Etiket arşivi: alem-i islam

Üstad’ın Şam’a Gidişi

Bin dokuz yüz on bir yılının kışında geldi Şam’a
Âlimler ısrarla bir hutbe oku dedi Bediüzzaman’a

Yüz âlim vardı on bine yakın cemaat içinde
Okudu o meşhur hutbeyi Emevi camisinde

İnsanlığın kurtuluş reçetesiydi vaaz ettiği hutbe
İslam’ı nakş ediyordu yeniden akla, ruha, kalbe

Ahirzamanın hastalıklarına sundu şifalı ilaçları
Çizilmişti ilmen Âlem-i İslam’ın gen haritası

“Taklidi kırılmış asırda” doğru yolun pusulası
Münafıkane fitneden kurtuluşun, odak noktası

Ahir zamanın, bulaşıcı hastalıklarını etti bir bir teşhis
Bu asırdaki, insanlığa görevli hekim hem mühendis

Sundu şifalı ilaçları ısrarla, alın kullanın dedi bize
Kurtulacaktı âlem-i İslamiyet indirseydik midemize

Duasını yaparken gök gürler gibi gürledi
Tüm latifelerini topladı niyazında şöyle dedi

“Yaşasın sıdk! Ölsün yeis! ”
“Muhabbet devam etsin! ”

“Şura, mutlak kuvvet bulsun! ”
“Ortak akıl meşveret olsun”

“Bütün levm itab, nefret ve heva”
“Hevese tabi olanlara olsun” daima

“Selam ve selamet olsun insanlığa”
“Dolsun insanlığın kalbi feyzle ilhamla”

Koca Emevi Camisi âmin sesleriyle çınladı
Yüksek sedalar manevi âlemde ebedi kaldı

Asrın sahibine ittiba edip o cemaate uyduk
Allah kabul etsin biz de duamızı böylece sunduk

Bekir Özcan

www.NurNet.org

Bediüzzaman İslam Dünyasına Müjde Veriyor

ahmet akgunduzProf. Dr. Ahmed Akgündüz, Suriye, Mısır ve daha bir çok yerde Müslümanların başına gelen olaylardan herkesin üzüldüğünü ancak ümitsizliğe kapılmaması gerektiğini söyledi. Sıkıntıları İslam âleminin birliği gibi büyük bayramın doğum sancıları” olarak tanımlayan Akgündüz, Bediüzzaman Hazretlerinin İslam dünyası ile ilgili müjdelerini anlattı.

Bedîüzzaman, Arap Baharı ve Mısır

Son zamanlarda Mısır’daki acı olaylar sebebiyle, ehl-i iman matem tutmakta ve bazan da ümitsizliğe kapılmaktadır. Ben de üzülenlerden ve dua edenlerden olmam ile birlikte, asla ümitsiz olanlardan değilim. Bilakis bu acıların İslam âleminin birliği gibi büyük bayramın doğum sancıları ve mukaddimeleri olduğuna inanıyorum. Bu sebeple konuyla alakalı Bedîüzzaman Hazretleri’nin İslâm âleminin kaderini tesbit eden bir cümlesini aktaracak ve tahliller yapacağız.

Asya’da Âlem-i İslâmda üç nur birbiri arkasında inkişafa başlıyor. Sizde birbiri üstünde üç zulmet inkişafa başlayacaktır. Şu perde-i müstebidane yırtılacak, takallüs edecek, ben de gelip burada medresemi yapacağım. (1)

Bizim tespitlerimize göre bu üç nuru İslâm âlemi açısından şöyle değerlendirmek gerekmektedir:

Birinci Nur: Bize göre, birinci nur ile iki mana kasdedilmektedir. Eski Sa’îd döneminde bu nur Osmanlı Devleti’nin ve hilâfetin yeniden ihyâsı olarak takdim edilmektedir. Ancak sonradan bakış açısının siyasî olduğunu ve dar bir vizyona sahip olduğunu ifade eden Bedîüzzaman, bunun gerçek manasının bir nevi Medreset’üz-Zehrâ’yı da temsil eden ve sadece İslâm âlemini değil bütün insanlığı kuşatan Risâle-i Nur olduğunu açıklamıştur.

Eski Sa’îd, Nurun parlak hâsiyetinden gelen kuvvetli bir ümid ve tam teselli ile, siyâset-i İslâmiyet’e âlet yaparak hararetle hürriyete çalışırken; diğer bir hiss-i kablelvuku’ ile dehşetli ve lâdinî bir istibdâd-ı mutlakın geleceğini bir Hadis-i Şerîf’in mânasından anlayıp, elli sene evvel haber vermiş. Sa’îd-in teselli haberlerini, o istibdâd-ı mutlak yirmi beş sene bil’fiil tekzîb edeceğini hissetmiş ve otuz seneden beri “Eûzü billahi mineş-şeytani ves-siyâse” deyip siyâseti bırakmış, Yeni Sa’îd olmuştur. (2)

Bir nur görüyorum, istikbâle büyük ümitlerle bakıyorum diye, ehemmiyetli bir Kur’an hizmetinin vuku bulacağını haber veriyordu. Bir hiss-i kablel-vuku’ ile Risâle-i Nur’un şimdiki mânevî hizmet-i Kur’aniye ve imâniyesini, o zamanlar siyâset âleminde olacak zannedip bütün kuvvetiyle İstanbul’da siyâseti; dine Kur’an’a âlet ederek çalışıyordu.

İkinci Nur: Bize göre ikinci nur, ‘İslâm uyandı ve uyanıyor. Fenalığı fena, iyiliği iyi olarak gördüler’’ ifadesini kullanan Eski Sa’îd’in hiss-i kablelvuku’ ile 1371’de başta Arab Devletleri, Âlem-i İslâm’ın ecnebi esâretinden ve istibdâdından kurtulup İslâmî Devletler teşkil edeceklerini, kırk beş sene evvel haber vermesidir. İki Harb-i Umûmî ve otuz-kırk sene devam eden istibdâd-ı mutlakı düşünmemiş, Üçyüz Yirmi Yedi’de (1327) olacak gibi müjde vermiş, te’hirinin sebebini nazara almamış.(3)

Bedîüzzaman 1910’lu yıllarda ve bugün İslâm Konferansı Teşkilâtı’na bağlı 56 Müslüman devlet yokken bunların doğacağını ve bu doğuşun asıl İslâm’ın bayramı olacak Birleşik İslâm Devletlerine mukaddime teşkil edeceğini söylemesi de çok manidardır. Ben bu kargaşalı olayların, İslâm’ın bayramı olacak büyük hâdisenin doğum sancıları olduğuna inanıyorum. Şu tespitleri tekrar tekrar okumak gerekiyor:

Çok zamandan beri esâret altında kalmış ve istiklâliyetini kaybetmiş Hindistan, Arabistan gibi âlem-i İslâm’ın büyük memleketleri birer devlet-i İslâmiye şeklinde; Hind’de yüz milyon bir devlet-i İslâmiye (Pakistan’ın kasd ediyor), Java’da elli milyondan ziyâde bir devlet-i İslâmiye (Endonezya’yı kasd ediyor) ve Arabistan’da dört-beş hükûmet (henüz o tarihte var olmayan Suudi Arabistan, Ürdün, Irak, Suriye, Lübnan, Yemen, Mısır ve Körfez Ülkelerini kasd ediyor) bir Cemâhir-i Müttefika gibi, Arap birliği ile İslâm birliğini birleştirmesindeki âlem-i İslâm’ın bu büyük bayramının mukaddemesini. (4)

Bedîüzzaman’ın bu İslâm âleminin büyük bayramının tahakkuku için bütün Müslümanlardan isteği şudur: Hikmet ezel ufkundan kaderin parmağını kaldırmış, size emrediyor ki: Tefrika ile her tarafa dağılarak kuruyan ve buharlaşan su gibi, katre katre zayi’ olan hamiyet ve kuvvetinizi İslâmiyet milliyeti ile birleştiriniz İslâm’ın haşmet ve şevket güneşini Cemâhir-i Müttefika-i İslâmiye’nin (Birleşik İslâm Cumhuriyetleri) tarzında tahakkuk ettirip koruyunuz.

Şu cümleler, sanki bugün İslâm aleminde esâret ve tahakküm altında ezilen Müslüman milletlere açıkça seslenmektedir:

Hem de hürriyet-i şer’iye denilen ve sosyal hayatınız için zaruri olan, Sübhan ve Ağrı Dağları gibi istikbalin zirvelerinde ve tepelerinde ayağa kalkmış, nefsin esâreti altına girmeyi yasak etmiş ve gayre tecâvüzü tecviz etmeyerek İslâm’a dayanan hürriyet-i şer’iye, yüksek sadâ ile sizin gibi mazinin en derin derelerinde gafil ve dağınık insanlara fen ve san’at sİlâhıyla “cehâlet ve fakirliğe hücum ediniz” emrini veriyor. (5)

Üçüncü Nur: Bize göre üçüncü nur elli yıldır bağımsızlıklarını kazanmakla birlikte, kendi içinden diktatörlerin elinde mazlum durumuna düşen Müslüman Arap kardeşlerimizin gelecekte yani bana göre Arap Baharı ile Cemâhir-i Müttefika-i İslâmiye’yi kuracaklarını müjdelemesidir. İslâm âleminin şu andaki halini yüz sene önce öngören Bedîüzzaman, özellikle Araplara farklı bir şekilde seslenmektedir:

Hususan ey muazzam ve büyük ve tam intibâha gelmiş veya gelecek olan Arablar! En evvel bu sözler ile sizinle konuşuyorum. Çünki bizim ve bütün İslâm tâ’ifelerinin üstâdlarımız ve imâmlarımız ve İslâmiyet’in mücâhidleri sizlerdiniz. Sonra muazzam Türk Milleti o kudsî vazifenize tam yardım ettiler.

Onun için tenbellikle günahınız büyüktür. Ve iyiliğiniz ve haseneniz de gayet büyük ve ulvîdir. Hususan kırk-elli sene sonra Arab tâ’ifeleri, Cemâhir-i Müttefika-i Amerika gibi en ulvî bir vaziyete girmeğe, esârette kalan hâkimiyet-i İslâmiye’yi eski zaman gibi yeryüzünün yarısında, belki ekserisinde tesisine muvaffak olmanızı rahmet-i İlahiye’den kuvvetle bekliyoruz. Bir kıyamet çabuk kopmazsa, inşâallah nesl-i âti görecek.

Üstâd’ın bu sözlerini yorumlayan Zübeyir Gündüzalp aynı manayı haykırmaktadır:

Ecnebilerin, canavarlar gibi yaptıkları muamele ve zulümler, İslâm dünyasında, hürriyet ve istiklal ve İttihâd-ı İslâm cereyanını da hızlandırmıştır. Nihayet, müstakil İslâm devletlerinin teşkilini intac etmiştir. İnşâallahü Teâlâ, Cemâhir-i Müttefika-i İslâmiye (Birleşik İslâm Cumhuriyetleri) de meydana gelecek ve İslâmiyet, dünyaya hâkim ve hükümran olacaktır. Rahmet-i İlahîden kuvvetle ümid ve niyaz ediyoruz. (6)

Bu arada Üstâd’ın;

Eğer o felâketi gören zâlimler ise ve beşerin perişaniyetini ihzar eden gaddarlar ve kendi menfa’ati için insan âlemine ateş veren hodgâm, alçak insî şeytanlar ise, tam müstahak ve tam adâlet-i Rabbaniyedir. (7)

sözlerini de İslâm alemindeki zâlimler açısından unutmayalım. Avrupa ve Amerika’nın korktuğu da budur. Ancak onların da korkmasına gerek yoktur; zira İslâm’ın bu büyük bayramında onların da payı olacaktır. Bu üçüncü nur Hazret-i Mehdî’nin ikinci ve üçüncü vazifesinin tahakkuku ile taçlanacaktır.

Üstâd’ın bu iki vazife ile alakalı tesbitlerini de hatırlatmak isterim:

İkinci Vazifesi: Hilâfet-i Muhammediye (A.S.M.) ünvanı ile şe’âir-i İslâmiye’yi ihyâ etmektir. Âlem-i İslâm’ın Vahdetîni nokta-i istinâd edip beşeriyeti maddî ve manevî tehlikelerden ve gazab-ı İlahîden kurtarmaktır. Bu vazifenin, nokta-i istinâdı ve hâdimleri, milyonlarla efrâdı bulunan ordular lâzımdır.

Üçüncü Vazifesi: Inkılâbat-ı zamaniye ile çok ahkâm-ı Kur’aniyenin zedelenmesiyle ve Şerî‘at-ı Muhammediyenin (A.S.M.) kanûnları bir derece ta’tile uğramasıyla o zât, bütün ehl-i imânın manevî yardımlarıyla ve İttihâd-ı İslâm’ın muavenetiyle ve bütün ulemâ ve evliyânın ve bilhâssa Âl-i Beyt’in neslinden her asırda kuvvetli ve kesretli bulunan milyonlar fedakâr seyyidlerin iltihaklarıyla o vazife-i uzmâyı yapmağa çalışır.(8)

Bedîüzzaman bir başka eserinde Arap Baharı’nı da kapsayacak şu müjdelerini veriyor:

Eger siz sahife-i efkârı okusaniz, tarik-i siyâseti görseniz, hutebâ-i umumi olan -doğru konuşan- cerâ’idi dinleseniz anlayacaksiniz ki: Arabistan, Hindistan, Cava, Misir, Kafkas, Afrika ve emsallerinde o derece fikr-i Hürriyet’in galeyânıyla, âlem-i İslâm’ın efkârında öyle bir tahavvül-ü azim ve inkilab-i acib ve terakki-i fikri ve teyakkuz-u tam intâc etmiştir ki, bahasına yüz sene verse idik yine ucuzdu.(9)

Bu aradaSizde birbiri üstünde üç zulmet inkışa’a başlayacakdır. Şu perde-i müstebidane yırtılacak, takallüs edecek, ben de gelip burada medresemi yapacağım” sözünü de bir iki cümle ile açmak zaruridir. Burada birinci zulmet, Çarlık Rusya’sının 1917 yılında Bolşevik İhtilali ile yıkılışı olsa gerektir. İkinci zulmet, 1990 yıllarında komünizmim çatır çatır yıkılması ve Sovyetlerin dağılmasıdır. Üçüncü zulmet de, inşallah Rusya’nın dağılarak oradaki mazlum Müslümanların hürriyetlerine kavuşup Cemâhir-i Müttefika-i İslâmiye’nin bir parçası haline gelmeleridir.

risale haber

DİPNOTLAR:

1-Bedîüzzaman Sa’îd Nursî, Tarihçe-i Hayat, sh. 78.

2-Bedîüzzaman Sa’îd Nursî, Tarihçe-i Hayat, sh. 82.

3-Bedîüzzaman Sa’îd Nursî, Tarihçe-i Hayat, sh. 89.

4-Bedîüzzaman Sa’îd Nursî, Tarihçe-i Hayat, sh. 521.

5-Bedîüzzaman Sa’îd Nursî, Dîvân-ı Harb-i Örfî, sh. 50-51.

6-Bedîüzzaman Sa’îd Nursî, Sözler, sh. 771.

7-Bedîüzzaman Sa’îd Nursî, Kastamonu Lahikası, sh. 112.

8-Bedîüzzaman Sa’îd Nursî, Emirdağ Lahikası, c. I, sh. 266.

9-Münâzarât, sh. 27.

Uyan ey alem-i İslam!

Ey âlem-i İslâm!

Uyan, Kur’ân’a sarıl, İslâmiyet’e maddî ve mânevî bütün varlığınla müteveccih ol!

Ve ey Kur’ân’a bin yıllık tarihinin şehâdetiyle hâdim olan ve İslâmiyet nurunun zemin yüzünde nâşiri bulunan yüksek ecdadın evlâdı! Kur’ân’a yönel ve o­nu anlamaya, okumaya ve o­nu anlatacak, o­nun bu zamanda bir mû’cize-i mânevîsi olan Nur Risâlelerini mütalâa etmeye çalış. Lisanın, Kur’ân’ın âyetlerini âleme duyururken, hâl ve etvar ve ahlâkın da o­nun mânâsını neşretsin; lisân-ı hâlinle de Kur’ân’ı oku. O zaman sen, dünyanın efendisi, âlemin reisi ve insâniyetin vasıta-i saadeti olursun.

Ey asırlardan beri Kur’ân’ın bayraktarlığı vazifesiyle cihanda en mukaddes ve muhterem bir mevki-i muallâyı ihraz etmiş olan ecdadın evlât ve torunları!

Uyanınız! Âlem-i İslâmın fecr-i sâdıkında gaflette bulunmak, kat’iyen akıl kârı değil! Yine âlem-i İslâmın intibahında rehber olmak, arkadaş, kardeş olmak için Kur’ân’ın ve imanın nuruyla münevver olarak İslâmiyetin terbiyesiyle tekemmül edip hakikî medeniyet-i insaniye ve terakkî olan medeniyet-i İslâmiyeye sarılmak ve o­nu, hâl ve harekâtında kendine rehber eylemek lâzımdır.

Avrupa ve Amerika’dan getirilen ve hakikatte yine İslâmın malı olan fen ve san’atı, nur-u tevhid içinde yoğurarak, Kur’ân’ın bahsettiği tefekkür ve mânâ-yı harfî nazarıyla, yani o­nun san’atkârı ve ustası namıyla o­nlara bakmalı ve “Saadet-i ebediye ve sermediyeyi gösteren hakâik-i imaniye ve Kur’âniye mecmuası olan Nurlara doğru ileri, arş!” demeli ve dedirmeliyiz.

Ey eski çağların cihangir Asya ordularının kahraman askerlerinin torunları olan muhterem din kardeşlerim!

Beş yüz senedir yattığınız yeter! Artık Kur’ân’ın sabahında uyanınız. Yoksa, Kur’ân-ı Kerîmin güneşinden gözlerinizi kapatarak gaflet sahrasında yatmakla vahşet ve gaflet sizi yağma edip perişan edecektir.

Kur’ân’ın mecrâsından ayrılarak birleşmeyen su damlaları gibi toprağa düşmeyiniz. Yoksa, toprak gibi sefâhet ve şehvet-i medeniye sizi emerek yutacaktır. Birleşen su damlaları gibi, Kur’ân-ı Kerîmin saadet ve selâmet mecrasında ittihad ederek, sefahet ve rezalet-i medeniyeyi süpürüp, bu vatana âb-ı hayat olan, hakikat-i İslâmiye sularını akıtınız.

O hakikat-i İslâmiye sularıyla bu topraklarda iman ziyâsı altında hakikî medeniyetin fen ve san’at çiçekleri açacak, bu vatan maddî ve mânevî saadetler içinde gül ve gülistana dönecektir, İnşaallah.

Bediüzzaman

Lûgatçe:
müteveccih: Yönelmiş, dönmüş.
hâdim: Hizmet eden.
nâşir: Neşreden, yayan, dağıtan.
mû’cize-i mânevî: Manevî mû’cize, mânâyla ilgili mû’cize.
mütalâa: Okuma.
lisan: Dil.
etvar: Tavırlar.
neşr: Yayma, dağıtma, saçma.
lisân-ı hâl: Hal dili, beden dili.
vasıta-i saadet: Mutluluk vasıtası.
mevki-i muallâ: En yüce mevki, yüce makam.
ihraz: Birşey kazanma, elde etme.
fecr-i sâdık: Gerçek aydınlık, sabaha karşı doğu ufkunda yayılmaya başlayan beyaz aydınlık.
intibah: Uyanma.
münevver: Nurlu, aydın.
tekemmül: Olgunlaşma, kemâle doğru gitme.
medeniyet-i insaniye: İnsanların gayreti, çalışmasıyla oluşan medeniyet.
terakkî: Yükselme, ilerleme.
medeniyet-i İslâmiye: İslâm medeniyeti.
nur-u tevhid: Tevhid nûru.
mânâ-yı harfî: Birşeyin Yaratıcısına bakan, o­nu târif eden ve tanıtan mânâsı.
saadet-i ebediye ve sermediye: Dâimî saadet; Cennet hayatı, ebedî mutluluk.
hakâik-i imaniye ve Kur’âniye: Kur’ân ve iman hakikatleri.
cihangir: Savaşçı, savaş kahramanı.
gaflet: Nefsine uyarak Allah`ı ve emirlerini unutmak.
mecrâ: Suyun aktığı yol, kanal.
sefâhet: Zevk, eğlence ve yasak şeylere düşkünlük.
şehvet-i medeniye: Medeniyetin kazandırdığı nefse ait geçici meyil ve arzular.
selâmet: Tehlike, korku ve kötülüklerden kurtulma.
ittihad: Birleşme.
rezalet-i medeniye: Medeniyetin sebep olduğu rezillikler.
hakikat-i İslâmiye: İslâmiyet hakikatı, gerçeği.