Etiket arşivi: Ahmed Akgündüz

Lozan Zafer Değil Hezimet

Lozan’ın Zafer Değil Hezimet Olduğunu Gösteren Bir Belge

       Cumhuriyet Gazetesi Kurucusu Yunus Nadi’den Mustafa Kemal’e: Lozan ile sahada kazandığımız zaferi masada hezimete çeviriyoruz. Ehliyetsiz İsmet Paşa başkanlığındaki hey’eti hemen çekiniz; Lozan’dan çekilmek ikinci Kurtuluş Savaşıdır.”

Cumhurbaşkanlığı Arşivinde bulunan 1923 tarihli bir belge, Lozan Andlaşmasının bir zafer değil hezimet olduğunu gözler önüne seriyor. Mektubu yazan Yunus Nadi Abalıoğlu (1879 – 28 Haziran 1945), Cumhuriyet gazetesini kuran Türk gazeteci ve siyasetçi. II. Abdülhamid döneminde öğrencilik yıllarında başladığı gazeteciliği Yeni Gün gazetesini ve ardından Cumhuriyet gazetesini çıkararak ömür boyu sürdürdü. Gazeteciliğinin yanı sıra Osmanlı Mebuslar Meclisi’nde mebus, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde altı dönem milletvekilli olarak bulundu. Kurtuluş Savaşı’nda verilen milli mücadeleyi ve Mustafa Kemal’in İnkılablarını kararlılıkla desteklemiş bir kişi.

Mektubun muhatabı ise Mustafa Kemal Paşa ve ö dönemde Meclis Başkanı. Mustafa Kemal’e yazdığı mektupta şu noktaların  altını çizmektedir:

  1. Lozan Andlaşmasını Ankara dışında müzâkere edilmesinden endişeliyim. Sahada kazandığımızı masada kaybetme tehlikesi vardır.
  2. Lozan’ın karara bağlanacağı son safhada acınacak kadar kötü bir adam olan İsmet Paşa’nın seçilmesi yanlıştır.
  3. İsmet Paşa’yi Gazi’den başka kimse tasvip etmemektedir ve İsmat Paşa utanç verici bir haldedir.
  4. Hiçbir andlaşma ebediyete kadar kalacak kadar güçlü değildir; aslında bir paçavradır. Bağımsızlığımızı bununla mı kazandık? Bununla mı devam ettireceğiz?
  5. Lozan başımıza çok belalar açacaktır. Bir an önce müzâkereler son vermemiz gerekmektedir.
  6. Lozan’ı sona erdirecek bir hal öaresini yerine getirirseniz, Kurtuluş Savaşı kadar milleti kurtaracak bir iş daha yapmış olacaksınız.

Mektup aynen şöyle:

“ TBMM Riyâseti, Kalem-I Mahsus Müdiriyeti

Sayı: 50, 1923

Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine;

Lozan’ın yeniden akamete uğrayabilmesi endişesinin verdiği huzursuzlukla Zat-ı Devletlerine takdim ediyorum. Vaziyetin Ankara haricindeki mütalaası hayrı müfid olmayabilir.

Lozan’ın son safhasında vaziyeti cidden acınacak kadar müşkil olan bir zat vardır ki, o da İsmet Paşa’dır. Görüyorum ki, bugün onu ortada Zat-ı sâmilerinden başka düşünecek ve tutacak kimse yoktur. İsmet Paşa’nın düşürüldüğü mevki-i hacâlet haysiyet sahibi herhangi bir adamı öldürecek kadar ağırdır.

Hiçbir mu’âhede ebedete bîveste olacak kudret-i te’yîdiye ile vücud bulmaz. Ve her mu’âhede nihâyet bir paçavradır. İstiklâlimiiz mu’âhede ile mi kurtardık? Ve mu’âhede ile mi idâme edeceğiz?

İyi bir mu’âhede yapabilmek hayaliyle bıraktığımız büyük işin hatır u hayale gelmedik müşkilât ile karşılaşmasından çok korkuyorum. Binâanaleyh mesâil-i bâkıye zararsız şekle ircâ’ olunarak ve yalnız olanların değil başka mazarratların dahi def’ ve izâlesini münhasıran milletimizin hayatiyetinden bekleyerek şu Lozan’a nihâyet vermekliğimiz lüzumuna şiddetle kaniim.

Vaziyet-i umumiyemizden aldığım intiba’a göre, hükümeti Lozan’ın hall ü intâcına sevk etmekle, memlekete birincisi kadar hâiz-i ehemmiyet ikinci bir halâs hizmeti ifa buyurmuş olacaksınız.

Sekiz on gün burada kalacağım. Bir emr-i devletleri olursa Polis Müdiiryeti bendenize îsâl edebilir. Ta’zîmâtımı te’yid eylerim efendim.

Yunus Nadi

İmza”

Tebrik ederim.

Gazi Mustafa Kemal. (Cumhurbaşkanlığı Arşivi, 1923 Belgeleri).

Prof.Dr.Ahmed Akgündüz

“Barış her zaman daha iyidir”

  • İslam’a ve Müslümanlara karşı gitgide artacak bir savaş vardır ve İslamofobi Avrupa’da tahrik edilmektedir. Bütün bunlar Avrupa değerleri ve normları açısından bir utanç sebebidir. Biz bu kirli sözleri ve hücumları dinlemeyeceğiz ve Kur’an’ın şu beyanına kulak vereceğiz: “Barış her zaman daha iyidir”
  • Bir İslam Üniversitesi ve Müslüman ilim adamları olarak, bizler dâima yapıcı olacağız; biz kesinlikle yıkıcı olamayız.
  • iki türlü muhâlefet vardır: Birincisi; ilmen ve fikren muhalefettir. Dünyanın sonuna kadar bu muhâlefeti elbetteki sürdüreceğiz.
  • İkincisi, siyaset, şiddet yahut isyan yoluyla muhalefettir. Bu tarz muhâlefet Kur’an’ın hizmetkârları olduklarını iddia eden akademik kuruluşlar ve İslam âlimlerine yakışmaz.
  • Üniversitemiz birkaç yıldır Erasmus Progamının üyesidir.
  • 2016 Eylül’ü itibariyle Manevi Rehberlik Programının İngilizce eğitimini başlatacağız.

Rotterdam İslam Üniversitesi 2016-2017 akademik yılına, çok önemli konuşmalar ve Avrupaya verilen hayatî mesajlarla başladı. Açılışa, Suudi Arabistan Büyükleçisi Abdulaziz Abdullah Abohaimed; Türkiye Rottedam Başkonsolosu Sadin Ayyıldız, Endenozya Eğitim Ataşesi Prof. Bambang Hari gibi diplomatların yanında, Hollandalı ilim adamları ve Müslümanların farklı kurumlarının temsilcileri talebelerimiz katıldı.

ahmed akgunduzÖnce İUR Rektörü Prof. Dr. Ahmed Akgündüz konuşmasında çok önemli noktalara parmak bastı ve şöyle dedi:

“Maalesef, Norveçli Breivik denen İslam düşmanı 2083 Manifestosu adını verdiği 1000 sayfalık raporunda İslam’a ve Müslümanlara karşı gitgide artacak bir savaş ilan etmiştir. O ve arkadaşları, İslamofobiyayı tahrik etmişlerdir. Güya demokratik bir Avrupa Devleti olduğunu iddia eden Fransa da 30 şehirde İslamî giyim tarzını yasaklayacak kadar ileri gitmiştir. Bütün bunlar Avrupa değerleri ve normları açısından bir utanç sebebidir. Biz bu kirli sözleri ve hücumları dinlemeyeceğiz ve Kur’an’ın şu beyanına kulak vereceğiz: “Barış her zaman daha iyidir” (Kur’an, Nisa, 128).

Bir İslam Üniversitesi ve Müslüman ilim adamları olarak, bizleri dâima yapıcı olacağız; biz kesinlikle yıkıcı olamayız. Bu demek değildir ki, Müslüman âlimler olarak, İslam’ın temel prensiplerine yöneltilen asılsız hücumlar ve bunları tahrif etme teşebbüslerine karşı suskun kalacağız. “Biz öyle insanlarız ki, bizim için orta yol yoktur: ya şerefli bir yerdeyiz yahut kabre gireriz.”

Bildiğiniz gibi iki türlü muhâlefet vardır:

Birincisi; ilmen ve fikren muhalefettir. Dünyanın sonuna kadar bu muhâlefeti elbetteki sürdüreceğiz. Doğru İslamı ve İslamın prensiplerini, Müslüman ve Gayr-i Müslimlere en güzel şekilde anlatmak için elimizden geleni yapacağız. Kur’anın biz emri de böyledir: “Rabbinin yoluna hikmet ve en güzel öğütlerle davet et; onlarla ma’kul şekilde mücâdele eyle. Allah doru yoldan şaşanşları da ve doğru yolda gidenleri de en iyi bilendir.” (Kur’an, Nahl, 125). Gerçekten Kur’an’a hizmet bizi siyasî hadiseleri düşünmekten men’ ediyor. Karanlıkta yolunu şaşırmış insanlara yapılacak en güzel şey, onlara yolllarını görmeleri için ışık göstermektir. Işığa karşı mücadele edilmez ve ışığa düşman olunmaz. Kimse buna karşı koyamaz. Hatırlamalıyız ki, günümüzdeki akımlar arasında ve siyasî cereyanlar içinde, muhâlifinde de muvâfıkında da Kur’an nurunun ışıkları vardır. Gösterilen Kur’an nurlarına hiçbir taraf yahut siyasî cereyan karşı çıkamaz. Bu demektir ki, biz akademik konuşma hürriyetini kullanıp hakkı ve hakikatı neşredceğiz.

İkincisi, siyaset, şiddet yahut isyan yoluyla muhalefettir. Bu tarz muhâlefet Kur’an’ın hizmetkârları olduklarını iddia eden akademik kuruluşlar ve İslam âlimlerine yakışmaz. Eğer biz hem sopa gösterip ve hem de Kur’an nurlarını yaymaya kalkışırsak, bir elde sopa ve bir elde Kur’an nuru ile muhataplarımıza güven telkin edemeyiz. Şaşkın insanlar daha da şaşırırlar ve derler: “Acaba bunlar ışıkla bizleri celbedip sopa ile dövecekler mi?” Bazan da sopa kırılır ve ışık da sönebilir.

Avrupa toplumlarında başka bir problem daha vardır. Eğer bir Müslüman âlim, sosyal bir mesele yahut olayla alakalı İslâmî kaideleri açıklarsa, Batı medyası ve hatta hükümetler bunu tahrik olarak değerlendirmektedir. Bu, tamamen yanlış bir yaklaşımdır. Mesela, bir İslam Hukuku uzmanı olarak bana birisi, zina yahut homoseksüellik hakkında bir soru sorsa, ben bu soruyu elbetteki Kur’an ve Sünnet’e göre açıklayacağım. Bütün ilim adamları böyle yapar. Ben böyle yapmakla kendi görüşlerimi açıklamıyorum yahut insanları bu İslâmî hükme uyma teşvik yahut icbar eylemiyorum. Dolayısıyla bu tahrik değildir. Gayr-ı Müslim bir ülkede yaşayan Müslüman mahallî hukuku çiğnemeyez. Bu şu demektir ki, eğer mahallî hukuk açıktan İslama aykırı değilse, ona itaat etmek durumundadır. Ancak tamamen ve açıkça İslama aykırı ise, biz bu kurallara uymak mecburiyetinde değiliz; ancak ona uyna insanlara müdâhale hakkımız da yoktur.

Size üç tane de güzel haber nakledeyim:

Birincisi, Üniversitemiz birkaç yıldır Erasmus Progamının üyesidir. Hocalarımızı ve talebelerimizi bu program çerçevesinde Fas ve Türkiye gibi ülkelere göndermekte ve talebe ile hoca kabul etmekteyiz.

İkincisi, 2016 Eylül’ü itibariyle Manevi Rehberlik Programının İngilizce eğitimini başlatacağız. Bu uluslararasına açılmamız demektir.

Üçüncüsü, IUR Press’in yayınları 40 ulaşmış bulunmaktadır. Bunlardan özellikle Kur’an’ın Hollandaca tercümesi (Levende Koran) ile Bediüzzaman’ın eserlerinden Büyük Sözler’in (De Woorden) Hollandaca tercümesini zikretmemiz gerekiyor. Ayrıca İngilizce ve Hollandaca ders kitaplarımız gittikçe çoğalmaktadır.”

T.C. Rotterdam Başkonsolosu Sadin AYYILDIZ: Hollanda’da 1 milyondan fazla Müslüman yaşamaktadır. Burada Müslümanlarla Hollanda toplumunun beraber huzur ortamı içerisinde yaşaması için Rotterdam İslam Üniversitesi gibi şeffaf hizmet veren kurumların çok önemli olduğu kanaatindeyim. Bundan dolayı Hollanda otoritelerinin Rotterdam İslam Üniversitesi gibi İslami doğru olarak neşreden bir kurumun aktivitelerine destek olmaları gerektiğine inanıyorum.

Endonezya Eğitim ve Kültür Ataşesi Bambang Hari Wibisono: Nüfusunun büyük bir kısmı Müslüman olan Endonesya’nın Rotterdam İslam Üniversitesi ile irtibatının ve ortak çalışma yürütmesinin önemli olduğuna kaniyim.

Hollanda’da birçok Endonezyalı öğrenci okumaktadır. Ama maalesef Rotterdam İslam Üniversitesinde okuyan Endonezyalı talebe sayısı çok az. İnşallah ileride bu sayının artacağını ümit ediyorum. Bilhassa Rotterdam İslam Üniversitesinde olmak üzere İslami ilimler okunması için gerekli olan burs imkânının artırılacağını ümit ediyorum. IUR ye yeni akademik yılında başarılar diliyorum.

Prof. Dr. Jan Peters: IUR’nin gorevi doğru İslamiyet’i göstermek. Farklılıklara acık olmak. İslam’daki zenginliği yansıtmaktır. IUR İslam’daki kültür zenginliğini gösterme noktasında önemli bir vazife ifa etmektedir.

Mustafa Arslan (IUR Öğrencisi): Maalesef birçok insanın günümüzde İslamı bilmediğini müşahede ediyoruz. IUR insanlardaki bu cahilliği ve bilgisizliği kaldırması noktasında çok büyük öneme haizdir. Rotterdam İslam Üniversitesi bütün talebelerini olduğu gibi kabul eden bir kurumdur. Bundan dolayı da IUR personeline de ayrıca müteşekkirim.

Ahmed Akgündüz

The Male and Female Slavery in Islamic Law “OTTOMAN HAREM”

Thirty years ago, we have published The Ottoman Harem in Turkish and I have given a copy to Şükran Vahide (Mary Weld)[1] to evaluate and to translate to English. She has translator the Risâle-i Nur Collection completely and is a native in English. When she had completed the translation, she told me “Dr. Akgunduz! I have enjoyed translating this book and I think that this book is very important in historical and religious sense.”

I have spent five years preparing this work Male and Female Slavery in Islam and the Ottoman Ḫarem. The product of those five years’ work has now been published in English. The subjects discussed in this book are as follows:

Part One; the distortions and misrepresentations of male and female slavery and the Ḫarem, together with some examples.

Part Two; male and female slavery in non-Muslim societies and in other religions.

Part Three; the institutions of male and female slavery in Islamic law.

Part Four; aspects of the practice of slavery, male and female, in the Ottoman state.

Part Five; an investigation of the question: what is the Ḫarem?

Part Six; a lady governess’s memoirs of the Ḫarem.

Part Seven; the replies to a number of important questions on these subjects.

My request of readers is that they read the sections they are interested in, and particularly that they study Parts One, Five, and Seven. I realize that Part Two is a slight digression, but I am of the opinion that the comparison is necessary in order to illuminate slavery in Islam and in the Ottoman state.

“Ahmed Cevdet Pasha says: “To own slaves in Islam is to be a slave.” What should be realized here is that Islam did not introduce slavery. So how was slavery practised in other societies and religions? How did other religions and peoples act towards slaves? Since “Everything is known through it opposites,” it is essential to know this in order to understand male and female slavery in Islamic law and the Ḫarem in Ottoman society.

The women in the Sultan’s Ḫarem lived under very strict discipline. They lived an enclosed life in their apartments, just as they paid great attention to these matters when they were out on trips or travelling. Since it was thus, does it conform to historical fact to show them to be immodest and overly free and easy, as in the films made recently? Does this reflect history as it was lived or is it make-belief? This should be pondered over fairly and reasonably.”

IUR Press, 362 pages.

Prof. Dr. Ahmed Akgunduz

Rector & President

Islamitische Universiteit Rotterdam

Bergsingel 135, 3037 GC Rotterdam

T +31 (0)10 485 47 21

F +31 (0)10 484 31 47

E akgunduz@iur.nl; I www.islamicuniversity.nl

facebook.com/Prof.AhmetAkgunduz; twitter.com/AhmetAkgunduz

 

[1]     Şükran Vahide (Mary Weld): was born in 1948 in England’s Lancashire. She has graduated in 1980 from Durham University Faculty of Oriental Studies of the Turkish and Persian literature. After reading the English translation of the Risale-i Nur Collection, in 1981, she became a Muslim. Thanksgiving residing in Turkey in case of Vahidi, She has engaged in research in the Risale-i Nur. Many treatises, mainly English Words translated. She has married with a famous student of Bediuzzaman Mehmed Firinci.

Hollanda İslam Enstitüsü Akreditasyonu 6 Sene Daha Uzatıldı!

Hollanda’da uluslararası akrediteli İslâm ilahiyat programı sunan tek eğitim kurum olması özelliği ile birçok konuda Hollanda basın ve siyasetinin ilgi odağı olmaya devam eden Rotterdam İslam Üniversitesi (İUR), basında çıkan kapanma dedikodularına eğitim kalitesi ile adeta cevap veren NVAO (YÖK) tarafından kurulan bağımsız uzman komisyonu yapılan akreditasyona tam not verdi.

Akreditasyon raporları basında çıkan dedikoduların aksine eğitim kalitesinde büyük atılımların yapıldığını ve çok sesli toplumlar için başarılı bir örnek teşkil ettiğini ifade ediyor. 15’den fazla etnik kökeni bünyesinde barındıran talebe ve eğitim kadrosu ile zengin bir akademik ortamda tam donanımlı eğitim yapıldığını kayıt eden uzmanlar IUR’nin eğitime ve topluma kattığı değerden bir hayli memnunlar. Özellikle de son zamanlarda olağanüstü bir baskıya duçar kalan IUR, akreditasyonunun çekileceği dedikoduları ile özellikle de Müslüman gençler üzerinde olumsuz etkiler yapıldığını gözlemlenmektedir.

Demokratik uygulamalarıyla adından söz ettiren, fikir ve dini özgürlük konusunda toleranslar ülkesi olarak bilinen Hollanda’da eğitim kurumları altı senede bir, NVAO tarafından kurulan bağımsız bir komisyon tarafından akredite edilmektedir. NVAO siyasî bir kurum olmayıp eğitim kanununa göre sadece eğitimin kalitesini temel almaktadır.

İlmî çalışmaları ile Ülkemizde de önemli bir kesim tarafından sevilen ve saygı duyulan bir isim olan Prof. Dr. Ahmet Akgündüz ise son zamanda Hollanda’da bir kesim tarafından ortaya atılan ve Türkiye’de de bazı medya organları tarafından dile getirilen iddialara yönelik ise: ‘Bu tür suni gündemlerin geçici olduğunu belirtti’. Hollanda’nın bir hukuk devleti olduğunu ve birtakım medya tarafından servis edilen dedikoduların Hollanda kontekstine taşınmasının doğru olmadığını belirtti.

Hayatı boyunca kanunlar çerçevesinde müspet hareketi anlatmış olan İslam Hukuku Profesörü Akgündüz, ifade hürriyetinin hukuk devletlerinin temelini oluşturduğunun altını çizdi.

Bu mesnetsiz haberlere aldırmayıp eğitim çalışmalarına hız kesmeden devam eden İUR, bugün iki Master (Manevi Rehberlik 2 sene) ve Bachelor (İslam İlahiyat lisans, 4 sene)  seviyesinde iki bölüme sahip olduğunu ve yakında İngilizce bir bölüm açılacağının da müjdesini veriyor. Ayrıca Erasmus+ programına iştirak eden İUR’nin ülkemizde de diplomaları YÖK tarafından tanınmaktadır. Bu başarılı akreditasyon raporlarından sonra kurumun 2015-2016 Akademik döneminde talebe sayısının 400’e ulaşması bekleniyor. Eğitim kalitesi ile kendini ispat etmiş olan IUR, devlet finansı için de Hollanda siyasetinin atacağı adımları bekliyor.

Saygıyla.

Prof. Dr. Ahmed Akgunduz

Rector & President

Islamitische Universiteit Rotterdam

21. Asır Kuran Aşıklarına Mektup

Yaklaşık 7000 sayfayı bulan ve belgeleri konuşturan 6 ciltlik eseri bitirmek üzere olan kardeşinize, yakın dostlarım bir Son Söz kaleme al dediler. Kısacık aklımla kendime göre bazı şeyleri tasavvur ettim ve kalem oynatacaktım ki, elime Bedîüzzaman’ın vefatından sonra, Risâle-i Nur hakkında yapılan doğru-yanlış konuşmalara ve bazan da iftiralar üzerine, Risâle-i Nur’un rükünlerinin kaleme aldığı Yirminci Asır Kur’an Âşıklarına Mektup isimli lahika geçti. O kadar muhtevâlı buldum ki, Son Söz yerine bu lahikayı koymayı daha münasip görüyorum. Kitapta neşretmeden, hele hele sapla samanın birbirine karıştığı şu günlerde, bu önemli mesajları, bütün Müslüman kardeşlerimle paylaşmak istedim.

Bu lahika mektubunda Nur Talebelerinin Bedîüzzaman’a ve Risâle-i Nur Külliyâtına bakışı özetlenmekte; diğer İslam âlimleri ve İslâmî eserler hakkında Nur Talebelerinin olması gereken yaklaşımları anlatılmakta; dünyevî, siyasî ve sosyal hayatın bütün safha ve şartlarında Nur Talebelerinin müsbet hareket tarzı hülâsa edilmekte ve nihâyet Bedîüzzaman ve Nur Külliyâtının sadece Anadolu insanları için değil, bütün Âlem-i İslâm için ve hatta bütün beşeriyet için Kur’an’ın dersi olduğu izah edilmektedir.

Bu lahika mektubunu kimin kaleme aldığı bizce henüz malum değildir. Ağabeylere soracağız. Ancak sonunda, elimizdeki nüshalardan birinde sad harfi ve diğerinde ise sin harfi bulunmaktadır.

YİRMİNCİ (VE YİRMBİRİNCİ) ASIR KUR’AN ÂŞIKLARINA MEKTUP

Aziz, Sıddık ve Muhterem Kardeşlerimiz!

Bu defa memleket aktârında her beldedeki en güzîde simaları görmekle bir Said yerinde binler Said’in hizmet-i Kur’aniyede saf tuttuklarını müşâhede ederek nihayetsiz mesrûriyet içinde Rabb-i Rahîme şükrettik. Bilâd-ı İslâmiyenin her köşe ve bucağında ulvî kalbleriyle, müstakim akıllarıyla, nâtık lisanlarıyla, parlak kalemleriyle, temiz niyet ve vicdanlarıyla, yüksek metânet ve fedakârlıklarıyla dinin hâdimi olan aziz kardeşlerimizi en derin kalblerimizde hürmetle yad ediyor ve vazife-i kudsiyelerinde muvaffakıyet temenni ediyoruz. İnşallah a’zamî gayret, sebat ve fedakârlıklarıyla Nur-u İlâhînin taa be kıyamet devamına vâsıta ve ihtişamına dellâl olurlar.

Evet, Aziz Kardeşlerimiz! Mu’azzez Üstadımızın Dâr-ı bekaya teşriflerinden sonra muazzam bir cemâ’at-i nuraniye olarak kendini gösteren Risâle-i Nur Talebelerinin karşısında, kökü ecnebide vatan ve millet aleyhindeki bazı cereyanların tahribâtına mukabil, Risâle-i Nurdan ders alarak kardeşlerimiz, her biri a’zamî bir şevk bir gayert içinde çalışarak envâr-ı imaniyeyi her tarafa neşrettiler. Bilhassa Risâle-i Nurun bir vazifesi olan Hatt-ı Kur’aniyeyi muhafazaya çalıştılar. Evet hakaik-i imaniye ve Kur’aniyeyi ilmî ve mantıkî şekilde tam ders alıp vermek ve sonra da ders alan talebelerin her biri bir muhitte hizmet etmek suretiyle yeni yeni isti’dâdların inkişafına koştular. Bilâd-ı islâmiyenin her bir köşesine dağılarak şems-i Nübüvvetin tecellisine yardım ettiler. Madem elimizdeki Risâle-i Nur gayet kuvvetli ilmî ve mantıkîdir; tek başıyla kırk seneden beri dünyaya meydan okuyor; Kur’anın i’câzını âleme neşretmiş; hiçbir ceryana hiçbir hâdiseye tâbi olmayarak bilakis bütün cereyan ve hâdiselerin fevkınde kâinat üstünde ezel ve bedin mu’azzam meselesi ve bir hâdise-i Muhammediye ve hakikat-ı Kur’aniye olarak görülmüş; bütün başlar ve akıllar üstünde Nur-u İlâhiyeyi tebliğ etmiş; ve bugün âfâk-ı İslâmiyeyi nuruyla ihâta etmiş; böylece cüz’iyetten çıkıp külliyet kesbeden şümullü ve umumî Kur’anî bir hakikat mahiyetini almıştır; şimdi bize düşen en mühim vazife, bu haşmetli Nur’a karşı âyineliktir.  Bulunduğumuz her yerde her zamanda her makam ve vazifede kulluk vazifemizi ifa etmek, bu zamana kadar üzerimizde tecelli ve te’âlî eden ni’metlere karşı talebelik borcumuzu yerine getirmektir. Bizim imdadımıza gelen  bu nur-ı iman hakikatlarını muhtaç kardeşlerimizin vatandaşlarımızın ellerine ulaştırmaktır.

O aziz ve azim Üstad ki, vefatından bir ay önce İstanbul ve Ankara’daki son dersinde hülâsatan verdikleri dersde hizmet-i hakikiyemizi göstermekle beraber, Risâle-i Nurun geçmiş ve gelecek devrelerine işaret buyurmuşlardır:

Kardeşlerim! Hastalığım pek şiddetli, belki pek yakında öleceğim veyahut bütün bütün konuşmaktan -bazan men’olduğum gibi- men’ edileceğim. Onun için benim Nur âhiret kardeşlerim, ehven-üş şerr deyip bazı bîçare yanlışçıların hatalarına hücum etmesinler. Daima müsbet hareket etsinler. Menfî hareket vazifemiz değil.[1]

Aynı zamanda şöylece ilave ediyor, teşcî’ ve teşvik ediyor:

Onun için Cenab-ı Hakk’a şükür Kur’an-ı Hakîm’in işarat-ı gaybiyesi ile kahraman Türk ve Arab milletleri içinde lisan-ı Türkî ve Arabî ile bu asrı kurtaracak bir mu’cize-i Kur’aniyenin Risale-i Nur namıyla bir dersi intişara başlamış. Ve onaltı sene evvel altıyüzbin adamın imanını kurtardığı gibi, şimdi milyonlardan geçtiği sabit olmuş. Demek Risale-i Nur; beşeri anarşistlikten kurtarmağa bir derece vesile olduğu gibi, İslâm’ın iki kahraman kardeşi olan Türk ve Arab’ı birleştirmeye, bu Kur’anın kanun-u esasîlerini neşretmeğe vesile olduğunu düşmanlar da tasdik ediyorlar. [2]

Vefatından sonra çeşitli hâdislerin tazyikiyle ve câzibedâr meşgalelerin te’siriyle fütura düşmek ihtimaline biâen bizleri ikaz ediyor:

Kardeşlerim, belki ben öleceğim. Bu zamanın bir hastalığı daha var; o da benlik, enaniyet, hodfüruşluk, hayatını güzelce medeniyet fantaziyesiyle geçirmek iştihası, tiryakilik gibi hastalıklardır. Risale-i Nur’un Kur’andan aldığı dersin en birinci esası: Benlik, enaniyet, hodfüruşluğu terk etmek lüzumudur. Tâ ihlas-ı hakikî ile imanın kurtarılmasına hizmet edilsin. Cenab-ı Hakk’a şükür, o a’zamî ihlası kazananların pek çok efradı meydana çıkmış. Benliğini, şan ü şerefini en küçük bir mes’ele-i imaniyeye feda eden çoktur.

Madem mesleğimiz a’zamî ihlastır; değil benlik, enaniyet, dünya saltanatı da verilse, bâki bir mes’ele-i imaniyeyi o saltanata tercih etmek a’zamî ihlasın iktizasıdır. [3]

Evet Aziz ve Mübârek Kardşlerimiz!

Nurlardan aldığımız hakikat-ı imaniye dersiyle ve himet-i imaniyede bulunmaktan gelen küllî alâkadarlık ve münâsebet ile herkesin ev, bahçe ve dükkân gibi cüz’î dairesine bedel İslâmiyet, Âle-i İslâm ve kâinat kadar geniş ma’nevî hayatı ve vucudî daireleri var. Herkes ihlâsına, hizmetteki himmet ve niyetine göre, âyine-i ruhuna in’ikad eden bu geniş ve ebedî âleme sahip oluyor. Bu hakikatı İhlâs Risâlelerine ve Hutbe-i Şâmiye’deki hizmet-i islâmiyeye dâir altı mes’eleye havale ediyoruz.

Bilhassa İkinci Kelime’de izah edilen imandan gelen kuvve-i ma’neviyenin dersi ve Beşinci kelimedeki meşveret-i şer’iye dersleri, herbirimiz için ne kadar elzem hakikatlar olduğu malumdur. Şu tek cümle dahi bu hakikatı ifadeye kâfidir:

Çünki bir adamın kıymeti, himmeti nisbetindedir. Kimin himmeti milleti ise, o kimse tek başıyla küçük bir millettir.[4]

Bazılarımızdaki dikkatsizlikten ve Ecnebilerin zararlı seciyelerini almamızdan kuvvetli ve kudsî İslâmî milliyetimizle beraber, herkes nefsî nefsî demekle ve milletin menfaatini düşünmemekle ve menfa’at-i şahsiyesini düşünmekle bin adam bir adam hükmüne sukut eder. Müslümanların hayat-ı ictimâiye-i islâmiyedeki saadetlerinin anahtarı olan meşveret-i şer’iyeye dair Altıncı Kelime ise, bir düstur-u hakikattır.

Hem herbirimiz bulunduğumuz köy, kasaba ve şehirde bu Altıncı Meselenin ihtarıyla aramızda bir şûrây-ı ma’nevî ile hareket etmekle İhlâs Risâlesinde beyân edilen;

Güya on hakikî müttehid adamın herbiri yirmi gözle bakıyor, on akılla düşünüyor, yirmi kulakla işitiyor, yirmi elle çalışıyor bir tarzda manevî kıymeti ve kuvvetleri vardır. [5]

manasını elde etmeye çalışmalıyız.

Bu defa Cenab-ı Hakk’ın inayetiyle ve muhterem kardeşlerimizi dualarıyla yaptığımız umumî ziyaretlerde yakinen gördük ve anladık ki, Cenab-ı Hak nihayetsiz rahmet ve keremiyle İslâm diyârını Nurunun ayrı ayrı tecellilerine mazhar has kullarıyla, Kur’an hâdimleriyle, islâmiyet fedakârlarıyla donatmış. Her yerde, her mekânda, her beldede Nurun âşıkları, imanın fedâkâr bülbülleri var. Cenab-ı Hak ebediyyen pâyidâr eylesin, muhâfaza ve devam ettirsin. Âmîn.

Evet Aziz Kardeşlerimiz! Bir hakikat-ı Kur’aniye ve mu’cize-i Furkaniye olan Risâle-i Nur enzâr-ı âleme dersini vermekte devam ediyor. Bir zaman ehemmiyetli bir vakitte, şimdi ne yapacağız diye Nurlardan tefâülde şu fıkralara karşımız çıktı:

Risale-i Nur’la mübareze edilmez, o mağlub olmaz. Yirmi senedir en muannid feylesofları susturuyor. İman hakikatlarını güneş gibi gösteriyor. Bu memlekette hükmeden, onun kuvvetinden istifade etmek gerektir.

Benim ehemmiyetsiz şahsımın kusurlarıyla beni çürütmek ve ihanetlerle nazar-ı âmmeden düşürmek; Risale-i Nur’a zarar vermez, belki bir cihette kuvvet verir. Çünki benim bir fâni dilime bedel Risale-i Nur’un yüzbin nüshalarının bâki dilleri susmaz, konuşur. Ve hâlis talebeleri, binler kuvvetli lisanlar ile o kudsî ve küllî vazife-i Nuriyeyi şimdiye kadar olduğu gibi, inşâallah kıyamete kadar devam ettirecekler. [6]

Demek değişen her hâdisede ve tahavvülde bizim vazifemiz, yalnız ve yalnız hizmet-i Kur’aniye ve imaniyedir.

Prof. Dr. Ahmet Akgündüz

www.NurNet.org