Etiket arşivi: Allah

Allah ile Kul Arasındaki En Yüksek Münasebet Nedir?

İbadet Allah ile kul arasında yüksek bir münasebet, şerefli bir ilişki ve güçlü bir bağdır.

İbadet; kulun, Allah-ü Teâlâ’ya karşı tekbir, hamd, şükür gibi vazifelerini Onun emrettiği tarzda yerine getirmesidir. İnsan; Cenâb-ı Hakk’ın sonsuz ihsan, ikram ve nimetleriyle beslendiğini düşünerek Ona karşı hamd ve şükür görevini yerine getirmekle sorumludur. Bu ise, ancak ibadetle olur.

Cenâb-ı Allah; “Ben cinleri ve insanları, ancak bana ibadet etmeleri için yarattım.” (Zariyat.56 )

“Ey insanlar! Sizi ve sizden evvelki insanları yaratan Rabbinize ibadet ediniz ki takva mertebesine nail olasınız. Ve yine Rabbinize ibadet ediniz ki, Arz’ı size döşek, semâyı binanıza dam yapmış ve semadan suları indirmiş ki, sizlere rızık olmak üzere yerden meyve ve diğer gıdaları çıkartsın. Öyle ise Allah’a misil ve ortak yapmayınız. Bilirsiniz ki, Allah’tan başka Ma’bûd ve halıkınız yoktur.” (Bakara.21-22) buyuruyor.

Bediüzzaman ibadet hakkında şöyle diyor: “Akaidi ve imani hükümleri kavi ve sabit kılmakla meleke hâline getiren, ancak ibadettir. Evet, Allah’ın emirlerini yapmaktan ve nehiylerinden sakınmaktan ibaret olan ibadetle, vicdani ve akli olan imani hükümleri terbiye ve takviye edilmezse, eserleri ve tesirleri zayıf kalır. Bu hâle, alem-i İslamın hal-i hazırdaki vaziyeti şahittir.

Ve keza, dünya ve ahiret saadetlerine vesile olduğu gibi, meaş ve meade, yani dünya ve ahiret işlerini tanzime sebeptir ve şahsi ve nev’i kemalâta vasıtadır ve Hâlık ile abd arasında pek yüksek bir nispet ve şerefli bir rabıtadır.” (İşaratül İ’caz. 227)

İnsanın imanla ilgili esasları ve hükümleri güçlü ve sabit bir hale getiren ancak ibadettir. Cenab-ı Allah’ın emirlerini yapmak ve yasak ettiği şeylerden uzak kalmak gene ibadetle olur. İbadetsiz insan gaflettedir. İşte bugünkü âlem-i İslamin hal ve vaziyeti ve perişaniyeti, ibadetdeki zafiyet ve kusurların neticesidir.

İbadet dünya ve ahiret saadetine vesile olduğu gibi, dünya ve ahiret işlerini düzeltmesine de sebeptir. İnsanın kemalâtına vasıtadır. Netice itibariye ibadet Cenab-i Allah ile kul arasında yüksek bir münasebet, şerefli bir ilişki ve güçlü bir bağdır.

Bediüzzaman hazretlerinin, ibadetin dünya saadetine vesile olduğuna dair izahları şöyledir:

Birisi: İnsan, Hayrete bırakan hoş bir fıtrat üzere yaratılmış, birçok meyiller ve arzuları vardır. Meselâ, insan en güzel bir geçim ve şerefle yaşamak ister. Bu kadar istek ve ihtiyaçlarını tedarik edebilmesi için birçok sanatlara ihtiyacı vardır. O sanatları anlama ve bilmesi de mümkün olmadığından kendi cinsinden olanlarla birlikte çalışma ve işbirliği yapma mecburiyeti olur ki; her birisi çalışmanın semeresiyle diğer arkadaşına mal değiş-tokuşu ile kar elde edebilsin. Yoksa fert kendi başına bu külli istek ve arzularına yetişemez ve terakki etmesi de mümkün olamaz.

İkincisi: İbadet, fikirleri Cenab-ı Allah’a yöneltmeyi, itaat ve teslimiyeti neticelendirir. İtaat ise abdi mükemmel sistem ve düzen altına alır. İbadetsiz ve itaatsizlik ise şer ve tahribi intaç eder ve neticede düzen ve sistemi bozmaya çalışır.

Üçüncüsü: İnsan santral gibi, yaratılış kaidelerine ve fıtratın kanunlarına ve Cenab-ı Allah’ın koymuş olduğu kanunlarına bir merkezdir. İşte insan o kanunlara mensup olması lazımdır ki, genel cereyanı temin etsin. Bu dünya âleminde dönen dolaplarına muhalefetle o dolapların çarkları altında ezilmemek, ibadet ve taata önem vermekle olur.

Dördüncüsü: Cenab-ı Allah’ın emirlerine uyma, yasakladığı şeyden çekinme ve uzak durmakla bir fert sosyal hayat içerisinde çok derece ve basamak çıkar. Bilhassa dine ait hükümler ve herkese ait faydalar ile bir fert bir nevi hükmüne geçer, bu nedenle büyük vazife bir şahsa verilir. Eğer emirlere tamamen uyma ve yasaklanmış şeylerden uzak duran o şahıs olmasa, o vazifeler tamamen ayakaltına alınarak, sosyal ve içtimai hayat yaşanmaz bir hale gelir.

Beşincisi: İnsan İslamiyet sayesinde, ibadet sebebiyle bütün Müslümanlara karşı değişmeyen bir münasebet peyda eder ve kuvvetli bir irtibat elde eder. Bunlar da sarsılmaz bir kardeşliğe ve muhabbete sebep olur. Bu nedenle sosyal ve toplumsal kalkınmanın terakkisinin birinci basamağı ancak Uhuvvet ve Muhabbettir.

Rüstem Garzanlı

Diyarbakır/ Kamu Yöneticisi

www.NurNet.org

İhlâs Kalbin Amelidir

İhlâs Kalbin Amelidir

İhlâs bir rûhtur ve kalbî bir ameldir. Rab ile kul arasındaki intisâbdır. Bu sırdandır ki;”Niyet bir rûhtur. O rûhun rûhu da ihlâstır.” der Bedîüzzamân Hazretleri. Niyetlerimizi de hayatlandıracak ve canlandıracak olan sır ihlâstır.

Risâle-i Nûr Külliyatında hiçbir Risâlenin girişinde “On beş günde bir okunmalıdır.” İhtârı yapılmadığı halde İhlâs Risâlesinin girişinde “Bu Lem’a lâakal her on beş günde bir defa okunmalı.” Diye çok önemli bir ihtâr ve uyarı yapılmıştır. Çünkü ihlâs bütün amelleri hem nûrlandırıyor, hem canlandırıyor, hem de hayattar yapıyor. Bir nev’î amellerdeki niyetlerin rûhunu ubûdiyetin rızâ makâmına çıkarıyor. Böylece ameller hayattar bir mânâ kazanıyor ve kul kalbî miraçlarla evc-i âlâya doğru urûc ediyor.

Üstad Bedîüzzamân On Yedinci Lem’a’da “Medar-ı necat ve halâs, yalnız ihlâstır. İhlâsı kazanmak çok mühimdir. Bir zerre ihlâslı amel, batmanlarla hâlis olmayana müreccahtır. İhlâsı kazandıran, harekâtındaki sebebi sırf bir emr-i İlâhî ve neticesi rızâ-yı İlâhî olduğunu düşünmeli ve vazîfe-i İlâhiyeye karışmamalı.” (On Yedinci Lem’a) şeklinde mükemmel bir tesbît yaparak îzâh etmiştir. Böylece kurtuluşun sadece ihlâsta olduğunu, ihlâsı kazanmanın, muhâfaza etmenin ve ma’nilerini def etmenin çarelerini İhlâs Risâlesi’nde ayrıntıları ile açıkladığını görüyoruz.

Bir fiilin bidâyetinde müyûlat-ı kalbîye, tesirât-ı hâriciye ve niyet vardır. Ancak o müyûlat-ı kalbiye ve niyetin amel boyutunda Allah’ın rızâsına kavuşmasının şartı ihlâs iledir. Çünkü ihlâs şartsız Allah’ın râzı oluşuna bakar. Ya’nî ön şartsız olarak niyet edilen fiilin Allah’ın rızâsı aranarak yapılması ihlâs iledir. Yoksa o fiilin rûhu söner ve o niyette Allah rızâsı kaçar, ancak nefsî ve dünyevî bir niyet ve fiil olmuş olur.

İhlâs karşılıksız olarak Allah’ın rızâsı için yapılan davranıştır. Sadece Allah’ın râzı oluşuna yönelmek ve sadece O (cc)’ndan istemek ve rızâsı dairesinde i’tikâd ve duruş yapmaktır. Bu duruş ve tavırdan sonra neticeyi düşünmemek hatta ve hatta amelini Allah’ın vazifesine binâ’ etmeden yapmaktır.

Peygamber hayatlarında ve kıssalarında hep bu duruş ve niyetin ihlâs izdüşümlerini görürüz.

Hz. İbrahim(as) ateşe atılırken Allah(cc) Cebrail(as)’i gönderip “Kulum İbrahim’e söyle benden bir isteği var mı?” Dediğinde Hz. İbrahim(as)’in duruşu ve sözü yine ihlâs sırrının zirvesini taşımaktadır.”حَسْبُنَا اللّهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ” “Allah bize yeter; O ne güzel vekildir.” (Âl-i İmrân Sûresi, 3:173.) sırrı ile Allah’ın rızâsına göre duruş yapmak ve sadece O(cc)’ndan istemek ve sebeplerin de Allah’ın emri altında olduğunu bilmek ve öyle bir teslimiyet ve ihlâs ile kulluğun zirvesine çıkmak. Böylece eşyanın esmâ ile olan ilişkisini ve âlemlerin Rabbine olan imân ve teslimiyetin sırrını aralamak ve anlamak.

Yine Hz.İsmail(as)’ın bıçak karşısında duruşu ve teslimiyetinde de aynı sırla karşılaşırız. Ön şartsız bir teslimiyet, imân ve ihlâs sırrı ile zahirde kesen bıçak kesmez olur. O imân ve ihlâs karşısında Yüce Allah kulu İsmail’i korumuş ve kesen bıçağa bu imân ve ihlâslı duruşun karşısında kesmemesini emretmiştir. Böylece eşyanın emir ile şekil aldığı ve Allah’ın kudretine boyun eğdiği hakîkati zahir olarak ortaya çıkmış oluyordu.

Demek ki ihlâs öyle bir iksir ve rûh ki ateşin yakmamasına ve bıçağın kesmemesine giden yolun mukaddimesi olabiliyor. Çünkü bütün sır âlemlerin Rabbini râzı edici duruşlar yapabilmekte ve öyle davranabilmekte. Ön şartsız bir imân ve teslimiyet sırrı sanırım ihlâs hakîkatinde yatıyor. Ya’nî, Allah’ı râzı edici duruşlar ve fiiller yapabilmek.

İnsanın aklı, kalbi, vicdanı ve rûhu mutmain olmak için kalbin ameli olan ihlâs sırrına muhtaçtır. Çünkü yapılan ameller Allah rızâsı için sırr-ı ihlâs ile mayalanıyor ve netice veriyor. Böylece aklın marifetullah mertebeleri, kalbin muhabbetullah neticeleri ve rûhun hayattan mânevî gıdaları ihlâs sırrı ile iksirleniyor ve latîfe-i rabbaniyemiz tam gıdalarını almış oluyor.

İhlâs hakîkatini izâh ederken Üstad Bedîüzzamân Hazretlerinin çok değişik terkipler ve kavramlar kullandığını görüyoruz. Tespit edebildiklerimiz şunlardır.” Samimî bir ihlâs …(Yirminci Lem’a)”,” hakikî sırr-ı ihlâs…(Yirmibirinci Lem’a)”, ” hakîkat-i ihlâs…(Emirdağ Lâhikası)”,” ihlâs-ı tâmme (Barla Lahikası)”,” ihlâs-ı hakîkî …(Emirdağ Lâhikası )”,” tam bir ihlâs (Emirdağ Lâhikası )”,” bir parça ihlâs..( Yirmibirinci Lem’a)”,” büyük bir ihlâs ile…(İşârâtü’l-İ’câz )”,” sırr-ı ihlâs…(Emirdağ Lâhikası )” ve “samimî bir ihlâs…( Yirminci Lem’a)”

Evet, yukarıdaki değişik ihlâs terkipleri ve kavramları sanırım incelenmeyi ve derinlemesine tefekkür edilmeyi bekliyor olmalıdır. Çünkü Bedîüzzamân Hazretleri isrâf-ı kelâm etmez diye düşünüyorum. Muhakkak bu ihlâs izâhlarında kullanılan terkipler ve kavramlarında ayrı ayrı nüanslar olmalı ve bunları muhatapları incelemelidir.

Abdulbaki

www.NurNet.Org

Sünnete Neden Uymalıyız?

Efendimizin (asm) sözleriyle, hâliyle ve hareketleriyle hayatımızı anlamlandırmak bize insan-ı kâmil olma noktasında en mühim rehber olacaktır. Bediüzzaman Hazretleri sünnet-i seniyye’nin ehemmiyetine binaen şöyle demiştir:

“Ey nefis! Az bir ömürde hadsiz bir amel-i uhrevî istersen ve herbir dakika-i ömrünü bir ömür kadar faydalı görmek istersen ve âdetini ibâdete ve gafletini huzura kalbetmeyi seversen, Sünnet-i Seniyyeye ittibâ et.”

Said Nursî, bu veciz ifadede, eğer sünneti hayatımızda tam yaşarsak; bütün hayatımızı ibadete çevirebileceğimizi, yapacağımız her hareketin ibadet hükmüne geçebileceğini ve hayatımızdaki bütün olumsuzlukları hayra çevirebileceğimizi belirtmiştir.

Âlem-i ervahtan başlayıp, saadet-i ebediyeye uzanan beşer yolculuğunda en emin rehberimiz, o yolu en güzel şekilde tarif eden, tarif etmekle de kalmayıp kendisine uyanları, binler meşakkat ve imtihanlar içindeki o yoldan en selâmetli bir şekilde geçiren, Peygamber Efendimiz (asm) ve onun sünnetidir.

O yolda gidenler, asla şaşırmadıkları gibi, o rehbere uyanlar beşeriyetin en mümtaz şahısları olarak anılmışlar, arkalarından gelenlerin de saadet kapısından girmesine vesile olmuşlardır.

“De ki: ‘Eğer Allah’ı seviyorsanız; bana tâbi olun ki Allah da sizi sevsin’” âyetinden de anlaşılacağı üzere, Allah’ı sevmenin alâmeti ve onu razı etmenin yolu sünnete tâbi olmaktan geçiyor. Rabbimiz Kur’ân-ı Kerîm’de buyuruyor ki:

“Allah’ın Resûlünde sizin için kendisine uyulacak en güzel örnek ve nümûneler vardır.”

Cenâb-ı Hak bize uygun olacak ve kendisinin hoşnut olduğu tüm hâl ve hareketin Resûl-i Ekrem’de (asm) toplandığını ve Allah’ın sevgisini kazanmak için sünnete uymanın gerekliliğini vurgulamıştır.

Meşhur Hasan-ı Basrî, şu hadise-i mu’cizeyi şakirtlerine ders verdiği vakit ağlardı ve derdi ki: “Ağaç, Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâma meyil ve iştiyak gösteriyor. Sizler daha ziyade iştiyaka, meyle müstehaksınız.”

Biz de deriz ki: Evet, hem ona iştiyak ve meyil ve muhabbet, onun sünnet-i seniyyesine ve şeriat-ı garrâsına ittibâ iledir.

Efendimize (asm) cansız bir odunun bile bu derece meyil ve iştiyak göstermesi bizlere büyük dersler vermeli. Biz ki onun ümmeti olma şerefine nail olmuşuz, değerini bilip gerekli hassasiyeti göstermeliyiz.

Risale-i Nur Enstitüsü

Ya İlâhi

Yüce Allah’ın adıyla, başlayalım her söze
Ebediyen zeval olmaz, O’na ağlayan göze

O ilâh ki esirgeyen ve de bağışlayan Zat
O’na açılan ellere, vermektedir kat be kat

O ilâh ki dergâhına, geleni boş çevirmez
Adalet ile hükmeder, zulmedenleri sevmez

O ilâh ki hep var idi, var olacak her zaman
O’dur âlemlerin Rabbi, O’dur Rahim ve Rahman

O ilâh ki darda koymaz, O’na şükredenleri
Cennetine dâhil eder, O’nu zikredenleri

O ilâh ki ezelidir, O’nun için son yoktur
Âlemlere rahmet eder, çünkü rahmeti çoktur

Ya ilâhi günahkârım, affeyle günahımı
Kıyamet gününde kırma, kolumu, kanadımı

İnandım ki ilâh sensin, hüküm yalnız senindir
Bağışlamak Sana mahsus, hata yalnız benimdir

Ya ilâhi hatalıyız, yakma bizi narınla
Bize rahmini ihsan et, yandır bizi nurunla

Gönüllere sevgi veren, Yüce Rahman adındır
Âlemleri kucaklayan, lütfünle rahmetindir

Rahmedersin mahlûkata, rızık ikram edensin
Rızan için sevenlere, sevgiyi lütfedensin

Ya ilâhî Rahim sensin, rahmeyle müminlere
Cennetini nasip eyle, mümin ins ve cinlere

Senin sonsuz merhametin, kuşatmış her zerreyi
Yüce sevgi ve şefkatin, doldurmuş yer küreyi

Kâinat senin mülkündür, hakiki Melik Sensin
Hükmedersin âlemlere, onları yönetensin

Bir ömürlük misafiriz, sonra göçer gideriz
Bizi bekleyen mekâna, burdan uçar gideriz

Tanyeri senin kulundur, ister merhametini
Bütün cümle mahlûkata, bahşeyle rahmetini

Ahmet Tanyeri – Diyarbakır

www.NurNet.org

Yaptıklarınla Gururlanma

Bir çok insan vardır, yaptığı ile gururlanan. Bir çok insan vardır, yaptığı ile övünen. Bir çok insan vardır, yaptıklarından dolayı insanları küçümseyen.

Bir çok insan vardır, başardıklarını nefsinden bilen. Bir çok insan vardır, Allah’ın ona nasip ettiğinden bihaberdir. Ve çok az insan vardır, yaptığı bütün güzellikleri Allah’tan bilen.

İnsanın yaptığı güzel ve mükemmel şeylerle gururlanmaya ve kendini övmeye hakkı yoktur. Çünkü başardığı iş her ne olursa olsun, o işi nasip eden ve o işin olması için sebepleri yaratan yüce Allah’tır. Meselenin daha güzel anlaşılması için bir ressam örneğini verelim.

Çok ünlü bir ressam, muazzam güzellikte bir tablo yapmış olsun. Ondan sonra bu tablosunu sergilemiş olsun. Sergiye gelen insanlarda tabloyu beğenip, tablonun çok mükemmel olduğunu söylemiş olsunlar. Bu gelişmelerden sonra, tabloyu yapanın kendini üstün görmeye ve gururlanmaya hakkı var mıdır? Hayır, hakkı yoktur.

Çünkü;

1- Tabloyu yapma yeteneğini ona Allah vermiştir.

2- Tabloyu yapmayı Allah nasip etmiştir.

3- Kağıt ve kağıdın ham maddesi olan ağacı yaratan Allah’tır.

4- Kalemi, fırçayı ve boyayı yaratan Allah’tır.

5- Ressamı yaratan Allah’tır.

6- Ressamın o tabloyu yapmak için kullandığı;

a- Gözü yaratan Allah’tır.

b- Ellerini yaratan Allah’tır.

c- Duygularını yaratan Allah’tır.

d- Aklını yaratan Allah’tır.

e- Ayaklarını yaratan Allah’tır.

f- Hislerini yaratan Allah’tır.

7- Ressamın o tabloyu yapmak için esinlediği görüntüyü yaratan Allah’tır.

8- Ressamın o tabloyu yaparken tükettiği oksijeni ve havayı yaratan Allah’tır.

9- Ressamın o an ayakta durması için destek olan iskelet sitemini yaratan Allah’tır.

10- Ressamın o an yaşıyor olmasını nasip eden Allah’tır.

11- Ressamın fırçayı hareket ettirmesini nasip eden Allah’tır.

12- Ressamın o anda vücudunda meydana gelen milyonlarca olayı (solunum, kan akışı, vitamin dengesi…) düzenleyen ve onların doğru çalışmasını sağlayan Allah’tır.

Kısacası bir zerre dahi Allah’ın izni olmadan hareket edemez ve kendi başına bir şey yapamaz. Bir zerre için bu böyle olursa koca insan için böyle olmaması hiç mümkün müdür? Hayır, asla mümkün değildir. O zaman insanın yaptığı güzele şeylerle övünmeye hakkı yoktur. Sadece ve sadece Allaha şükür etmelidir.

Ey Nefsim, Ey ressam efendi ve Ey kabiliyetli kardeşlerim dikkat edelim, şeytanın ve nefsimizin oyununa gelmeyelim. Aklımızı başımıza alalım ve her daim Allah’a şükredelim.

Yüce Rabbim hak yol olan Kur’an’dan ve hazreti Muhammed Mustafa a.s.m’ın Sünnetinden bizleri ayırmasın ve güzellikler yurdu olan ebedi Cenneti nasip etsin. Amin…

Bahattin Doğan

www.NurNet.org