Etiket arşivi: anne baba

Evlerin Efendisi Çocuklar mı?

Ömer bin Hattab (r.a) şöyle dedi: “Cebrail (a.s), Nebi (s.a.v)’e kıyametin ne zaman kopacağını sorduğunda Nebi (s.a.v) ona şöyle cevap vermişti: ‘Bu konuda sorulan, sorandan daha bilgili değildir!’

Cebrail (a.s): ‘Bana kıyametin alametlerini söyle’ dedi.

Nebi (s.a.v.): ‘Cariyenin efendisini doğurması, çıplak, fakir koyun çobanlarının yüksek bina yapmada birbirleriyle yarışmalarını görmendir!’ buyurdu.” (Müslim, 8)

Hadiste geçen özellikle “Cariyenin efendisini doğurması” ibaresini düşündüğümüz zaman, Peygamber Efendimiz (s.a.v) sanki asırlar öncesi, günümüz annelerinin düşecekleri durumu tarife etmektedir.  Günümüz annelerin durumlarına şöyle bir baktığımız zaman, çocuk yetiştirirken çektikleri sıkıntılar ve karşılığında gördükleri muameleler ortadır.

Anne babalar, çocukları için gecesini gündüzüne katıp bütün enerjilerini harcarlarken aynı güzellikler, çocuklar tarafından anne babalarına gösterilmemektedir.

Cenab-ı Hakk:“Rabbin, sadece kendisine kulluk etmenizi, ana babanıza da iyi davranmanızı kesin bir şekilde emretti. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırsa, kendilerine «Öf!» bile deme; onları azarlama; ikisine de güzel söz söyle.” (İsra,23)  buyurduğu “Öf” bile denmeyecek anne babalara çocuklar, arkadaşlarına hitap eder gibi hitap ettikleri, cariye gibi davrandıkları bir çağda yaşamaktayız.

Günümüz anne babaların birçoğu yokluk ve sıkıntı içinde büyüdükleri için, aynı sıkıntıları çocuklarının da yaşamalarını istememektedirler. Bu, düşünce olarak güzel fakat uygulamada birçok sıkıntıları da beraberinde getirmektedir. Bunun sonucunda yok yoktan anlamayan ve yokluk bilmeyen bir nesil ortaya çıkmaktadır.

Yemeyip yedirilen, giymeyip giydirilen, el bebek gül bebek büyütülen çocuklar, büyüdükleri zamanda aynı fedakârlığı anne babalarından beklemeye devam edeceklerdir. Anne babaları tarafından okumaları için fedakârlık yapılan çocuklar, adam olmak yerine sorumsuz oldular. Her hizmetleri ayaklarına götürülen bu çocuklar, kendi ayakları üzerinde duran, bağımsız bir kişi olmaları beklenirken bağımlı birer kişi oldular. İhtiyaçları zamanında karşılanmadığı zamanda anne babalarına cariye ve köle gibi muamele etmektedirler.

Biz görmedik onlar görsün, biz çektik onlar çekmesinler, okusunlar adam olsunlar diye daha doğmadan kullanacağı tüm eşyaları alınır. Daha iyi beslensin diye özel mamalarla beslenir. Daha rahat etsin diye konforlu beşik ve yataklara yatırılır.  Yürümesini düşe kalka öğrenmek yerine örümceklerle öğretilir. Kendi yerse karnını doyuramaz diye kocaman olmasına rağmen anne babası tarafında yedirilir. Dışarda oynarsa bir yerini incitir diye teknolojinin getirdiği oyuncaklar önüne yığılır. Her şeylerin en iyisi çocuklar adına düşünülüp yapılmaya çalışılır. Eğer anne çalışıyorsa bakıcının en iyisi tutulur. Kreşinde en iyisine verilir.

Çocukların okul çağı gelince en iyi okul en iyi öğretmen derdine düşünülür. Okula gidip gelirken yorulmasın diye servise verilir. Sabahları evin prens ve prensesini kaldırmak için ayağına en az dört beş kez gidilir. Gerekirse kahvaltısı ayağına götürülür. Çantası, beslenmesi, harçlığı okula gitmeden hazırlanır. Eğer servisle gidip gelinmiyorsa okul çantası anne babası tarafından taşınır. Okusunlar büyük adam olsunlar diye yapılan bütün fedakârlıklar, çocukları hazırcılığa alıştırdığında sorumluluk duygularını geliştirmeyecektir. Bugün okula giderken üst başını giyemeyen, yatağını, odasının toplayamayan, çantasını taşımaktan aciz olan çocuklardan sorumluluk duygusunu geliştirip büyük adam olması beklenilmemelidir.

Yine kimse rahatsız etmesin ve daha rahat ders çalışsın diye çocuk odaları özel donatılır. Ellerine anne babalarının dahi kullanamadığı son teknolojik özelliklere sahip telefon alınıp verilir. Dahası telefonuna da bilmem kaç dakika, kaç bin SMS ve interneti de her ay düzenli olarak yüklenir.

Ders çalışması için oda verilen bu çocuklar, odalarında ders çalışmak bir yana internet ve sanal alemde gezinmekten depresyona girmektedirler. Bunun sonucunda da çocuklar ne odalarından ne de sanal alemden çıkabilmektedirler. En küçük uyarılarda da psikolojileri bozulmaktadır. Aman psikolojileri bozulmasın odasında rahat ders çalışsın denilen çocuklar, odalarını haremlik selamlığa dönüştürdüklerinde odalarına da izin alınarak girilmektedir. Bu çocuklar, bırakın odalarını toplamayı okuldan geldikleri zaman odası toplanmadığı zaman evin hizmetçisine hesap sorar gibi annelerine hesap sormaktadırlar.   Adam olup sorumluluk sahibi olsun diye her şeylerini zamanında yapılıp tosun gibi yetiştirilen bu çocuklar, en küçük sıkıntılarda ister istemez toslayacak ilk kişilerde ister istemez anne babaları olacaktır.

Günümüz erkek çocukları kocaman oldukları halde anneleri yokken ocağa bir çay koyup kahvaltı usulü de olsa bir şeyler hazırlayamamaktadırlar. Kızların birçoğu bırakın yemek yapmasını doğru dürüst çay yapmasını bilmemektedirler. Okumaları için mutfaktan uzak tutulan bu çocuklara bir iş buyurduğun zamanda kıyameti koparmaktadırlar. Bugün birçok anne baba, çocuğuna bırakın marketten ekmek aldırmayı bir bardak su dahi isteyememektedir.

Baba oğlundan su ister; büyük oğlu yorgunum der, ortanca oğlu dersim var der, en küçük oğlu: “Kalk baba kalk! Bunlardan sana hayır yok kendin iç bir bardakta bana getir.” der.

Evet bugünün anne babalarının bütün dünyaları çocukları. Varsa yoksa onlar. Anne babalar, aman onlar üzülmesinler, sıkıntı çekmesinler, rahat etsinler, okuyup adam olsunlar diye yerli yersiz istekleri ikiletmeden alınır. İsteklerine hayır denmeyen bu çocuklar, zamanla kendilerinin efendi zannedip anne babalarına emirler yağdıracaklardır. İstedikleri olmadığı zamanda efendilikleri fazlasıyla yapacaklardır.

Görev yaptığım okulun birinde bir öğrenciden sürekli şikâyet gelmesi üzerine çocukla bir görüşme yaptım. Çocuğun öğretmeni, ailesi ve çocukla yaptığım görüşmede şu sonuçlara ulaştım. Çocuk çok zeki olmasına rağmen, şımartılarak büyütüldüğü için herkese illallah ettirmiştir.  Çocuğun babasıyla yaptığım görüşmede babanın söylediği şu cümle her şeyi anlatmaya yetiyordu: “Hocam, ben bu çocuk istedi diye gece ikide çarşıdan tavuk alıp getirdim.” (M. Emin Karabacak, Bayramlık İstemeyen Çocuklar, Tebeşir Yay. 4.Baskı, Konya,2016)

Anne babaların çocuklarına hizmet etmeleri ilkokul, ortaokul, lisede olduğu gibi üniversite öğrenim sırasında da devam etmektedir.  Hatta çocuklarını evlendirdiklerinde birazcık da olsa rahatlarına bakacağı zamanda yine çocukları tarafından torunlarına baktırılmaktadır. Böylece annenin hizmetkârlığı çocukların efendilikleri torunlarına bakıcılığıyla da devam etmektedir.

İşte günümüz anne baba çocuk ilişkisi bu şekilde sürüp gitmektedir. Anne babanın gecesini gündüzünü katıp hizmet ettiği çocuklar, bütün bu hizmetlere karşı anne babasını baş tacı yapması beklenirken cariye muamelesi yapmaktadırlar.

Okullarda verdiğim seminer sonrası mümkün mertebe velilerin sorularını da cevaplamaya çalışırım. Malum seminer konularımız çocuk eğitimi olunca sorular da genelde çocukların söz dinlememeleri olur. Hocam; “Ben böyle yaramaz, böyle sorumsuz, böyle gailesiz çocuk görmedim…” sorularıyla sık sık karşılaşmaktayız. Hatta birçok öğrenci velisi üniversite okuyan çocuklarından da bu ve buna benzeyen konulardan şikâyetçilerdir.

Çocuklarından bu şekilde yakınan velilere kimse özel olarak üzerine almamak şartıyla şu geribildirimi veriyorum: “Bu çocuklar uzaydan gelmedi. Avrupa’dan Amerika’dan ya da Afrika’dan da bize eğitilmesi için gönderilmedi. Yuva’dan ya da konu komşumuzdan da emaneten almadığımıza göre o zaman çocuklarda değil de eğitimcilerinde ya da eğitimlerinde bir problem vardır diyorum.

Evet, günümüzde ders çalışmayan, laftan anlamayan, sorumsuz, vurdum duymaz çocuklar çok. Bu çocukların çok olmasına çokta, bu çocuklar yerden mantar biter gibi birden ortaya da çıkmamışlardır. Sonuçta bu çocuklarında bir anne babaları var ve bu çocuklar onların ürünüdürler.

Çocuklar; anne karnından hiçbir şey bilmeden doğduklarına göre duygu, düşünce ve davranışlarının şekillenmesinde anne babasının katkısı çok büyüktür. Cenab-ı Hakk bu konuda Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır: “Allah, sizi analarınızın karnından, siz hiçbir şey bilmez durumda iken çıkardı. Şükredesiniz diye size kulaklar, gözler ve kalpler verdi.” (Nahl,78)

Sonuç olarak; çocuk eğitiminde Allah’a karşı sorumluluk bilinciyle hareket edip, en iyi şekilde yetiştirmeye çalışan anne babalar, bu dünya da olduğu kadar öbür dünya içinde sorumluluklarını yerine getirmiş olacaklardır.  Hayırlı evlat yetiştirme adına üzerine düşen görevi fazlasıyla yapan anne babaların çocukları hayırsız çıksa dahi emeklerinin karşılığı olarak Rabbim mükâfatını verecektir. Bu çocuklar annelerine cariyeye davranır gibi davransalar dahi sabrettikleri takdirde onların günahlarının dökülmesine ve ahiretteki derecelerinin artmasını sağlayacaktır Allah’u alem.

Mehmet Emin Karabacak

cocukaile.net

Annem Tutarsız Babam Kararsız Olursa!

Tutarlılık; kişinin söyledikleriyle yaptıklarının birbirleriyle uyumlu olması halidir. Çocuk eğitiminde tutarlılık; çocukların sergilemiş oldukları aynı davranışlara anne babaları tarafından aynı tepkilerin verilmesidir. Mevlana Hazretlerinin; “Ya olduğun gibi görün, ya da göründüğü gibi ol” sözünde olduğu gibi kişinin söz ve davranışları arasında çelişkilerin olmamasıdır. Başka bir ifadeyle söylem ve davranışların yer ve zamana göre değişmemesi ve süreklilik arz etmesidir.

Kararlılık ise; tutarlı olma adına kararları uygulamada ve devam ettirmede süreklilik arz etmesidir. Çocuk eğitiminde kararlı olmak demek; “evet ve hayırların” zorunlu olmadıkça değişmemesidir. Başka bir ifadeyle çocuğa geribildirimler bugün farklı yarın farklı verilmemesidir.

Çocuk eğitiminde anne babaların takındığı tavır ve tutumlar, çocuk eğitiminde çok önemlidir. Çocuklar kararlı ve tutarlı davranmayı da anne babalarından öğrenmektedir. Eşiyle ya da çevresiyle kararlı ve tutarlılık konusunda problem yaşayan anne babalar, bu konuda çocuklarına da olumsuz örnek oldukları bir gerçektir.
Anne babalar; kendi aralarındaki makul istekleri yapmamaları, kendi aralarındaki iletişim sıkıntıları çocuklar için bir model teşkil etmektedir. Bu durum çocukların anne babalarını hem model almalarına hem de onları ciddiye almamalarına neden olmaktadır.

Anne Babanın Tutarsızlıkları
Çocukların gelişim çağlarında anne babalar, söz ve davranışlarıyla çocukların kişiliklerine yön verdikleri herkesin malumu. Anne babaların söz ve davranışlarındaki tutarsızlıklar, çocukların kişiliklerini de olumsuz etkilemektedir.
Annenin izin verdiğine baba izin vermiyorsa ya da babanın koyduğu kuralı anne kaldırıyorsa çocuk eğitiminde bir tutarsızlık vardır. Yine anne babanın yasakladığı bir şeyi büyükanne ya da dede tarafından “O daha çocuktur, bırak yapsın!” deniliyorsa yine bir tutarsızlık vardır.

Bu gibi tutarsızlıklar çocuklarda kafa karışıklığına neden olmakta neyin doğru neyin yanlış olduğunu öğrenememelerine neden olmaktadır.
Yine anne babaların normal zamanlar ile duygu yoğunluğu yaşadığı zamanlarda verdikleri farklı tepkilerde çocukları olumsuz etkilemektedir. Anne babalar; normal zamanlarda çocukların yaramazlıklarına gülüp geçerlerken; canları sıkkınken bayramlık ağzını açarlarsa bir tutarsızlık vardır. Bunun yanında çocukların olumlu davranışlarına karşı abartılı sevgi ifadesi kullanılıp ardından da çocukların en küçük olumsuz hareketlerinde nefret ifadeleri kullanılıyorsa anne babanın duygularında da bir tutarsızlık vardır demektir.

Kişilerin ruh halleri olaylara farklı tepki vermelerine neden olsa da çocuklar, anne babalarının yaşadıkları duygu yoğunluklarını düşünemedikleri için her zaman doğal olmaya çalışırlar. Anne babalarının değişen tepkileri çocukların da tutarsız hareket etmelerine neden olmaktadır.

Kararsızlık ve Tutarsızlığı Nasıl Öğretiyoruz?
Çocukların istediklerini aldırma ve dediklerini yaptırma konusunda ağlamalarına, sızlanmalarına hepimiz şahit olmuşuzdur. Çocukların olmadık isteklerine karşı; “Yok yok”un, “Hayır”ın, “Sus sus”un, nasihatin ve hatta cezanın dahi fayda etmediğine şahit olmuşuzdur. Çocukların olmadık istediğine karşı bizim tepkimiz ise; sadece “Al şunu da kapat çeneni!” olur.

Çocuklar isteklerini yaptırma ve aldırma konusunda anne babalarını zorladıkları özellikle iki yer vardır. Biri alışverişte diğeri de misafirlikte. Çocuklar anne babalarının bu gibi yerlerde isteklerine hayır diyemediklerini çok iyi bilmektedirler.
Çocuklar alışverişte iken hoşuna giden bir şey gördükleri zaman anne babalarından önce sessiz ve kibarca isterler. Anne babalarının hayır cevabına karşı bu sefer normal bir sesle isterler. Kendilerine verilen olumsuz cevaba rağmen isteklerini bu seferde yüksek sesle isterler.

İstekleri yine anne babaları tarafından geri çevrilirse bu sefer ağlama kozunu kullanırlar. Eğer bunda da başarılı olmazlarsa kendilerini yerlere atıp ağlayarak isteklerini aldırtmaya çalışırlar.

İşte bu durumda anne babalar rezil olmamak adına çocukların isteklerini yerine getirirlerse çocuğa bundan sonra ben almazsam, isteklerini bu şekilde isteyerek aldırtabilirsin mesajı verilmektedir. Başka bir ifadeyle önce kibarca iste. Almazsan yüksek sesle iste. Yine alamazsam ağlayarak iste. Yine olmadı yerlere yatarak ağlayarak iste. İşte o zaman ben rezil olmamak adına alıp veririm mesajı verilir. Bu mesaj sonrası çocuklar, olmayacak isteklerini anne babalarından nerede ve nasıl isteyeceklerini öğrenmektedirler.

Oysa anne babalar, çocukların yersiz ve zamansız isteklerine karşı verdikleri hayırların arkasında kararlı bir şekilde durmuş olsalardı, çocukların isteme şekillerini de disipline etmiş olurlardı. Evet anne babalar, bu gibi yerlerde bir iki kez rezil olurlardı ama çocuklara hayırlarını evete, evetlerin de hayırlara dönüştüremeyeceklerini öğretirlerdi. Başka bir ifade ile çocuklar, anne babalarının bir konuda kafayı kaldırıp hayır dediğine ne yaparsan yap evet dedirtemeyeceklerini öğrenirlerdi.

Bu ve buna benzer örnekleri çocukların yemek yeme konusunda da yaşanmaktadır. Çocuklar genelde öğün saatlerinde sofraya oturmak istemezler. Annelerde sofraya oturmayan çocuklara tepki olarak diğer öğüne kadar hiçbir şey vermeyeceklerini söylerler. Aradan biraz zaman geçtikten sonra karnı acıkan çocuk, annenin etrafında dolanmaya başlar. Ardından da acıktığını ve bir şeyler istediğini sözel olarak ifade edemese de davranış olarak ifade ederler.

Anneler burada çocuklara karşı kararlı davranmazlarsa evde sürekli yemek yeme problemi yaşanacaktır. Çocukların burada öğreneceği sizin öğün saatiniz değil ben istediğim zaman yemeğimi yerim olacaktır. Oysa anneler, verdikleri kararların arkasında durup kararlı bir şekilde dursalardı çocuklar, öğün saatlerinde yemek için sofraya oturmasını öğreneceklerdi. Bu da evin kuralları öğretme adına hem kendileri rahat edecekti hem de çocuğun kişiliğine olumlu katkı sağlayacaktı. Bunun sonucunda çocuklar ilerde verdikleri kararlarda kararlı ve tutarlı davranma konusunda bir kişilik geliştireceklerdir.

Anne Babalar Ne Yapmalı?
Sağlığını olumsuz etkileyecek düzeyde çok süt içen bir çocuğu, anne babası daha az süt içmesi için zamanın âlimine götürürler. Durumu dinleyen âlim zat; anne babaya bir gün sonra gelmelerini söyler.

Ertesi gün gelen ve ailenin aşırı süt içen çocuğuna âlim zat:
-“Her şeyin aşırısının sağlık için zararlı olduğunu ve bunun için de diğer besinlerden de yemesi gerektiği gibi sütü de daha az içmesini” söyler. Nasihati dinleyen çocuk, daha az süt içeceği konusunda Âlim zata söz verir.
Çocuğun zamanla daha az süt içtiğini görün anne baba, durumu merak edip âlim zata neden ertesi gün çağırdığını sorarlar.
Âlim zat da aileye:

-“Ben de sütü çok severdim ve o sabah ben de süt içmiştim. Daha sütün kokusu ağzımda dururken nasıl bu çocuğa süt içme diyebilirdim ki. İşte bu yüzden ertesi günü gelmenizi söyledim” der.(Kaynak: M. Emin Karabacak, Tabakları Ayırdık Çocuklar Söz Dinlemez oldu, Ensar Neşriyat)

Anne babalar çocuklarını eğitip yetiştirirken, söylem ve davranışlarıyla kararlı ve tutarlı davranmaları gerekir. Söylediği sözü hayatında yaşayıp uygulamayan ve konuda çocuklarına uygun model olamayan anne babalar, söyleyecekleri sözlerinde hiçbir faydası olmayacaktır. Özü sözüne uymayan ve söylemleri sadece sözde kalan anne babaların sözleri de çocukların yanında hiçbir değeri olmayacaktır. Cenab-ı Hak; “Ey iman edenler niçin yapmayacağınız şeyleri söylersiniz.” (Saff,2) buyurmaktadır.

Bir gün Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) Efendimiz Abdullah bin Amr’ın çocukluğunda, evlerinde misafir iken, annesi ona bir şey vereceğini söyleyerek yanına çağırdı. Rasûlullah Efendimiz çocuğa ne vermek istediğini sordu. Annesi hurma vereceğini söyledi. Bunun üzerine

Rasûlullah (s.a.v.); “Eğer aldatıp bir şey vermeseydin sana bir yalan yazılmış olurdu,” buyurdu. (Ahmed b. Hanbel, 3/447)
Anne babalar çocuklarla ilişkilerinde tutarsızlıktan uzak durma adına yalandan da kaçınmaları gerekir. Çünkü bugün birçok tutarsızlığın temelinde yalan yatmaktadır. Birçok anne baba ev içi kuralları koyma ve uygulamada yaşadıkları tutarsızlıkları açıklamak için yalana sığınmaktadırlar. Yalana sığınmamak ve çocukları ikilem içinde bırakmamak için kuralların nedenleri ve amaçları açık açık izah edilmelidir. Bu da çocukların aile hayatında kadar okul ve toplumsal hayatta da neleri yapmaları ya da neleri yapmamaları gerektiğini öğretecektir.

Anne babalar, koydukları kurallarda tutarlı olmaları kadar bu kuralları uygulamada da kararlı olmaları gerekmektedir. Televizyon seyretmek, cepten internete girmek yemek yerken ve ders çalışırken yasaksa bu kural her zaman uygulanması gerekir. Bunun yanında annenin koyduğu kuralı baba, babanın koyduğu kuralı anne kaldırmamalıdır.

Sonuç olarak çocukların günlük hayatta olduğu gibi ileriki hayatlarında da dengeli ve tutarlı bir kişilik geliştirmeleri için öncelikle anne babaların dengeli ve tutarlı davranmaları gerekir. Çocukların gözünde anne babalar, özel hayatlarında farklı toplumsal hayatta farkı davranıyorsa çocukların tutarlı davranışı öğrenmeleri de çok zor olacaktır. Çocukların gözünde anne babaların saygınlıklarının azalmaması için her zaman her yerde kararlı ve tutarlı olmaları gerekir.

Mehmet Emin Karabacak
cocukaile.net

Kalbî Algı

“ Üst alt ilişkisi sorunsuz zamanda olur. Sorunsuz zamanda doğrular, yanlışlar, iyiler-kötüler, görgü kuralları, değerler çocuğa öğretilebilir. Başka bir deyişle, sorunsuz zamanda ast- üst ilişkisi içinde anababa benlik durumunuzla/rolünüzla iletişim kurmanızda hiçbir sakınca yoktur, öyle de olmalıdır. Ama sorunlu zamanda üst alt ilişkisi içinde anababa rolünde çocuğa bunları öğretmezsiniz. Sorun varken duygular yoğundur. Duygular yoğunken akıl geridedir. Nesilden nesile gerçekleştireceğimizi/eğitimi ancak duyguların, özellikle olumsuz duyguların olmadığı sorunsuz alana verebiliriz.” ( Mutlu Aile Mutlu Çocuk- Birsen Özkan)

Yaz boyu özellikle ilgilendiğim alan “ iletişim” oldu. Daha doğrusu okuduğum, öğrendiğim ne varsa “ doğru bir iletişim dili ve zemini “ oluşturmazsak bizi bildiklerimizin hamallığını yapmaktan öteye götürmediği sonucuna çıkardı. Bizi hamallıktan kurtaran şeyde anlamak ve anlaşılmak aslında. Her bir eylemin içimizde oluşturduğu his sebebiyle bizi götürdüğü davranış, terbiyeden çok daha önce anlaşılmayı bekliyor.

Yukarda alıntıladığım cümlelerde de yazar tam bunu söylüyor. Pek çok ebeveynin kafasını karıştıran hususu çok iyi dile getirdiğini düşünüyorum. Çünkü kriz anlarında, sözümüz itibarını yitirdiğinde “ ben onun anne/babası değil miyim, beni hiç ciddiye almıyor” diye düşünmemize sebep olan şey, bu bakış açısının zihnimizde şekillenen hali.

Pek çoğumuz problem halinde, çocuğa bir şey öğreteceğimize inandığımızdan, çocuk, sokakta kendini yere attığında, yalan söylediğinde, ödevlerini yapmadığında, kardeşi ile kavga ettiğinde, yaptığımız şeylerden biri kızmaksa, diğeri akıl vermek oluyor genelde.

Birsen Özkan’ nın da dediği gibi, böyle zamanlar bizim için eğitim saatleri değil, çocuğumuzu anlama saatleri olmalı öncelikle. Çocukla aramızdaki ilişkiyi kıymetlendiren ve kuvvetlendiren de, duyguların yoğun yaşandığı bu dönemde, teselli edici ve dinleyici olmayı kabul etmekle oluyor.

Haim Gİnot “ Kuşlar uçar, balıklar yüzer ve insanlar hisseder.” Der. Bunun hayatımıza bu denli nokta atışı ile oturması durumunda, ebeveyn ve çocuk ilişkisinde sağlıklı zamanlarda yapılan öğretilerin nesilden nesile aktarılabileceğini söylemek mümkün. Sıkıntının olmadığı, iletişimin zirvede olduğu bir zamanda, yalan söylemenin yanlış olduğunun, kardeşliğin güzelliğinin, sorumluk sahibi olmanın öneminin bir manası olur çocuğun zihin dünyasında. Çünkü sorun anında, zihni melekelerimizin yerine oturmasından çok önce, bir dolu duygu yaşarız.

Sanırım bunca yıl bunun tam tersi uygulandığı için “ Ne hissediyorsun?” sorusunun muhatabı olduğumuzda çok net tanımlayamayız hislerimizi. Genelde o davranışın yanlış olduğunu düşünmekten daha fazlası gelmez aklımıza. Duyguları, yargılanmadan, eleştirilmeden ve nasihata tabi tutulmadan, bir ilişki biçimine girilseydi bizimle kendimizi ifade etmemiz çok daha mümkün olurdu belki de. Haftanın yalnızca bir günü ve bir saati muhatap olunmasına rağmen, bir terapistin çocuk ya da yetişkin üzerindeki değişimini gözlemleyebilmemiz bunun en iyi örneği bana kalırsa. İyi bir terapist duygu anlarında danışanını anlamaya çalıştığından, düşünme zeminine geçtiğinde söyledikleri tesir gücünü arttırıyor danışanın nazarında.

O yüzden, çocuğumuzla gerçek ve doğal bir ilişkinin başlangıcı onu zihni bir algıyla değil, kalbi bir algıyla anlama talebiyle başlayacaktır diye düşünüyorum.  “Şu an üzgünsün, sana kızdığım için bana kırgınsın” diyebilmek, “ Sus ağlama, sen bebek misin?, büyüklere vurulmaz” dan kıymetli olacaktır çocuk için.

Bu kıymet içinde, henüz çok küçükken onun hislerini dillendirmeye başlamak gerek ki, konuşmaya başladıklarında kendi hislerinin farkına varsınlar.

İnanın o zaman henüz dört yaşındaki çocuğunuzun” Ben şu an çok üzgünüm” cümlesindeki şükrün lezzerini fark edebiliyorsunuz.

Tuğba Akbey İnan

cocukaile.net

Eğitim Anne Babaların Kalitesi Kadardır

Bunca yıldır karşılaştığım “öğrenci sorunlarının” en temelinde yatan gerçeğin, aile kalitesi ya da kalitesizliği olduğunu fark ettim. Hatta ileri yaşlardaki birçok psikosomatik rahatsızlıklarımızın da altında yatan gerçeğin de yine çocukluk yıllarındaki yaşantıya dayandığını gördüm. Uzmanların da belirttiği gibi, bireyin kişiliğinin şekillenmesi 0–10 yaş arasındaki yaşama bağlıdır. Bilinçaltı dediğimiz, insanın program hard diski işte o yıllarda yazılıyor. Ailedeki yaşam formları çocuklarda aynen yerleşmektedir. Tüm inançlar bu yaşlarda edinilmektedir. Hatta çocuğun ileride ne tür bir yaşamla karşılaşacağı, hangi hataları yapacağı, hangi hastalıklara yakalanacağı çocukluk yılları yaşantısından öngörülebilir. Çünkü Bilinçaltı inanılmaz bir gerçek ve bunu çoğu kişi henüz bilmiyor. Eğer modern tıp bilimi “Bilinçaltı” programlarını inceleseydi ve hastalıklarla ilgisini araştırsaydı, hayretler içinde kalacaktı, bundan kesinlikle eminim.

Tüm bu çocukluk yılları ne olursa olsun, eğitim bilimciler zaten bunun için vardır. Elbette ki çocukluk yılları olumsuz bile olsa, eğitim ile iyi yönde değişim ya da gelişim gerçekleşebilir. Gerçekleşir gerçekleşmesine de gemi ahşaptan yapılmışsa, bu ana unsur asla değiştirilemez. Sadece üzerinde motif yapabilirsiniz. Çünkü bu gemi yol almaya devam ediyor. Yaşam durmuyor, devam ediyor. Hem çocukluk yıllarında ana malzemenin kalitesini ortaya koymak daha kolayken, neden zor olanı yapalım ki?

Bakın şu söz (hadis) ne kadar muhteşem: “Küçükken öğrenilen taş üzerine kazı, büyükken öğrenilen su üzerine yazı.” İlk görev yerim olan Adıyaman’da, Kommagene Krallığı’ndan kalan 4000 yıllık taş yazıtlar görmüştüm. Sapasağlam duruyorlardı ve çok net bir şekilde yazılar okunuyordu. İşte insanın çocukluk yılları da aynen bu taş yazıt gibidir ve bilinçaltına yazılan inançları silmek oldukça zordur. Yerine yeni bir inanç koymak ise daha da zordur.

O hâlde tüm oklar aileyi gösteriyor. Anne ve babaları gösteriyor. “Şu ülkede her şeyin okulu var da neden ‘Aile Okulu’ yoktur?” diye her zaman sorarım kendi kendime. Bir otomobili sürmek için sürücü kursu var da aileyi sürdürmek için neden kurs yok? Oysa trafikteki nezaketin ve sağduyunun öğretildiği yer asla sürücü kursu olmamıştır, aksine bu kültür ailede öğrenilir. Kırmızı ışıkta duranlar sürücü kursunda başarılı olanlar değil de aile terbiyesi almış olanlardır; öyle değil mi?

Mutlu çocuklar, anne baba tarafından sevgi ile doyurulan çocuklardır. Çocukluğunda anne sevgisini yeterince alamamış çocukların ileri yaşlarında “sevgi açlığı” çektiklerini söylersem şaşırmayın. Objektif gözlemler bunu gösteriyor. Anne sevgisi ile yeterince beslenmeyen çocukların, yetişkin yaşlarında hangi sevgilerin peşinde koşacakları son derece ürkütücüdür.

Yine çocukluğunda babasından yeterince “güven duygusu” alamamış çocuklara, hiçbir “yaşam koçu” yardımcı olamıyor. Baba tarafından yüreklendirilmeyen çocuklar pasif kişilikli ve özgüven yoksunu olmaktadır.Hele hele aşağılanan ve hata yaptığında yargılanan çocuklar, yaşamları boyunca asla özgür olamıyorlar ve girişimci ruhu kazanamıyorlar. Nice yetişkinin yaşamları incelendiğinde, çocukluk yıllarına ait böylesi duygusal yaraların olduğu ortaya çıkacaktır.

Yetişkinlikte sağlıklı ve güçlü olmanın yolu, çocukluk yıllarındaki duygusal beslenmeye bağlıdır. Hepimiz aslında yüreğimizdeki halının altına süpürdüğümüz birçok duygusal çöplüklerle yaşıyoruz. Bunlarla yüzleşmek ama anne babamıza tepki vermemek yüce bir erdemdir. Onlar bilmiyorlardı, bu kadar yapabildiler. Onları affedelim. Biz ise anne babalık kalitemizin artması için de çaba içinde olalım.

Bu yüzden “çocuk eğitimi” değil de “anne babalık eğitimi” çok daha büyük önem taşıyor. Elbette ki çocuk eğitimi, gelişen dünyada son derece önemlidir. Bununla birlikte, çocuk eğitimini yapan en etkili kişi anne babadır. Öğretmenler daha sonra gelir. Hem öğretmenlerin yapabildiği teknik öğretimdir. Bunun bilinçaltına etkisi zannedildiği kadar değildir. Anne baba tutumları inanılmaz önemlidir. Öyle değil mi? Nice kızdığınız öğretmeninizi unutmuş olmalısınız. Oysa anne babanızın davranışlarını asla unutamazsınız. Hem de asla.

Burada demek istediğim şu ki; ürün ile ilgilenmek ürünün kalitesini arttırmaz, sadece ambalajını ve cilasını etkileyebilirsiniz. Her ürün, örneğin bir cep telefonunun kalitesi, üretim yerinin kalitesine, hammadde kalitesine ve işçilik kalitesine bağlıdır. Ürünün üretim yerindeki hijyen, ham madde kalitesi, kullanılan kalıplar ve daha birçok unsur ürünün kalitesini belirleyen en önemli faktörlerdir. Üründen kastım da hiç kuşku yok ki ”çocuktur”. Neslimizin kalitesini arttırmak, anne babaların kalitesine bağlıdır. Düşünün ki bir evin tavanı akıyor. Evin hanımı da sürekli ıslanan ve kirlenen halıyı siliyor. Halıyı silmenin faydası yok, hatta harcanan emeğe yazık. Yapılması gereken, tavanı tamir etmektir. Tavan akmaya devam ederse, bu milletin halısı kirlenmeye devam edecektir. Polis teşkilatının halı silme kabilinden başarıları aslında toplumsal dramın yansımasıdır. Anne babaların kalitesi arttıkça Polisin iş yükü azalacaktır. Tavan akmasaydı halı ıslanmayacaktı vesselam.

Ve toplumun, özelde de anne babaların gündeminde eğitim ve bilim olmazsa, terör olacaktır. Oluyor da ne yazık ki. Gündemimiz Eğitim olsun, Bilim olsun. Diğer gündemler geçicidir, kalıcı olanda kalmak akıllıcadır.

Anne babalık kalitemiz artmadıkça, polis teşkilatının iş yükü azalmayacak, aksine artacaktır. En güzel anne baba olabilmek dileklerimle, selam ve sevgilerimle…

Selahattin Yaylamaz

cekmekoy2023.com

Hazır Yoğurt Yok(sa) Okula Gitmem!

Lise Öğrencisi: Anneeee! Akşam yemekte ne var?

Anne: Fasulye, pilav, salata…

Lise Öğrencisi: Yoğurt da var mı?

Anne: Var.

Lise Öğrencisi: Hazır yoğurt mu?

Anne: Hayır, ev yoğurdu.

Lise Öğrencisi: Hazır yoğurt yoksa ben yemem! Yarın okula da gitmem!

-Se –Sa’lı Yetişen Çocuklar

Konuşmanın devamını tahmin etmişsinizdir.  Anne ne; “Keyfin bilir.” demiştir ne de çocuk okula gitmemezlik etmiştir. Çünkü günümüz çocukları –se, -sa’larla büyüdükleri için, isteklerini de –se, -sa’larla yerine getirteceklerinden o anne de ne yapıp ne edip o yoğurdu sofraya getirmiştir.

Eskiden ne anne babaların ne de çocukların böyle bir şansı yoktu. Çünkü sofralarda bu kadar çeşit olmadığı gibi seçme sansları da yoktu.  Buna çocuk sayılarının fazlalığı da eklenince sofraya konulan hemen biteceğinden beğenmemezlik de edilmezdi. Yemeğe kızıp yemeyeceğini söyleyen çocuğa annenin vereceği cevapta; “… kökünü ye!” olacaktır. Günümüzdeki gibi yemeklerin saklanacağı buzdolabı da olmadığı için, artan yemeklerde ya kedinin çanağına ya da yal kovasına (hayvanlar için yemek artıklarının toplandığı kova) dökülürdü. Pireye kızıp yorganın yandığını gören çocukta bir daha sofraya nazlanmadan oturacaktır.

Oysa günümüz çocuklarının yedikleri önünde yemedikleri arkalarındadır. Buna rağmen birçok çocuk, önüne konan birçok yiyeceğe burun kıvırmaktadırlar. Yiyecekleri beğenmeyip burun kıvıran bu çocukların gönüllerini hoş etmek içinde pazarlığa girilmektedir.

Geriye dönüp şöyle bir baktığımızda çocukların  –se, -sa’lar büyütüldüğünü görüyoruz. -Se, -sa’larla büyüyen çocukların geri bildirimleri de tepkileri de hep –se, -sa’larla olacaktır.

Anne babaların çocuklara karşı –se, -sa’ları en çok kullandıkları durumlar: Uslu uslu oturursan, yemeğini yersen, ödevlerini yaparsan, sınavı kazanırsan, takdir alırsan, çalışırsan, sözümü dinlersen… Yemeğini yemezsen, yaramazlık yapmazsan, ödevlerini yapmazsan, sınavı kazanamazsan, sözümü dinlemezsen, zayıfsız gelmezsen… Bunlar aklımıza ilk gelenler.

-Se, -sa’larla büyüyen çocuklar büyüdükleri zamanda onlarda yerine göre anne babasıyla yerine göre arkadaşlarıyla yerine göre de eşiyle sorumluluklarını yerine getirmede  –se, -sa’larla yapacaktır. Seversen(iz), telefon alırsan(ız), tatile götürürsen(iz), araba alırsan(ız), ev alırsa(ız), iyi bir iş bulursan (ız)…

Neden –Se, -Sa?

Anne babalar, çocuklarla ilişkilerinde –se, -sa’ya bağlı şart kipi cümleler kurmalarının temelinde; istek ve beklentilerini gerçekleşmeme kaygısından kaynaklanmaktadır.

Anne-baba ve çocuk arasındaki ilişkilerde –se, sa’ya dayanan sevgiyi Japon yazar Masumi Toyotome üçe ayırmaktadır. Masumi Toyotome bunları da “eğer, çünkü, rağmen” olarak adlandırır.

Birincisi “Eğer” türü sevgidir. Beklentiler karşılanırsa karşı tarafa verilecek şartlı sevgi. Başka bir ifadeyle isteklerini yerine getirtmek için vaat edilen, karşı tarafı düşünmeyen tek taraflı ve bencil bir sevgi türüdür. Eğer derslerine çalışırsan seni severim, eğer beni üzmezsen seni severim, üniversiteyi kazanırsan seni severim.

İkincisi “Çünkü” türü sevgidir. Bu tür sevgide de bir şeylere sahip olunduğu için ya da koşulu taşıdığı veya gerçekleştirdiği için gösterilir. Seni seviyorum çünkü: Derslerine çalıştığın için, beni üzmediğin için, sözümü dinlediğin için, yatağını topladığın için…

Üçüncüsü “Rağmen” türü sevgidir. Eğer ve çünkü sevgi türlerinde bir şart ve koşul olmasına rağmen bu tür sevgide böyle bir koşul yok. Sevgiler karşılıksız ve her şeye rağmen sevgi özelliğini kaybettirmez. Çocuklarının yaramazlıklarına ve tembelliklerine rağmen sevebilmek bu tür bir sevgidir.

Sonuç olarak; gönül ister ki çocuklara gösterilen sevgiler, rağmen türü sevgi olsun. Ancak birçok anne baba sözünü dinletmek ya da çocukların sorumluluklarını yerine getirtmek için diğer sevgi türlerini kullanmaktadırlar. “Ne ekersen onu biçersin!” misali çocuklarda anne babalarında gördükleri –se, -sa’lı sevgiyi yine anne babalarına istek ve sorumluluklarını –se, sa’ya bağlayarak getirtmektedirler.

Mehmet Emin Karabacak

cocukaile.net