Etiket arşivi: Abdurrahman Iraz

Ağabeylerin makamı

Ağabeylerin makamı

Okuyucuların malumudur; önceki hafta Risale Haber’de neşrolunan “Nurcuların Ağabeyi Abdullah Yeğin” başlığı altındaki yazı, bir hayli tepki aldı. Bu tepki sahiplerinin bir kısmı; ağabeylerden derlenen bazı hatıraların bize yol gösterdiğini, amelde bize kılavuz olduğunu, Risalelerde okuduklarımızın ağabeylerde adeta tecelliyatını gördüklerini dolayısıyla bu ağabeylerin ve hatıralarının bize şevk ve ilham kaynağı olduklarını, onların Bediüzzaman ile yaşadıkları hayatı dinleyince kendi yaptıklarımızın gözümüzde ufaldığını ve mümkün olmasa da onlara yetişmek için şevk ve cehd içine girdiklerini ifade ederken, bir kısım kardeşlerimiz de; bu ağabeylerin muazzez ve muallâ Üstadımızın bize yadigârı olduklarını, Üstadımızın arkadaşları, talebeleri ve vekilleri olduklarını, sadece aziz Üstadımızın hatırası için olsa bile bu ağabeylerimize azami hürmetin gösterilmesi gereğini anlatıyordu.
 
Bir kısmı da; ağabeylere bu kadar temenna etmemek gerektiğine, bunların şeyh olmadıklarına ve onlara böyle özel makamlar verilmemesi gereğine dikkat çekerek bu ağabeylerimizin de neticede insan olduklarını, hatadan arî olmadıklarını, sevmek için bize Risale-i Nurun kâfi geldiğini, ağabeylere olan fazla muhabbetin aramıza tefrika sokacağını, hatta geçmişte olan ayrılıklara vurgu yaparak “eski defterlerin karıştırılması halinde kimin haklı, kimin haksız çıkacağının belli olacağını” ifade ederek benzer hayli yorumda bulundular. Bir kısım kardeşlerimiz de; fakiri hedef alarak bu meseleleri neden karıştırdığımı karıştırmamam gerektiğini, Risale-i Nur okumam gerektiğini söyleyip, ihlâs, muhabbet, uhuvvet varken bu tür tefrikalara girmemek lazım geldiği noktasında beni uyardılar. Kendilerine teşekkür ederim, Allah onlardan razı olsun.
 
Değerli okuyucular; benim mesleğim haktır demek meşru, benim mesleğim ehaktır demek ise memnu iken; ben mesleğimin hak olduğunu bile söylememişken, hatta mesleğimden bile bahsetmemişken, başka hiçbir meslek ve meşrepten bahsetmemişken; bazı kardeşlerimin böyle ağır bir tepkiyi neden verdiklerini doğrusu anlamış değilim. Beni tanıyan arkadaşlar bilirler ki, ben yıllardır bu ağabeylerin bir araya gelip hizmetin esaslarına taalluk eden bazı meseleleri tartışmalarını ve Üstadımızdan anladıklarını bir araya getirip, oradan çıkacak hakikati bir lahika ile bütün nur talebelerine bildirmelerini hep isteye gelmişimdir. Bazı kardeşler Risale-i Nur’u okursak yeteceğini söylüyorlar. Hayır, arkadaşlar, hayır yetmiyor. Teşbihte inşallah hata yapmayacağım, nasıl ki ibadete taalluk eden bazı meseleler Kur’an’da yoksa Peygamberimiz (a.s.m) uygulamalı olarak sahabelerine (r.a) göstermiş ve bugüne kadar gelmişse asırların ve asrın son müceddidi de bazı meselelerini risalelerine yazmamış ve fakat onunla yaşayan talebelerine anlatmış, öğretmiş olabilir. Bunu onlardan öğrenmenin kime ne zararı, kimden ne eksilteceği olabilir? Kaldı ki meşveret gibi meşrebimize ismini veren bir mesele her cemaat tarafından farklı uygulanıyorsa bunu doğru öğrenmenin ancak bir yolu vardır; Bediüzzaman’ın kendisinden nakledecek talebeleridir. 
 
Bediüzzaman 1960’ın Mart’ında vefat ettiği zaman etrafındaki bu muhterem zatlar iki elin parmak adedini çok geçmiyordu. Eğer dünyanın dört bir yanında bu hizmet yayılmış ve devam ediyor ise bu hürmete layık ağabeylerin sayesindedir. Tabi ki Bediüzzaman bu eserlerin dünyada okunacağını, tabi ki okullarda okutulacağını söyledi ve yine tabi ki eğer ağabeyler olmasa da bu hizmet başka türlü yürüyecekti, fakat Cenab-ı Hak bu hizmeti omuzlarında taşıma şerefini bu liyakatteki ağabeylerimize verdi. Bu ağabeylerimizin cehdi ve gayreti sayesinde bugün dünyada Risale-i Nur’un girmediği hiçbir ülke kalmamıştır. Dünyanın birçok diline çevrilmiş olup, bazı ülkelerde TV ve radyolar diliyle anlatılıyorsa, bazı ülkelerin üniversitelerinde ders olarak okutuluyorsa bu ağabeylerimizin bitmez tükenmez enerjileri, yılmaz yıkılmaz sabırları ve yetiştirdikleri talebeleri, vakıfları sayesindedir.
 
Düşünün ki; Bayram Yüksel ağabey yanında Ali Uçar ile birlikte Avrupa’da şehir şehir dolaşıp risaleleri anlatırlarken şehit oluyorlar veya zındıka komitesi tarafından şehit ediliyorlar. Yine düşünelim ki; Mustafa Sungur ağabey tek başına ayakta durmaya mecali kalmadığı halde –herkes bilir ki Sungur ağabey sağında ve solunda iki kişi tutmasa düşer- hizmet denince herkesten önce hazır olduğunu söyler bir delikanlı çevikliğiyle 81 yaşında olduğunu unutur, heyecanla ortaya atılır. Misal; geçen sene karayoluyla Anadolu’yu dolaşmaya çıktı. Yanındaki gençlerle dolaşırlarken gençler takatlerinin kalmadığını, tükendiğini söyleyip, seyahati yarıda kesip, uçakla İstanbul’a geri dönüyorlar. Ama o, hizmetin delikanlısı tam 5 bin km’lik seyahatini tamamlıyor ve dönüşte de bu seyahatin medar olduğu hizmetleri cemaate aktarıyor. Aktarırken adeta gençlik iksiri almış gibi bir halet-i ruhiye takındığını bütün cemaat gibi ben de hayret ve hayranlıkla müşahede ettim. Bu ilerlemiş yaşına ve hastalığına rağmen Rusya, Dağıstan, Sibirya bölgesi, Kalingrat, Ukrayna ve diğer tüm Türk cumhuriyetlerini şehir şehir, kasaba kasaba, köy köy dolaşıp hakikat-ı Kuraniyenin oralarda yayılması hizmetine pişdarlık etmiştir.
 
Bugün Rusya, Dağıstan, Sibirya, Kalingrat, Ukrayna ve Azerbaycan’da yüzlerce medrese diğer Türk cumhuriyetlerinde yine yüzlerle ifade eden medreseler açmış, ve bu medreselerde kalan kısmı azamı sonradan Müslüman olmuş ve hatta bir kısmı hayatını bu hizmete vakfetmiş kardeşlerimizin hizmetlerini ve maişetlerini bizzat takip eder, tedarik eder, yine herkesin kendi ülkesinde yapması gereken hizmetler noktasında yol gösterir, rehberlik yapar. Bu ülkelerin birçoğunda kardeşlerimiz TV ve radyo yoluyla Risale-i Nur’u yayma faaliyeti içerisindedirler.

4-5 sene önceydi yine Ergenekon’un oyunu olan bir iftiraya maruz kalan Sungur Ağabey, ihlâsı, hizmet aşkı ve Risale-i Nur’a sadakati ile bunu aşmıştır. Sungur Ağabey “ben Risale-i Nur cemaatinin bir ferdiyim”, diyor. Aynı sözleri Abdullah Yeğin ağabey ve diğer tüm ağabeylerden de duydum. Sungur ağabeyin bir ticari meşgalesi yok. Ne cemaatten para alır, ne de cemaatin parasını batırır. Sadece herkesin bildiği Sözler Yayınevinin tasarrufu kendisindedir. Bu yayınevinin kârından da ayrıca Üstadımızın âdeti üzere hizmet içindeki bazı zatlara da tayinat dağıtır. Yurt dışındaki medreselerin giderlerini de karşılar. Ona sorduğunuzda “bilmiyorum kardeşim, Risale-i Nur’un bereketi ile yürüyor” der. Üsküdar’daki dershanede 24 saat çorba kaynar, her gidenin karnı doyurulur. Sungur ağabey ve diğer ağabeylerin hiç birisi siyasetle meşgul olmaz ve Risale-i Nur hizmeti dururken cemaatini de siyasetle meşgul etmez ve asla ders esnasında ya da kalabalık bir cemaat huzurunda herhangi bir parti ismi-müspet veya menfi- zikretmezler. Çünkü yanlarına gelen zevatın Risale-i Nurdan istifade etmek için geldiklerini, şu ya da bu partiden insanların bu nurlardan istifade etmek için dershaneye gelebileceğini, dolayısıyla herhangi bir parti ismi zikredildiği vakit, bahis müspet olsa Ahmedi, menfi olsa Mehmedi incitebileceğini ve risalelere karşı önyargı sahibi yapacağını bunun da büyük bir vebal olduğunu bilir ve bu bilinçle sadece Risale-i Nur okur. Yorum dahi katmadan, sadece Risale-i Nur’u, saf ve berrak bir şekilde insanların dimağlarına nakşederler.
 
Zira yine ağabeylerin hepsinden duyduğum bir cümle var ki aklı olan herkes onu tasdik edecektir. O da şudur ”kardeşim Risale-i Nurlar Kur’an’ın hakiki bir tefsiridir. Bizim vazifemiz bu eserleri okumak, anlamak ve yaşamaktır. Onları anlatmak ise yaşadığımız anki tecelliyattır. Biz okuruz yorumunu da yine Risale-i Nur’un başka bir yerini okuyarak yaparız. Yani Risale-i Nur’un burhanı yine Risale-i Nurdur. Yoksa biz kendi yorumlarımızı katarsak, ifadelerimize bir sürü malayaniyat katmış olacağız ve Bediüzzaman’ın ifade-i meramını değil, kendi anladıklarımızı anlatacağız ki bu da çok kasir ve kısır kalacaktır. Buna hakkımız yoktur.”        
 
Değerli okuyucular; bu ağabeylerimizin bize ihtiyaçları yoktur. Bizim her gün dünyanın onlarca badirelerine bulaşan müşevveş fikirlerimize de ihtiyaçları yoktur. Zira onlar fikirlerini Bediüzzaman’dan ve Risale-i Nur’dan almışlar ve alıyorlar. Fakat bizim onlara ihtiyacımız çoktur. Çünkü onlar Risale-i Nurları Bediüzzaman’dan bize aktaran köprüyü taşıyan ayaklarından yıkılmamış ama yaşlanmış ve yıkılmaya yüz tutmuş son ayaklarıdır.
 
Bir Arap âlimi risalelerde geçen bir Hadis-i Şerif için “mevzu hadis” dedi diye kendi ifadesiyle ümmi olan, hiçbir okul okumamış olan Abdulkadir Badıllı ağabey “Risale-i Nurda geçen bir hadis-i şerife mevzu diyenin kafasında mevzilik olduğunu bütün dünyaya göstereceğim” deyip, herkesin imkânsız diyebileceği bir yaşta iken –ellili yaşlarda- kendini ilme verip İslam dünyasında hatırı sayılır âlimlerden, vakıflardan, cemaatlerden ve İslam merkezlerinden tebrik ve takdirler alan, herkesin müracaat edeceği eserler telif eylemiştir.
 
Mehmet Fırıncı ağabey, Sungur ağabeyle aynı yaştadır. Onun yaşadığı sağlık problemini yaşayanlar yaşları ne olursa olsun ayağa kalkamazlar. Zira dizlerinde oyluk kemiği ile kaval kemiği arasında conta vazifesi yapan kıkırdak yok olmuştur. Yürüdüğü zaman kemikler birbirine değiyor ve bu da tarifi imkânsız acılar doğuruyor. Aslında bu acının ne olduğunu herkes bilir. Herkes bilir de bir tek Fırıncı ağabey bilmez. Devamlı ayakta o ülke senin bu ülke benim dünyanın dört bir yanını dolaşır durur.
 
Biz işimizde gücümüzde iken belki de haftada bir derse gidip minnet ederken bu ağabeyler geç kalmışlar gibi telaşlı, endişeli, canhıraşane elde asa, ayakta çarık dolaşıp dururlarken, biz de bu ağabeylerimiz şeyh değil bu ağabeylere farlı makamlar ihdas etmeyelim, deyip dururuz. Sanki bu tartışma onların çok umurundaydı.
 
Arkadaşlar, bu ağabeylerin sahip olduğu makamı biz vermiyoruz. İyi ki de veren biz değiliz. Eğer bize kalsaydı kim bilir bu ağabeylere neyi reva görecektik. Fakat Cenab-ı Hak onları en güzel makamlarda mukim etmiş. Asrın sahibine arkadaş etmiş, yoldaş etmiş. Teşbihte inşallah hata etmem, sahabe-i kiram (r.a) nasıl ki Risaletin nuruna mazhar oldularsa bu ağabeylerimizde de veraset-i nübüvvetin nurunun yansıması var. Yani bu ağabeylerin Abdurrahman İraz’ın veya bir başkasının vereceği makama ihtiyacı yoktur. Şimdi bazı ağabeyler “sahabeler ile kıyas yapma” diyecekler. “Bizim mesleğimiz sahabe mesleğidir” diyen Bediüzzaman değil mi?
 
Bediüzzaman hazretleri diyor ki; benim Mehmet Fevzi gibi bir talebem olduğundan selef-i salihin gıpta ediyorlar. İşte o Mehmet Fevzi (r.a) ağabeyin etrafındaki insanlardan biri Sungur ağabeyin aleyhinde birkaç kelam etmiş ve merhum Mehmet Fevzi ağabey de bu sözlere muttali olmuş. Mehmet Fevzi ağabey bu beyefendiye “kardeşim sen bu zatları tanıyor musun? Bu ağabeyler vazife-i risaletle muvazzaftırlar” diyerek bir bakıma bu ağabeylerin makamını da göstermiştir. Geçenlerde bu meseleyi bir arkadaşıma anlattım. Bana şöyle cevap verdi “yanlış yaptı.” Kim, dedim “Mehmet Fevzi ağabey” dedi, neden, diye sual ettim “cemaatin önünde neden o adamı azarladı?” demez mi. Böyle bir meselede bile Mehmet Fevzi ağabeyi tenkit edecek bir yol bulmuştu kendine, işte o zaman sukut etmenin ne kadar hakikatli bir cevap olduğunu anladım ve sukut ettim.
 
Hulasa olarak sevgili Risale Haber okuyucuları; şunu arz etmek istiyorum; Bediüzzaman’ın talebeleri şeyh değildirler. Bu ağabeyleri farklı bir makama çıkarmak istememe gelince; haşa yüz bin kere haşa! Ben kimim ki? Fakat onlar zaten farklı ve âli bir makamdadırlar, tabi ki hatadan hali değildirler, günahtan münezzeh değildirler, fakat bu sözler onların hata ve günah yaptıklarını da ifade etmez. Bu köşede hiç kimsenin aleyhinde tek bir söz söylenmez ve yazılmaz, hiç kimse zimmî olarak bile tezyif edilemez, tenkit edilemez. Üstadımızdan nakille Abdullah Yeğin ağabeyin bana anlattığı bir hususu ben de sizinle paylaşayım; “içinde az da olsa Risale-i Nur muhabbeti olan kimse istihdam olunuyor.” Hal bu iken hangi Nur Talebesini tenkit veya tezyif edebilirim ki. Bunlar benim samimi görüşlerimdir. Fakat ağabeyleri sevmeye, hem de çok sevmeye, KENDİ NEFSİMDEN DAHA ZİYADE SEVMEYE DEVAM EDECEĞİM.
Sağlıkla ve MUHABBET ile kalınız…

Abdurrahman İRAZ

Kaynak: RisaleHaber

Nurcuların ağabeyi Abdullah Yeğin-2

Nurcuların ağabeyi Abdullah Yeğin-2

Geçen haftaki yazımda Abdullah Yeğin Ağabeyle sohbetimizin bir kısmını Risale Haber’in aziz okuyucularıyla paylaşmıştım. Hatta bazı belgelerden bahsetmiş ve Sungur Ağabey izin verirse bu belgeleri mütalaanıza arz edeceğimi ifade etmiştim. 

Geçtiğimiz Çarşamba günü Sungur Ağabeyle görüşmeye gittim. Görüştüm. Fakat bu görüşmeden önce size Abdullah Yeğin Ağabeyle ilgili merak edilen hususu aktarmak istiyorum. Ben Üstad hazretlerinin “yeni harflerle neşrolunan Risalelerin hepsinin okunmasından hasıl olan sevaplara Abdullah Yeğin ortaktır” dediğini duymuştum. Abdullah Yeğin Ağabeye sordum. O da bana şöyle cevap verdi:

‘‘Ben bu sözü Üstad’dan kendim işitmedim. Üstad hazretleri Sungur Ağabeye söylemiş. Bana da Sungur Ağabey aktardı ama Üstad bana ‘Sungur benim vekilimdir’ dedi. Yine bir gün muazzez Üstadımız ile birlikte Zübeyir Ağabey ve ben oturuyorduk.  Üstad hazretleri bana ‘Abdullah sen nurcuların ağabeyi olacaksın ama bir müşkülün olursa gel buna danış’ diyerek bana Zübeyir Ağabey’i gösterdi.” Yani vekil de olsa nurcuların ağabeyi de olsa yine meselelerin son hal yeri Zübeyir Gündüzalp…  

Tam otuz beş sene oldu Risale-i Nurları tanımam. Nurları tanımamla beraber bir ihsan-ı ilahi olarak Bediüzzaman’ın yakın talebeleriyle tanıştım. Mustafa Sungur Ağabey, rahmetli Bayram Yüksel Ağabey, Abdullah Yeğin Ağabey, Ahmet Aytimur Ağabey, Hüsnü Bayram Ağabey, Abdülkadir Badıllı Ağabey, Mehmet Birinci ve Mehmet Fırıncı Ağabeyler… Herhalde benim onlara çok ihtiyacım vardı ki, kader beni onlara hep yakın etti. Onların ağızlarından başkasını rencide etmeyi bırakın, rahatsız edici tek bir kelimeye şahadetim yoktur. Fazilet ve güzel hasletleri sahiplenmez hep biri birilerini işaret ederler.

Çarşamba günleri Üsküdar’da Sungur Ağabey’in yanında vakıflar dersi yapılır. İki üç hafta önceydi. Çok değerli dostum ve ağabeyim İhsan Atasoy ile birlikte bu derse katıldık. Ders bitip de vakıflar dağıldıktan sonra Sungur Ağabeye yanaştık ve ben “Sungur Ağabey, Risale Haber için sizinle bir röportaj yapmak istiyorum” dedim. Sungur Ağabey, “Abdurrahman kardeş bari sen yapma bunu yahu. Röportaj yapıp ne olacak kardeşim. İnsanların vaktini boşa harcamayalım. Herkes Risale okusun” deyince ben de “Ağabey cemaat teşbihte hata olmasın nasıl ki peygamberin sahabelerini havarilerini merak ediyorlarsa son müceddidin de saff-ı evvel talebelerini, vekillerini merak ediyorlar. Sizin hayatınız, gençliğinizde yaptıklarınız, şimdiki gençlere aşk veriyor, şevk veriyor, gıpta damarını kamçılıyor, hizmete medar oluyor. Yoksa cemaatin Eflanili Mustafa Sungur’u merak ettiği yok. Sizin muazzez Üstadımızla olan muhavereleriniz, sohbetleriniz merak ediyor ve siz bu hatıraları kendi yed-i tasarrufunuzda tutamazsınız. Siz artık cemaatin muazzez Üstad’ından kalan mukaddes yadigarı ve vekilisiniz’ dedim.

Ama açıkçası korkudan ne söylediğimin bile artık farkında değildim. İhsan Atasoy da Sungur Ağabeyin başucunda bu söylediklerimi duyunca renkten renge girdi. İşte o zaman Sungur Ağabey yine her zamanki nazik ve müşfik haliyle:
“Peki kardeşim hakikaten hizmete medar olacaksa tamam. Ne zaman istersen röportajı yap” dedi. Sungur Ağabeyi az da olsa medyada görüyoruz. Hatta Sungur Ağabeyin ‘Anarşi sebep ve çareleri’ diye bir kitabı bile var. Yani dış dünyaya açıktır. Fakat Abdullah Ağabey bu tür meselelere tamamen kapalıdır. Ne söylerseniz söyleyiniz, “Risaleler orda duruyor kardeşim. Herkes okusun ihtiyacını gidersin.” Bu onun son sözüdür. Geçtiğimiz aylarda onunla yaptığımız röportajı ondan alıncaya kadar akla karayı seçtik. En son ona da Sungur Ağabeye yukarıda söylediğim ifadeleri kullanmıştım. İhsan Atasoy sağolsun o zaman da yanımdaydı. Abdullah Yeğin Ağabey röportaj vermeye ikna olup da biz yanından ayrıldıktan sonra İhsan Atasoy bana şöyle demişti:
“O ne heyecandı be kardeşim. Elim kalbimdeydi. Abdullah Ağabey’in tokadı ha geldi ha gelecek diye beklerken röportajı vermeyi kabul etti. Tebrik ederim.”

Benim Üstad’ın taleberine karşı zaafım var. Muhabbetim biraz fazla galiba. Bundan önceki yazıda bu muhabbetim haksız bazı  tepkiler aldı. İnsanlar sanki bu Ağabeylere benim farklı bir makam verdiğimi, onları sanki şeyh gibi gördüğümü yazdılar. Doğru, onlar benim nazarımda farklı bir makamdadırlar. Önümüzdeki yazıda cevap sadedinde değil, ifade-i meram sadedinde bu konuya temas edeceğim.
Muhabbet ve sağlıcakla kalınız.

Not: Çarşamba günü bahse konu evraklarla birlikte Sungur Ağabey’e gittim ve evrakları göstererek meramımı arz ettim. Sungur Ağabey evrakların hepsini tek tek inceledi. Biraz bekledi, ardından bana döndü “Sonra konuşalım Abdurrahman kardeş” dedi. “Ağabey yayınlayayım mı” diye iki kere sordum ikisinde de cevabı değişmedi. Bera-i malumat ola…

Kaynak: Nurcuların ağabeyi Abdullah Yeğin-2 – Abdurrahman İRAZ

Nurcuların ağabeyi Abdullah Yeğin

Nurcuların ağabeyi Abdullah Yeğin

Önceki gün Abdullah Yeğin Ağabey’i ziyarete gitmiştim. Hac dönüşü hastanede yaptığım ziyareti saymazsak, bu ziyareti hacı ziyareti kabul edebiliriz. Nitekim Hacı Abdullah Ağabey zemzem ve hurma ikramında tam bir misafirperverlik örneği gösterdi.

Esasında Bediüzzaman’ın talebelerinin tavırlarını biz her zaman her halükarda örnek almalıyız. İhlası, mülayemeti, muhabbeti, tavır ve edası, duruşundaki ihtişam ve o haşmet içindeki tevazusu, konuştuğu zaman ağzından dökülen sanki kelimeler değil de dür daneleri. Yani mücevher taneleri dökülüyor ağzından. Konuştuğu zamanki sıcak ve samimi hali insanı adeta çocukluğundaki ana kucağına ya da annesinin koynundaki rahatlığına götürüyor. Sizinle konuşan bir insan değil, adeta bir ruhani melek.

Gözlerini üzerimde hissettiğimde, vücudumun yağları çözülüyor hissine varıyorum. Bu satırları okuyanlar abarttığımı düşünebilirler. Hiçbir sakıncası yok. Herkes istediğini düşünebilir. Fakat ben öyle hissesidiyorum. Sadece Abdullah Yeğin Ağabey’in huzurunda değil, bütün ağabeylerin huzurunda aynı halet-i ruhiyeyi yaşıyorum. Hatta Mustafa Sungur Ağabey’in huzurunda bu haz ve havf daha da artıyor.

Abdullah Ağabey’le İki buçuk üç saate yakın sohbet ettik. Akşam namazında bana imam oldu. Tesbihattan sonra bana ders yaptı. Dersten sonra sohbet ettik. Sohbet öyle derin meselelere gelip tevakkuf etti ki birden durdu ve ‘Abdurrahman Efendi bu konuştuklarımızın neşrini istemiyorum‘ dedi.

Biraz bekledi, sonra da “Gelip bana hatıra anlattırıyorlar. Bir müddet sonra anlattığım hatırayı tahrif edilmiş, başka insanları rencide eder şekilde dinliyorum. Onun içindir ki artık konuşmak istemiyorum. Hatıra dinlemek veya okumak isteyen Risale okusun” deyince ben de “Ağabey Siz bana hatıra anlatabilirsiniz. Zaten Risale Haber’de okursunuz. Bir eksik veya fazla varsa ikaz edersiniz. Bir daha da bana bir şey anlatmazsınız. Risale Haber’de yayınlanan bir hatırayı da başkasının tahrif etmesi mümkün değil. Zira yazılı belge halini alır. Tahrif edilmiş bir hatırayı duyduğunuzda Siz ‘ben öyle değil böyle demiştim’ der, Risale Haber’i yazılı belge olarak gösterirsiniz” dedim. Bunun üzerine Abdullah Ağabey, “evet böyle olur” dedi ve sohbetimize kaldığımız yerden devam ettik.

“Ağabey Siz Üstad’ın yaşayan talebeleri, bir araya gelseniz, hizmetin esaslarına taalluk eden halli gereken bazı meseleler var. Bu meseleleri istişare edip, halledip, yazılı bir metinle bütün Nur talebelerine duyursanız diye düşünüyorum” dedim.

Bazı meseleler var ki, herkes kendine göre yorumluyor. Özür dilerim ama, adeta her kafadan bir ses çıkıyor. Mesela, meşveret kiminle yapılır? Meşveret üyesi nasıl seçilir? Nur talebeleri meşvereti nasıl yapar? Risale-i Nur miri malı mıdır? Herkes basabilir mi? Risale-i Nur kitaplarına lugatçe konabilir mi? Daha çok mesele var. Benim şu anda aklıma gelenler bunlar. Bu sözlerime Abdullah Ağabey şöyle cevap verdi:

“Bak kardeşim. Muazzez Üstad’ın talebeleri ve hizmetkarları müteaddit seferler bir araya geldik. Meşveretler yaptık. Bu meşveretlerin neticesinde bazı kararlar aldık. Hizmetin esaslarına taalluk eden meseleleri muazzez Üstadımızdan gördüğümüz ve duyduğumu gibi yazdık. Ve bütün herkese lahika ile bildirdik. Ama bazıları buna göre fiil etmediyse ne yapabiliriz? İşte al sana bu belgeleri incele” dedi ve bana hala çözülemeyen birçok konuda yaşayan ve dar-ı bekaya göçen ağabeylerin imzasını taşıyan birkaç adet belge verdi.

Bir tanesi Üstadımız Efendimizin noter tasdikli vekaletnamesidir. Yayınlayıp yayınlayamayacağımı sorduğumda da bana Sungur Ağabey’i adres gösterdi: “Sungur Ağabey’e sor. O nasıl isterse öyle yap ama ona sormazsan neşretmeni istemem. Sungur Ağabey ne derse benim kabulümdür” dedi.

Önümüzdeki günler içerisinde bu belgelerle Sungur Ağabey’e gideceğim. Eğer neşirleri için izin alabilirsem bu belgeleri Risale Haber okuyucularına arz edeceğiz. Öyle zannediyorum ki bazı insanların vicdanını rahatsız edecek belgeler bunlar.

Şimdi okuyucular diyecekler ki, “madem Abdullah Ağabey, Sungur Ağabey onaylamadan bir şey söylemiyor. Nasıl oluyor da Nurcuların ağabeyi oluyor?” Onu da gelecek yazıda arz edeyim.

Hürmet ve muhabbetle…

Abdurrahman İRAZ

Kaynak: RisaleHaber

Pişkin müfterilerin hamakatlarını itirafı

Pişkin müfterilerin hamakatlarını itirafı

Yeni Asya gazetesi bir “DUYURU” neşretmiş. Bu duyuruda Yeni Asya’nın FETÖ terör örgütü lideri “Fetullah Gülen ile 40 yılı aşkın süreçte mesafesini hep koruduğunu” iddia ettikten sonra, sözü 1996 da Bediüzzaman’ın talebelerinin neşrettiği bir mektub’a getirip, olmayan aklınca Hüsnü Ağabeyi o mektuptaki imzası üzerinden itibarsızlaştırmaya çalışıyor. Şunu hemen söylemeliyim 1996 da neşredilen o mektup, o günün şartlarında yine Fetullah Gülen’i kullanarak İslam’a saldıranlara verilen bir cevaptı. Ayrıca Akit tv.nin provokasyon yaptığı iftirasını diğer iftiraları yaptıkları gibi çok rahat ve pişkin bir şekilde tekrarlıyor.

Son olarakta Hüsnü Bayramoğlu Ağabeyi ”İslam ahlakından uzak” ve ”Üstadın son yolculuğunda şoförlüğünü yapmış bir insan” diye tanıtarak değer cellatlığı yapma gayretine girmiş. Haaa birde bir lütufta bulunuyor ve Hüsnü ağabeyi mahkemeye vermiyorlarmış..! Ama nafile… Güneşi, matbaalarında terör örgütleri ve pornografik dergileri bastıklarında ellerine bulaşan o iğrenç ve mülevves mürekkeplerle sıvayamazlar Şu husus herkes tarafından bilinmelidir ki Yeni Asya’yı ve onu yöneten komitayı en iyi bilenlerden biriyim. Zira o mevkutenin sahibi ile çok özelim var.

Son defa diyorum, çünkü tabanı kalmamış bir yapı, sağa-sola saldırarak insanların ona cevap vermesini ve bu sayede tanınıp taban oluşturma gayretinin farkındayım.

1- 40 sene Fetö’ye mesafeli durdukları doğrudur. Fakat neden mesafeli durduklarını açıklamıyorlar. Aynı teşkilatın kullandığı 2 ayrı yapı aralarındaki üstünlük savaşında Fetullah Gülen, belki de iyi eğitilmiş olmasının ve sahnede kullandığı argümanları Demirel ile sınırlı tutmayıp birçok isim ile besleyerek hatta yurt dışında birçok ülkede sahne almasının sonucu olarak rakibini geçmiş ve uluslararası bir örgüt haline gelmiştir.

Bunun sonucu olarak Yeni Asya cemaati, kendi Abilerinin onlara verdiği taktik ve derslerle Fetullah’ı kendilerine her zaman rakip görmüş ve mesafesini, rekabet seviyesine göre muhafaza etmiştir. Vakta ki FETÖ yapısı deşifre oldu, bu sefer onunla aynı kaynaktan beslenen Yeni Asya devreye girerek milleti vaktiyle FETÖ’nün yaptığı gibi Risale-i Nurları kullanarak zehirlemeye hız ve kuvvet vermiştir. Daha önce Fetullah Gülen’e düşman olan, onu “hain” ve “dış güçlerin kontrolünde” diye tarif edenler maalesef şimdi onun rolünü hırsızlıyorlar. Onu savunuyor ona bir söz söyletmiyorlar. Vatan hainliği konusunda kör, risaleleri tahrip ve tahrif etmesi noktasında ise cehl-i mürekkep içine düştüler. Acaba bütün bunların karşılığında Fetö terör örgütü bunlara nasıl bir ianede bulunmaktadır? Yani Allah’ın ayetlerini acaba kaça satıyorlar açıkçası merak etmekteyim.

2- Biz Nur talebeleri, yüce kitabımız Kur’an ve onun hakiki bir tefsiri olan Risale-i Nurdan öğrendiğimiz “innemel mu’minine ihvetun” ferman-ı azimi, bütün müminlerin kardeş olduğunun ifadesidir. Yani İslam ve Müslümanların derdi ile dertlenmiş, İslam’ı yaşayan ve yaşamasını teşvik eden bir gurup, bir cemaat yada herhangi bir kuruluşa biz kardeş nazarı ile bakmamız gerekmiyor mu? Dolayısı ile Akit tv.nin, nur mesleğinin dışında olması İslam’ın emri olan ittihad manasının dışına mı itilmeli? Yada ittihad kiminle yapılmalı bunun kıstaslarını Yeni Asya’mı belirliyor? O sebepten mi dünyada bütün nurcular hatta bütün ümmet bir tarafta, Yeni Asyacılar karşı tarafta ve İslam düşmanları ile aynı safta oluyorlar?

3- Nurcu oldukları kendilerinden menkul olan bu güruh madem nurcu olduklarını iddia ediyorlar bari 20 ve 21. Lem’ayı hiç mi okumuyorlar?

4- Bırakın Nurculuğu önce Müslüman olmak gerekmiyor mu? Allah’ın emrini yerine getirmeyen günahkar olur, peki inkar eden pişkin müfterilerin bu hamakat itirafları değilse nedir? Bakın Nisa suresi 59. ayet-i kerime sarihtir: Siz ey imana ermiş olanlar! Allaha, Peygambere ve aranızdan kendilerine otorite emanet edilmiş olanlara itaat edin ve herhangi bir konuda anlaşmazlığa düşerseniz, onu Allaha ve Peygambere götürün, eğer Allaha ve Ahiret Gününe (gerçekten) inanıyorsanız. Bu (sizin için) en hayırlısıdır ve sonuç olarak da en iyisidir.) Namaz kılan, Kur’an okuyan, ibadetini aksatmayan, hac ve umreye giden ve İslam dini için cehd eden ve Türkiye’nin yarısından fazlasının reyi ile seçilmiş, bizden, yerli ve milli bir yöneticimiz var bunu inkâr ediyorlar.

Bediüzzaman hazretlerinin en büyük hayallerinden birini bu hükümet ve başındakiler gerçekleştirmişken, 14 senedir dinimize yapılan bu büyük hizmetler göz önünde iken, din ile alay eden, Müslümanları küçümseyen, Üstadımıza hakaret eden din düşmanları ile aynı safta olmak nasıl bir ruh haletinin sonucudur acaba? Yada karşılığında ne alınmıştır, bütün bir ümmeti karşılarına almaya değecek ne aldılar? Bütün bunları bir tarafa bırakalım, yine savunduğumuz ve iddiasını yaptığımız dinimiz bize emaneti ehline vermeyi emretmiyor mu? Yaşı yetenler eğer hain değillerse hiç mi düşünmezler? Hiç mi akıl etmezler?

Bu ülkede 90 yıldır hayalini bile kuramadığımız fütuhat ve terakkıyatı bu hükümet ve Ak Parti sayesinde görmedik mi? Eğer Tayyip Erdoğan’ın Türkiye’ye, Müslümanlara ve bütün İslam alemine kazandırdıklarını Demirel yapsaydı ona secde edeceklerdi secde… Ama bu İslam kahramanına kardeş olamıyorlar; bu da nasib meselesi elbette…

5- Son olarak Hüsnü Bayramoğlu ile ilgili 2-3 cümle söyleyeceğim. Bu ahmaklar eğer Risale-i nur okusalardı Hüsnü Bayramoğlu’nun kim olduğunu tabi ki bileceklerdi. Ama sadece bu hadise bile yani Hüsnü Ağabeyi tanımamaları bile, Risale-i nur okumadıklarını dolayısı ile Nurcu olmadıklarını ayan-beyan ortaya koyuyor. Bakın Bediüzzaman ne diyor; Bugün dört fedakâr hizmetimde bulunan manevî evlâdlarımla bir seyahat ettiğim zaman, imandaki Cennet çekirdeğinin bir zerreciği kat’iyyen ruhuma ihtar edildi. Emirdağ Lahikası-2 ( 212 ) Üstadımızın “hizmetinde olan 4 manevi evladım” dediği Zübeyir Gündüzalp, Mustafa Sungur, Bayram Yüksel ve Hüsnü Bayramoğlu’dur. Tabi bu Yeni Asyacılar lahika okumadıkları için bunları bilmezler. Risale-i Nur külliyatında 4 ana kitap İman kurtarır, fakat lahikalar istikamet verir, nurculuk manevi havuzunu gösterir, kılavuz olur.

Bakınız Hüsnü Bayram Ağabeyin, Üstada ve diğer nur talebelerine yazdığı çokça mektup bizzat Üstad Bediüzzaman tarafından Risale-i Nur külliyatına derc edilmiştir.

Herkesin cep telefonunda külliyat vardır, açın telefonunuzu “Hüsnü” yazın, bakın kaç yerde karşınıza çıkacak. Elbette Bediüzzaman’ın şoförlüğünü yapmak en büyük şereftir. Fakat o ahmak kafalılar bilsin ki Bediüzzaman’ın yanında fasılasız tam 11 sene kalmış ve üstadımızın “manevi evladım” iltifatına mazhar olmuş Hüsnü Bayramoğlu Ağabeyimiz, onların mülevves ağzından çıkan ifrazat ile kirlenmeyecek kadar ali bir makamdadır.

SAADET VE MUHABBETLE KALINIZ.

Abdurrahman İraz

Kaynak: Nurdanhaber.com

www.NurNet.Org

Avrupa’nın Telaşı, Bediüzzaman’ın Müjdesi mi?

Malum; bakanlarımızın Avrupa’da yapmak istedikleri toplantılar iptal ediliyor.

Hem de bin bir türlü bahaneler uydurularak. Bazı yerlerde salonunu, restoranını Türklere kiralayanlar tehdit ediliyor ve sözleşmelerinin iptal edilmesi isteniyor.

Avrupa ülkelerinin bazılarının bakanları Başbakanları diplomatik adaba yakışmayan açıklamalar yaparken, bazıları küstahlaşıyor arsızlaşıyorlar.

Türk bakanlara koydukları ambargo için de aleni tarih veriyorlar.

“16 Nisan tarihine kadar yapılacak toplantılara izin yok” diyorlar.

Yani referanduma kadar yapılacak ve referandumu müsbet yönde etkileyecek toplantılar iptal ediliyor.

Fakat CHP ve HDPnin toplantılarına yasak yok.

Değerli arkadaşlar, tek başına bu hadise bile bütün milletin hep birlikte yek vücut olarak EVET oyu vermesine yeterli sebeptir.

Peki avrupanın bu korkusu nedendir?

Sevgili dostlar; eğer türkiye fazla değil 20 sene önceki türkiye olsaydı bu ambargo uygulanmazdı. Nitekim türkiye cumhuriyetinin başbakanı ve bakanları daha önce çok kereler avrupanın bir çok ülkesinde toplantılarında bulunmuş seçim konuşmaları yapmışlardır.

Fakat bu referandum başka, zira bu referandum, daha düne kadar onların önünde el-pençe hazırol vaziyetinde duran ve son 15 senede yaptığı büyük ataklarla, ürettiği teknoloji ve yeni nesil silahlarla onlara olan göbek bağını koparan ve artık onların her emrine kesinlikle ve mecburen boyun eğmeyen türkiye ve milli yöneticilerinin 2023 hedefi için önemli bir eşik olacağını ve bu eşikin aşıldığı takdirde artık bütün haçlı ordularının bile İ’layı kelimetullahın dahada yükselmesine mani olamayacakları bir referandum olduğuna inandılar.

Tam seksen senedir türkiye üzerenden islam alemine yapılan oyunlar, kurulan tuzaklar, vurulan darbeler, yapılan sömürülerin yavaş yavaş sonlarına geldiklerini görüyor ve kahroluyorlar.

Tam seksen senedir ellerinde felaket dağıtın teknikleri ile düyayı parça parça yutmaya ve Müslümanları yok etmeye çalıştılar.

Dost ve müttefik maskesi altında her damlası şehit kanları ile sulanmış bu kutsal topraklar üzerinde her türlü kepazeliği sergilediler. İpe sapa gelmez zavallı insanları aradılar buldular ve onları bir araya getirerek terör örgütleri kurarak Müslüman memleketlerini kana boğdular. Müslümanlara silahlar satarak bir biriyle savaştırdılar, Müslümanlar bir birlerini öldürünce kendileri de keyifle sattıkları silahlardan kazandıkları dolar ve avro larını yediler.

Onlar, zulmün doğurduğu canavarlar..!

Türkiye ve diğer islam ülkelerinden devşirdikleri hainlere müttefik ve dost dediler ve tepe tepe kullandılar.

Şimdi de bir kahraman Türk kalkıyor onlara meydan okuyor, ve bütün kepazeliklerini ortaya seriyor.

Elbette buna tahammül edemiyecekler.

Tabi bir şey daha var, buda en önemlisidir.

Bediüzzaman hazretlerinin yüz küsur sene önce verdiği müjdenin gerçekleştiğini görüyorlar. Avrupa nın hemen bütün ülkeleri ihtiyarladı orduya alacakları askerleri bile kalmadı. Genelde Müslümanlar fakat galibane türkler avrupanın dört bir yanını doldurmuş bir durum söz konusudur ki, bu da bediüzzaman hazretlerinin haberinin tahakkuk ettiğini göstermektedir.

“Eski Said bu matbu kitabetlerinde, İşarat-ül İ’caz’ın baştaki ifade-i meramında ve sair eserlerinde musırrane ve mükerreren talebelerine diyordu ki: Hem maddî, hem manevî büyük bir zelzele-i içtimaî ve beşerî olacak. Benim dünya terki ile inzivamı ve mücerred kalmamı gıbta edecekler diyordu. Hattâ hürriyetin birinci senesinde İstanbul’da Câmi-ül Ezher’in Reis-i Üleması olan Şeyh Bahit Hazretleri (R.H.) İstanbul’da Eski Said’e sordu:

مَا تَقُولُ فِى حَقِّ هذِهِ الْحُرِّيَّةِ الْعُثْمَانِيَّةِ وَ الْمَدَنِيَّةِ اْلاَوْرُوبَائِيَّةِ

Said cevaben demiş:

اِنَّ الْعُثْمَانِيَّةَ حَامِلَةٌ بِدَوْلَةٍ اَوْرُوبَائِيَّةٍ فَسَتَلِدُ يَوْمًا مَا وَ اْلاَوْرُوبَا حَامِلَةٌ بِاْلاِسْلاَمِيَّةِ فَسَتَلِدُ يَوْمًا مَا

Yani: Osmanlı hükûmetindeki hürriyete ne diyorsun ve Avrupa hakkında fikrin nedir? O vakit Eski Said demiş: Osmanlı hükûmeti Avrupa ile hamiledir, Avrupa gibi bir hükûmeti doğuracak. Avrupa da İslâmiyet’e hamiledir, o da bir İslâm devleti doğuracak. Şeyh Bahit’e söylemiş. O allâme zât demiş: Ben de tasdik ediyorum. Beraberinde gelen hocalara dedi: Ben bununla münazara edip galebe edemem.

Birinci tevellüdü gözümüzle gördük. Bir çeyrek asır Avrupa’dan daha dinden uzak.

 

İkinci tevellüd de inşâallah yirmi-otuz sene sonra çıkacak. Çok emarelerle hem şarkta hem garbda Avrupa içinde bir İslâm devleti çıkacak.”

Emirdağ Lahikası-2 ( 112 – 113 )

Değerli dostlar Avrupa bu müjdenin tahakkuk ettiğini görüyor. Türkiye, avrupanın gururlandığı ve dilinden düşürmediği mehasininin en mükemmelini vatandaşına getirerek avrupanında önüne geçerken, Avrupa sefahat ve rezaleti bırakıp müslümanlaşmaya başlamıştır. Gün yoktur ki birkaç tane hidayet haberi gelmesin.

Bu durumda Avrupa tabiki sana dur diyecek ve böyle milli ve islami duruşunu engellemeye kalkacaktır.

Yoksa mesele ne hapisteki bir teröristtir nede bir gazeteci.

Kendileri altından kalkamıyacaklarını bildikleri için başta ABD olmak üzere avrupanın bütün ülkeleri terörist örgütler kurarak vatanımıza, şimdi yapamadıları için burnumuzun dibine göndermekte ve beslemektedirler

Saadet ve muhabbetle kalınız.

Abdurrahman İraz – Nurdan Haber