim için büyük kârdır. Fakat bugün bu hale gelen insanlar içerisinde yaşadığımız için, onlar tarafından aldanmamız  imkân dairesinde olduğunu bileceğiz. Onunla beraber, aldanmakla kaybettiğimizin karşılığını, ahirette fazlasıyla Allah’ın bize ödeyeceğine  de habersiz yaşamayacağız.

Ne yazık ki bugün öyle bir günde yaşıyoruz ki, dinini yaşamaya gayret edenler, maddi zarara uğramamaları için, çok tedbirli olmaları icap ediyor. Ötekilerin yaptıklarına nefret edip onların oyunlarına gelmemek için dikkatli olmalı. Çünkü bugün helalla haramın aynı dükkanda satıldığı bir devirde yaşıyoruz. İslam kültüründen mahrum olanlar maddi zarara uğramamaları için, evini, arabasını, vücudunu sigortaya bağlarlar. Onlardan birinin biraz parası varsa en sağlam yer neresidir diye düşünür hırsızlara karşı tedbirini alır. Onlar öyle yaparken, bizde tedbirli olmamız icap etmez mi? Eder. Fakat biz sigorta yapmak değil, biz tedbirimizi aldıktan sonra başımıza bir şey gelse Kaderimiz böyle imiş diyerek rahat edeceğiz.

Bugün herkes ileride mutlu yaşamak için, birleşelim de bir hayat sistemi kuralım diyorlar ama ne yazık ki birleşemiyorlar. Çünkü birleşememelerinin nedeni; herkes benim dediğim noktada birleşeceğiz dediği için, onu da ötekiler kabul etmiyor, ondan birleşemiyorlar. Benim dediğim olsun prensibinin ana sebebi; dinden uzak hayattan alınan terbiyeyle yetişmektir. Böyle birisi arzusunu ve menfaatini katiyen feda etmeye yanaşmaz. Çok çeşitli demagoji ile ukalalık yapıp, bilgisi olmayan işlerde fikir yürütmek ister. Hatta üç- beş kişilik hanesini idare etmeye aklı yetmeyip, her gün kavga yaparken, başbakanın hatalarını düzeltmeye kalkar.  Çok acıdır bu gibiler hiç çekinmeden ben başbakan olsam şöyle yaparım böyle ederim derler.

Evet, insan, nefis, şeytan ve şeytanın vazifesini gören iki ayaklı şeytanlardan  gelen zararlardan kurtulup dinini yaşaması için çok şey bilmesi lazım ki, onun imanı kuvvet bulup nefis ve şeytana uymadan yaşasın. Her taraftan saldıran bu gibi düşmanlara ve günahlı hallere karşı koyabilmemiz, ancak öğrendiğimiz sağlam dini bilgiler sayesinde olabilir. Böylece Allah’ın emirlerine itaate muvaffak olup, Ona boyun bükebiliriz. Bunun gerçekleşmesi için de, öldükten sonra dirilip hayatımızın hesabını teker teker vereceğimizi görür gibi kesin inandıktan sonra, yolumuza sapmadan devam edebiliriz.  Ondan sonra  bana göre böyledir safsatalarını bir tarafa bırakarak, kendimize, Allah (c.c.) Kur’an-ı Kerimde nasıl olmamızı istiyorsa, öyle olmaya gayret etmemiz lazımdır diyerek, Allah’ın kanunlarına boyun eğebiliriz.

Evet. düşmanlarımızdan korunabilmek ve dini bilgilerimizin  pratiğini ortaya dökebilmek için, sağlam bir gurup Müslüman’larla arkadaşlık çok mühim rol oynar. Hele gençler arkadaşın tesirinde daha fazla kaldıkları için, onlar arkadaş seçerken çok uyanık olmaları icap ediyor. Çünkü suçlu arkadaşla arkadaşlık yapmak için onun gibi olmak lazım. Yoksa arkadaşlık kopar, yarıda kalır.

Bunu anlatan bir olay: Geçmişte bir kamburlu adam varmış. Ona sormuşlar, ne diyorsun, ister misin kamburunu tedavi edip düzeltelim de rahat edesin? Oda şöyle cevap vermiş: Beni memnun etmek istiyorsanız,  herkese birer kambur takın, o benim için daha iyi olur. Nedenini sorarsanız: Benimkini tedavi etseniz de, beni bilenler bana eski kamburlu deyip benimle dalga geçerek, beni rahatsız edecekler. Böyle olacağını bildiğim için, en iyisi herkese birer kambur takınız da beni kötülemeye mecalleri kalmasın. Kahvede sigara dumanı içinde lak lak la hayat geçirmeye alışan kimse, beş vakit namaz kılan kimse ile de arkadaş olamaz, namaz vaktinde musalli namaza gider öteki de kahveye gider bunun alternatifi yoktur.

Gördünüz mü, suçlu adam kendisi gibi başkasını da o suçla bulaşık olduğunu görmeden  rahat edemez. Verdiğim bu örnekten de anlıyoruz ki, kötü arkadaşımız kendi kötü ahlâkından bize de vermeden rahat edemez, veremezse bizden ayrılmaya mecbur olur.

Evet, kat’iyyen unutmamalıyız ki, Allah’ın iyi kulları 1400 kusur seneden bu güne kadar bu kötü zamanın şerrinden Allah’a sığınmışlar. Bu itibarla pazarda bir malın kıtlığı derecesine göre, daha pahalı satılacağı muhakkaktır. Fatih devrindeki Müslüman’ların yaptıkları sevabın derecesi, bugünküyle aynı olamayacağı şüphesizdir.

Bu sebepten Peygamberimiz a.s.m “Fesadi ümmetr zamanında Sünnetimi terk etmemeye gayret edenler yüz şehidin kazandığı sevabı   kazanabilir” buyurmuşlardır.

Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.org

İslam Kardeşliği, Gündem ve Gıybet

abdulkadir.haktanirMuhterem kardeşlerim! İslam dini her zaman “Uhuvveti islamiyeye”  (Din kardeşliğine) çok önem verir. Yani Müslümanlık nedir sorusuna: (Din kardeşliğinin te’sisinden ibarettir) desek hata etmiş olmayız.

“Komşun açken sen tok yatamazsın”

hadisi şerifinden başla, Selam vermek, Cemaat la namaz kılmak, Hacca gitmek, Müslüman’ın hal hatırını sormak, Akrabanın ölüm ve düğününe gitmek, Cenaze namazının farz oluşu, Müslüman müslümana üç günden fazla dargınlık  gibi İslam kardeşliği ile ifadeler ve kardeşliği pekiştiren hadiseler gösteriyor ki: Dinimiz Din kardeşliğini bozmamaya çok önem vermiştir. Biz bundan anlıyoruz ki  dinimiz bizim şefkatimizi o kadar neşvu nemalandırmiş tir ki: Kardeşe karşı düşmanlık şöyle dursun, kardeşin hakkında en ufak bir kötü hasletini ağzına almak “Gıybet” sayılıyor. (kardeşinin ölü etini yemiş gibi bir günah yapmışsındır) sayılır. Bunu da ifade etmeden geçmeyeyim:

Gıybet öyle bir günahtır ki: Büyük günahlardan olan zinayı Allah bağışlayabilir Fakat Gıybeti, gıybet ettiğin kimseden halallık  almadan bağışlamaz. Bir Hadisi şerifinde Peygamberimiz a.s.m.  “(Ahiret) kardeşlerinizi çoğalttın; çünkü kıyamet günü her Mü’minin bir şefaat hakkı vardır ( Sende ona dahil olabilirsin.) (haşiye)

Şimdi  Gelelim Türkiye’nin durumuna:  İslam derdi ile yaşayan her Müslüman, bu günkü idareyi desteklemeli. 80 senelik bir nahoş sistem bizi o hale getirmiş ki: Yanından geçen Müslüman, kardeşine selam veremiyorsun. Çünkü Müslümanlık alameti kendisinde yok ki. Halkımız: Net Kâfirlik alameti olan Fötr ve kasketten kurtulmak için baş açık geziyor. Fakat Ermeni ve Yahudi de baş açık geziyor bu sebepten Müslüman kardeşine rahat bir selam veremiyorsun. Ne zaman onun Müslüman olduğu belli olur? Ne zaman yanındaki hanımını tesettürlü görürsen o zaman Müslüman olduğu belli olur ve rahat selam verebilirsin. 80 senedir baştakilerin herhangisinin hanımını başı kapalı görebildik mi? Yok. Şimdi hem Başbakanımızın hem Cumhurbaşkanımızın hanımları çok şükür baş örtülü. Yani hanımlarının başörtüleri gösteriyor ki: Onların beyleri imanlı kimseler. Başbakanın Annesinin vefatında okuduğu Kur’an’ın hakkında, bazı hocalar diyorlar ki biz onun gibi okuyamayız. İdare şekline gelince Davos’tan başla ve 10 sene küsur idaresinde, hatasını çok az bulabilirsin. Halk partisin de ki lider de bizim memleketimizin adamı, ama. bir A.K.P İstanbul Belediye başkan adayı demişti Halk partisini destekleyen kimseler dini bilgilerden yoksun kimselerdir. Evet onların tüm hareketlerinde onu görebilirsiniz.

 Devlet Bahçeli hakkında Mehmet Akifin Şiiri ile cevap vereyim:

          “Arnavutlu ne demek var mı Şeriatta yeri?

          Küfür olur başka değil kavmini sürmek ileri!

          Arabın Türke, lazın çerkeze, yahot Kürde;

          Acemin Çinliye, ruchanimi varmış? Nerde!

          Müslümanlıkta anasır mı olurmuş? Ne gezer!

          Fikri kavmiyeti tel’in ediyor Peygamber.

          En büyük düşmanıdır ruhu Nebi tefrikanın;

          Adi batsın onu İslam’a sokan kaltabanın!”

Okullarda: Türküm, Doğruyum, Çalışkanım yerine: Müslümanım Doğruyum, Çalışkanım, denilse idi kim itiraz edecekti. Yani menfi Milliyyet başka değil ancak milleti parçalamak için yarar. Kürtlerin dağlarında büyük harflerle ( Ne mutlu türküm diyene) yazarsan tabii ki o yazılar P.K.K. yı doğuracak. Bütün milleti siyaset havasına sokmak, ancak milleti parçalamaya yarar. Siyaseti belli kimseler yürütecek. Halk ise 4-5 senede tek bir gön yani oy verirken siyasi olacak hepsi o kadar. Bizim gün gece duamız millet bölünmeden İmanlı kimseleri lider seçebilmesidir . Bunada unutmayalım: İmansız kimseden iyilik beklemek aptallıktan başka değildir. Çünkü hiç kimse menfaatsız iş yapmaz. ahirette ona verilecek Sevaba, günaha inanmayan. o bu hayatta Nefsini tatmine ve cebinden başka düşünmez. O egoisttir, öz kardeşini de menfaati için sever menfaati bittiği yerde Kardeşine karşı de sevgi biter. Yaşlılara karşı saygı hürmet, gençlere karşı şefkat Ahirete  imandan, sevaba günaha inanmaktan gelir. Milletimizin hayırlı geleceği için, Gece gün yapılan hayır duaların boşa gitmemesine Allah’ımızda temenni ve niyaz ederim.

Abdülkadir HAKTANIR 

www.NurNet.org

(haşiye) Hz.. ibni Naccardan. Kenzül-Ummal a/4 h No:24642 feyzul Kadir 1/500

Peygamberim Aleyhisselam (Şiir)

İnsanlığa geldin, Allahın hak Nebisi.

Seni takdir ediyor dahisi gabisi,

 

Ahlak ve şeref diye,  gür sesle bağırdın,

İnsanlığı İman ile ilme çağırdın.

 

Bize Furkan gibi sönmeyen bir Nur verdin,

Dinin ile dünyalara rahmeti serdin.

 

İrşadınla ilk Nurlandı Mekke Medine,

Burdan başlayıp, çok yer sahiplendi dine.

 

İrfanla ümrana sahip oldu çok yer,

Manen her taraf Zatınızdan rahmet ister

 

Ey cümle cihanın ezeli baş Mürşidi

Haktan gelen İnsanlığın en büyük îdi.

 

Sensin bu insanlığın şeref ve gururu,

Rabbimizden,  bize gelen Önderi Nuru.

 

Sayende yolu buldu, şaşkın beşeriyet,

Sebepsin ki, kuruldu çölde medeniyet.

 

İnsan kendi yaptığı, putlara taparken,

Na meşru hakları zulum ile çalarken.

 

Aslanların yapmadığı  zulmü, yaparken,

Kartal gibi zalimler, mazlumu kaparken.

 

Ey Allahın müjdecisi, sen bize doğdun,

Zindanda kalan çoğunu, Nuruna boğdun.

 

Sen Haktan  geldin, yine haktı nazarında,

Kurabildin, hak evi insan pazarında.

 

İnsanlığa hak cevher iman ile irfan,

Ana duvarları, adalet ile ihsan.

 

Millete süstü, sizdeki ilim le irfan,

Dinin bize verdiği, cennet ile rıdvan.

 

Sana salat ve selam, ey Rabbin Habibi!

Senden ümitvarız, Ey kalplerin tabibi.

 

Abdülkadir HAKTANIR

www.NurNet.org