Etiket arşivi: abulkadir haktanır

Şu Acib Âlemin Mâlikini Tanımalıyız !

         “Bir zaman iki adam, bir havuzda yıkandılar. Fevkalâde bir tesir altında kendilerinden geçtiler. Gözlerini açtıkları vakit gördüler ki; acib bir âleme götürülmüşler. Öyle bir âlem ki, kemal-i intizamından bir memleket hükmünde, belki bir şehir hükmünde, belki bir saray hükmündedir. Kemal-i hayretlerinden etraflarına baktılar. Gördüler ki: Bir cihette bakılsa azîm bir âlem görünüyor. Bir cihette bakılsa, muntazam bir memleket… Bir cihette bakılsa, mükemmel bir şehir… Diğer bir cihette bakılsa, gayet muhteşem bir âlemi içine almış bir saraydır. Şu acaib âlemde gezerek seyran ettiler. Gördüler ki: Bir kısım mahluklar var; bir tarz ile konuşuyorlar, fakat bunlar onların dillerini bilmiyorlar. Yalnız işaretlerinden anlaşılıyor ki, mühim işler görüyorlar ve ehemmiyetli vazifeler yapıyorlar.

        O iki adamdan birisi, arkadaşına dedi ki: “Şu acib âlemin elbette bir müdebbiri ve şu muntazam memleketin bir mâliki, şu mükemmel şehrin bir sahibi, şu musanna sarayın bir ustası vardır. Biz çalışmalıyız, onu tanımalıyız. Çünki anlaşılıyor ki, bizi buraya getiren odur. Onu tanımazsak  kim bize meded verecek? Dillerini bilmediğimiz ve onlar bizi dinlemedikleri şu âciz mahluklardan ne bekleyebiliriz? Hem koca bir âlemi bir memleket suretinde, bir şehir tarzında, bir saray şeklinde yapan ve baştan başa hârika şeylerle dolduran ve müzeyyenatın enva’ıyla tezyin eden ve ibretnüma mu’cizatlarla donatan bir zât, elbette bizden ve buraya gelenlerden bir istediği vardır. Onu tanımalıyız. Hem ne istediğini bilmekliğimiz lâzımdır.” Öteki adam dedi: “İnanmam, böyle bahsettiğin gibi bir zât bulunsun ve bütün bu âlemi tek başıyla idare etsin.” Arkadaşı cevaben dedi ki: “Bunu tanımazsak, lâkayd kalsak, menfaati hiç yok; zararı olsa pek azîmdir. Eğer tanımasına çalışsak, meşakkati pek hafiftir, menfaati olursa pek azîmdir. Onun için ona karşı lâkayd kalmak, hiç kâr-ı akıl değildir.” O serseri adam dedi: “Ben bütün rahatımı, keyfimi; onu düşünmemekte görüyorum. Hem böyle aklıma sığışmayan şeylerle uğraşmayacağım. Bütün bu işler, tesadüfî ve karmakarışık işlerdir, kendi kendine dönüyor; benim neme lâzım.” Akıllı arkadaşı ona dedi: “Senin bu temerrüdün beni de, belki çokları da belaya atacaktır. Bir edebsizin yüzünden, bazan olur ki, bir memleket harab olur.” Yine o serseri dönüp dedi ki: “Ya kat’iyen bana isbat et ki; bu koca memleketin tek bir mâliki, tek bir sâni’i vardır. Yahut bana ilişme.” Cevaben arkadaşı dedi: “Madem inadın divanelik derecesine çıkmış; o inadınla bizi ve belki memleketi bir kahre giriftar edeceksin. Ben de sana oniki bürhan ile göstereceğim ki: Bir saray gibi şu âlemin, bir şehir gibi şu memleketin, tek bir ustası vardır ve o usta, herşeyi idare eden yalnız odur. Hiçbir cihette noksaniyeti yoktur. Bize görünmeyen o usta, bizi ve herşeyi görür ve sözlerini işitir. Bütün işleri mu’cize ve hârikadır. Bütün bu gördüğümüz ve dillerini bilmediğimiz şu mahluklar onun memurlarıdır.” (Sözler:279)     

SANA, SENDEN DAHA YAKIN, SEN O’NDAN NİHAYETSİZ UZAKSIN …

        “Ey haddinden tecavüz etmiş nefs-i pürvesvas! Diyorsun ki: “Biyedihi melekütü külli şey” Yani “Ve nahnü akrabü ileyhi min hablil verid” Yani: “Ma min dabbetin illa hüve ahizün binasiyetiha” gibi âyetler, nihayet derecede kurbiyet-i İlahiyeyi gösteriyor.

         Yani “Tehrucül melaiketü verruhu ileyhi fi yevmin kane mikdaruhü hamsine elfe senetin” Yani: “Ve ileyhi turceun” ve hadîste varid olan: “Cenab-ı Hak yetmiş bin hicab arkasındadır” ve Mi’rac gibi hakikatler, nihayet derecede bu’diyetimizi gösteriyor. Şu sırr-ı gamızı fehme takrib edecek bir izah isterim?”

        Elcevab: Öyle ise dinle: Evvelâ, Birinci Şuaın âhirinde demiştik: Nasılki Güneş, kayıdsız nuruyla ve maddesiz aksi cihetiyle; sana, senin ruhun penceresi ve onun âyinesi olan gözbebeğinden daha yakın olduğu halde; sen, mukayyed  ve maddede mahpus olduğun için ondan gayet uzaksın. Onun, yalnız bir kısım akisleriyle, gölgeleriyle temas edebilirsin ve bir nevi cilveleriyle ve cüz’î tecellileriyle görüşebilirsin ve bir sınıf sıfatları hükmünde olan elvanlarına ve bir taife isimleri hükmünde olan şualarına ve mazharlarına yanaşabilirsin. Eğer, Güneşin mertebe-i aslîsine yanaşmak ve bizzât doğrudan doğruya güneşin zâtı ile görüşmek istersen, o vakit pek çok kayıtlardan tecerrüd etmekliğin ve pek çor meratib-i külliyetten geçmekliğin lâzımgelir. Âdeta sen, manen tecerrüd cihetiyle Küre-i Arz kadar büyüyüp, hava gibi ruhen inbisat edip ve Kamer kadar yükselip, bedir gibi mukabil geldikten sonra bizzât perdesiz onunla görüşüp, bir derece yanaşmak dava edebilirsin. Öyle de: O Celil-i Pürkemal, o Cemil-i Bîmisal, o Vâcib-ül Vücud, o Mûcid-i Küll-i Mevcud, o Şems-i Sermed, o Sultan-ı Ezel ve Ebed, sana senden yakındır. Sen, ondan nihayetsiz uzaksın. Kuvvetin varsa, temsildeki dekaikı tatbik et…

        Sâniyen: Meselâ: “Velillahil meselül ağla” Bir padişahın çok isimleri içinde “kumandan” ismi çok mütedâhil dairelerde tezahür eder. Serasker daire-i külliyesinden tut, müşiriyet ve ferikiyet, tâ yüzbaşı, tâ onbaşıya kadar geniş ve dar, küllî ve cüz’î dairelerde de zuhur ve tecellisi vardır. Şimdi, bir nefer hizmet-i askeriyesinde onbaşı makamında tezahür eden cüz’î kumandanlık noktasını merci tutar, kumandan-ı azamına şu cüz’î cilve-i ismiyle temas eder ve münasebettar olur. Eğer asıl ismiyle temas etmek, ona o ünvan ile görüşmek istese, onbaşılıktan tâ serasker mertebe-i külliyesine çıkmak lâzımgelir. Demek padişah, o nefere ismiyle, hükmüyle, kanunuyla ve ilmiyle, telefonuyla ve tedbiriyle ve eğer o padişah, evliya-i ebdaliyeden nuranî olsa, bizzât huzuruyla gayet yakındır. Hiçbir şey mani olup, hail olamaz. Halbuki o nefer, gayet uzaktır. Binler mertebeler hail, binler hicablar fâsıldır. Fakat bazan merhamet eder, hilaf-ı âdet; bir neferi huzuruna alır, lütfuna mazhar eder. Öyle de: Emr-i: “Kün feyekün”e mâlik; güneşler ve yıldızlar, emirber nefer   olan Zât-ı Zülc elal, herşeye herşeyden daha ziyade yakın olduğu halde, herşey ondan nihayetsiz uzaktır. Onun huzur-u kibriyasına perdesiz girmek istenilse, zulmanî ve nurani, yani maddî ve ekvanî ve esmaî ve sıfatî yetmiş binler hicabdan geçmek, her ismin binler hususî ve küllî derecat-ı tecellisinden çıkmak, gayet yüksek tabakat-ı sıfatında mürur edip tâ ism-i azamına mazhar olan arş-ı azamına uruc etmek; eğer cezb ve lütuf olmazsa, binler seneler çalışmak ve sülûk etmek lâzım gelir. Meselâ: Sen, ona Hâlık ismiyle yanaşmak  istersen; senin hâlıkın hususiyetiyle, sonra bütün insanların hâlıkı cihetiyle, sonra bütün zîhayatların hâlıkı ünvanıyla, sonra bütün mevcudatın hâlıkı ismiyle münasebettarlık lâzım gelir. Yoksa zılde kalırsın, yalnız cüz’î bir cilveyi bulursun.” (Sözler:197)                    

Paylaşan: Abülkadir Haktanır

Işıl Cinmen Hanımefedinin Yazısına Cevap

Işıl hanım hemcinsleri olan hanımlara arka çıkmak için, yazı yazmış. Bu yazıyla, hanımların açık saçıklıkları, pek mühim bir şey değil manasına gelen yazısı. Ve Kur’ani kerimden Ayete ma’na vererek: Kadınların sokağa çıkmalarını zaruret göstererek, “Erkekler sokakta yürürken yere baksınlar” önüne çıkan hanıma çarpsada mühim değil. Yeter ki yarım çıplak gezen kadınlara bakıp,  kendilerini günahtan kurtarsınlar. Işıl hanım bilmiyor ki sokaklar caddeler erkeklerindir. Bu sebepten Peygamberimiz a.s.m  “El evvelu leh vessani aleyh” buyurmuş. Yani erkek tarafından sokakta yürüyen hanımlara birinci bakış, bakanın lehindedir, ikinci bakış aleyhindedir. Yani ilk bakışta günah yoktur,ancak ikinci defa şehvet nazari ile bakarsa o zaman günaha girmiş olur erkekler.

Evet Allahımız, nesli çoğaltmak için şehvet duygusunu tatminden alınan lezzeti insana peşin ücret olarak vermiştir. Çünkü insan ücretsiz iş yapmaz ki. Bu sebepten yabancı erkek ve kadın o şehvet duygusunu canlandırmadan beraber kalamazlar. Yine bu sebepten, asırlarca Osmanlılar hakim oldukları zaman kadın vücudunu şöyle dursun yüzünü de Peçe ile örtmüştür. Benim Annem hayatı boyunca dışarıda peçeyle gezmiştir. Ve vücuduna fistan değil belden aşağı şalvar, belden yukarıda göğsünün büyüklüğü belli olmayacak şekilde, kadınlara mahsus bir gömlek giyerlerdi. Evet. Dini emirlere göre Tesettür kanunu, yalnız hanımın etini örtmek değil, örttüğü yerlerin kalınlığı belli olmayacak şekilde olmalı.

Işıl hanım, Kur’andaki Ayetten mana verirken, bilmiyor ki: Dini bir hüküm vermek için, onunla ilgili bütün Ayetleri ve hadisleri bilecek, ondan sonra mana verecek. Bakın İçki üç ayeti kerime ile yasaklanmıştır:

1- Sana şarap ve kumardan soruyorlar. de ki “Bu ikisinde büyük günah ve insanlara bazı yararlar vardır. Ancak günahları yararlardan daha büyüktür.” (Bakara 219)

2- “Ey iman edenler! Sarhoş bir vaziyetteyseniz, ne söylediğinizi bilebilecek hale gelinceye kadar namaza yaklaşmayın.” (Nisa 43)

3-  “Ey iman edenler! Hamr (Yani alkollü içkiler), talih oyunları (yani kumar), (tapmak üzere) dikilen taşlar ve fala bakıp kehanette bulunmak üzere kullanılan oklar, muhakkak ki şeytan işi birer pislik ve murdardır; o halde bunları terk edin! (Umulur ki felah ve başarıya erersiniz.” (Maide 90) 

İşte gördünüz ki bir ayeti okuyup mana veremeyiz üçünü bilmeliyiz ki Kur’andan doğru mana çıkaralım.

Bediüzzaman Hazretlerinin ifadesine göre Kur’ani kerimden  müfessirler 350.000 tefsir yazmışlardır. Kur’ani kerimin ayetlerdeki meallerinden herkes değil, yalınız o sahada alimler bazi şeyler anlayabilirler. Çünkü Kur’ani kerimin her asra munhasir bir yüzü vardır. Kelamullah her asrın ihtiyaçlarına cevap vermeye muheyyadır.

Evet görün Türkiye’de neler geçirdik Risale-i Nurların Müellifi 28 sene sürgün ve hapishanelerde. Hatta dünya kanunlarına ters düşen uzun hücre hapislerine maruz kaldığı halde ve 19 defa hükümet adamları tarafından zehirlenmiştir. Bediüzzamana bu zulmü ingilizler yapmamış, bizden görünen din düşmanları yapmış.

Evet o işkenceli yerlerde yazdığı Risale-i Nur eserleri bugün 60 dile tercüme edildi. Hatta: İstanbul’un, Ataköy Sinan Erdem Spor kompleksinde 22 Eylülde başlayıp 3 gün süren: 10. Uluslararası sempozyumuna 40 devletten 200 den ziyada Profesör ve yazarlar katılıp 6000 sahifeden müteşekkil olan Risale-i Nur ve onların Yazarı Olan Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerini nasıl methettiklerini Işıl hanım görmeliydi. Türkiyede Risale-i Nurlar ve okuyucuları, bin küsur def’a civarında mahkemeye çıktıkları halde Sekizinci Sempozyumda Bir Profesör dediki: araştırdık Türkiye’de 10.000.000 kişi Risale-i Nur Eserlerini okuyormuş

Evet  Kur’ani Kerimden meydana geldiği 350.000 tefsir bize gösteriyor ki: Bir ayetin ma’nasını verebilirsin. Fakat o ayetin manası yalınız öyle değildir. O derin ma’nalarını çıkarabilene aittir. Kur’anı kerimde “Verrasihune fil’ilmi” Yani (İlimde derinleşenler) o işi yapabilir manasında diyor.

Din bilgisinde derinleşme, bilgisine “İlmi kelam” denilir. Din bilgisinden nasibi az, veya hiç olamayanlar, bu sahada fikir yürütmezler. Onların mesleğine Felsefe denilir, Yani  o saha, din ile bağdaşmayan, yalnız kafadan bilgi atma sahasıdır felsefe sahası.

Işıl hanım “Men teşebbehe bi kavmin fehüve minhüm”  (Bir kimse başka bir kavimden birisine benzerse, o onlardandır.) Zaten Cumhuriyeti ilan etmeden önce bu hadisi tefsir edip kitap yazan İskilipli Atıf efendiyi o sebepten idam etmişler. Hakim ona: “Ne o kadar bunun üzerinde duruyorsun? Şapka bir bez parçasıdır” İskilipli hakime cevaben: Dayandığın bayrak da bir bez parçasıdır haydi yırt bakalım ve devamında demiş: Bir askeri gemiye Türk subayı yunan bayrağını assa, siz ona ne yaparsınız? Hakimin cevabı sukut.

Evet Işıl Hanım Bu hususta haklısınız. Diyorsunuz Müslümanların Müslüman olduklarına dair bir alamet yok. Müslümanların çoğu: Yahudi ve Hristiyan alameti olan kasket ve fötr dan kurtuldukları için rahat başaçık geziyorlar. Çünkü Şeyhülislam Zembilli ali efendi Demiş ki Bir Müslüman şaka ile de şapkayı başına koysa kâfir olur. Fakat ne yapsın zavallı Türk Müslümanları Cebir Altında.

Evet Işıl hanım! Hanımların hakları o zaman ellerinde idi, o zaman, ne zaman ki İslam şeriatı hakim idi. Dış düşmanlar içteki bazı hainlerle birleşerek Tepemizde tuz döğdüler. 80 sene bu mazlum milleti ezdiler Anlat bana 1923 ten 1950 ye kadar Türkiye’de nasıl ilerleme olmuş. 24 sene Türkiye’de Kur’an öğrenmek yasak. On sekiz sene ezan okumak yasak. Ezan yerine Minarelerde Türkçe şarkı söylüyorlarmış bu dünyanın hiç bir yerinde görülmemiş. Milletin çektiklerinden yalnız bir tane: Bediuzzamanın nasıl ve ne kadar çektiklerini yukarıda sana anlattım. Camide namaz kılan adam çıkarken takkesini çekmeğe unutmuş hemen hapse atmışlar.

Televizyonda Bir muhabir Öyle diyor Cumhuriyet devrinde 1800 tane cami yıkılmış. Kütahyadan bir dede bana anlatıyor: Askere İstanbula tayini çıkmış gelmiş Sultan Ahmed camiinde Ranzalar koymuşlar orada yatıyorduk diyor. O devirde insanların çektiklerinden sizde öğrenmişsiniz. İnönü devrinde İmansız Öğretmen yetiştirmek için Köy enstitüleri isimli okullar açılmış. bu sebepten dindarlar dinsiz olur diye evlatlarını okula göndermemişler ve bu millet bu hale gelmiş. Hanımlardan dini çok zayıf olanların kızları yarım çıplak. Güya dindar olanların kızları de DANDİK tesettürle geziyor.

Sen samimiyetten bahsediyorsun Bunu hiç bir zama “Eddinu Nasihatun” o Mübarek Peygamberimiz bu (Din nasihatten ibarettir) kelimesini 3 defa tekrarlamiş. Samimiyet değil bu kelime: Bilgi manasındadır. İnsan, Kulağından ve gözünden ne aldı ise o odur. Ha bilgisini sağlam aldıktan sonra samimi olabilir. Bu sebepten Yukarıda Risale-i Nur eserlerinden bahsettim onların tamamı 130 Risale dir. Fakat onlardan birtanesi de İhlas Risalesidir (yani samimiyet)  bu risale hakkında diyor en az onbeş günde bir defa bunu okuyunuz. Evet Samimiyet, ama o samimiyet bilgisiz olmaz

Hanımlara hak vermişler mi yoksa ellerinde olan haklarını almışlar mı? Bak sana hanımların haklarını anlatayım: Peygamberimizin a.s.m hanımları Müslümanların anneleri hükmündedir Ayeti kerimede: “Pergamberinizin a.s.m. hanımlarına gerekli bir şey soracağınızda bir perde arkasında sorun! Öyle yapmanız, hem sizin kalpleriniz hemde onların kalpleri için daha çok temizdir.” (Ahzab 52) Hanımlar âileden ve okuldan sağlam terbiye almadıkları için mahkemelerde 100.000 lerce boşanma dosyaları mevcut. Bediüzzaman Talebelerine emretmiş beş defa günde kıldıkları namazdan sonraki tesbihatta ” Allahım hanımların şerrinden, hanımların belasından, hanimların fitnesinden bizi Sen koru” duasını okuyun demiş ve her talebe onu okur.

Peygamberimiz Mi’racdan geldikten sonra: Cehennemin çoğunluğu hanımlarmış diye haber vermiş. Yani hanımlar kolay aldanabilir bir vaziyettedirler de ondan: Kendilerini cehenneme birer parça odun yapmaktan çekinmiyorlar zavallılar. Bunuda bildireyim ki hanımlar cumhuriyet sisteminden çok yara aldıkları için ben evimde bir daireyi onların toplanıp din iman ve öldükten sonra, ya ebedi cennet ya ebedi cehennem insanı beklediğini öğrenmeleri için orada Haftada bir umumi dersleri var ve ara sıra toplanıp programlar yaparlar. Mes’ele bundan ibaret Işıl hanım.

Bakın Üstad Bediüzzaman hazretleri SÖZLER eserinin Lemaat kısmında hanımın yerini nasıl tayin ediyor:

“Mim”siz medeniyet, tâife-i nisâyı yuvalardan uçurmuş, hürmetleri de kırmış, mebzul metâı yapmış. Şer’-i İslâm onları Rahmeten dâvet eder eski yuvalarına. Hürmetleri orada; rahatları evlerde, hayat-ı âilede. Temizlik zînetleri;

Haşmetleri hüsn-ü hulk, lûtuf ve cemâli ismet, hüsn-ü kemâli şefkat, eğlencesi evlâdı. Bunca esbâb-ı ifsad, demir sebat kararı Lâzımdır, tâ dayansın. Bir meclis-i ihvânda güzel karı girdikçe, riyâ ile rekabet, hased ile hodgâmlık debretir damarları.

Yatmış olan hevesât birden bire uyanır. Tâife-i nisâda serbestî inkişafı, sebep olmuş beşerde ahlâk-ı seyyienin birden bire inkişafı.

Şu medenî beşerin hırçınlaşmış ruhunda, şu sûretler denilen küçük cenazelerin, mütebessim meyyitlerin rolleri pek azîmdir; Hem müthiştir tesiri.

Abulkadir Haktanır

www.NurNet.org

Çoktan Beklenen Kahraman

ÇOKTAN BEKLENEN KAHRAMAN

Tarihte kimse gördü mü böyle bir kahraman?

En hunharlara karşı gelsin, gitseydi de can?

Şüphesiz ki bu zattır Üstad Bediüzzaman,

Gelin bunun cesaretinden hisse alalım,

Gafletten uyanıp, zamanıdır ayılalım.

 

Kur`ana ayna oldu Nurların müellifi,

Beşeri kurtarmaktı onun ana hedefi,

Mahkemede susturabildi hâkim le şefi,

Evet, bu zatın peşine bizler de koşalım,

Allah’ı memnun edinceye kadar coşalım.

 

Budur fesadı ümmet vaktinde beklenen zat!

Ona talebe olabildiysen, endişeni at,

Sonra mânen yükseleceksin çıkarsın kat kat,

Gelin bizde imanımıza kuvvet katalım,

Şer ve şerirlerden kurtulup mahfuz kalalım.

 

Bu zata hayran kalıyor birçok mütebahhir,

İmanı şübehattan kurtarabilen mahir,

O imana kuvvet kattı gizli değil zahir,

Gelin bu davaya bizde sarılıp duralım,

Günlümüzde Risale-i Nurdan taht kuralım.

 

Bu zat engel olmuş idi birçok kargaşaya,

Mukni cevap verebilmişti Hurşit paşaya,

Korkmadan dedi, zalime cehennem yaşaya,

Evet gelin bu zata bizde sahip çıkalım,

Kalbimizdeki eneyi Nurlarla yıkalım.

 

Bu zat düşmanlara karşı fikriyle savaştı,

Dahilde azılı dinsizleri müthiş sarstı,

Dine karşı olan zındıkların sesini kıstı,

Gelin can dostu bu zata içten sarılalım,

Günlümüzde Nurlardan âbideler kuralım.

 

Evet son asırda bu zatın ilmine yok eş,

Hilafetin bittiği yerde parlayan güneş,

Onun nuru tek taraf değil, ciheti şeş,

Gelin kaybettiklerimizi biz de bulalım,

Çok eğri yollardan rahatlıkla kurtulalım.

 

Rahat ol Üstadım Nur’lar her yerde parlıyor,

Nur eserleri bütün âleme yayılıyor,

Muannitlerden başkası severek okuyor,

Okuyunca iç alemine ışık sokuyor

Kalbi siyah olanlar yanaşmıyor korkuyor.

Nisan 2004 Abdülkadir Haktanır

 

NURUN SEÇKİN KADROSUNUN PEŞİNE KOŞALIM GEL!

Nurun seçkin kadrosunun peşine koşalım gel,

Bu davadan paye için onlara verelim el,

Bu fitne fesat zamanda bizi de almasın sel,

O kervanın yardımına, beraber koşalım gel,

Nurlarla şevk ile biz sımsıkı sarmaşalım gel.

 

Bu asilzadeler Kelamullah’ın hadimleri

Elde sağlam iman ile koşuyorlar ileri ,

İman ve Kur’an’a bunların örnek hizmetleri,

Onların yardımına hep beraber koşalım gel,

Bunlara aşk ve şevkle bizlerde sarmaşalım gel.

 

Nurdaki haz ile, lezzetlere yan bakıyorlar,

Billur gibi parlak, nur havuzuna akıyorlar,

Can simidi olan nurlarla yatıp kalkıyorlar,

O kervanın yardımına beraber koşalım gel,

Nurlara aşkla sımsıkı bizde sarmaşalım gel.

 

Onlarda ötekiler gibi insan, fakat farklı,

Nurları okursan göreceksin ki onlar haklı,

Hayatlarında açık görünüyor değil saklı,

Onların yardımına hep beraber koşalım gel,

Nurlara aşk ve şevk ile bizde sarılalım gel.

 

Hemcinslerini kurtarmaya koşuyor bu kervan,

Çünkü onların şefkati galip, durmazlar bir an,

Nurdaki hakikatlerle oluyorlar hırz-ı can,

O kervanın yardımına bizler de koşalım gel,

Nur yolunda onlara sımsıkı sarmaşalım gel.

 

Gençleri kurtarmak için peşlerine koşarlar,

Allah rızasını kazanmaya şevkle coşarlar,

Bu mübareklere gıpta ile herkes şaşarlar,

Onların yardımına hep beraber koşalım gel,

Nurlara şevk ile biz sımsıkı sarılalım gel.

 

Bunların pâk gayeleri güneşler gibi parlar,

Bütün duygularını Nurlardan haleler kaplar,

Melekler fetebarekâllah diyerek alkışlar,

Bu kervanın yardımına beraber koşalım gel,

Nurlara şevk ile biz sımsıkı sarmaşalım gel.

 

Bu gençler çelik gibi imanı aldılar Nurdan,

İdeallerine koşarlar, anlamazlar dur dan,

Ahirete göz dikenler, haz alır mı buradan,

Bunlara bizlerde durmadan destek verelim gel,

Nurlara can ve gönülden sıkı sarılalım gel.

 

Gün geçtikçe çoğalıyorlar bu Nurlanmış gençler,

Yolunu kaybedenler onları bulup ilerler,

Onlarla kaynaşırlar konuşurlar ve gülerler,

Onlara biz de yardım edelim durmayalım gel,

Nurlara şevk ile biz sımsıkı sarmaşalım gel.

 

Bunlar, Nur’lara feda olmayı, bir borç bilirler,

Ücrette yoklar amma, hizmete koşar gelirler,

Beni kurtarın diyenlere hemen el verirler,

Biz onların yardımına beraber koşalım gel,

Nurlarla aşk ve şevk ile bizde sarmaşalım gel.

 Mayıs 2004 Abdülkadir Haktanir