Etiket arşivi: Ahmet Şahin

Aleni Oruç Yiyenlere Ne Demeli ?

İmanın bir şubesi de hayâdır, utanmaktır. Bütün Müslümanların gözleri önünde alenen oruç yeyip, sigara tüttürmek ise hayânın yokluğuna, yâni, imanî hasletin zayıfladığına delildir.

Alenî Oruç Yiyenlerin çoğaldığı söyleniyor. İnşaallah böyle değildir.
Muğlalı okuyucum, Orucunu alenen yiyen fâsık-ı mütecâhire keffaret cezası gerekmez mi? diye soruyor.
Bir ata sözümüz vardır. Derler ki:
– İbâdet de gizli, kabahat de… Bu söz hakikatin ta kendisini ifâde etmektedir…
Gerçekten de ibâdetin gizlisinde riyâ olmaz. Rabbimiz ise, riyâsız ameli kabûl eder.
Kabahatin gizlisinde de başkalarını teşvik olmaz. Günahı şahsî kalır, çevreye sirâyet etmez.
Diyelim ki, imanıyla birlikte iradesi de zayıflamış bir Müslüman oruç tutmuyor, bu mecburî mükellefiyetini yerine getirmiyor. Ancak, bunu gizli yaparsa ayrı bir netice var, alenî yaparsa ayrı bir durum bahis mevzuu olur.
Bu günahı gizlice irtikâp ederse, vebâli Allah?ı ile kendisi arasında kalır. Belki günün birinde samimî şekilde tevbe, istiğfar eder; İlâhî afva nâil de olabilir.
Ama alenî yaparsa, yâni, bütün Müslümanların gözleri önünde sıkıntı duymadan yer, içer, üstelik sigarasını da tüttüre tüttüre yoluna devam ederse; artık bu adamın ilâhî afva nâiliyeti imkânsızlaşmazsa da zorlaşır.
Çünkü, imanın bir şubesi de hayâdır, utanmaktır. Bütün Müslümanların gözleri önünde alenen oruç yeyip, sigara tüttürmek ise hayânın yokluğuna, yâni, imanî hasletin zayıfladığına delildir. Artık bu adam imanın bir şubesi olan hayâdan mahrum bir fâsık-ı mütecâhirdir. Fâsık-ı mütecâhirin durumunu ise Hz. Resûlüllah açıkça anlatmıştır.
Bakın, günah ve kusurları gizli işlemekle iktifa etmeyip de aleniyete dökmekten utanmayan adam için Resûlüllah Hazretleri ne buyurmaktadır:
– Küllü ümmetî muâfen illel-mütecâhirîn!..
Yâni, ümmetimin hepsi de ilâhî afva nâil olabilir. Ancak, alenî günahkârlar bundan müstesna…
Demek, günahını alenîleştirmekten çekinmeyecek kadar hayâdan mahrum kalan kimsenin aftan nasîbi zordur. Yâni, herkes ilâhî afva nâil ve lâyık olabilir. Ama bu mütecâhirlerin durumu müstesna. Rabbimiz, rahatsız ettikleri Müslümanların hepsinin de haklarını almak için bunları aftan istisna etmektedir.
Herhalde azâbın en şiddetlisini tattıktan sonra kurtuluş bahis mevzuu olacaktır.
İslâm hukukunda böylelerine, yâni, günahını gizli işlemekle iktifa etmeyip aleniyete dökenlere verilen mâruf bir isim ‘fâsık-ı mütecâhir’dir. Yâni resmen günahkâr. Günâhını açıkça irtikâp etmekten çekinmeyecek kadar cür’etkâr..
İslâm hâkimi huzurunda fâsık-ı mütecâhirin şehâdeti mualleldir.
… Muğlalı okuyucum, ‘Orucunu alenen yiyen fâsık-ı mütecâhire keffaret cezası gerekmez mi?’ diye soruyor.
Fâsık-ı mütecâhir, huzur-ı İlâhî’de öyle bir cezaya uğrayacak ki, dünyadaki keffaret cezası onun için çok hafif kalacak…
Bununla beraber sözü buraya getirmişken okuyucumun sualini de cevaplandırayım.
Özürsüz orucunu yiyen adam, ya hiç niyetlenmeden yer, ya da niyetlenip tuttuktan sonra yer. Niyetlenmeden yiyene sâdece kazâ lâzım gelir, keffaret gerekmez. Ama niyetlenip de (imsâk-iftar arasında) bozan kimseye hem kazâ, hem de keffaret lâzım gelir. Başka bir ifâde ile, keffaret, oruca niyet etmeyişin değil, niyet edip de bozuşun cezasıdır. Bunu daha önce yazmıştım.
… Evet, Allah rahmet eylesin aziz geçmişlerimize. Ne güzel söylemişler:
İbâdet de gizli, kabahat de. Kabahati alenî işlemek ise fâsık-ı mütecâhirliktir.
Allah kimseyi böyle yapmasın… ….
Ahmet ŞAHİN

Her şeyin ilacı iki rekat namaz..

Şafakta kılınan iki rekat namaz bir yana, tüm dünya serveti diğer yana. Efendimiz (asm) bizi uyarıyor. ”Dünyada hayra hizmet etmeyen servetleri, ahirette sahiplerine fayda sağlamayacaktır”

Aleyhissalat-ü ves’selam Efendimiz, şafakta kılınan iki rekat namazın eşsizliğini unutamayacağımız ifadeyle şöyle haber vermiştir:

”Fecir vaktinde kılınan iki rekat namaz dünyadan da, içindekinden de hayırlıdır!..

Neden böylesine önemlidir şafakta iki rekat namaz?

Çünkü dünya da, içindeki mal, mülk de ahirette geçer akçe değildir. Ancak iki rekat namaz orada geçer akçedir. Dünyada kalan servetin sağlayamadığı faydayı sağlayacak, sahibini Cennet nimetlerine kavuşturabilecektir.

Nitekim burada dünyanın servetine sahip olan nice ibadetsizler, orada yoksulluk içinde kıvranırken, ibadetinde ihmale düşmeyen nice yoksulların da orada Cennet nimetleriyle zenginleştikleri görülecektir.

Demek ki, dünyada hayra hizmet etmeyen servetleri, ahirette sahiplerine fayda sağlayamayacaktır; ama amel defterinde yazılı iki rekat namazları orada onları her türlü Cennet nimetlerine sahip kılacaktır.

Öyle ise özellikle yaz gecelerinde erken yatıp erken kalkmalı, şafakta teheccüd’den sonra gelen imsak’la güneş doğması arasındaki eşref vakitte, dünyadan da kıymetli olan sabah namazını mutlaka vaktinde kılmalıdır.

Bunun için yatarken, sabah namazına mutlaka kalkacağım niyetiyle yatmalıdır. Bu vicdani karar, onu ibadete uyandıracak, dünyadan da kıymetli olan şafak vakti ibadetini zamanında yaptıracak, uykuya dalıp da sonra vicdan azabı çektirmeyecektir.

Bununla beraber, insanlık halidir bu, hiç arzu edilmediği halde kalkamaz da, namazı güneşten sonraya kaldığı da olursa ne olacak?..

Artık her şey mahvoldu gitti diyerek ümitsizliğe düşmek fevkalade yanlıştır.

Bu durumda yapılacak ilk iş: Güneşin doğmasıyla başlayan (45 dakikalık) kerahet vakti çıktıktan sonra öğlenin kerahet vakti girinceye kadarki zaman içinde sünnetiyle birlikte kılamadığı farzı hemen kaza etmek, namaz borcuyla kalmamaya özel bir dikkat göstermektir.

Bu gibi ihmallerde mühim bir husus şudur:

İnsan istek dışı da olsa hatalarının üzüntüsünü derinden derine duymalı, vaktinde kılamadığı namazının vebalini sırtına yüklenmiş bir dağ ağırlığında her an hissetmelidir. Bu sebeple bir an evvel namazı kaza ederek, bu ağır yükten kurtulma gayreti içinde olmalıdır.

İhmal ettiği ibadetinden dolayı bu üzüntüyü duymamak, vicdan azabı çekmemek, tabiri caizse kılı bile kıpırdamamak ise hayra alamet değildir. Çünkü üzüntü duyan insan, kendisini üzen yanlışla tekrar yüz yüze gelmek istemez. İbadetlerini vaktinde yapma azmi içinde olur. Nitekim bu konuda Efendimiz’in (sas) çarpıcı ikazı şöyledir:

“Mümin, günahını üzerine yıkılacak dağ gibi büyük görür, tedbir alır. Münafık ise burnu ucuna konmuş sinek gibi küçük görür, kayıtsız kalır!..”

Günahını büyük görme duygusu, tekrar etmeme tedbirine sevk ederken, küçük görme duygusu da tekrar etmekten çekinmeme umursamazlığına iter. Halbuki tekrar edilmeyen büyük günah küçülür, ısrar edilen küçük günah ise çoğalarak büyür, küçük damlalardan meydana gelen sel gibi sahibini günah bataklığında boğar. İşte bütün bunlardan sonra demek istiyorum ki:

Özellikle yaz aylarında bu konular daha çok hatırlanmalı, ibadetleri vaktinde yapma titizliğimizi daha çok hissetmeli, hadisin ikaz yüklü müjdesini hep birlikte tekrarlamalıyız:

Şafakta kılınan iki rekat namaz, dünyadan da, içindekinden de hayırlıdır!..

Demekki bizim için en hayırlı olan, namazları vaktinde kılmaktır.

Ahmet ŞAHİN

“Birliğimizi Korumak” Kendi İrademize Bırakılmıştır!..

Biz Müslümanlar olarak kendi içimizde ve aramızda nasıl birlik beraberlik ruhu ve anlayışı içinde olmamız gerektiğine önemli ikaz ve işaretlerde bulunan bu yazıyı Kırık Testi’den derleyerek yerimizin aldığı kadarını arz etme gereği duydum. Konu okununca anlaşılacak ki, ülke içinde birlik beraberliğimizi korumak ve güçlendirmek bizim bir imtihanımız olarak kendi gayret ve irademize bırakılmıştır.

İnsanlar bizzat bu iradeyi kullanmaktan sorumlu tutulmuştur. Sanırım siz de Efendimizin (sas) bu husustaki kabul olan olmayan şu iki duasını dikkatle okuyacak, benim gibi siz de ibretle düşüneceksiniz.

Hakkımızda kabul olan ve olmayan iki dua:

Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) Ümmet-i Muhammed’in kökten ve toptan yok edilmemesi, umumi bir kıtlığa maruz kalmaması ve çoğunu helak edecek bir düşmanın onlara musallat kılınmaması için Cenâb-ı Hakk’a dua dua yalvarmış ve Allah (c.c) Efendimiz Aleyhisselâtü Vesselâm’ın bu duasını kabul buyurmuştur!.

Buna göre bu ümmet, umumi bir helake uğramayacağı gibi, devamlı olarak başkalarının hâkimiyeti altında,işgal ve istilasında da kalmayacaktır!.

Ancak Efendimizin (sas) bu ümmetin kendi arasında birbirleriyle vuruşmamaları, birbirlerine düşmemeleri için yapmış olduğu duasının Cenâb-ı Hak tarafından kabul buyrulmadığı da ifade edilmiştir. (Müslim, Fiten, 19/20)

Bu son talebin kabul edilmeyiş hikmetiyle alâkalı şu önemli husus dile getirilebilir:

Bu birlik beraberlik konusu, insanların kendi irade ve gayretleriyle çözüp gerçekleştirecekleri bir konudur.

Zira insan akıl ve şuur sahibi bir varlıktır. Kendi iradesi işin içinde olmadan  bir yere toplanmak, ağaçlar gibi üst üste yığılıp bir arada bulunmak insan haysiyet ve şerefine terstir!. Bunun yerine insanın, iradesinin hakkını vererek bir arada yaşayabilme ve başkalarıyla beraberlik tesis edebilme yollarını araştırması, çaresini bulması insanlığının gereğidir!.

Nitekim Cenâb-ı Hak farklı âyet-i kerimelerde tekrar tekrar insanların birbiriyle imtihan edileceğini ifade buyurarak Ümmet-i Muhammed’in maruz kalabileceği bu büyük fitne hususunda bizi ikaz etmektedir.

Bazınızı bazınızla imtihan edeceğiz”  (En’âm Suresi, 6/53)

 Evet, Allah (celle celâlühu) bizi pek çok şeyle imtihan etmektedir. Bazen hastalıklarla, bazen musibetlerle, bazen ibadat- ü taatle, bazen de günahlarla yani günahlara karşı bize verdiği zaaflarla imtihan ediyor.

İşte bu imtihanlardan biri de bazımızın bazımızla imtihan edilmemizdir. Çünkü insanın yaratılışı çok farklıdır. Allah (c.c.) insan nevinde değişik neviler yaratmıştır. İnsanlardan her bir fert başlı başına bir nev gibidir. Herkesin mizaç ve huyu farklıdır. Kimse kimseye benzemez. Allah insanları bu şekilde farklı farklı yaratmakla, esma-i ilâhiye ve sıfat-ı sübhaniyesinin tecellilerini gösteriyor. Ve aynı zamanda bununla bizi imtihan ediyor ve imtihanda başarılı olanlara mükâfat vaad ediyor. Yani senin huyun onun huyuna uymadığı gibi, onun huyu da sana uymayacak. Sen ayrı bir meşrebin çocuğu, o ayrı bir mizacın çocuğu, öbürü de yine ayrı bir mezağın evladı olacak. Ancak aranızdaki bütün bu farklılıklara rağmen, siz birlik ve beraberlik tesis edebilmenin, beraber yaşayabilmenin yollarını arayacak,böylece imtihanı kazanacaksınız!.      

Bu itibarla bazı huyları kötü olan bir insan, “ tümüyle kötü insan” demek değildir.. Aranızda böyle farklılıklardan dolayı hırgür çıkabilir. Ancak burada yapılması gereken biri birinize hemen kötü damgası yapıştırmak değil, bir yolunu bulup aradaki kırgınlığı gidermek, kardeşliğin gereği olan saygı sevgiyi sürdürmektir.

 Bunun için böyle devrelerde tavır ve davranışlarımızı kontrol etme görevi bizim irademize verilmiştir..

Nitekim fertler arasında oluşan kırgınlıktan sonra ilk defa özür dileyip “kusura bakma kardeşim, hakkını helal et” diyen kimse işin ilk kahramanı sayılır. Bir hadis-i şerifte Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) bu hususa işaret eder ve birbirine küsen iki kişiden hayırlı olanın, önce teşebbüse geçerek selâm veren,el uzatan olduğunu ifade buyurur.

Bundan dolayı kardeşler arasında kollarını açıp kucaklaşmaya ilk yürüyen kimse, barış görevini başlatan ilk irade kahramanı sayılmıştır.

Ahmet Şahin

Ramazanda İlk Günlerde Sorulan Sorular

Soru: 1

 –Ramazan’ın ilk günlerinde en çok maruz kalınan yanlışlar, oruçlu olduğunu unutarak yemek, içmek gibi oruç bozucu yanlışlardır. Bu gibi unutarak oruç bozmalarda ne lazım gelir? ‘Orucumu nasıl olsa bozdum’ diyerek yemeye devam mı eder? Yoksa hatırladığı anda hemen bozmasını bırakıp orucunu sürdürür mü?

 Cevap: Unutarak orucunu bozanı Rabb’imiz bağışlamaktadır. Bu sebeple hatırladığı anda hemen yeme içmesini bırakıp orucuna devam eder, orucunu kurtarmış olur. Bu sebeple kasti değil de unutarak orucunu bozanların hatırladıkları anda bozmayı hemen bırakıp oruca devam etmeleri gerekir. Özellikle Ramazan’ın ilk günlerinde dikkatli olmalı, unutarak da olsa oruç bozucu bir yanlışa düşmemelidir. Şayet böyle bir oruç bozma yanlışına maruz kalırsa bozmayı hemen bırakıp orucuna devam etmeli, orucum bozuldu diye oruçtan vazgeçmemelidir. Rabb’imiz (kasti değil de) unutarak oruç bozmaları bağışlamaktadır.

 Soru: 2

 –Ramazan’da bir de (unutarak değil de) hata ile oruç bozmalara maruz kalınmaktadır. Bu hata ile bozulan oruçlara yine devam edip sonra yeniden tutmak mı gerekmektedir?

 Cevap: Evet, oruçlu olduğunu hatırladığı halde bir dikkatsizlik ve ihmal sonunda bozduğu oruca hata ile bozma denmektedir. Böyle hata ile bozulan oruçların sonra yeniden tutularak kaza edilmesi gerekmektedir. Mesela, abdest alırken, yahut da guslederken oruçlu olduğunu hatırında tuttuğu halde kaza ile boğazından aşağıya su kaçıran kimse orucunu hata ile bozmuş sayılır. Bu orucuna yine devam eder. Ancak Ramazan’dan sonra hata ile bozmuş olduğu bu orucunu yeniden tutması gerekir. Bir de imsak vakti girdiği halde girmedi zannı ile yemeye devam eden insan ya da iftar vakti girmediği halde girdi zannıyla orucunu açan insan da orucunu hata ile bozmuş olur. Bu orucuna yine devam eder, ancak Ramazan’dan sonra yeniden tutarak sağlam oruçla değiştirmesi gerekir.

 Hata ile bozulan oruçlar için kefaret değil sadece gününe gün olarak kaza yeterli olur. Çünkü bunda kasıt yok, sadece dikkatsizlik söz konusudur.

 Soru: 3

 –Oruç ezanla başlar, ezanla mı biter? Yoksa vakitle başlar yine vakitle mi biter?  Bu konudaki yanılmaları nasıl önleyebiliriz?

 Cevap: Hemen ifade edelim ki, oruç ezanla değil vakitle başlar, vakitle biter. Ezanlar orucun başlama vaktini değil namazın başlama vaktini bildirir. Ayrıca ezanı okuyan insan yanılıp erken de okuyabilir, geç de kalabilir.

 Bu ihtimallerden dolayı orucun başlama ve bitme vaktini takvimdeki imsak ve iftar dakikaları ile tespit etmek gerekir ki, hata ile oruç bozmaya maruz kalınmasın. Çünkü imsak vakti girdiği halde girmemiş zannederek yemeye devam eden, orucunu hata ile bozmuş sayılır. Nitekim iftar vakti girmediği halde girdi zannıyla orucunu açanın da hata ile oruç bozmuş sayılacağı gibi…

 Soru: 4

 –Her günün orucu tek başına bir oruç olduğundan her oruca iftardan sonra imsak vaktine kadar niyet etmek gerekiyor mu? Niyet için sahura kalkma şartı var mıdır?

 Cevap: İftardan sonraki her dakika, imsak vaktine kadar niyetin vakti sayılır. Kaldı ki, kendini oruca baştan kilitleyen insanlarda bu niyet Ramazan boyunca kendiliğinden oluşur. Niyet etmedim diye bir vesveseye kapılmaya gerek olmaz. Ancak sahura kalkarak az da olsa bir şeyler yemek, en azından bir bardak su içmek hem sahur sünnetini yerine getirmek olur hem de Ramazan ayının özelliğini fiilen yaşamış, niyetini de fiilen yapmış sayılır.

Ahmet Şahin

www.ahmetsahin.org

İrade Kahramanları Ve Mazeret Masumları

Rabbimiz sonsuz merhamet sahibidir. Bütün sene boyunca verdiği nimetlerine karşı serbest bıraktığı biz kullarını, bir aylık oruç ibadetiyle mükellef kılmış, hem sıhhatlerini kazanmaları hem de sahip oldukları nimetlerin farkına varmaları için günahlarının affına sebep olacak bir irade imtihanına tüm kullarını tabi tutmuştur. Bu irade imtihanında zaaf göstermeyip oruçlarını tutanlar çok şey kazanırlar, hiçbir şey kaybetmezler. Tutmayanlar ise hiçbir şey kazanmazlar; ama ( ebedi hayatları adına ) çok şey kaybederler.

Bunun için nefse ve şeytana uymayan irade kahramanları, Ramazan-ı Şerifin şanına ait hürmeti çiğnemeyerek tüm Müslümanlarla birlikte oruç tutarlar, yine herkesle birlikte iftar eder,bayrama ulaşırlar.. Böylece bir aylık irade imtihanından yüz akıyla çıkar,şükür duyguları içinde hep birlikte bayram yaparlar..

Bununla beraber, yine sonsuz merhamet ve şefkatin sahibi Rabb’imiz, kullarının oruç tutamayacak derecede mazereti olanlarını da ayırır, onlara oruçlarını ileride özürleri geçince tutma izni de verir.

 – Kimler Ramazan’da herkes oruçlu iken oruçlarını tehir etme iznine sahip olan mazeretli masumlar? Bunları kısaca şöyle sıralayabiliriz.

 1- En başta oruç tutacak yaşa erişmemiş küçük çocuklar: Bunlar erginlik yaşına ulaşmadıkça oruç tutmakla yükümlü olmazlar. Tutarlarsa sevabı, onları alıştıranlara da şamil olur. Mükellefiyet yaşının son sınırı, on beş yaş denmişse de esas yükümlülük, kızlarda özel hal, erkek çocuklarda ihtilam olma durumunun başlamasıyla kesinleşmiş olur. Bu tespitler yapılamazsa on beş yaş son mükellefiyet yaşı olarak kabul edilir.

 2- Oruç tutma gücünü kendinde bulamayan yaşlılar: Bunlar oruç tutmaları halinde halsizlikleri daha da artarak zor durumda kalacaklarsa tutmazlar. Bu yaşlıların maddi imkanı müsait olanları, tutamadıkları her oruç başına birer fitre verirler yoksula. Oruçlarını yoksula verdikleri bu fitre miktarı fidyelerle tutmuş sayılarlar. Her oruç başına bir fitre veremeyecek durumda olanlardan ise Rabb’imiz onu da bağışlar, borçlu da kalmazlar.

 3- Yaşlı değil, fakat hasta olanlar: Oruç tutacak olurlarsa hastalıkları fazlalaşacak, sıhhatleri daha da bozulacaksa sıhhatine kavuşunca tutmaya niyet ederek beklerler. İyileşince tutarlar..

 4- Hamile hanımlar: Taşıdıkları çocuklarına bir zarar geleceğini düşünüyorlarsa doğumdan sonraki müsait devrede tutmaya niyet ederek oruçlarını tehir ederler.

 5- Doğumdan sonra çocuk emdirmekte olan anneler: Oruçlu iken sütün azalacağını, emen çocuğun ya da annenin zarar göreceğini düşünüyorlarsa oruçlarını tehir eder, sonra tutarlar.

 6- Her ay belli günlerdeki özürleri başlamış bulunan hanımlar : Bunlar da oruçlarını bu halleri başlayınca bırakırlar; bitince başlarlar. Bu özürlerini başlatmamak için önceden ilaç almaya mecbur değiller.

 7- Seferde (yolcu) olanlar: Oruç günlerinde doksan kilometreden az olmayan yolculuğa çıkmış bulunanlar, tutarlarsa sevaplısını tercih etmiş olurlar, tutmazlarsa verilen ruhsattan istifade etmiş sayılırlar, vebale girmiş olmazlar.

 Orucun ilk günlerinde en çok karşılaşılan unutarak oruç bozmanın hükmüne de kısaca bir işarette bulunalım:

 – Oruç, sabaha karşı imsak dakikasının girmesiyle başlar, akşam da iftar dakikasının girmesiyle biter. Bu giriş ve çıkış sınırları içinde oruçlu bulunan insan, yeme, içme gibi orucu bozucu hallerden kesinlikle uzak durur. Ancak unutarak orucunu bozacak olursa hatırladığı anda hemen ağzındakini dışarıya çıkarır, orucuna yine devam eder. Çünkü Rabbimiz unutarak oruç bozmadan sorumlu tutmuyor kullarını. Ancak unutan insan nasıl olsa orucumu bozdum diyerek yemeye devam etmemeli, hemen ağzındakini çıkarıp orucunu sürdürmelidir. Hatırına geldiği halde orucum bozuldu diye yemeye devam eden adam, o orucu sonra tekrar tutmaya mecbur olur. Hatta keffaret cezası gerekir diyenler bile vardır. Onun için dikkatli olunmalıdır.

Ahmet Şahin