Etiket arşivi: ailee

Çalışan Eş Arayan Erkekler

Modern zamanlarda erkekler çalışan kadın almak isteyerek en onurlu hususlarda muafiyet kasbediyorlar.             Hasan Tahsin Feyizli

Günümüzde çalışan eş isteyen erkeklerin sayısı oldukça arttı. Gelinin çalışmasını sadece damat değil aynı zamanda damat annesi de istemekte. Durum öyle farklı bir boyut aldı ki Başbakan Binali Yıldırım’ın açıklama yaptığı gibi anneler acil servislerde ve okullarda kız bakmaya başladı.

Bu durum son zamanlarda ortaya çıkmış gibi görünse de aslında çok daha önceye dayanıyor. Bizim içinde bulunduğumuz kültüre baktığımızda Anadolu’da çoğunlukla çalışkan bir gelin arayışı olmuştur. Gelin çalışkan olursa hayvanlara bakar, tarla ile ilgilenir, süt sağar, yoğurt, tereyağı, ekmek yapar. Yani o dönemin şartları ile evin ekonomisine yardım ederdi. Evin ekonomisine yardım ettiği içinde makbul bir gelin olarak addedilirdi.

Toplumumuzun kültürel ve sosyo-ekonomik yapısı değiştikçe bu işler daha az öneme sahip olmaya başladı. Zira artık tereyağını, yoğurdu vb. gıda maddelerini marketten alabilir hale geldik. Şehirlere yerleştikçe tarlaya bakmamıza, hayvancılık yapmamıza gerek kalmadı. Gelinlerin yapması gereken ağır işler ortadan kalktı. Bunların sonucu çalışkan gelin algısı iş hayatında çalışan gelin algısına evirildi.

Bu algı damat ve damat annelerini çok farklı beklentiler içine soktu. Öyle ki bazı damat ve damat anneleri sanki fabrikadan gelin sipariş ediyormuş gibi hareket ediyor. KPSS’de atanmış mı atanmamış mı? Doktor mu değil mi? Sözleşmeli mi, kadrolu mu? Şu iş grubundan olsun şundan olmasın. Mesaisi esnek olsun, izni şöyle olsun evle de ilgilenebilsin vb. gibi haddi hesabı olmayan isteklerde bulunuyorlar.

Bu durum özellikle gelin adayları için kırıcı oluyor. Zira karşılarına oturduklarında onlarla bir ömür geçirmeyi düşünen biri değil de, bu kızla evlenirsem 1 seneye araba alırım, 2 seneye ev alırım, şöyle rahat ederim, böyle keyifli olur hesabı yapan bir damat çıkıyor. Damat adayları aynı zamanda eşinin diploması üzerinden hayaller kuruyor. Eczacı olan eşi sayesinde eczane açma, mühendislik diploması olan eşi sayesinde müteahhitlik işlerini halletme gibi emellerini hayata geçirme planları yapıyor.

Çalışan eş isteme bahanesini kuvvetlendirmek için ortaya atılan birkaç argüman daha var. Bunlardan bir tanesi çalışan eşin daha kültürel olacağı, çalışmayan eşin ise evde kocasının başının etini yiyeceği iddiası. Bu ifadelerin genelleme içermesinin yanı sıra ne yazık ki bunları kullanan bireylerin evlilik algısındaki bozukluğu gösteriyor. Zira daha evlenmeden bireyler eşinin onu evde başının etini yemek için bekleyen biri olarak varsayıyor. Bu şekil olumsuz bir varsayımla başlayan evlilik nasıl devam eder ki? Devam etse de o nasıl bir evlilik olur?

Peki bu duruma gelinmesinin sebepleri neler? Öncelikle erkek çocukları artık el bebek gül bebek yetiştiriliyor. Az çocuklu, bol vakitli ailelerde hiçbir sıkıntı görmeden, hiçbir problem yaşamadan büyüyen çocuklar evlilik, eşinin nafakasını temin etme gibi bir sorumluluğu üstlenemiyor. Öyle ki hanımı çalışan kendi ise evde keyif yapan erkeklerin sayısı artmaya başladı. İş beğenmeyen, işten kaçan, çalışmaktan erinen erkekler iş evlenmeye geldiğinde eşlerinden meslek ve kazanç anlamında beklenti içinde oluyorlar.

Bunun yanında ev ve düğün masrafları artıkça bunların karşılanması evlenecek damat için bir problem haline gelmeye başlıyor. Bizim düğünümüz, evimiz, başkalarınınkinden eksik olmasın diye yapılan masrafları damat tarafının tek başına karşılaması mümkün olmuyor. Erkeklerin gözünde büyüyen evlilik ve altından kalkamayacağını düşündüğü masraflar için çalışan eşin daha rahat olacağı algısı en başından kafalarına yerleşiyor. Bu sefer damat adayları çalışan birini bulamazsam evlenmem mümkün olmaz ya da çok zor olur diye şartlanıyor.

Bunlara rağmen gene de kimi hanımlar karşı cins tarafından kendilerinden beklenen çalışma beklentisini garipsemiyor. Bunun nedenlerinden bir tanesi babalarından buna benzer bir örnek görmeleri. Zira bazı babalar kızlarına okurken yaptıkları masrafları ve bazen daha fazlasını kızlarından bekliyor. Okuttukları kızlarının maaşlarını istiyorlar. Bunu örnek olarak gören bir kız evlenirken kendisinden meslek sahibi olmasını bekleyen birini garip karşılamıyor.

Aynı zamanda annelerde çalışma hayatını kızlarına dayatıyor. Kızlarını çalışma konusunda şartlandıran anneler nedeniyle hanımlar çalışmama gibi bir alternatifi düşünemiyor bile. Bu beklentiler sonucu hanımlar ben zaten çalışmak zorundayım ve çalışmam sebebiyle tercih edilmem garip değil, algısına sahip oluyor. Kızım sana söylüyorum gelinim sen anla, deyimi üzere kızının çalışmasını uman bir anne elbette gelininin çalışmasını da önemsiyor.

Bu yazıdaki asıl problem erkek tarafının çalışan bir eşle evlenmesi değil. Evlenirken karşısındaki bireyin çalışmasını şart olarak koşması ve bu beklenti içinde olması. Zira evliliği dahi tamamen maddiyat boyutuna indirgememiz toplum olarak görünene olan tamahımızın ne kadar arttığının göstergesi. Evlilik algımız gittikçe kapitalleşti. Bu durum evliliğin artık maddi beklentiler üzerinden şekillenmesine sebep oluyor. Evlenen bireyler birbirini bir eş, yoldaş sırdaş olmaktan çok güzellik, maddiyat gibi somut değerler üzerinden değerlendiriyor. Bu da yanlış temeller üzerine kurulan ve çabuk yıkılan evliliklere sebep oluyor.

Evliliğe niyetlenen erkeklerin daha sabırlı, tevekküllü ve gayretli olması; yuvalarını bunlara riayet ederek oluşturmaları, eşlerinden onlara bakma beklentisi içinde olmamaları, eşinin ve çocuklarının nafakasını temin etme hususunda hevesli olmaları, evlenirken bir eş ve bir baba figürünün ne olduğunu iyi anlamaları gerekmekte. Pısırık, çekingen, üşengeç başkalarına el açmaya en baştan hazır, yapılması gereken işleri hep karşıdan bekleyen kişilerin evlilik gibi sorumluluk, fedakârlık ve özveri gerektiren bir işi devam ettirmeleri çok zor. Allah Müslüman erkekleri bir Müslümana yakışmayacak tembellikten, acizlikten ve cimrilikten muhafaza eylesin.

Ziyaeddin Halid İpek

Kaynak: CocukveAile.Net

www.NurNet.Org

Alternatif bir eğitim teklifi (İdris Tüzün)

Alternatif bir eğitim teklifi

Eğitim ve Günümüz

Eğitim kısaca insanlara bir şeyler öğreterek, onların davranışlarını istenilen yönde değiştirmektir diye tarif edilir.

Eğitimin insanlar üzerindeki tesiri hakkında bazı düşünürler, “Eğitim her şeye kadirdir, kötü insanı iyi, iyi insanı kötü yapar” derken, bazı düşünürler de bunun tam aksini savunmuşlar, “İyi iyidir, kötü kötüdür. Eğitim iyiyi iyi yapar, kötüyü de kötü yapar. Ne iyi kötü olur, ne de kötü iyi olur” diyerek eğitimin tesiri olmadığını iddia etmişlerdir. Bazı düşünürler de bu iki görüşün ortası diyebileceğimiz bir görüşü savunarak “Eğitim her şeye kadir değildir, fakat insanların çoğunluğu üzerinde tesirli olur” demişlerdir.

Eğitimin insanlar üzerinde etkili olduğu bir gerçektir. Bununla beraber, günümüzde eğitim yaygınlaştığı halde, toplumdaki problemlere faydası olmadığı da görülmektedir. Fert, aile ve toplum hayatına bakıldığında pek çok problemlerle karşılaşılmaktadır. İnsanlar şahsi hayatlarından memnun değiller. Stres, depresyon ve intihar olaylarında artış görülmektedir.

Aile hayatında geçmişe nisbetle büyük problemler yaşanmaktadır. Aile içi şiddet, hatta öldürme olayları (çocuğunu öldüren anne babalar veya anne ve babasını öldüren çocuklar) görülmektedir. Çoğu evlilikler boşanmayla neticelenmektedir. Toplum hayatında da huzursuzluklar yaşanmaktadır. İnsanlar arası ilişkiler maddi menfaate, kadın erkek arasındaki ilişkiler de cinselliğe dönüşmüştür. İdeolojik farklılıklar veya ırk ayrımcılığı insanlar arası birlikteliği zedelemektedir.

Yukarıda saydığımız problemlere başka problemleri de ekleyebiliriz. Bu problemlere, diğer ülkelerde de az veya çok görülmektedir. Bilhassa saydığımız problemler, batılı ülkelerde daha büyük boyutlardadır. Bu yüzden bu problem yalnızca ülkemizin değil, bütün dünyanın problemidir diyebiliriz.

Eğitim bu tür problemlere çare bulması gerekirken, maalesef günümüzdeki eğitim şimdiye kadar bu problemlere çare bulamadığı gibi, gelecekte de bulacak nitelikte ve kapasitede değildir. Eğer eğitim şeklimizi bu problemlere çare bulacak şekilde düzenlemezsek, gelecekte toplumumuz daha problemli ve daha huzursuz bir hale gelecektir.

Akıl ve Duygular

Bugün bütün dünyadaki yaygın olan eğitim batı orijinli seküler bir eğitimdir. Bu eğitim, inanç ve ahlaktan soyutlanmıştır. Kanaatimizce eğitimin toplumdaki problemleri çözemeyişinin temelinde, eğitim esnasında yalnızca insanlara dünyayı, eşyayı tanıtıp, maddi hayatın temini üzerinde durulup, insanların duygularını eğitmenin (diğer ifadeyle maneviyatın) ihmal edilmesi vardır. Nitekim Amerikalı psikolog Daniel Goleman’da yazdığı Duygusal Zekâ adlı kitabında bu konu üzerinde tafsilatla durmuştur.

Goleman, kitabında IQ’ya aşırı değer verip EQ (duygusal zekâ)’yı ihmal etmeleri yüzünden, Amerikan toplumunun bugün sosyal problemlerle karşı karşıya olduğunu ortaya koymuştur. Goleman’a göre duyguyu ihmal eden bugünkü eğitim dengesiz kişileri ve dengesiz bir toplumu netice vermiştir. Günümüzde, geçen yirmi yıla nisbetle Amerikan toplumunda şiddet, cinayet, tecavüz, zührevi hastalıklar, depresyon, boşanma ve intihar olaylarında büyük oranlarda artış olmuştur.[1] Eğer bu duruma önlem alınamazsa ileride daha büyük karışıklıklar ortaya çıkacaktır. Goleman, bu sorunlara ancak okullara duygusal eğitimin yerleştirilmesiyle çare bulunabileceğini söylüyor. Kitabının giriş kısmını da şu anlamlı soruyla bitiriyor: “Duygularımızı akılla nasıl birleştirebiliriz? Sokaklarımıza nezaketi toplumsal yaşamımıza şefkati nasıl taşıyabiliriz?”[2]

Goleman’ın dediği gibi eğer eğitimi şimdiki halden kurtarıp, akılla ilişkilendirilmiş yapıyı, duygusal eğitimle birleştirebilirsek, toplumumuzdaki problemleri asgari derecelere indirebiliriz.

Duygusal eğitimin bizdeki karşılığı dini eğitimdir. Dolayısıyla bugünkü fen veya sosyal bilimlerin dini bir perspektiften değerlendirilerek, yeni bir eğitimin ortaya konulması akıl ile duyguları birleştirecektir. Bu durum kişinin hem varlık âlemini anlamasını, hem teknik bilgilerle donanmasını hem de ferdî, ailevî ve toplumsal hayatta huzurlu olmasını netice verecektir. Bu konuda Bediüzzaman Said Nursi şöyle demektedir: “Vicdanın ziyası (ışığı), dîni ilimlerdir. Aklın nuru, medeniyet fenleridir. İkisinin birleşmesiyle hakikat tecellî eder (ortaya çıkar). O iki kanat ile talebenin himmeti pervaz eder. Ayrıldıkları vakit, birincisinde taassup, ikincisinde hile, şüphe ortaya çıkar.”[3]

Eğer bu tür bir eğitim kabul edilmediği takdirde, toplumdaki problemler daha da artacaktır. Netice Roger Garaudy’nin dediği gibi olacaktır. Garaudy “İslâm ve İnsanlığın Geleceği” kitabında bütün dünya milletlerine şöyle seslenmektedir: “Dinleri, inançları ne olursa olsun, dünyamızda binlerce erkek ve kadın, eğer geleceklerini seviyorlarsa bilsinler ki, Batı medeniyeti iflas etmiştir. Eğer bu medeniyetin akıntısına kendimizi bırakacak olursak, o bizi toplu bir intihara sürükleyecektir.”[4]

Alternatif Bir Eğitim Teklifi

Yukarıda dini ilimlerle, fen ilimlerini birleştirmeden bahsettik. Bunun ile neyi kastettiğimizi biraz daha açalım.

Şu iki cümle arasında ne fark var:

“Edirne’deki Selimiye Camii 1569 – 1575 yılları arasında 6 sene içinde inşa edilmiştir.”

“Mimar Sinan, Edirne’deki Selimiye Camiini 1569 – 1575 yılları arasında 6 sene içinde inşa etmiştir.”

İlk cümlede camiyi inşa eden Mimar Sinan söylenmemiş, ikincide söylenmiştir.

Bugünkü bilimin kâinata bakışı veya kâinattan bahsedişi de birinci cümledeki gibidir. Kâinatta meydana gelen olaylar Allah’ın kudretiyle olduğu halde, bugünkü bilim eşyayı, olayları anlatırken onların Allah ile irtibatını keserek, meydana gelen olayları sebeplere veya tabiata nisbet eder. Veyahut varlıkların veya olayların kendiliğinden oluştuğunu iddia eder. Bu bakış açısıyla yıllarca yapılan telkinler, ister istemez insanların zihninde Allah’ın müdahale etmediği bir varlık âlemini netice verir. Bu hal kişinin Allah’a olan imanını zayıflatırken, bazen de her şeyin sebeplere veya tabiata göre olduğunu iddia edip dinsiz olmasıyla neticelenir.

Kur’ân’da bilimin yaptığı gibi, bize kâinattan -yıldızlardan, güneşten, aydan, rüzgârlardan, yağmurdan, bitkilerden, hayvanlardan- bahseder. Onun kâinattan bahsi ikinci cümledeki gibi, yapılan işle, yapan –Allah ile varlıklar- arasındaki irtibatı sağlayarak anlatma şeklindedir. Kur’an her olayın arkasında Allah’ın kudreti olduğunu vurguladığından, onu anlayarak devamlı okuyan bir kimsenin imanı artar, maneviyatı yükselir. Bunun en güzel örneği sahabelerdir.

İşte bugünkü bilimin konularını Kur’an’ın varlıklardan bahsediş tarzına göre ele alıp, bilimi yeniden yorumlamak, eğitim esnasında kişinin hem kâinatı tanımasına hem de Allah’a imanının kuvvetlenmesine vesile olacaktır.

Örnekler:

Burada konunun daha iyi anlaşılması için kısa bir örnek üzerinde duralım:

Bugünkü bilimin insan vücudundan bahsediş şekli:

“İnsan bedeni gâyet muntâzam bir şehir gibidir. Damarların bir kısmı, telgraf ve telefon vazifesini görür. Bir kısmı da çeşmelerin boruları gibi, âb-ı hayat olan kanın vücuttaki dolaşımına vesile olur.”

“Kanın içinde iki kısım hücre vardır. Bir kısmı alyuvar tâbir edilir ki, bedenin hücrelerine erzak dağıtıyor ve bir kanun ile hüceyrelere erzak yetiştiriyor (tüccar ve erzak memurları gibi). Diğer kısmı akyuvarlardır ki; ötekilere nisbeten azınlıktadırlar. Vazifeleri, hastalık gibi düşmanlara karşı asker gibi müdafaadır ki, ne vakit müdafaaya girseler Mevlevî gibi iki hareket-i devriye ile süratli bir vaziyet-i acibe alırlar.”

Teklif ettiğimiz alternatif okumayla insan vücudu:

“Allah, insan bedenini gâyet muntâzam bir şehir hükmünde yaratmıştır. Damarların bir kısmı, telgraf ve telefon vazifesini görür. Bir kısmı da çeşmelerin boruları gibi, âb-ı hayat olan kanın cevelanına medârdırlar.”

“Kanın içinde iki kısım hücre yaratılmıştır. Bir kısmı alyuvar tâbir edilir ki, bedenin hücrelerine erzak dağıtıyor ve bir ilahî bir kanun ile hücrelere erzak yetiştiriyor (tüccar ve erzak memurları gibi). Diğer kısmı akyuvarlardır ki; ötekilere nisbeten azınlıktadırlar. Vazifeleri, hastalık gibi düşmanlara karşı asker gibi müdafaadır ki, ne vakit müdafaaya girseler Mevlevî gibi iki hareket-i devriye ile süratli bir vaziyet-i acibe alırlar.”

Dikkat edilirse birinci kısımda insan vücudundan bahsederken, hiç Allah’dan bahsedilmedi. Fakat ikinci kısımda Allah ve yaratma kelimeleriyle konu izah edildi.

Eğer bugünkü Fizik, Kimya, Biyoloji, Coğrafya, Astronomi gibi ilimler bu mantığa göre yeniden ele alınıp, uygulansa kanaatimizce gençlerin inancında ve davranışlarında müsbet pek çok gelişmeyi gözlemleyeceğiz.

Alternatif Eğitim Ve Uygulanabilirlik Durumu

Denilebilir ki “Böyle bir eğitimi uygulamamız için bugünkü şartlar uygun değildir. Çünkü toplumun bir kısmı bu tür eğitime karşı çıkar.”

Bu endişeye biz de hak veriyoruz. Fakat bu eğitim eğer İmam Hatiplerin orta ve lise kısımlarında uygulandığı takdirde hiçbir itirazla karşılanmaz diye de düşünüyoruz. Çünkü zaten İmam Hatipler dini bir eğitim almaktadırlar ve böyle bir eğitim onların açılış gayelerine de uygundur.

Ümidimiz o ki: eğer bu eğitim tarzı İmam Hatiplerde uygulanırsa ve müsbet neticeler de görülürse, bu hal İmam Hatiplerin diğer okullara da örnek olmasını sağlayacaktır.

idris TÜZÜN


[1] Daniel Goleman, Duygusal Zeka. Varlık Yayınları, İstanbul, 3. Baskı, 1998, s, 289-290.

[2] Daniel Goleman, a.g.e., s. 13.

[3] Bediüzzaman Said Nursi Mektubat, c. 2, s. 387.

[4]. Roger Garaudy, İslâm ve İnsanlığın Geleceği, Pınar y. 1990, s. 27.

Kaynak: Alternatif bir eğitim teklifi (İdris Tüzün) – Misafir Kalem

 

www.NurNet.Org