Etiket arşivi: afife artık

Hücumât-ı Sitte Risalesi’ne göre hakikatbîn olmak

Kastamonu lahika düsturları 16-4

Kastamonu Lâhikasının ilk mektubunda Bediüzzaman Said Nursî, Risale-i Nur’un talebelerine hitab ederken başka pek çok vasıflarla beraber “hakikatbîn kardeşlerim” diye onları vasıflandırıyor. Hakikatbîn olmanın ne demek olduğunu Risale-i Nur Külliyatı’ndan araştırıyorduk. İhlas Risaleleri olan Yirminci ve Yirmi Birinci Lem’alardan ve Yirmi İkinci Mektub olan Uhuvvet Risalesi’nden hakikatbîn olmanın ne demek olduğunu sormuştuk. Şimdi de Yirmidokuzuncu Mektubun Altıncı Kısmı olan “Hucumât-ı Sitte Risalesi”nden hakikatbîb olmanın ne demek olduğunu soracağız.

Kolaylık olması bakımından madde madde incelemeye gayret edelim. Ne demektir hakikatbîn olmak?

  • Hakikatbîn olmak; rızâ-yı İlâhî, iltifât-ı Rahmânî ve kabul-ü Rabbanî’yi esas tutup şöhret, şan ve şeref peşinde koşmamaktır.
  • Kendisindeki hubb-u cah hissini susturamazsa bunun yüzünü mü’min kardeşlerinin dualarını kazanmak maksadı ile uhrevî sevaba çevirebilmektir.
  • Hakikatbîn olmak; ehemmiyetsiz evhamlar ve korkular yüzünden ehemmiyetli şeyleri terk etmemektir.
  • Îman ve Kur’an hizmetinde Kur’anın kalesi içinde, hıfz ve himayesi altında olduğunu bilerek dünyevî cihette zarara uğramaktan korkmamaktır.
  • Hakikatbîn olmak; maişetinin temininde iktisat ve kanaate alışmak ve çalışmak, ehl-i dalalete dünyevî menfaat için yüz suyu dökmemektir.
  • Tevekkül, teslim ve fiili dua ile helal rızkı arayıp harama tenezzül etmemektir.
  • Hakikatbîn olmak; daima müsbet hareket etmektir. Ancak mecburiyet tahtında hayırlı işlerdeki manileri def etmek için menfi hareket yoluna gidilebileceğini bilmektir.
  • Menfi milliyetçilikten uzak durmaktır.
  • Bir dünya görüşü umuma saadet getiriyorsa müsbet olduğunu bilmek; umuma zarar ve bir azınlığa faide getirenin ise menfiliğini kabul etmektir.
  • Hakikatbin olmak; enaniyeti terk etmekle îmân ve Kur’ana hizmet edenlerin şahs-ı mânevisine dahil olmak. Böyle bir şahs-ı maneviye dahiliyetin kendi şahî kemâlatından bin derece hayırlı ve muvaffakiyet sebebi olduğunu bilmektir.
  • Kur’an’ın hizmetinden alıkoyacak her şeye karşı müteyakkız olmaktır. Kur’an hizmetinden alıkoyacak şeylerin başında tenbellik, tenperverlik ve vazifedârlık gelmektedir.
  • Hakikatbin olmak; rahat zahmette, zahmet rahattadır kaidesince amel edip tenbelliğe ve rehavete kapılmamaktır
  • Kur’anın hizmetinden bizi alıkoyacak malayani veya dünya ciheti ile menfaattar işlere (zaruri rızkının temini müstesna) karışmamaktır.
  • Dünyanın cazibedâr şeylerine aldanıp heva ve hevesi peşinde koşmamaktır.
  • Hakikatbın olmak;Kur’an hizmetinin kudsiyeti ve ulviyetini idrak ederek bu hizmetin her bir dakikayı bir gün hükmüne getirebileceği bilinci ile kadirşinaslık göstermektir.

Böylelikle bu kudsi hizmeti elinden kaçırmamaktır.

Afife ARTIK

Kaynak: RisaleHaber

Eyüp Ekmekçi Ağabey’den Notlar

(Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin talebelerinden merhum Zübeyir Gündüzalp ağabeyin yanında on sene kalan ve halen İzmir’de ikamet eden Eyüp Ekmekçi ağabeyin Risale Akademi Sürekli Eğitim Merkezi’ndeki sohbetinden notlar…)

“Ah ne olurdu bir kaç cümlecik daha lütfetse idi” dedim Eyüp Ağabey konuşmasını tamamladığında. Kendisini ilk kez görüyor ve dinliyordum. Size fevkalade tevazusu ve ihlasından bahsetmek isterdim. Vardır elbet bunları ifade edecek kelimeler de ben yine aldığım notlardan en çok dikkatimi çeken parçaları paylaşayım:

  • Üstadımız Risale-i Nur’u en çok okuyan kişidir.
  • Her alanda kanun-u esasî olacak kanunlar Risale-i Nur’da vardır. Bunların ciddi çalışılması ve her alanın kanunlarının çıkarılması gerekir. Kıyamete dek geçerli olacak kanunlardır bunlar. Bunlara çalışmak için bir engel de yoktur. Bu kanunları çıkartın elinizde bulunsun ki ihtiyaç hâsıl olduğunda elinizde hazır dokümanlar olsun. İnşallah tatbik edilmeleri için bu gibi çalışmalar bir dua olur.
  • Her sahanın, her alanın kanun-u esasilerinin Risale-i Nur’dan tesbit edilip çıkartılması mühim bir iştir. Satır satır tahlil edilerek bunun çıkarılması gerekir.
  • Üstadımız hizmet tarzının muhafazasına çok titiz idi. Şah-ı Nakşibend ve Abdülkadir-i Geylanî (ks) gibi zâtlar gelse ve bana bir parça hizmet tarzını değiştirsen binler talebelerin olur deseler bu hizmet tarzımdan ayrılmayacağım dediğini Zübeyir Ağabey’den dinlemiştim. Bu Zübeyir Ağabey’den dinlediğim ilk hatıra idi.
  • Molla Hamid ağabey Üstada “senin tarzın ne tekkeye benziyor ne medreseye benziyor, bizi kurtarabilecek misin?” diyor. Hâlbuki Üstad direk Kur’an’dan ders veriyor hem kalb, sır, letaif… bütün benliğe ders veriyor.
  • Üstada “neden sana yardım edecek, hizmetine faydası olacak kuvvetlere bakmıyorsun” diye sual ediyorlar. (Emirdağ Lahikası 1, erisale 41. Mektub, Envar s.74) Üstadımız sırr-ı ihlası muhafaza ve başka cereyanlara iman hakikatlerinin alet edilmemesi için başka kuvvetlere bakmadığını ve aramadığını izah ediyor bu mektubda.
  • Yine aynı mektubda Üstada kendisine atfedilen yüksek makamları neden kabul etmeyip hem dostlarının hatırını kırarak şiddetle reddettiğini de sual ediyorlar. Üstadımız maddi ve manevi makamların bu zamanda her şeyi kendine alet ettiğini ve şefkatin iktizası olarak kendine verilen makamları kabul etmediğini izah ediyor. Risale-i Nur’daki ders-i şefkat ciheti ile hayat-ı ebediyenin hakiki makamları dahî kendisine verilse terk edeceğini söylüyor. Üstadın nazarında on adama iman hakikatlerini ders vermek, büyük bir kutbiyet ile binler adamı irşat etmekten daha ehemmiyetli.
  • Demek ki; büyük kitleler toplamak veya bir şahsa bağlı hizmetler Üstadımızın hizmet tarzına muvafık değil.
  • Üstadımız, muarızlara gelen tokatların bile kerametvâri olmaması için Allah’a dua ediyor tâ ki kendisine makamlar atfedilmesin ve iman hakikatleri bütün parlaklığı ile görünsün…
  • Mahz-ı hakikati esas almak ve bu hakikat etrafında kenetlenmek hizmetin temelidir.
  • Lahikalar, hakikatlerin pratikte nasıl uygulanacağını göstermeleri bakımından çok ehemmiyetlidir. Bir Hıristiyan’a nasıl davranılacağına kadar ölçüler vardır.
  • Zübeyir Ağabey Afyon hapsinde iken Üstad Hazretleri ona mektub gönderdiğinde Zübeyir Ağabey “İslam’a gelen darbeleri kendi ruhunda hisseden böyle bir zât bana mektub gönderiyor” diyerek mütehassıs olurdu. Gelen mektubu 3 defa veya 7 defa ard arda okuduğunu söylemişti. Ben de Üstadımızın Lahika mektublarını okuduğumda üst üste en az üç defa okuyorum[i]
  • Afife ARTIK

[i] İnşallah bu bizim de kulağımıza küpe olsun. Tekrar, öğrenmek ve uygulamanın olmazsa olmazı…

 

Kaynak: RisaleHaber

www.NurNet.org

Kariyer planlaması

Kariyer planlaması

Daha Risale Akademi’ye gitmeden bir heyecan aldı beni. Gece uyuyamadım nedendir bilinmez,  ya da şimdi bilmiyorum, sanki oraya gitmek benim için bir kavşakta durup gideceğim yönü seçmek anlamına geliyor.

Aslında bütün katılımcılar için özellikle de hocamızın söyleşilerine katılanlar için benzer bir durum geçerlidir diye düşünüyorum. Kendi tabiri ile ezber bozan, kendi isteğimiz ile edindiğimiz veya bize dayatılıp da hayır demeyi hiç düşünmediğimiz kalıplarımızı yıkan bu söyleşiler dinleyen herkeste ‘bir şeyler yapmalıyım, harekete geçmeliyim’ hissini uyandırıyor. Ders demiyorum söyleşi diyorum çünkü ‘bak bu doğrudur ha bunu al ve iyice belle ona göre bundan sonra dikkat et’ dayatmasını içermeyen, insanın iradesini elinden almadan ‘bak kardeş böyle böyle durumlar var artık sen bilirsin intihaptaki ihtiyar sendedir’ manasını taşıyan bir üslubu var. Dinleyici daha doğru bir ifadeyle katılımcılar artık benim için doğru olanı, fıtratıma uygun olanı yapmalıyım. Kendime ve insanlara fayda vermeyen ve fazlaca meşgul olduğum şeyleri terk edip fıtratıma uygun bir hedef belirlemeli ve bu hedeflere doğru yöntemleri kullanarak emin adımlarla yürümeliyim diyor. Yani ben öyle diyorum belki de fakat katılıcıların paylaşımları onların da bu hissi taşıdıklarını gösteriyor.

Elbette böyle bir yenilikle karşılaşmak insanı şaşırtıyor ben kendisini ikinci kez dinlediğim için daha gitmeden orada şaşıracak ve sarsılacağım diyerek gittim bu benim ilk katıldığım program olan ‘6. Araştırma ve makale oluşturma teknikleri’ndeki kadar fazla heyecanlanmamama yol açtı daha sakin dinleme fırsatı buldum. Başkasının bize dayatmadığı bir hayatı yaşamak, şeriat dairesinde olmak kaydı ile tamamen özgür olup özgür düşünmek mümkün olabilirmiş demek ki.

Biz ilkokuldan itibaren tektipleştirilmiş, ailede bizim sana çizdiğimiz yoldan başka yolun yoktur dayatmasına muhatap olmuş, aman ayıp olur aman seni dışlarlar safsatalarına saf saf inanmış kişiler yani kişiliğini bulmamışlar olarak (benden genç olan kardeşlerim müstesna) (yok benden gayrı herkes müstesna olsun) böyle bir özgürlük alanında ne yapacağımızı bilemiyoruz. Eh madem herkesi müstesna ettim artık ben diye devam edeyim. Evet akvaryum balığı okyanusta yaşamadığı gibi kimse tarafından özgür bırakılmamış ben şimdi ne yapacaktım kim olacaktım, şimdiye kadar yaptıklarımın ne kadarı benim idi? Ve ben şu an kendimi ne kadar özgürce ifade edebiliyordum? Ve ben eğer özgür hissedersem ne yapardım… soruları çoğaltmak mümkün cevaplar ise yoldalar henüz ben de biriyim benim da canım var benim de kendi tercihlerim var kısmını kabullenmekle meşgulüm.

Açıkçası bu özgürlük biraz da korkutucu gibi geliyor başlangıçta çünkü nefsim özgür olsa ne olur halim diyorum ama tamını koyduk ya baştan meşru dairede özgürlük, şeriatın koyduğu çizgiler içinde özgürlük. Yani yaptığının hesabını Allah’a verecek olduğumun bilinci ile, Ayine-i Samed olan kalbimdeki putları, ilahcıklarımı devre dışı bırakıp, Allah’dan gayrısının benim bu amelimi nasıl bulacağını düşünmeden ve insanlara kendimi beğendirmek cenderesine girmeden hareket etmek. Yazması bile bana keyif verdi yaşamayı da Rabbim nasib eder inşallah.

Kim ihlas ile yana yakara ne istemiş de Allah vermemiş ki elbet siz de hayatınızda buna çok tanık olmuşsunuzdur.
Allah hepimize böyle bir özgürlüğü nasib etsin inşallah ne zulmedelim ne de zulme uğrayalım. Kendimize de zulmeymeyelim inşallah. Böylelikle ahirette hesabımız da çetrefilli olmaz inşallah.
Bugünden benim payıma da bunlar düştü özgürlükle, fıtratla, kendisi ile tanışmak isteyen kardeşlerimizi Risale Akademi’ye davet ediyoruz.

 

Afife ARTIK

www.NurNet.Org

Saadet sarayımız

Saadet Sarayımız!

 Bediüzzaman hazretleri insanı bir saraya benzetiyor. İnsanın cihazatını da o sarayın sekeneleri olarak tarif ediyor. Bu cihazattan başlıcaları akıl, kalb, sır, ruh gibi latifeler ve nefis, heva, kuvve-i şeheviye,kuvve-i gadabiyye gibi şeyler. Nefis, heva, kuve-i şeheviye ve kuvve- i gadabiyye o sarayda kapıcı ve it hüknümdeler ve akıl, kalb, sır, ruh gibi latifeler ise sarayın içinde ulvî vazifeleri olan sekeneler. Her bir latifenin kendine mahsus ubudiyet vazifeleri var.

İnsanın kemalatı akıl, kalb, sır hatta hayal gibi latifelerinin yüzünü ebedi hayata çevirmekle tahakkuk ediyor. Bunu yaparken kuvve-i şeheviye insana menfaati (ulvî cihazatın yüzlerini ebedî hayata müteveccüh etmek  için) olan şeyleri celb etmeye; kuvve-i gadabiyye de zararı olan şeyleri def etmeye yarıyor. Yani bunlar insan sarayının kapısında duruyorlar ve aynı hücre zarının hücreye faydalı şeyleri alıp zararlı şeyleri almaması gibi insana faydalı olan şeyleri saraya alıyorlar, zararı olan şeyleri almıyorlar.

Bir müminin vucudunu temsil eden sarayda akıl, kalb, sır, ruh gibi latifeler sayrın üst katlarında ulvî vazifaler ile meşgul iken bir kafirin sarayında ulvî vazifelerle meşgul olması gerekenler sarayın kapısındaki it ile oynuyorlar ve sarayın dışı pek şenlik görünüyor saraydaki mühim vazifeler ise muattal kalmış. Müminin sarayının dışı ise gayet sakin, it ve kapıcı kapıda duruyorlar sarayın içi ise şenlikli, herkes fıtratına uygun vazife ile meşgul.

Şimdi gelelim kendimize, bizim sarayımızda neler oluyor, hangi latifem ne için bana verilmiş ve şu anda ne ile meşgul. Üstadımızdan öğreniyoruz ki bize verilen her bir cihazatı bize ne için verilmişse onun için kullanmak şükr-ü örfîdir. Allah bize gözü ne için vermişse onun için kullanmak yani haramdan sakınıp Kur’an okumaya ve ibret nazarı ile, tefekkürle kâinata nazar etmekte istimal etmek. Kulağımızı çirkin sözler işitmekten koruyup hak söz dinlemekte kullanmak, kalbimizi muhabbetullah, zihnimizi marifetullah, irademizi ibadetullahta kullanmak  ve bunun gibi.

Yine işarat-ül İ’caz’ın başında hikmet, hilkat hükümetinden soruyor ki bu insanlar nereden geliyorlar ve nereye gidecekler ve buradaki vazifeleri nelerdir? Bu soruya insanlar nâmına inanların seyidi, efendisi olan Peygamber Efendimin Hazreti Muhammed aleyhissalatü vesselam cevap veriyor ve diyor ki: “Ey hikmet! Bu gördüğün insanlar , Sultan-ı Ezelî’nin  kudretiyle, yokluk karanlıklarından ziyâdar varlık Alemine çıkarılan mahluklardır. Sultan-ı Ezelî bütün mevcudatı içinde biz insanları seçmiş ve emanet-i kübrayı bize vermiştir. Biz, haşir yoluyla saadet-i ebediyyeye müteveccih hareket etmekteyiz. Dünyadaki işimiz de, o saadeti ebediye yollarını temin  etmekle re’sül-malımız olan istidatlarımızı nemalandırmaktır. Ve şu azim insan kervanına, bundan sonra Sultan-ı Ezelî’den risalet vazifesiyle gelip riyaset eden benim. İşte o Sultan-ı Ezelînin risalet beratı olarak bana verdiği Kur’an-ı Azimüşşan elimdedir. Şüphen varsa al oku!” Kur’anın dört ana maksadı olan tevhid, vübüvvet, haşir ve adalet ile ibadeti içine alan bu câmi cümleden de anlıyoruz ki bize verilen istidadların inkişafı için bu dünyada bulunuyoruz.

İstidatlarımızın inkişafı onların doğru mecrada kullanılması, olara faydalı olanların celb edilmesi ve zararlı olanların da def edilmesi ile mümkün olacaktır. Yirmiüçüncü sözdeki şu cümle bunu çok net ifade eder:”Evet hakiki terakki ise, insana verilen kalb, sır, ruh, akıl hatta hayal ve sair kuvvelerin hayat-ı ebediyyeye yüzlerini çevirerek, her biri kendine layık hususi bir vazife-i ubudiyet ile meşgul olmaktır.”

Tekrar baştaki saray misalini nazara alırsak bizim dışımızın değil de içimizin şenlikli olması matlubumuzdur. Dıştan görünen bizim heva ve hevesimiz ve kuvve-i şeheviye ile kuvve-i gadabiyyemize bakan hallerimizdir. Obur muyuz, az mı yiyoruz; çok fazla veya çok az mı konuşuyoruz; çok gereksiz öfkeleniyor muyuz yoksa gerektiği yerde mi kızıyoruz; aklımız Amerikan tavukları kaç tanedir? Zuhalin etrafındaki halkalar nasıldır? gibi şeylerle ya da acaba falanca banim için ne dedi, hakkında ne düşünüyor gibi şeylerle mi meşgul yoksa kendimize ebedi saadet için gerekli olanlarla mı meşgul. Evet bunlar kuvve-i akliye, kuvve-i gadabiyye ve kuvve-i şeheviyyeye bakan meseleler. Bu üç kuvvenin ifrat tefrit ve vasatı var ve istikametli olan vasatıdır. Bu kuvvelerin vasatı iffet, şecaat ve hikmettir ki bu üçünün bir arada bulunmasına sırat-ı müstakim diyoruz.

Her birimiz kendi sarayınızdan mesulüz. Ve sarayımızı saadet sarayı haline getirnek elimizde. Efendi hükmünde olan akıl, kalb, sır ve ruh gibi cihazatımız sarayın üst katında kendilerine münasib ulvi işlerle meşgul olup padişahla muhabere ederek hem halkın istirahatini temin hem de kendi kemalatı için çalışırsa , bir alt katta çocuklar münasib dersleri okursa ve daha atında hanımlar latif san’atlar, güzel nakışlarla iştigal eder ve nihayet kapıdaki it ve kapıcı hükmünde olan heva heves, kuvve-i şeheviye, kuvve-i gadabiyye muhafaza vazifesini yerine getirirse; yani her cihazatımız kendine munasib işlerinde istihdam edilirse inşallah sarayımız  saadet sarayı olur .

Eğer sarayımızı böyle tanzim edemezsek, içinde yaşadığımız dünyevî evlerimizin konforu bizi rahata kavuşturmayacaktır. Saadet sarayımızı inşa edebilmek duasıyla…

Afife ARTIK

www.NurNet.Org