Etiket arşivi: Arnavut

Allah’a Sığındım (Şiir)

Allah’ım ben günahkarım, sığındım affına,

Karar verdim katılacam tevbekarlar saffına,

Başka yerim yok, ben dayandım Gaffar adına,

Sana sığındım  çünkü Sen Gafuru Rahimsin.

 

Allahım bir hücreden yarattın bu hakiri,

Enva-i ni’metlerle, doyurdun bu fakiri,

Ne yazık ki olamadım, Rabbimin  şakiri,

Bağışla Rabbim, başka kapı yok ki gidilsin.

 

Allah’ım iç ve diş alemimi net görürsün,

Kur’anda dedin, hazır ol bir gün ölürsün,

Eğer günahları bırakmazsan, sürünürsün,

Günahımı afet Rabbim, Gafuru Rahimsin.

 

Beni hiçliklerden alarak, meydana attın,

Behaim yaratabilirdin, insan yarattın,

Bir munkîr yapabilirdin, Mü’minlerden yaptın,

Ümidi kesmedim, çünkü Gafuru Rahimsin.

 

Bizi küffardan alıp, ana vatana attın,

Masıvaya, asla muhtaç  olmadan yaşattın,

Şerefin büyüğü olan, Nurculara kattın,

Günahlardan koru beni, Rahimu Kerimsin.

 

Yine sonsuz şefkatinle, neslimi çoğalttın,

Sonsuz rahmetinle onları, nurlara kattın,

Rahmetinle âilemin, tamamını Nurlattın,

Allah’ım bu hal onlarda sona kadar gitsin.

 

Allahım çok şükür beni istihdam ettin,

Nurları  Arnavut diline çevirtirdin,

Nurları onlara ulaştırmaya Sebepsin,

Duam onları hidayete Rabbim erdirsin.

 

Fitne-i ahır zaman halkı, fazla sıkıyor,

Her taraftan düşmanlar, imana saldırıyor,

Korumazsan Allah’ım, hayatımız bitiyor,

Sen isyandan koru bizi, Rahimu Kerimsin.

 

Laik sistemler mü’minleri fazla eziyor,

Bir ve iki ayaklı şeytanlar saldırıyor,

Öte yandan nefsi emmare bizi boğuyor,

Onların şerrinden sen koru, çükü Hafizsin.

 

Gaffarsın Allahım kabul buyur tevbemizi

Rabbim  İmanımız hatırına koru bizi,

Yardımınızla bırakmayalım Nurlu izi,

Rabbim senden ricam, bu hayat ak yüzle bitsin. İnşaAllah…

 

Abdülkadir.Haktanır

www.NurNet.org

Said Nursî’nin Milliyetçilik Görüşü

 “Sizi taife taife, millet millet, kabîle kabîle yaratmışım; tâ birbirinizi tanımalısınız ve birbirinizdeki hayat-ı içtimaiyeye ait münasebetlerinizi bilesiniz, birbirinize muavenet edesiniz. Yoksa sizi kabîle kabîle yaptım ki; yekdiğerinize karşı inkâr ile yabani bakasınız, husumet ve adavet edesiniz değildir!”
* * *

Kürdçülük, Türkçülük vesaire gibi menfi milliyet fikri, İslâmiyet Milliyetini parçalamak için hâriçten içimize sokulmuş öldürücü bir zehirdir.

Ey efendiler! Ben, herşeyden evvel Müslümanım ve Kürdistan’da dünyaya geldim. Fakat, Türklere hizmet ettim ve yüzde doksan dokuz menfaatli hizmetim Türklere olmuş ve en çok hayatım Türkler içinde geçmiş ve en sadık ve en hâlis kardeşlerim Türklerden çıkmış ve İslâmiyet ordularının en kahramanı Türkler olduğundan, meslek-i Kur’aniyem cihetiyle, her milletten ziyade Türkleri sevmek ve taraftar olmak kudsî hizmetimin muktezası olduğundan; bana Kürd diyen ve kendini milliyetperver gösteren adamların bini kadar Türk Milletine hizmet ettiğimi, hakikî ve civanmerd bin Türk gençlerini işhad edebilirim.
Hem heyet-i hâkimenin ellerinde bulunan otuz-kırk kitabımı; hususan İktisad, İhtiyarlar, Hastalar Risalelerini işhad ediyorum ki: Türk Milletinin beşten dört kısmını teşkil eden musibetzede, fakirler ve hastalar ve dindar müttakiler taifelerine bin Türkçü kadar hizmet eden o kitablar, Kürdlerin ellerinde değil, belki Türk gençlerinin ellerindedirler…
(Tarihçe, sh. 228)
***

… Şimdi ise, en ziyade birbirine muhtaç ve birbirinden mazlum ve birbirinden fakir ve ecnebi tahakkümü altında ezilen anasır ve kabail-i İslâmiye içinde, fikr-i milliyetle birbirine yabani bakmak ve birbirini düşman telakki etmek, öyle bir felâkettir ki, tarif edilmez. Âdeta bir sineğin ısırmaması için, müdhiş yılanlara arka çevirip, sineğin ısırmasına karşı mukabele etmek gibi bir divanelikle; büyük ejderhalar hükmünde olan Avrupa’nın doymak bilmez hırslarını, pençelerini açtıkları bir zamanda, onlara ehemmiyet vermeyip belki manen onlara yardım edip, menfî unsuriyet fikriyle şark vilayetlerindeki vatandaşlara veya cenub tarafındaki dindaşlara adavet besleyip onlara karşı cephe almak, çok zararları ve mehaliki ile beraber; o cenub efradları içinde düşman olarak yoktur ki, onlara karşı cephe alınsın. Cenubdan gelen Kur’an nuru var, İslâmiyet ziyası gelmiş; o içimizde vardır ve her yerde bulunur.

İşte o dindaşlara adavet ise; dolayısıyla İslâmiyete, Kur’ana dokunur. İslâmiyet ve Kur’ana karşı adavet ise, bütün bu vatandaşların hayat-ı dünyeviye ve hayat-ı uhreviyesine bir nevi adavettir. Hamiyet namına hayat-ı içtimaiyeye hizmet edeyim diye, iki hayatın temel taşlarını harab etmek; hamiyet değil, hamakattır!
* * *

Ey Türk kardeş! Bilhâssa sen dikkat et! Senin milliyetin İslâmiyetle imtizac etmiş. Ondan kabil-i tefrik değil..
Dünyanın her tarafında olan Türkler ise Müslümandır. Sair unsurlar gibi, müslim ve gayr-ı müslim olarak iki kısma inkısam etmemiştir. Nerede Türk taifesi varsa, Müslümandır. Müslümanlıktan çıkan veya Müslüman olmayan Türkler, Türklükten dahi çıkmışlardır (Macarlar gibi).
* * *
Asya akvamını intibaha getirecek, terakki ettirecek, idare ettirecek; din ve kalbdir. Felsefe ve hikmet ise, din ve kalbe yardım etmeli, yerine geçmemeli.
* * *

“Dil, din bir ise; millet birdir.”
Madem öyledir. Hakikî unsuriyete değil; belki dil, din, vatan münasebatına bakılacak. Eğer üçü bir ise, zâten kuvvetli bir millet; eğer biri noksan olursa, tekrar milliyet dairesine dâhildir.
* * *

Bediüzzaman: O vilayat-i şarkiye Âlem-i İslâm’ın bir nevi merkezi hükmünde, fünun-u cedide yanında ulûm-u diniye de lâzım ve elzemdir. Çünki ekser enbiya şarkta ve ekser hükema garbda gelmesi gösteriyor ki, şarkın terakkiyatı din ile kaimdir.
* *
Başka vilayetlerde sırf fünun-u cedide okutturursanız da şarkta herhalde millet, vatan maslahatı namına, ulûm-u diniye esas olmalıdir. Yoksa Türk olmayan müslümanlar, Türk’e hakikî kardeşliği hissedemiyecek. Şimdi bu kadar düşmanlara karşı teavün ve tesanüde mecburuz.
* *

Hattâ bu hususta size bir hakikatli bir misal vereyim:
Eskiden, Türk olmayan bir talebem vardı. Eski medresemde hamiyetli ve gayet zeki o talebem ulûm-u diniyeden aldığı hamiyet dersiyle her vakit derdi: Sâlih bir Türk elbette fâsık kardeşimden, babamdan bana daha ziyade kardeş ve akrabadır.

Sonra aynı talebe tali’sizliğinden sırf maddî fünun-u cedide okumuş. Sonra ben dört sene sonra onun ile görüştüm. Hamiyet-i milliye bahsi oldu. O dedi ki: Ben simdi râfizî bir Kürdü, sâlih bir Türk hocasına tercih ederim. Ben de eyvah dedim. Sen ne kadar bozulmuşsun. Bir hafta çalıştım, onu kurtardım, eski hakikatli hamiyetine çevirdim.
* *
işte ey meb’uslar!.. O talebenin evvelki hali Türk milletine ne kadar lüzumu var ve ikinci halinin ne kadar vatan menfaatına uygun olmadığını fikrinize havale ediyorum.

Bediüzzaman Said Nursî

Mehmet Akif ve Bediüzzaman

BEDİÜZZAMAN SAİD NURSİ VE MEHMED AKİF ERSOY

Bediüzzaman ve M.Akif iki güzel insan. Bu gönüldaşlar,  âlem-i İslam da gördükleri hastalıkları bedenlerinde hissetmiş ve tedavi çarelerini düşünmüş iki Lokman hekim…

Şan, şöhret ve makamdan kaçmış mütevazi ve alçak gönüllülükte hüsn-ü misal olmuş, hakikatı haykırmada hiç kimseden korkmamış iki  büyük kahraman…

Milletimize fikir ve manevi sahada öncülük etmiş değerleri hayattayken anlaşılamamış, fakat onlar doğruluğuna inandıkları her konuda taviz vermeden hayatlarını geçirmiş milletimizin en zor anlarında ümit kaynağı olmuş kıymetli simalaramızdandır.

İnsan gerek Risale-i Nur’ları gerekse Safahat’ı okurken aynı duyguları hissediyor ve aynı mesajları alıyor. En azından ben bu hissiyata sahip oluyorum. Aşağıda yazacağımız örneklerde sizlerinde aynı şekilde düşüneceğiniz kanaatindeyim. Çünkü bu iki değer, yaşadıkları devirde dine ve manevi değerlere olan lakaytlığa şahit olmuş bundan son derece endişe duyarak Kur’an’a müracaat etmişlerdir. M.Akif bunu;

Kur’an’dan alarak ilhamı

Asrın idrakine söyletmeliyiz İslam’ı

beytini kaleme almasına sebep olurken, sanki bu çağrıyı duyan Bediüzzaman da külliyatındaki bütün hakikatleri Kur’an’dan alarak Kur’an’ı;

“Şu kitab-ı kebir-i kâinatın bir tercüme-i ezeliyesi.. ve âyât-i tekviniyeyi okuyan mütenevvi dillerinin tercüman-ı ebedîsi.. ve şu âlem-i gayb ve şehadet kitabının müfessiri… Ve zeminde ve gökte gizli Esmâ-i İlahiyenin mânevî Hazînelerinin keşşâfı.. ve sutûr-u hâdisâtın altında muzmer hakaikın miftahı.. ve şu İslâmiyet âlem-i mânevîsinin güneşi, temeli, hendesesi.. ve avalim-i uhreviyenin mukaddes haritası… ve insana hem bir kitab-ı şeriat, hem bir kitab-ı dua, hem bir kitab-ı hikmet, hem bir kitab-ı ubûdiyet, hem bir kitab-ı emir ve davet, hem bir kitab-ı zikir, hem bir kitab-ı fikir, hem bütün insanın bütün hâcât-ı mâneviyesine merci’ olacak çok kitabları tâzammun eden tek, câmi’ bir KİTAB-I MUKADDES.” olduğunu muazzam bir tarifle ifade etmiştir.

Bizim en ciddi meselelerimizden olan milliyetçilik konusunda Bediüzzaman müstakil bir risale kaleme almıştır. O yazdığı risalede milliyet fikrini müsbet ve menfi olmak üzere ikiye ayırarak ayet ve hadislerin kesin bir şekilde, menfi milliyeti ve fikr-i unsuriyeti kabul etmediğini, müsbet ve mukaddes İslamiyet milliyetinin, ona ihtiyaç bırakmadığını ifade etmiştir. “ Evet, acaba hangi unsur var ki, üç yüz elli milyon vardır? Ve o İslâmiyet yerine o unsuriyet fikri, fikir sahibine o kadar kardeşleri, hem ebedî kardeşleri kazandırsın? Evet, menfi milliyetin tarihçe pek çok zararları görülmüş. Ezcümle, Emevîler, bir parça fikr-i milliyeti siyasetlerine karıştırdıkları için, hem âlem-i İslâmı küstürdüler, hem kendileri de çok felâketler çektiler. Hem Avrupa milletleri şu asırda unsuriyet fikrini çok ileri sürdükleri için, Fransız ve Almanın çok şeâmetli ebedî adâvetlerinden başka, Harb-i Umumîdeki hâdisât-ı müthişe dahi, menfi milliyetin nev-i beşere ne kadar zararlı olduğunu gösterdi.” diyen Bediüzzaman İslam dünyasında Emevileri ve Avrupa’da da Fransız ve Almanları tarihte örnek göstererek bu fikrin geçmişte çok ağır ve elim neticeler verdiğini müşahhas örneklerle ortaya koymuştur.

Aynı şekilde M.Akif Safahat’ta sanki  Bediüzzaman’ın nesir olarak ifade ettiklerini manzum olarak bakın nasıl terennüm etmiştir.

Hani milliyetin İslam idi… Kavmiyyet ne!

Sarılıp sımsıkı dursaydı a milliyetine.

“Arnavutluk” ne demek? Var mı şeriatte  yeri?

Küfr olur, başka değil, kavmini sürmek ileri!

Arap’ın Türk’e; Laz’ın Çerkez’e, yahut Kürt’e

Acem’in Çinli’ye rüçhanı mı varmış? Nerde!

Müslümanlıkta “anâsır”mı  olurmuş? Ne gezer!

Fikr-i milliyeti tel’in ediyor Peygamber

En büyük düşmanıdır rȗh-ı Nebi tefrikanın;

Adı batsın onu İslama sokan kaltabanın!

Şu senin akıbetin bin bu kadar yıl evvel.

Sana söylenmiş iken doğru mudur şimdi cedel?

diyerek menfi milliyetin  zararlarını adeta ruhunda hissederek mezkȗr beyitleri kaleme almıştır.

Bunun yanında Bediüzzaman bizim en büyük düşmanımızın cehalet, zaruret ve üçüncü olarakta ihtilaf’ı saymıştır.

Fikirlerini hiç kimseden çekinmeden anlatan bu iki mümtaz şahsiyet  dinlenilmediği vakit veya anlaşılamadığı zamanlarda da aynı duyguları paylaşmıştır. Mesela Bediüzzaman şarktaki aşiret reisleriyle olan muhavere ve münazaralarında o yüksek fikirleri idrak edilmediği vakit ;

Ey muhataplarım! Ben çok bağırıyorum. Zira asr-ı sâlis-i aşrın (yani on üçüncü asrın) minaresinin başında durmuşum; sureten medenî ve dinde lâkayt ve fikren mazinin en derin derelerinde olanları camiye dâvet ediyorum.

İşte ey iki hayatın ruhu hükmünde olan İslâmiyeti bırakan iki ayaklı mezar-ı müteharrik bedbahtlar! Gelen neslin kapısında durmayınız. Mezar sizi bekliyor, çekiliniz. Tâ ki, hakikat-i İslâmiyeyi hakkıyla kâinat üzerinde temevvüc-sâz edecek olan nesl-i cedid gelsin! derken

M.Akif’te benzer şekilde sözleri anlaşılmadığında;

-Siz, ey heyakil-i bȋ-ruhu devr-i mazinin

Dikilmeyin yoluna kârbân-ı âtinin

Nedir tarȋkını kesmekte böyle isti’cal?

Durun, ilerlesin Allah için şu istikbal

Yani; Ey mazi devrinin ruhsuz heykelleri

Gelecek kervanın yoluna dikilmeyin

Yolunu kesmekte acele etmek nedir?

Allah için durun şu istikbal ilerlesin demiştir.

Hülasa edecek olursak Bedizzaman Said Nursi ve Mehmet Akif Ersoy soysal hayatta gördükleri eksiklerin temel sebebini İslami esaslardan ayrılmaktan kaynaklandığını düşünürler. Zira Bediüzzaman ve Akif milletin hastalığının kaynağını za’f-ı diyanete(dini hassasiyetlerde zayıflamaya) bağlarlar. Bu duygu ve düşünceyle halka güven verip harekete geçirmek için bazı ayet ve hadisleri Bediüzzaman nesir olarak Akif’te manzum olarak asrın idrakine uygun şekilde yorumlaya çalışmışlardır. Yukarda mezkur olunan misaller bu ortak düşüncenin bir-iki örnekleri nevindendir.

Hamiyet sahibi bu iki kahraman simanın eserleri okunduğunda hep aynı dertle dertlendiklerine şahit olacaksınız…

Ahmet Gözütok

www.nurnet.org