Etiket arşivi: Ahmet Taşgetiren

Taif Duası Ne Olur Bunu Okumadan Bırakmayın!…

“Taif Duası” bir dinin mübelliğinin en zor şartlarda, belki bir tıkanma anında bile ana misyonundan kopamayacağı gerçeğini sergileyen bir tarih notu Bir siyer-i Muhamedi harikasıdır.

Hatırlayalım:
Mekke’de Muhammed Mustafa’nın (s.a.m) hüzün senesi En yakınları irtihal-i dar-ı beka eylemiş Sevgili eşi Hatice, en zor günlerinde sırtını dayadığı amcası göçmüş
Baskılar artmış, Mekke daralmış
Taif Mekke’ye iki günlük mesafede bir yerleşim merkezi Oraya gitse, acaba bir nefes alma imkanı bulabilir mi? Mukaddes emaneti taşıyacağı bir yürek çıkar mı karşısına?
Taif Eşrafın kapısı çalınıyor Bir yürek aranıyor
Yok Üstelik alay var, aşağılama var, hatta öfke var
Sonra ayak takımını örgütleyip O güzeller güzelinin üstüne sürme var
Yollarda taş sağnağı
Nereni savunacaksın Baş, göz, beden Bir Peygamber kan revan içinde kalıyor “Ayakkabıları kanla dolmuştu” diye yazıyor tarih kitapları
Zulmün, barbarlığın, acımasızlığın uç noktası
Şu dua o ana ait:
“Allahım,
Güçsüz ve çaresiz kaldığımı, halk nazarında hor görüldüğümü ancak sana arz ve şikayet ederim
Ey merhametlilerin merhametlisi, her kesin zayıf görüp de dalına bindiği, biçarelerin Rabbi Sensin Sensin Rabbim benim Beni kime bıraktın! Huysuz ve yüzsüz yabancıya mı, yoksa bu işimde bana hakim olacak düşmana mı? 
Allahım! 
Eğer bana karşı gazaplı değilsen, çektiğim mihnetlere, belalara hiç aldırmam Fakat senin esirgeyiciliğin bunları göstermeyecek kadar geniştir 
Allahım, gazabına uğramaktan, rahmetinden uzak kalmaktan, karanlıkları aydınlatan, dünya ve ahireti salâha kavuşturan ilâhi nuruna sığınırım Rızanı dilerim Sana iltica ederim Bütün kuvet, her kudret ancak Sendendir, Ya Rabbi!”Bu duayı yaptı
Bir bağ evine sığınmıştı
O gün bir başka şey daha oldu Onu Hazreti Aişe’den dinleyelim:
Bir gün “Uhud savaşından daha fazla daraldığın gün oldu mu?” diye soruyor Allah Rasûlune Uhud, varoluş – yokoluş berzahı gibi bir ortam Allah Rasulü’nün yaralandığı bir ortam İslam’ın dağ gibi yiğitlerinin, Rasulullah’ın amcası Hamza gibi, Medine’ye İslâm nurunu taşıyan Mus’ab gibi yıldızların söndüğü bir ortam Acaba ondan zoru yaşanmış mıydı?
Allah Rasulü işte bu Taif darlığını hatırlıyor:
– Kureyş’ten gördüğüm baskı üzerine Taif’e gitmiş, korunmamı İbnu Abdi Yalil’e teklif etmiştim Yanaşmadı Ben de kederli ve elemli bir halde Mekke’ye dönmüştüm İşte bu dönüş esnasında “Karn-ı Sealib” mevkiine gelince, başımı kaldırıp gök yüzüne baktım Bir bulutun beni gölgelendirdiğini gördüm Buluta dikkatlice baktığımda içinde Cebrail’in bulunduğunu farkettim Cebrail bana:
“Ya Muhammed, Allah, kavminin dediklerini işitti Seni korumaktan çekindiklerini gördü Allah sana şu dağlar meleğini gönderdi, emrindedir Kavmin hakkında ne yapılmasını dilersen, emredebilirsin” dedi
Bunun üzerine dağlar meleği seslenip bana selam verdi ve sonra:
-Ya Muhammed, Cebrail doğru söyledi Ne emredersen yerine getirmeye hazırım ben Eğer Ebu kubeys ve Kaynakan denilen şu iki yalçın dağın Mekkeliler üzerine çökerek birbirine kavuşmasını (ve müşrikleri topluca yok etmesini) dilersen (onu da emret), dedi
Ben şöyle cevap verdim:
-(Hayır bunu istemem)Ben Allah’ın, bu müşriklerin soyundan yalnızca Allah’a ibadet eden ve O’na hiçbir şeyi eş – ortak koşmayan tevhide gönül vermiş (muvahhid) bir nesil getirmesini dilerim

(Buhari, Bed’ül halk, 7 – Prof Dr İsmail Lütfi Çakan’ın Peygamberler ve Tevhid Mücadelesi isimli kitabından naklen, c 3, s 182)

Uhud’dan daha zorlu bir gün ve o günün Peygamber lisanına yansıyan duası
“Kahrolsunlar” değil, “kendileri tevhidle buluşup kurtulamasa bile nesilleri kurtulsun!”
İslam’ın insanla buluşma cehdinde, yani tebliğde Peygamber tavrı bu Sünnetin hayatın her safhasını kuşatan rahmet boyutunda temel çizgi bu
Bir temel çizgi, arızı bir tercih değil Çünkü böyle zor zamanların tercihi, eğer insanın nefsine bırakırsanız sadece öfke, intikam ve boğazlaşma olur “Ne olursa olsun” dedirtir nefis böyle zamanlarda insana
Bundan ancak, nefsini bir ebedi misyonun çerçevesinde terbiye edenler – terbiye edilenler korunur Peygamber odur, Hazreti Muhammed –sallalahü aleyhi ve sellem- o ebedi misyonun bayrak taşıyıcısıdır
Bu ebedi misyonu yürek kıvamı haline getirenlerdir ki, nefsi sedlere, onun ortaya çıkaracağı her türlü dirence, karşı koymaya, hatta gaddarlaşmaya rağmen, insana ulaşmanın zaruretini bilir, idrak eder ve ona göre kişilik kuşanır
Onun için “kahır” yerine “kurtuluş” dilemek arızi, sun’i bir davranış değildir Misyonun en zaruri gereğidir
Misyon, İslâm’ı insanla – insanı İslâm’la buluşturmaktır Misyon, insanın Rabini – Yaratıcısını tanımasına rehberlik etmektir Onun için insan yaşamalı ki hep fırsatı olsun Rabbi ile buluşmak için, Yaratan’ını tanımak için Çünkü “doğan her gün insan için bir ümit demektir” misyonu idrak hedefinde
Allah’ın insanoğluna İslâm’ı temel hayat çerçevesi olarak göndermesinin özünde de kahır değil kurtuluş ve rahmet vardır Bütün Peygamberler İslâm’la gelmişler Son Peygamber’le gelen Kitab-ı Kerim, önce geçen bütün ilâhi mesajlara sahip çıkmış
İslâm, Yaratıcı’nın insanoğluna verdiği yol haritası olmuş Yaratıcı insan için İslâm’ı seçmiş
Kitab-ı Kerim’in bildirdiğine göre melekler Yaratıcı’ya “Yeryüzünde fesad çıkaracak ve kan-lar dökecek bir varlık mı yaratacaksın?” diye soruyorlar(Bakara, 30)
Allah “Siz bilmezsiniz, ben bilirim” diyor meleklere insanı yaratırken İnsana “din” diye bir yol haritası veriyor
İnsanın içinde bulunan “kan dökücülük – fesad çıkarıcılık” potansiyelini, kendi haline bırakmıyor
Ayrıca o potansiyellere gün yüzüne çıkma imkanı verecek, besleyecek bir yol haritası değil Yaratıcı’nın verdiği Din o değil
Eğer hiç yol haritası verilmeseydi olmazdı, başıboş bırakılması anl—– gelirdi bu, insanın, eğer insanın kan dökücülüğünü özendiren, hatta belki sadece serbest bırakan bir yol haritası verseydi, yeryüzü mezbahaya dönerdi
Oysa Yaratıcı hem “din” veriyor hem de “İslâm” gibi bir din veriyor yol haritası olarak “Topluca silm iklimine girin” (Bakara, 208) çağrısını yapıyor “İslâm’dan başka din – yol haritası aramayın” (Al-i İmran, 85) diyor
İslâm: silm, selm kökünden gelen bir kelime Kelimenin bütün anlamlarında barış, güven, huzur, selâmet muhtevası var “İslâm ol, kurtul” diyor Peygamber aleyhisselam, taa Bizans Kralına yazdığı mektupta
O bir rahmet peygamberi
“Alemlere rahmet” Sadece Mekke’ye, Arap toplumuna değil Ulaştığı yere “rahmet” taşımakla donatılmış onun yüreği
İnsanına her işe başlarken “Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla” başlamayı öğretiyor O’nun bütün misyonu, insanı İslâm’la, yani barışla, güvenle, sulh, selametle buluşturmak
İnsanı yokettiğinde hiçbir şeyle buluşturmanın mümkün olmadığı açık olduğu için, yoketmenin O’nun misyonu ile alâkası yok
O diriltmek üzere gelmiş
“Allah ve Rasulü, sizi, size hayat verecek şeye çağırdığında o çağrıya uyun” (Enfal, 24) diyor O’nun Kitabı Çağrı “diriltici” bir çağrı “Ey Ali, senin elinle bir kimsenin İslâm’la buluşması senin için dünyanın her türlü zenginliğinden daha değerlidir” diyor Hazreti Ali’ye Bir insanın “İslâm’la buluşması”, bir “sayı çoğalması, tebaa büyümesi” demek değil O’na göre O, asla bununla ilgili değil O dünya iktidarı peşinde değil “Dünya ile ilişkisini bir ağaç altında gölgelenip giden insanın hali”ne benzeten bir insanın, dünya hesabı olur mu? “İslâm’la buluşmak” insan için, yaratılış gayesiyle buluşmak demek Gerçekten insan olmak demek “Kan dökücü ve fesad çıkarıcı” eğilimleri terbiye edip, Yaratıcı’nın “halifem” diye onur – izzet bahşettiği bir varlık haline dönüşmek demek
İslâm, insanlar olarak bir arada yaşamanın gerektireceği en sert cezalarda bile “hayat” arar, ölüm, yokedicilik değilEn uç cezalar bile sulhla, selametle, barışla, hayatla bir ilişkisi varsa anlamlıdır, insanın kan dökücülük damarını besleyenler İslâm’ın ceza hukukunun dışındadır
Cihad, bir kan dökücülük tatmini değildir, asla, bir iktidar alanı genişlemesi, İstanbul Fatihi Muhammed Han’ın unutulmaz ifadesiyle “Kuru kavga ve cihangirlik davası” değildir Çünkü bu “dünya iktidarını bile Allah’a kulluk için vesile addeden” (Hacc, 41) İslâm’ın ruhuna aykırı olurdu
Onun için kızgın savaş ortamında bile insanlara İslâm’la buluşma fırsatı verilmesi öngörülmüş, savaşçıların bu hassasiyeti unutmamaları tenbihlenmiş, bunda gaflet edilip, “lâilahe illallah” diyen bir insanın öldürülmesi en büyük Peygamberi muahezeyi mucip olmuştur
Onun için, İslâm güçsüz zamanlarda barış, güven isteyip, güçlü zamanlarında zorbalaşmaya izin veren bir disiplin değildir İslâm bütün zamanlarda, bütün yer yüzünde ve bütün insanlara sulh, barış, güven getirmeyi amaçlar
Çünkü İslâm, Yaratıcı’nın insan ve evrenle ilgili iradesinin bir boyutudur
Ve Yaratıcı yer yüzünü fitne – fesad ortamı olsun diye değil, İslâm’ın evrensel barışına tanık olsun diye var kılmıştır “En güzel davranış” (Mülk, 2) sınavına sokuyor Yaratıcı insanı, hem de neredeyse bir hayat misyonu çerçevesinde
Taif duasını bir kere de böyle okumak var Müslüman için, başkaları için
İslâm’ın hayat bahşedici misyonunun hayat bulması için Müslüman’ın İslâm’ı bu hüviyetiyle içselleştirmesi gerektiği açık Her anlamda damarınıza basıldığı –mazlumiyetin tüm İslâm dünyasını kasıp kavurduğu- bir zamanda, insan için dua edebilmek, onun Yaratıcı ile irtibatını yenilemesi için yakarmak, bu, kolay kazanılacak bir iç disiplini anl—– gelmiyorÖfkeleri yenebilmek, gayzları, kinleri yutabilmek, ve tüm duvarları aşıp dua edebilmek
“En mazlum” zamanlarda Hazreti Peygamber’in “en mazlum” zamanındaki bu sünnetini hayat disiplini yapabilmek
Müslüman olmak bazan çok sade, suyun akışı kadar kolay, bazan çok çetin bir kalbi disiplin demek (Mazlumiyeti tevhid duası ile aşmayı başarabilenlere Mirac ikram ediliyor, unutmamak lazım Mirac Taif daralmasının tesellisidir)
Ve İslam dışından İslam’ı doğru okuyabilmek için onun Peygamberi (s.a.m)’nin “Taif duası”ndaki insanı sımsıcak kuşatan kalbi vüs’atini derinliğini, enginliğini- anlamak
Allah Rasulü’nün Taif’i aşan “Rabbim, tevhidle buluştur” duası tüm nesilleri içine alıyor: Kahır duygularından kurtulup O’nun duasına amin diyebildiğimiz takdirde neden bize de Mirac yücelişleri armağan edilmesin

(Ahmet Taşgetiren, Altınoluk Dergisi Yıl: 2004 – Ay: Ocak Sayı: 215 – Sayfa

Nakleden: Abdülkadir Haktanır

Bediüzzaman’ın mektubunun anlamı

Türkiye hâlâ Bediüzzaman’ın ortaya koyduğu muhakeme çerçevesini müzakere ediyor. Din-Devlet-Toplum ilişkilerindeki tartışma da bu eksende. 88 yıl sonra bile bu değerlendirmeler ihmal edilemez bir ehemmiyet taşıyor.

Bediüzzaman Said Nursi’nin “Duacınız Said-i Kürdi” imzasıyla 23 Kasım 1922’de Mustafa Kemal Paşa’ya yazdığı ve “Çok mühim bir mektup” notu düşülerek Cumhurbaşkanlığı Arşivinde saklanan bir mektup, Güntay Şimşek tarafından Habertürk gazetesinde yayımlandı.

Bediüzzaman’ın mektubu, “Ey şanlı Gazi” hitabından sonra, temsili sorumluluğundan yola çıkarak, “İki cihanda mutluluk ve başarılarınızı can-ı gönülden dileyen bu fakirin, bir meselede 10 sözünü, tavsiyesini birkaç nasihatini dinlemenizi rica ediyorum” ifadesiyle başlıyor.

Mektubun hemen girişine, “İnessalate kanet alel mü’minine kitaben mevkuta – Şüphesiz namaz belli vakitlerde müminlere farz kılınmıştır.” (Nisa Suresi , 103) ayeti konmuş.

Sonra 10 tavsiye geliyor. Mektubun özü, “namaz ve hayatın İslam ölçülerine göre tanzimi” etrafında şekillenmiş.

Mektuba bugünden baktığımızda, onda, bir İslam âliminin, bir devlet reisine -ki, o dönemde Mustafa Kemal Paşa, mutlak iktidar sahibi bir konumdadır – yönelik ikaz üslubunun  çerçevesini görmekteyiz. Mektup aynı zamanda, Cumhuriyet’in ilk yıllarında devlet reisine İslam’la ilgili bir hatırlatmada bulunmanın yadırganmadığını ortaya koyması bakımından ilginçtir.

Bediüzzaman Hazretleri’nin bu mektubundan bazı bölümleri sizlerle paylaşmak ve kısa bir değerlendirme yapmak istiyorum. Şu hatırlatmaları yapıyor Bediüzzaman Hazretleri, Mustafa Kemal Paşa’ya:

1 ) Allah’ın verdiği olağanüstü bu başarılar, bir teşekkür ister ki sürekli olsun, artmaya devam etsin. Eğer nimet, şükür görmezse gider. Madem Allah’ın yardımıyla Kuran’ı düşmanın saldırılarından kurtardınız, Kuran’ın en açık ve kesin emri olan “namaz” gibi farzları yerine getirmeniz gerekir. Böylece namazın feyzi (ilmi, bolluğu, hazzı) şahane işleriniz için sürekli bir şekilde üstünüzde olsun ve devam etsin.

2 ) İslam dünyasını mutlu ettiniz, sevgilerini ve yakın ilgilerini kazandınız. Ancak o yakın ilgi, alaka ve sevginin devamlılığı, İslami yaşamın gereklerini yerine getirmekle olur. Çünkü Müslümanlar, İslamiyet adına sizi severler. Siz de İslami yaşantınızla ahretinizi güçlendirin ve İslamiyet’e bağlılığınızı ortaya koyunuz.

3 ) Başta yüce şahsiyetiniz olmak üzere siz ve silah arkadaşlarınız olan kahramanlar, bu dünyada Allah dostları (evliyaullah) hükmünde olan gazi ve şehitlere komutanlık ettiniz. Kuran’ın kesin emirlerini uygulamak ve uygulatmakla öteki âlemde de nurlu gruba önder olmaya çalışmak, sizin gibi büyük yardıma mazhar olanlara layıktır. Aksi takdirde burada kumandanken orada bir neferden yardım dilenme zorunda kalabilirsiniz.

4 ) Bu milletin Müslüman toplulukları, o kadar ki bir cemaat namazsız kalsa, sapkın günahkâr olsa bile yine de başlarındakini dini bütün görmek ister. Hatta bütün Kürdistan’da, görev verilen tüm memurlara yönelik ilk önce sorulan soru şudur: “Acaba namaz kılıyor mu?” Namaz kılan memura kesinlikle güvenirler, kılmayan memur da ne kadar başarılı ve etkili olsa bile onlara göre suçludur. Bir zamanlar “Beytüşşebap” aşiretlerinde isyan vardı. Ben gittim, sordum: “Sebep nedir?” Dediler ki: “Kaymakamımız namaz kılmıyordu, rakı içiyordu. Öyle dinsizlere nasıl itaat edeceğiz?” Bu sözü söyleyenler de namazsız, hem de eşkıya (hırsız, haydut) idiler.

5 ) …Doğu’yu ayağa kaldıracak din ve kalptir, akıl ve felsefe değildir. Doğu’yu uyandırdınız, hak ettiği yere getirdiniz, o halde tabiatına uygun davranınız. Aksi halde bütün emeğiniz ya boşa gider veya başarılarınız çok yüzeysel kalır.

6 ) …İttihatçılar o kadar harika, gayretli, istikrarlı olmalarına ve fedakârlık göstermelerine rağmen, hatta İslam’ın uyanışına sebep oldukları halde, dinde kısmen laubalilik tavrı gösterdikleri için içerideki millet onlardan nefret etti ve değersiz görüldüler.

7 ) ….İslâm âlemi içinde önemli ve devrim niteliğinde bir iş yapmak, ancak İslamiyet’in kurallarına teslimiyetle mümkün olabilir. Aksi olamaz ve olmamıştır. Olsa dahi kısa sürede sönüp gitmiştir.

8 ) ….Napolyon’a değil belki Selahaddin-i Eyyubi gibi İslâm kahramanlarına tabi olmanız gerekir.

9 ) Sizin bu başarınızı, yüce hizmetinizi takdir eden ve sizi canı gönülden sevenlerin çoğunluğu inananlardır ve özellikle halk tabakasıdır ki, bunlar da sağlam Müslüman’dırlar……. Siz dahi Kuran’ın emirlerini uygulayıp, onlara bağlanıp dayanmanız, İslam’ın yararı adına gereklidir. Yoksa İslamiyet’ten soyutlanmış olan bedbaht, milliyetsiz Avrupa düşkünü, Batı taklitçilerini Müslüman halka tercih etmek İslam’ın yararına aykırı olduğundan İslam âlemi bakışını başka tarafa çevirmeye ve başkasından yardım istemeye mecbur kalacaktır.

10 ) ….Bu büyük inkılabın temel taşlarının sağlam olması gerekir. Bilirsiniz ki ebedi düşmanlarınız ve hasımlarınız, İslâm’ın gerekliliklerini tahrip ediyorlar. Öyle ise mecburi göreviniz İslam’ın gerekliliklerini yaşatmak ve korumaktır. İslam’ın değerlerini hafife alma, milletin zayıflığını gösterir, zayıflık ise düşmanı durdurmaz, bilakis cesaretlendirir.

Bediüzzaman Hazretleri’nin mektubu “Hasbunallahu ve ni’me’lvekîl, ni’me’l-mevlâ ve ni’me’nnasîr – Allah bize yeter. O ne güzel vekildir” (Al-i İmran Suresi, 173). O ne güzel dost ve O ne güzel yardımcıdır” (Enfal Suresi, 40)  ayetleri ile bitiyor. Mektubun altında  “Duacınız Said-i Kürdi” imzası var.

Neyi hatırlatıyor bir İslam âlimi, kudretli bir devlet yöneticisine, onları alt alta sıralamakta yarar görüyorum:

Namaza itina etmek. Muhakemesi şöyle: Madem Kur’an’ı saldırılardan kurtardınız, öyleyse onun üzerinde en hassas şekilde durduğu namaza da itina edin. Ki namazın bereketi üzerinize yağsın.

Müslümanca yaşamaya itina etmek. Muhakemesi şöyle: İslam dünyasını sevindirdiniz, onlar sizi İslam’a göre yaşadığınız için severler. Öyleyse hayatınızda İslami ölçülere riayet ediniz.

Kur’an ahkamına riayet etmek, ettirmek. Muhakemesi şöyle: Siz bu dünyada şehitlere gazilere komutanlık yaptınız. Kur’an ahkamına riayet etmezseniz, ahirette, erlerden yardım istemek zorunda kalabilirsiniz.

Kürtlere namazlı niyazlı yönetici göndermek. Muhakemesi şöyle: Kürtler, kendileri namaz kılmıyor, hatta sapkın ve günahkâr olsalar bile yöneticilerinin namaz kılmasını önemserler. Kürtlerle doğru iletişim kurmak için buna önem vermek gerekir. Doğu’yu ayağa kaldıracak din ve kalptir, akıl ve felsefe değildir.

İttihatçılara benzememek. Muhakeme şöyle: Onlar da büyük fedakârlık sahibi idiler, ancak dinde laubalilikleri sebebiyle halk onları sevmedi. Halk tarafından sevilmek istiyorsanız, dinde laubali olmayın.

İslam’dan yola çıkmak: Muhakeme şöyle: İslam dünyasında bir büyük hizmet üretmek istiyorsanız, İslam’dan yola çıkmalısınız. O zaman halk sizi destekler. Bu noktada, Napolyon gibi bir Batılı lideri örnek almak yerine, Selahaddin-i Eyyubi gibi bir İslam komutanını örnek almak gerekir.

Müslüman halka dayanmak. Muhakemesi şöyle: Sizi canı gönülden seven ve destekleyenler halk tabakasıdır, onlar da inançlı Müslümanlardır, bundan dolayı, siz de onların desteğini önemseyin, Avrupa düşkünü kesimlere yönelmeyin, öyle yaparsanız halk sizden soğur.

Sağlam bir inkılap için İslam gerekli. Muhakemesi şöyle: Büyük bir inkılap için sağlam temel taşlarına ihtiyaç vardır. Ebedi düşmanlarınız, İslâm’ın gerekliliklerini tahrip ediyorlar. Öyle ise sizin İslam’ın gereklerini yaşatmanız ve korumanız gerekir. İslam’ın değerlerini hafife alma, milletin zayıflığını gösterir, zayıflık ise düşmanı durdurmaz, bilakis cesaretlendirir.

Bediüzzaman Hazretleri’nin Mustafa Kemal Paşa’ya ilettiği düşüncelerin kendi içinde bir mantığı var.

Bunlar, büyük ölçüde Müslümanlık coşkusunun iştirakiyle yürüyen Millî Mücadele sonrasında, Türkiye’nin yeni yol arayışında, büyük bir özgüven içinde ifade edilebilen düşünceler.

Türkiye hâlâ, bu eksende tartışmalar yaşıyor. Ve bir anlamda Bediüzzaman Hazretleri’nin ortaya koyduğu muhakeme çerçevesini müzakere ediyor. Din – Devlet – Toplum ilişkilerindeki tartışma da bu eksende, Kürt sorunu çerçevesindeki tartışma da bu eksende…

Doğrusu ben, aradan geçen 88 yıldan sonra bile, bu değerlendirmelerin ihmal edilemez bir ehemmiyet taşıdığı inancındayım.

Ahmet Taşgetiren

Kaynak: Aksiyon Dergisi