Etiket arşivi: ahirzaman

Zaman İnsanı Zikzaklara Uğratırsa Ne Yapalım?

Zaman İnsanı Zikzaklara Uğratırsa Ne Yapalım?

Ahirzamanın bir diliminde olduğumuz muhakkaktır. Ahirzamanda Kur’an-ı Azimüşşan’ın manevi ve yüksek bir tefsiri olan Risale-i Nur külliyatı da manevi imdada gönderilmiş ve birçok insanın kalbî ve dimagî tesellikârı olmuştur.

Risale-i Nur hizmetinin saff-ı evvelini teşkil eden ilk halkası olan Nur talebeleri de, o dehşetli dönemdeki ceberut zihniyete, yıkım ve tahribatlara karşı izzet-i İslamiyyeyi muhafaza için yerinden, yurdundan fedakarlık yaptı lakin asla yılmadan ve çekinmeden bu tebliğ ve irşad vazifesini ve temsil sorumluluğunu ifa ve icra etmek gayretinde oldular. Yeri geldi ashab-ı Güzin gibi bilinmedik yerlere gittiler, gittikleri her yerde de esrar-ı Kur’aniyeyi tebliğ ve temsil etmeye gayret ettiler.

O maddi ve manevi ateşli zamanda yanan, kavuran alev ve ateşler içinde hem kendi hem de sair imanların kurtulmasına azami gayret sergilemiş ve hizmet icra etmişlerdir. Aksi taktirde bu hizmet-i Kur’aniye bugün böyle olmayabilirdi.

Bu asrın hak ve batıl karması olduğu bir zaman olduğu mukakkaktır. Dehşet dehşet içinde, zulmet zulmet içinde. Dünyanın cazibesi, nefislerdeki rehavet ve neticesinde yeknesaklık, sathilik ve ülfet, dünyevi ve afaki işlerin tazyiki, maddi ve siyasi alemlerin insanları ziyade meşgul etmesi ve özellikle sosyal medyanın yıkıcı, kavurucu, tahribi insanları maneviyata karşı kısmen rehavet, atalet ve lakaytlığa sevk etmiştir. Aslında bu bir süreçin neticesidir. Yani hayatta bunlar varsa neticesinin de bu olmaması imkânsızdır. Güneşte kalan elbiselerin solması, matlaşması nasıl ki kaçınılmazsa…

Madden ve manen yıpranan insanlarda bir süre sonra ülfet ve yeknesaklık neticesi olarak sıradanlaşma baş göstermektedir. Bir zamanların kırmızı çizgileri aşılmış ve sadece imrenilecek zamanlar olarak zihinde kalmış levhalar haline gelmiştir.

Mezkûr sebepler gibi müminlerde şuur ve dava temsiliyetinde de zikzaklara sebep olmaktadır.

Dava adamına mesuliyetlerini hatırlatmak, dimağları berraklaştırmak, kalbler üzerindeki rehavet ve ülfet gubarını silkelemek ve bir manada hizmet-i Kur’aniyede esasatla meşgul olmak kati ve zaruri bir hal almıştır. Aksi taktirde merkezden uzaklaştıkça geri dönülemez yollara girilecektir.

İman esasları bizleri iman sahilinde, lahikalar da hizmette istikamet sahilinde bizleri sabitleyecektir. Yoksa bir takım “yolsuz işlerin, ancak âsâr-ı diniye mütalaasında hüsn-ü niyet taşımayarak, kendi kafalarına göre mana vermelerinden…” [Emirdağ Lahikası-1 236] potansiyel olarak dava adamlarının içine kurtlar sokarar içten çökertmek de din düşmanlarının bir politikasıdır. Ve nurları kullanarak nurcuları ve insanları nurlardan uzaklaştırmaya çalışıyorlar.

Bu yazımızın bu manada nazarlara alınmasını niyaz ederim. Dikkat ve teemülle, im’an-ı nazar ile amele ve hayata tatbikatını Rahmet-i İlahiyye’den ümit ediyoruz.

Selam ve dua ile

Muhammed Numan ÖZEL

Kaynak: RisaleHaber

Hüsrev Altınbaşak’ın ahirzamanda helal lokma uyarısı

Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin talebesi Hüsrev Altınbaşak ağabey sohbetlerinde bilhassa içinde yaşadığımız âhirzaman fitnelerinden sakınmanın ehemmiyetinden bahsederdi. Bir talebesi bu mevzu ile ilgili bir hatırasını şöyle anlatmaktadır:

Faizcilik âhirzamanda o kadar ilerler ki

“Hüsrev Efendi sohbetlerinde âhirzaman fitnelerinden bahisle; ‘O zamanda imanını korumak avucun içinde ateşten bir kor parçası tutmak gibi zordur’ hadisini nakleder ve ‘Faizcilik âhirzamanda o kadar ilerler ki, hiç girmeyen eve rüzgârın tozu soktuğu gibi girer! Öyle bir zamanın içindeyiz ki, hiç haram yememek için tarlası ana babasından miras kalacak, kendisi ekecek, kendisi biçecek, kendisi öğütecek, kendisi pişirip, kendisi yiyecek. Bir de kuyu kazacak, suyunu oradan içecek’ derdi.

‘Helal tarafına Bismillah’

Bu zamanda haramın helale eski zamana nisbetle çok fazla karışması ve tamamen helal lokma bulmanın neredeyse imkânsız hâle gelmesi sebebiyle talebelerine, “Kardeşlerim yemeğe başlarken ‘Helal tarafına Bismillah’ diyerek başlayın, böylece harama besmele çekmemiş olursunuz!” diyerek onlara helal lokma yemek noktasında büyük bir hassasiyeti telkin ederdi.

Paranın mânen arınacağı rahmet-i ilâhiyeden ümid olunur

Yine devletten maaş alan talebelerine, “Bu maaşların içinde helal ve haram tamamen karışmış durumdadır. Eğer bir kardeşine samimi bir niyetle maaşınızı hediye ederseniz ve o da size aynı samimiyetle geri hediye ederse o paranın mânen arınacağı rahmet-i ilâhiyeden ümid olunur” der ve böyle yapmalarını tavsiye ederdi.

İnsan bir lokma haram yediği zaman

Helal rızık hususunda Resulullah Efendimizin (asm) “İnsanda bir et parçası vardır; o iyi olursa bütün vücut iyi olur, o bozulursa bütün vücut bozulur” mealindeki hadislerini sık sık zikrederdi. “İnsan bir lokma haram yediği zaman kana karışır ve kalp vasıtası ile bütün vücuda yayılır, kalbe de sirayet eder, bütün vücut mahvolur” derdi.

Kaynak: RisaleHaber

www.NurNet.org

Âhirzaman Kardeşlerime!

Ey Din-i Mübin’e Candan Bağlı Kardeşler!

Gönlümüzde sızlar ümmet acısı,
Ne azalır ne de biter ağrısı.
Yazı güzü, kışı baharı mı kaldı,
Gönlümüz Hakk’ta, gözümüz yolda kaldı.

Âhirzaman dediler de dediler.
Bu günü yarına ertelediler.
Halbuki Rabbimiz her an görüyor.
Kulluk edene bol bol veriyor.

Acz içinde kalbi çıksın niyazım.
Dostları ısıtsın varsa ayazım.
Gözlerde aksın yaş, kalplerde hüzün.
Ümmetin derdiyle sararsın yüzün.

Tuluattır kardeş, nasıl geldiyse,
Hakkı söylemeye kim yol bulduysa,
Baş göz üstüne geldi sayarız,
Hem dünya hem ahiret kardeş sayarız.

Her tarafı sarsa da türlü illet.
Mü’min kardeşime gelmesin zillet.
Hiç bitmesin çilem, bitmesin acım.
Ar eyler mekanı örtünen bacım.

Erkek kardeşim sâniyen sen de,
Âhir demden aldın nasip sen de,
Günah, nisyan, masiva sende,
İzhar et hayanı her zaman sen de!

Unutma İslâm’ın nurdan genci.
Her duruşunda olmalı vakar.
Sabırla iç içe göster direnci.
Ehl-i aşk olan elbette yakar.

Yolumuz Nebiler, Resûller yolu.
Hakka can veren şehitler yolu.
Bu dava ebedî ermişler yolu.
Durma bu yolda ilerle kardeş.

Hanım isen sen de ol; Aişe, Asiye, Fatma.
Erkek ise ne bekler ki; Ali, Osman ve Talha.
Bu yolda cefasız kimse var sanma!
Bu yol hak uğruna gidenlerindir.

Kur’ân oku, konuş Rabbin ile.
Namaz ile görüş Rabbin ile.
Zikir ile buluş Rabbin ile.
Hak uğruna ne yapalım kardeşim?

Sünnete ittiba Hak Resûl yolu.
Kitaba temessük Hak Resûl yolu.
İmana hizmettir Hak Resûl yolu.
Bu yol Nebiler, Resûller yolu.

Nurları oku ki, feyizler gelsin.
Nurları anla ki, sirayet etsin.
Nurları yaşa ki, kendine gelesin.
Okuyunca Nurları, Üstâd’ı gördüm.

Tesbihat, cevşen, evrad u ezkar.
Hakikat yolunda var mı yağmur, kar?
Bize yol gösteren Hak Resûl var ya!
O Resûl’e can feda etmeye geldik.

İstiğfar ile gir tevbeye,
Salavat ile rabtol Nebiye,
Allah zikri, Kelime-i Tevhid ile,
Hak uğrunda ferah bulmaya geldik.

Dışımız halk ile içimiz Hak,
Uğruna gittiğimiz yoldur hak,
Bu dava var iken aranır mı hak?
Hakkı hakikati görmüyor musun?

Allah’a abd ol ki, hür olasın,
Resûl’e ümmet ol ki, necat bulasın,
Kur’ân’a tabi ol, halas olasın,
Kurtuluş İslâm’da, unutma kardeş!

İlmin var ise, Bel’am’ı düşün.
Makamın var ise, Nemrut’u düşün.
Mevkin var ise, Fir’avun’u düşün.
Malını yiyebildi mi ki Karun?

Ya Bilal olasın, ‘Ya Hakk’ diyesin.
Ya Sümeyye olup, Hak uğruna gidesin,
Ya uğruna can ve mal veresin,
Hakkı unutup, gafil olma kardeş!

Ya Ebu Bekir olup İslâm’a güç katarsın,
Yahut Ebu Cehil olup nâra ateş atarsın.
Ya Ömer olup hakkı haykırırsın,
Ya Ebu Leheb gibi hakka sağır kalırsın.

Ya Osman ol edebi göster,
Ya Ali ol ilimi göster,
Ya hak, hakikat yolunu göster,
Yahut da burada bekleme kardeş!

Değil miydi Nida-i Nebi;
Ya hayır söyle yahut susmalı.
Şer yolu olur ise diller susmalı.
Hakkı hakikati söyle be kardeş!

Ya Rab!
El açtık kapına geldik,
Dünyayı gördük ukbaya geldik,
Şerri gördük hayra geldik,
Seni bulduk sana geldik.

Affeyle, mağfiret eyle Ya Rab!
Bulduk Ya Rab hakikat bu tarafın yolundan,
Ayırma bizi kendi yolundan.

Abdulkadir Çelebioğlu

Bediüzzaman hürriyetten vazgeçti mi?

Ebubekir Sifil Hoca bu yakınlarda izlediğim bir Riyazü’s-Salihîn dersinde (Hayırlı İşlere Koşmak 1) Yararlı işler görmekte acele ediniz. Zira yakın bir gelecekte karanlık geceler gibi birtakım fitneler ortalığı kaplayacaktır. O zamanda insan, mü’min olarak sabahlar, kafir olarak geceler; mü’min olarak geceler, kafir olarak sabahlar. Dinini küçük bir dünyalığa satar! hadisini izah sadedinde (bilmana) dedi ki:

“Bu hadisin haber verdiği şeylerden birisi de ‘fitne zamanı’nın amel-i salihte muvaffakiyetsizliğe sebep olacağıdır. Hakikaten de, ahirzaman geldiğinde insanlar, amellerini tam bir ihlas ile yerine getirmekte zorlanacaklar…” Ve devamında, Ebubekir Hoca, mezkûr muvaffakiyetsizliğin ‘niyet’ten başlayıp ‘ahirzaman psikolojisine’ kadar uzanan yönlerine dair önemli teşhislerde bulundu. (Merak edenleri internetteki kaydına havale ederim.)

Allah razı olsun. Bu ders Risale-i Nur’da kısa zaman önce dikkatimi çeken bir hususu aydınlatmamda bana yardımcı oldu. O husus da şudur: Mürşidim Eski Said döneminde yazdığı Mesnevî-i Nuriye’de diyor:İ’lem: İman ilimlerinden sonra en mühim ve en lüzümlu şey amel-i salihtir. Zira Kur’an-ı Hakîm devamlı şekilde ‘İman eden ve amel-i salih işleyenler’ der. Evet, bu kısa ömür, ancak en ehemmiyetli olan şeye yeter.” Fakat daha sonra, yani Kastamonu Lahikası’nın telif edildiği dönemde (aynı dönemin II. Dünya Savaşı gibi delidolu eylem yıllarına denk geldiğini de akılda tutalım), sanki bu konudaki vurgusunu değiştiriyor:

Bugünlerde, Kur’ân-ı Hakîmin nazarında, imandan sonra en ziyade esas tutulan takvâ ve amel-i salih esaslarını düşündüm. Takvâ, menhiyattan ve günahlardan içtinab etmek; ve amel-i salih, emir dairesinde hareket ve hayrat kazanmaktır. Her zaman def-i şer, celb-i nef’a râcih olmakla beraber, bu tahribat ve sefahet ve câzibedar hevesat zamanında bu takvâ olan def-i mefasid ve terk-i kebair üssü’l-esas olup büyük bir rüçhaniyet kesb etmiş. Bu zamanda tahribat ve menfî cereyan dehşetlendiği için, takvâ bu tahribata karşı en büyük esastır. Farzlarını yapan, kebireleri işlemeyen, kurtulur. Böyle kebair-i azîme içinde amel-i salihin ihlâsla muvaffakiyeti pek azdır…

Ben de Ebubekir Sifil Hoca’nın dersinin ardından düşündüm: Eski Said’den Yeni Said’e dönüşümün izlerinden birisi de burada saklanıyor olabilir. Eski Said’in, özellikle İstanbul hayatı sırasında yaptığı, dinamik ‘hürriyet’ vurgusuna bedel, Yeni Said’in kendi şartlarında ve elinden geldiğince yaptığı ‘asayişi muhafaza’ çağrısı, yine yukarıdaki hadis-i şerifin sırrınca, önemli hakikatler fısıldıyor olabilir. Çünkü hakikaten ‘hürriyet’ ile ‘amel-i salih’ arasında ‘asayişi muhafaza’ ile ‘takva’ arasındakine benzer bir anlam/yöntem ilgisi vardır.

Birinciler fethedicidir. İkinciler koruyucudur. Birinciler taaruzcudur. İkinciler savunmacıdır. Birinciler kılıçtır. İkinciler kalkandır. Birinciler genişleticidir. İkinciler mevcudu muhafazaya çalışırlar.

Hem şu da bir gerçektir: Asayişi bozacak şekilde amellerinde ifrat eden bir hürriyet talebi ‘anarşiye’ sebep olabileceği gibi, hürriyetleri görmezden gelecek şekilde şiddetlenen bir asayişi muhafaza kaygısı da ‘zulümlere’ sebep olabilir.

Belki Bediüzzaman’ın Eski Said döneminde yaşadıkları üzerinden Yeni Said’e taşıdığı bir tecrübe de budur: Güvenlik özgürlüğün önsözüdür. Eğer hürriyetten önce/beraber emniyet tesis edilmezse, talep edenlerle-edilenler arasında güven ortamı oluşmazsa, bu tarz talepler daha şiddetli istibdatları doğurmakla aksü’l-ameli netice verirler. Şu derdin de devası, belki hürriyet ile asayişi muhafazanın barıştırıcısı, müsbet harekettir. Yani hayrı talep ederken veya doğruyu dillendirirken bireyin, toplumun veya devletin güvenlik algısını bozmayacak şekilde hareket etmektir.

Baba, oğluna istediği hürriyet verir, ancak ondan karşılığında edep ve hürmet görmezse müstebitleşir. Devlet, halkına hakkı olan özgürlüğü tanır, ancak karşılığında emniyet ve itaat görmezse azgınlaşır. Hem bazen iyi niyetli amel edişler dahi sonuçları kestirilemeyerek yıkımlara neden olabilir. Yine bir hadisin ifadesiyle, fitne zamanı müslümanların oturanını ayakta olanından hayırlı kılan şey, biraz da bu türden amellerin kime/neye hizmet ettiğinin belli olmamasından kaynaklanan bir endişe olabilir mi? Bana bu ihtimal kuvvetle muhtemel geliyor. Neden? ‘Uçları ecnebi elinde’ bir manipülasyon alanında eylenen herşeyin nereye varacağını da elbette tezgâhın sahipleri belirler. Kullanılmaktan uzak kalabilmek ise ancak kenarda kalabilmekle mümkündür.

Bediüzzaman, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e, 31 Mart’tan Şeyh Said Hâdisesi’ne yaşadıklarıyla elbette kendi içinde de bir noktaya geldi. Zamanın müfessirliğini bu olaylar üzerinden de okudu. Fakat zaman durmuyor ki! Gezi’den beri yaşadıklarımızla ben de şöyle bir noktaya geldim: ‘Mümkün olanın’ güzelliğini bozmamaya çalışmak ‘mümkün olabilecek’ güzellikleri istemekten önce gelir. Daha fazla güzellik istemek ancak eldekinin de yitirilmeyeceği bir üslûpla, ölçüde ve dengeyle mübarektir. Yoksa, Orwell’ın Hayvan Çiftliği’nde başarıyla tasvir ettiği gibi, ütopyalar ancak karaütopyaların doğumuna annelik ederler. Yani: Işığı arzulamaktaki ifrat yeni bir karanlığın önsözü olur.

Ahmet AY – risalehaber.com

Ahir Zamanda Mücahide Olmak

Çok değerli mücahide kardeşlerim.. Mücahide dememe şaştınız mı yoksa? Benim için İslam’ı kabul eden ben Müslümanlardanım diyen bütün kadınlar içlerinde çıkmayı bekleyen o cihat ruhunu saklayanlardır..

İman etmek öyle basit bir şey mi? La ilahe illallah davası uğruna nice kutlu insanlar şehit olmadı mı? Hem siz sadece cihat savaş meydanlarında silahla yapılır mı zannediyorsunuz?..

Ahir zamanı bir savaş meydanı olarak görelim. Etrafta dinimizle , kutsal kitabımızla , anamızdan babamızdan üstün tuttuğumuz Peygamberimizle(sav) savaşan insanlar yok mu?.. Hani bazen deriz ya ; keşke asrı saadette yaşasaydık Uhud da Bedir de düşman ile bilek bileğe savaşsaydık diye.. O zamanlara gitmene gerek yok kardeşim düşmanlar kıyamete kadar var. HAK ile BATIL savaşı devam ediyor. Peki nefislerimize sormamız gerekmiyor mu sen bu savaşın hangi tarafındasın? diye.. Tuhafınıza gitmesin çünkü bazen bilerek bazen bilmeyerek karşı taraftan taraf olabiliyoruz maalesef..
Kaçımız MODA denilen cehennem odası uğruna hakiki tesettürü kurban ettik bir düşünün.. Allah cc. kadının evde oturmasını cihat kabul ederken şeytana uyup kendimizi sokaklara atmadık mı.. Marka takıntılarımız yüzünden Deccalin bir özelliği olan İSRAFI düstur edinmedik mi.. Aman ayıp olmasın diye o elmas eli namahreme uzatmadık mı.. Namazı eğlenceye , müziği kur’an okumaya , tv izlemeyi zikire tercih etmedik mi?..
Vuruyorum sana ey nefsim! duyuyor musun? bakıyorum da hiç üstüne alınır değilsin!

Sana diyorum sana! Bak bu tarafa.. HAKİKAT TOKADINI yüzüne bir bir çarpıyorum.. Ama biliyorum seni , dünyaya sevdalısın! Ahiret umurunda değil , mesele ölüm , kabir , hesap , ahiret deyince arkana bakmadan kaçıyorsun.. Ne zor dimi senin için namahreme gözükmemek? Tabi biliyorum ; her cemal ve kemal sahibi güzelliğini görmek ve göstermek ister. Ama şunu bil ey nefsim! Sen o cemalini haramlardan saklamadıkça cennette CEMAL’i hayalinde bile göremezsin.. İlahi! Sanki cennete gitsem seni götürmeyeceğim?Yapışmışsın Dünyaya bırakmıyorsun. Dünya tuzlu su gibi ey nefsim!  içtikçe susuzluğun daha da artacak , doymayacaksın , yorulacaksın , bir lezzet alsan bin elem çekeceksin bunu bile bile hala İNAT ediyorsun!.. Rabbime koşacağım ayağıma çelmeyi takıyorsun..

Az önce Rabbine gitmek isteyen ama nefsin arzularını bastırmaya çalışan bir insanın nefsi ile SAVAŞ’ını okudunuz.. Sizce bu da cihat değil midir? Burnunun ucunu göstermeye haya eden bayan kardeşlerim mücahide değil de nedirler?..
”En büyük cihat nefse karşı yapılandır..” buyurmuş Yaveri Ekrem (sav)..
Hanım kardeşim bu sözüm kendi nefsim ile sanadır. Senin cihadın ; Evinde oturmak , çocuklarına ninni söylemek , eşinle iyi geçinmek , Allah için ilim öğrenmek , tesettüre riayet etmek ve farz ibadetlerini yapmandır.. Allah bu şartlarda sana cennetine hangi kapıdan istersen girme GARANTİSİ veriyor..
Ahh bir bilsen ne kadar değerlisin.. Değerli bir Mücevher gibisin.. Hassas , narin , korunmaya muhtaç , nazenin bir çiçek gibi.. O yüzden din düşmanları hep kadınlar üzerine oynuyor. Tesettüre moda denilen illeti sokup seni ”hem dinime uyarım , hem de nefsimin istediğini, yaparım” saçmalığına sürüklüyor! UYANALIM ARTIK!..
Bir kadın öğrenirse çocuğuna da öğretir!
Bir Hadice bir Fatıma , Zeynep yetiştirir
Bir Hacer , tam teslim bir İsmail büyütür..
Bunu biliyorlar kardeşlerim , işte bundan ÇOK KORKUYORLAR..
Sen Mücahidesin! İslam hanım efendisisin.. Ayağının altında cennet , başının üstünde AYET taşıyorsun.. Senin yerin cennette Hz. Meryem , Hz. Asiye ile hasbıhal etmektir.. Ahirette akranlarını bu mübarek hanımların yanında gördüğün de iç çekmeyecek misin? Herkes 6. kattan Cemalullah’ı seyrederken sen mahrum kalmaya dayanabilecek misin?  Herkes Resulullahın (sav) elinden Kevser suyu içerken sen uzaktan izlesen çok koymaz mı insana?..Cehennem çok büyük bir ceza ama en büyük ceza bu RAHMET deryasından nasiplenememek değil midir aslında..
Eğer simdi dualar düştüyse diline , vicdanında bir sızı hissettiysen okuyunca, senden benden neden MÜCAHİDE olmasın.. Şimdiye kadar nefsini dinledin şimdiden sonra o seni dinlesin! Savaş et nefsinle , cihat et! İnanıyorum , yapabilirsin!..Uhud da Bedir de değildin ama bak ahir zaman meydanındasın. Tavırların , mümine duruşun , vakur  , dininden taviz vermeyen yönünle safını gösterebilirsin..
Senin kalen İMANIN , kalkanın ÖRTÜN , cihadın ise İLMİN olsun.. Sen farklısın dostum çok farklı! Sen değişirsen dünya değişir. Bir nesil senin imanınla yeşerir ve yetişir..
Senin saçların bir şiire konu olamayacak kadar değerli
Mahremin, haram sofralarda konu olamayacak kadar mukaddes..
Senin Ruhun dünyaya meyletmeyecek kadar yüce ,Sanki  ötelere kanat çırpan bir kuş..
Sen ki , heveslerini gül kokulu bir çeyiz sandığında cennete saklamışsın,
İndir dünyayı sırtından, hadi durma Rahman’a koş..
Son sözü Kur’an-ı Kerime bırakıp , mücahide olmayı bekleyen ruhunuzu Allah’a emanet ediyorum..
  • ”İster erkek ister kadın olsun, benim yolumda çaba gösterenlerden kimsenin çabasını boşa çıkarmayacağım..” (Al-i İmran ,195)
  • ”Davamız uğrunda CİHAT EDENLERİ bize varan yollara yönlendiririz..”(Ankebut, 69)
  • ”Erkek veya kadın , kim mü’min olarak iyi amel işlerse biz ona hoş ve huzurlu bir hayat yaşatırız ve yine böylelerini yapageldikleri en güzel şey ne ise ona göre ödüllendireceğiz..” (Nahl,97)
  • ”Allah’ın rahmeti, iyilik yapan ve iyi kullukta bulunanlara muhakkak ki pek yakındır..” (Araf,56)

Burcu Ercivan – Risale Ajans