Etiket arşivi: ashabı kiram

Hz. Ömer (R.A.) kimdir?

Hz. Ömer (r.a),581 yılında Mekke’de doğmuştur.Babası, Hattab b. Nüfeyl annesi, Ebu Cehil’in kardeşi veya amcasının kızı olan Hanteme’dir. Küçüklüğünde, babasına ait sürülere çobanlık ettiği cahiliyye döneminde , Mekke şehir devletinin elçilik görevi onun elindeydi.Ayrıca kabileler arasında çıkan anlasmazlıkların çözümünde etkin rol alırdı.

Hz. Ömer, sert bir mizaca sahip, uzun boylu, buğday tenli, geniş alınlı olup, islâma karşı aşırı tepki gösterenlerin arasında yer almaktaydı. Sonunda O, dedelerinin dinini inkâr eden Muhammed (s.a.s)’i öldürmeye karar vermişti.

Ömer, Resulullah (s.a.s)’i öldürmek için onun bulundugu yere doğru giderken, yolda Nuaym b. Abdullah ile karşilaşti.Nuaym, Ömer’in ne yapmak istediğini öğrenince ona, kızkardeşi ve eniştesinin yeni dine girmiş olduğunu söyledi Bunu öğrenen Ömer (r.a), öfkeyle eniştesinin evine yöneldi. Kapıya geldiğinde içerde Kur’an okunmaktaydı. Kapıyı çalınca, içerdekiler okumayı kesip, Kur’an sayfalarını sakladılar. içeri giren Ömer (r.a), eniştesini ve kızkardeşini dövmeye baslamış Kızkardeşinin ona, ne yaparsa yapsın dinlerinden dönmeyeceklerini söylemesi üzerine, ona karşı merhamet duyguları kabarmaya başlamış ve okudukları şeyleri görmek istediğini söylemişti. Kendisine verilen sahifelerden Kur’an ayetlerini okuyan Ömer (r.a), hemen orada imân etti.

Resulullah (s.a.s)’in nerede oldugunu sordu. Resulullah (s.a.s)’in Daru’l-Erkam’da oldugunu ögrenen Ömer (r.a), doğruca oraya gitti kapıyı açtırdı içeriye girdi Resulullah (s.a.s), Ömer (r.a)’in iki yakasını tutarak; “Müslüman ol ya Ibn Hattab! Allahım ona hidayet ver!” dediğinde, Ömer (r.a), hemen Kelime-i şehadet getirerek imân ettiğini açıkladı Ömer (r.a)’in müslüman olusu, Resulullah (s.a.s)’in yapmis oldugu; “Allahım! Islâmı Ömer b. el-Hattab veya Amr b. Hisam (Ebû Cehil) ile yücelt” şeklinde bir duanın sonucu olarak gerçeklesmişti

Mekkeli müşriklerin, gösterdigi zorbaca tepkiden dolayi müslümanlar, Beytullah’a gidip namaz kılamiyor ve ancak gizlice bir araya gelebiliyorlardi. Ömer (r.a) müslüman olunca doğruca Beytullah’in yanına gitti ve müslüman olduğunu haykırdı. Orada bulunanlar şiddetli tepki gösterdi. Ancak o, müşriklere karsı savasını sürdürerek onların, müslümanlara gösterdiği muhalefeti kırdı ve bir avuç müslümanla birlikte herkesin gözü önünde Beytullah’ta namaza durdu. Onun bu şekilde saflarına katılması müslümanlara büyük bir moral olmuştu.

Abdullah Ibn Mes’ud; “Ömer’in müslüman oluşu bir fetihti” demiştir.

İmân ettikten sonra müşriklere karşı çok sert davranmış ve dinini her ortamda, kimseden çekinmeden herkese meydan okuyarak savunmustur.

Resulullah (s.a.s)’in önemli kararlar alacağı zaman görüşlerine başvurduğu kimselerin başında Ömer (r.a) gelir. Onun ileri sürdüğü görüşler o kadar isabetliydi ki; bazi ayetler onun daha önce isaret ettigine uygun olarak nazil oluyordu.

Peygamberimiz(sav)’e “Ey Allahın Resulü yanınıza kötü niyetli insanlarda geliyorlar hanımlarınız örtülerini örtseler” deyince tesettür ayeti inmiştir.

Ömer (r.a), Bedir, Uhud, Hendek, Hayber vb. gazvelerin hepsine katılmış, bunların bazısında komutan olarak görev yapmıştır.

Hudeybiye’de yapılan anlaşmanın müşrikler lehine görünen maddelerine karşı çıkmış Ancak o, Resulün, Allah Teâlâ’nin gösterdiği dogrultuda hareket etmekten başka bir şey yapmadığı uyarısı karşısında, hemen kendini toparlamış ve olayın iç gerçeğini kavramıştı.

Hz. Ebû Bekir’in kısa halifelik döneminde en büyük yardımcısı Ömer (r.a) olmustur. Hz. Ömer Hz Ebu Bekirden sonra 2. Raşid halife olarak is basina gelmiştir.

Arap yarımadasi O’nun döneminde islâmin hakimiyetine boyun eğmiştir.Kadisiye savaşıyla iran ordusunu hezimete ugratmış, iran’ın bölgelerini Islam’ın hakimiyetine boyun eğdirilmişti. Azerbaycanı sulh yoluyla ele geçirmiştir. Ermenistan bölgesini ve Suriye’yi, Kudüs’ü, Mısır’ı fethetmeyi başarmıştı fethettiği bölgelerdeki halk, müslümanlardan gördükleri müsamaha ve âdil davranışlardan etkilenerek kitleler halinde İslâma giriyorlardı

Devleti teşkilatlandırdı,askerlerin kayıtlarının tutulduğu ve fey ve ganimet gelirlerinin dağıtımının kaydedildiği “divan” teşkilatını kurdu. valilerden ayrı ve bağımsız çalışan kadılar tayin eden ilk kimsedir. Onun Medine’deki kadısı Ebû Derda (r.a)’dir (Eyüp semtinde Nur dershanesinin yanında meftun bulunmaktadır)

Üzerinde titizlikle durduğu en önemli konu adâlet meselesiydi O, mevki, rütbe, soyluluk vb. hiçbir ayırım gözetmeden hakların sahiplerine verilmesi için çok şiddetli davranmıştır. Bu konuda onun yanında bir köle ile efendisi arasinda bir fark yoktur. din ayırımı gözetmemiş, hıristiyan ve yahudilerden olan yoksullara da yardımlarda bulunmuştur.Hz. Ömer, fethedilen bölgelerde okullar açmış, buralara müderrisler tayin etmiş ve Kur’an-i Kerim’i okumak ve onunla amel edebilmek için gerekli olan eğitimin verilmesini sağlama yolunda gayret sarfetmiştir. Kur’an, Hadis ve Fıkıh ögretimi ile uğraşan bu âlimlere büyük meblağlar tutan maaşlar bağlamıştır. Hz. Ömer, devletin her tarafında camiler inşa ettirmişti. Onun zamanında dört bin tane cami yapılmış oldugu rivayet edilmektedir. ilk defa bir takvimin kullanılmasına Hz. Ömer zamanında başlanmıştır O, Hicri 17 de para bastırarak piyasaya sürdü.40 bin kişinin yaşayabileceği gibi şehirler tesis etti,

Hz. Ömer, toplumu ilgilendiren meselelerde karar vereceği zaman müslümanların görüşüne başvurur, onlarla istişare ederdi. O “istişare etmeden uygulamaya konulan isler başarısızlığa mahkûmdur” demekteydi. Hz. Ömer idarede görevlendirdiği memurlarına karşı oldukça sert davranır, onların bir haksızlıkta bulunmalarına asla göz yummazdı. Halka karşı ise son derece şefkatle yaklaşır, onların varsa problemlerini öğrenip çözümlemek için gece-gündüz çalışırdı. O bu hassasiyetini: “Fırat kıyısında bir deve helak olsa, Allah bunu Ömer’den sorar diye korkarm” sözü ile ortaya koymaktadır.

Hz. Ömer, inandığı şeyi yerine getirme hususunda şiddetli davranmakla tanınır O, bir şeyi emrettiği veya yasakladığı zaman ilk önce kendi ailesinden başlardı. Aile fertlerini bir araya toplayarak onlara şöyle derdi; “şunu ve şunu yasakladım. insanlar sizi yırtıcı kuşun eti gözetlediği gibi gözetlerler. Allah’a yemin ederim ki, her hangi biriniz bu yasaklara uymazsa onu daha fazlasıyla cezalandırırım.”

Akrabasından hiçkimseye devlet hizmetinde görev vermemiştir.

Fıkıh usulünün oluşumu Hz. Ömer (r.a) ile başlar Resulullah (s.a.s)’in hadislerinden baska hiç bir şey onun bu içtihadlarının üzerinde değildir Hz. Ömer’e, hak ile batılı birbirinden ayırd edici anlamına gelen el-Faruk lakabını bizzat Peygamberimiz vermiştir .Hz. Ömer (r.a), Hadis rivayeti konusunda çok titiz davranmıştır beş yüz otuz dokuz hadis rivayet etmiştir.

Pahalı, lüks elbiseler giymekten kaçınır, evinin yevmiye masrafı on dirhemi geçmezdi. diğer insanlar gibi gerektiğinde alelade işlerle uğrasmaktan çekinmezdi. Tanımayan kimse onun müslümanların halifesi olduğunu asla anlayamazdı. Çünkü çoğu zaman giydiği elbise yamalarla doluydu. Hz. Ömer güçlü bir hitabet kudretine sahip şiire de ilgi duyan ve şiir zevki olan sahabilerden birisidir,iyi ata biner ve güreş tutardı. O, her sene haccetmeyi asla ihmal etmemiştir.

Hz. Ömer (r.a)’in ümmetin sorumluluğunu üstlenen kimselerin yüklenmiş olduklari görevleri ne şekilde yerine getirmeleri ve makamlarının cazibesine kapılıp sıradan insanların yaşayış tarzından kopmadan hükmetmeleri gerektiğini, çağlari aşan bir örnek sergileyerek ortaya koymuştur.

Hz. Ömer (r.a) Hayber’de dağıtılan ganimetlerden kendi payına düşen araziyi vakfetmiştir islâmda ilk vakıf olayı budur.Hz. Ömer din konusunda o kadar tavizsizdi ki, şeytanlar bile onunla karşılaşmaktan çekinirlerdi.. Yetiştirdiği çocuklarının hepsi, tarihte iz bırakacak kadar önemli roller oynamıştır.

Kızı H. Hafsa (r.anha). Sevgili Peygamberimiz’in (s.a.v) pak zevcelerinden biri idi.

Hazreti Ömer (ra) Bir şeye çok güler bir şeye çok ağlarım diyerek cahiliye dönemini gözler önüne seren anısını şöyle anlatır “Biz kızlarımızı diri diri toprağa gömerdik bende annesinin giydirdiği yeni elbiselerle kızımı gömmek için kazdığım kuyunun yanına götürdüm, ben kızımı kuyunun içine koyarken kızım benim elbiselerimin üzerindeki toprağı temizliyordu bu olayı hatırladıkça çok ağlıyorum tapmak için yaptığımız helvaları acıkınca yerdik. Bunu hatırlayıncada çok gülüyorum.”

1 Kasım 644’te, kendisinden alınan verginin azaltılmasını isteyen, ancak talebi kabul edilmeyen İran’lı hırıstiyan bir köle olan Ebû Lü’lüe tarafından Medine’de sabah namazında hançerle saldırıya uğradı. Hazreti Ömer (ra) “ölümüm, müslüman bir kişinin elinde kılmadığından ötürü Allah’a hamd olsun” diye dua etmiştir. Olaydan sonra Saldırgan intihar etti.

Hazreti Ömer Oğluna yanına çağırdı

Ey Abdullah, Müminlerin annesi Aişe’ye git! De ki: ‘Ömer sana selâm ediyor’. Sakın ‘Mü’minlerin Emîri’ diye birşey söyleme. Çünkü ben artık mü’minlerin emîri değilim: ‘Ömer b. Hattab iki arkadaşının yanına defnedilmek için izin istiyor?’

Bunun üzerine Abdullah gitti. Sonra Aişe’nin huzuruna girdi. Aişe’nin oturup ağladığını gördü. Abdullah dedi ki: Ömer b. Hattab sana selâm ediyor. İki arkadaşıyla beraber (hücre-i saadetinde) defnedilmek istiyor’.

Bunun üzerine Hz. Aişe ‘Ben o yeri kendi kendim için ayırmıştım. Fakat bugün Ömer’i nefsime tercih edeceğim’ dedi.

Ömer bin Hattab 3 gün sonra öldü. Hazreti Aişe’nin izniyle hücre-i saadete gömüldü.

Vefatı esnasında Hz. Ömer oğluna şunları söylemişti: “Ey oğlum! Vefat edeceğim esnada dizlerini sırtıma dayamak suretiyle yönümü kıbleye doğru çevir. Sağ elini alnımın, sol elini de çenemin üzerine koy. Ruhum çıkınca da gözlerimi kapat. Kefenimde aşırıya kaçma. Mezarımı da çok geniş kazmayın. Sakın cenazem götürülürken hiç bir kadın onu takip etmesin. Tabutumu yüklendiğinizde beni mezarıma hızlı bir şekilde götürünüz.” Abdullah b. Ömer şöyle anlatıyor: Babam Ömer (r.a.) hastalığının ölümle sonuçlanacağını anladığında “Eğer bütün dünya benim olmuş olsaydı bu çıkışın dehşet ve korkusundan şu anda hepsini fidye olarak verebilirdim” buyurdu.

Allah kendisine rahmet, bizleride O’nun şefatine nail eylesin Amin..

Çetin KILIÇ / LÜLEBURGAZ

www.NurNet.Org

Kaynaklar:

1. Kütübü sitte

2. Sevgi kutupları,

3. Enfal.de

4. A.Abdussamed (frmtr)

Not: Ümmetin Yıldızları ve En Güzel Örnekleri Olan Sahabelerin Hayatları İçin Tıklayınız

Cüleybib (R.A.) hakkında güzel bir kıssa..

Cüleybib (ra) genç bir sahabidir. Şehevi hisleri düşünce dünyasını çepeçevre sarmıştır. Bu halde iken Allah Resulü(sav)’nün huzuruna gelir ve ona sorar:

Ey Allah’ın Elçisi! Zina etmeme izin ver!” diyor.

Peygamber Efendimiz(sav);

Söyle bakalım. Bir başkasının senin annenle zina etmesine razı olur musun?

“Canım feda olsun, hayır, olmam.”

“Zaten hiç kimse annesiyle zina edilmesine razı olmaz. Peki kızınla zina edilmesini ister misin?”

“Uğrunda öleyim ya Resulallah(sav)! Hayır, istemem.”

“Öyleyse hiç kimse kızıyla zina edilmesini istemez. Bir başkasının kız kardeşinle zina etmesini ister misin?”

“Yoluna feda olayım, hayır, istemem.”

“Hiçbir kimse, kız kardeşiyle zina edilmesini istemez. Peki halanla zina edilmesi seni memnun eder mi?”

“Canım feda olsun, hayır, kesinlikle.”

“Halasıyla zina edilmesi hiç kimseyi memnun etmez. Peki birinin teyzenle zina etmesine razı olur musun?”

“Uğrunda öleyim, hayır buna da razı olmam.”

“Teyzesiyle zina edilmesine kimse razı olmaz.”

 Ardından da elini bu gencin göğsüne koyar ve şöyle dua eder:

Allah’ım! Onun günahını bağışla, kalbini temizle ve namusunu muhafaza buyur.

Cüleybib(ra), bu duadan sonra iffet abidesi haline gelmiştir, ama daha önceki hayatı bilindiği için kimse ona kız vermek istemez. Peygamberimiz(sav)’de onu evlendirmek istiyordu. En-sar’dan birinin kızına talip oldu. Re­sû­lul­lah(sav)’ın, kızlarını kendisi için istediğini zannederek  “Memnu­niyetle!” dediler. Sonradan Hz. Cüleybib(ra) için olduğunu öğrenince, “Hayır.” dediler.

Bütün bunları duyan kızı, “Allah ile Peygamber’i bir iş hakkında hüküm verdikten sonra, mü’min olan bir erkekle mü’min olan bir kadına, artık o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Rasûl’une karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.”Ayeti kerimesini hatırlatıp Allah’ın Resûl’ünü mü reddediyorsunuz? Beni Cüleybib (ra)’e verin. Çünkü Re­sû­lul­lah (sav) hiçbir zaman benim zararımı istemez.” dedi.

Bunun üzerine sahabi, uçurumun kenarından geri dönmenin sevinciyle Peygambe­rimiz(sav)’in yanına geldi. Kızlarını Cüleybib(ra)’e vereceklerini söyledi. Hazırlıklar ta­mamlandı, düğün yapıldı.

Düğünden çok az bir zaman sonra Peygamberimiz(sav) gazaya çıkmak için hazır­lıklar yapıyordu.

Cüleybib(ra), Re­sû­lul­lah(sav)’ın davetine hemen icabet etti. Bu savaşta kahramanca savaştı. Sonunda şehadet mertebesine kavuştu. Gaza bittiğinde Peygamberi­miz(sav), “Cüleybib nerede? Onu göremiyorum, araştırın.” buyurdu. Sahabiler aradı­lar. Onu yedi müşrikin yanında buldu­lar. Hazreti Cüleybib(ra) onları öldürmüş, sonra da şehit olmuştu. Gelip Peygamberimiz(sav)’e ha­ber verdiler. Peygamberimiz(sav) yanı­na gitti.

Üç defa “Bu yatan bendendir, ben de ondanım.” buyurdu. Sonra da onu eliyle defnetti.

İşte o gün herkes Cüleybib’in Allah ve Rasûl(sav)’ü katında ne kadar ehemmiyetli olduğunu anladılar.

Hazreti Cüleybib’in(ra) hanımı, kocasının yolunu gözlüyordu. Şehit olduğunu öğrenin­ce, “şehit hanımı” olduğu için Cenâb-ı Hakk’a şükretti.

Hele Re­sû­lul­lah(sav)’ın kendisi için, “Allah’ım, onun üzerine hayırlar yağdır. Hayatı boyunca sıkıntı yüzü gösterme.” şeklindeki duasına mazhar olunca dünyalar kendinin oldu.

Bu dua sebebiyle herkes bu kadına gıptayla bakardı, sahabe onunla evlenmek ve böylece Cüleybib’in hayır ve hasenatlarından hissedar olmak için birbirleriyle yarıştılar.

Rivayet edildiğine göre, o güne kadar dul kalan hiçbir kadının bu kadar çok talibi olmamıştır.

Allah şefaatlerine nail eylesin…

Dedim o’na: “Ya Cüleybib cennet ne kadar güzel”
Dedi bana: “İhlas var ya, cennetten daha güzel”
Dedim o’na: “Ya Cüleybib bu köşk ne kadar güzel”
Dedi bana: “Sohbet var ya, köşkten daha güzel”
Dedim o’na: “Ya Cüleybib sen ne kadar güzel”
Dedi bana: “Hamza var ya benden daha güzel”

Çetin KILIÇ /LÜLEBURGAZ

www.NurNet.Org

Kaynak:

  • kütübü sitte
  • sorularla islamiyet
  • resulullahorg
  • rehber dergisi
  • nurnet

Not: Ümmetin Yıldızları ve En Güzel Örnekleri Olan Sahabelerin Hayatları İçin Tıklayınız

Hz. Ebu Hureyre (R.A.) Kimdir?

Hz Ebû Hureyre(ra) ,Eshâb-ı kiram arasında en çok hadîs-i şerîf bilen ve rivâyet edenlerdendir.

Yemen’in Devs kabilesindendir, ismi Abdurrahmân bin Sahr, künyesi Ebû Hureyre’dir, câhiliye döneminde ismi Abdüşşems idi.

 Hazreti Ebu Hureyre(ra) bu isimle tanınmasını şöyle anlatır;

Bir gün kaftanımın içinde küçük bir kedi taşıyordum. Resûlullah ( sav) gördü. “Nedir bu?” buyurdu. Ben de, “kedicik” dedim. Bunun üzerine Resûlullah (sav) bana “Ey kedicik babası(ebu hureyre)” buyurdu.

Ebû Hureyre(ra) hoş sohbet, temiz ve ince duygulu, saf gönüllü idi. Emirlik ve valilik ona kibir vermedi, üstelik alçak gönüllülüğünü arttırdı. 

Ebû Hureyre (ra) hicretin 7. senesinde (m. 628) Hayberde Yemendeki Devs kabilesinin en ileri gelenlerinden ve meşhûr şair olan Tufely bin Amr ( ra ) vasıtasıyla müslüman oldu. Müslüman olduğunda 30 yaşını geçmişti.

Tufeyl bin Amr ( ra ) Peygamber efendimiz(sav)’in  duâsı ve emri üzerine kabilesini İslama davet edince ilk kabûl eden Ebû Hureyre ( ra ) oldu. Hicretin 7. yılında Tufeyl bin Amr ( ra) îmân edenlerle birlikte Yemen’den ayrıldılar. Yetmiş kişiden fazla bir kâfile halinde Medine’ye geldiler. Ebû Hureyre(ra) bir an önce Peygamberimizi ( sav ) görmek, Ona kavuşmak aşkıyla yanıyordu. Ebû Hureyre ( ra ), Medine’ye geldiği sırada Peygamberimiz ( sav ) Hayber’in fethine gitmişti. Peygamberimiz (sav ) Hayber’de olduğu için Medine’ye gelen bu kâfile doğruca Haybere hareket etti. Peygamberimizin ( sav) yanına vardıklarında Peygamberimiz (sav ) Ebû Hureyre’ye bakıp,

 –“Sen kimlerdensin?” buyurdu.

 Ebû Hureyre(ra)

-“Devs kabilesindenim!” dedi.

Peygamberimiz ( sav ) “Devs içinde kimi gördümse, onda hayır gördüm” buyurdu.

Bundan sonra Ebû Hureyre ( ra ) Peygamberimize ( sav ) müslüman olduğuna dair bîat etti. Eliyle musafeha ederek, müslüman olduğunu bildirdi.

 Ebû Hureyre(ra) gelirken yolda kölesini kaybetmişti Peygamberimizle ( sav) otururken kölesi çıkageldi.

Peygamberimiz ( sav ) “İşte kölen geldi” buyurdu.

Bunun üzerine Ebû Hureyre ( sav ): “Şahid ol ki o, hürdür. Ben onu Allah rızası için âzâd ettim” dedi.

Hayber’in fethinden sonra Peygamber efendimiz (sav) Ebû Hureyre(ra)’ye  ve Yemen’den gelen Devs’lilere Hayber’de alınan ganîmetlerden hisse verdi. Sonra Medine’ye döndüler. Bundan sonra Ebû Hureyre (ra) Yemen’e dönmeyip annesi ile birlikte  Medine’de kaldı.

Ebû Hureyre ( ra ), Peygamberimizin ( sav ) yanına geldikten sonra artık O’ndan hiç ayrılmadı. Ticâret, mal, servet gibi hiçbir meşgalesi yoktu. Bunlarla hiç uğraşmadı. Eshâb-ı kiramın en fakîri olup, Eshâb-ı Suffa arasına katıldı. Eshâb-ı Suffa, Mescid-i Nebî’de kalır hep ilimle meşgûl olurdu. Ebû Hureyre ( ra), Peygamberimizin (sav) hep huzûrunda bulundu. Bu hal Peygamberimiz(sav)’in vefâtına kadar dört sene sürdü, işçilik yaparak geçimini temin ederdi.

 Ebû Hureyre ( ra ),bir gün Peygamberimiz( sav )’e şöyle demiştir:

“Yâ Resûlallah  senden işittiklerimi hafızamda fazla tutamıyorum.”

Bunun üzerine Peygamberimiz (sav)

“Örtünü uzat” buyurdu. O da ridasını uzattı. Resûlullah ( sav ) Ona duâ etti. İki mübârek eliyle üç defa O’na doğru nûr saçtı ve “Örtünü göğsüne sür” buyurdu. O da sürdü. Böylece Allahü teâlâ O’na öyle bir hafıza ihsân etti ki, işittiği hiç bir şeyi unutmadı, ömrü de uzun oldu. Böylece çok hadîs-i şerîf rivâyet etti.

Ebû Hureyre( ra) bilmediği ve öğrenmek istediği herşeyi, Peygamberimiz(sav)’den  sorup öğrenmiştir.

Bir zât, İbn-i Ömer’e ( ra ) “Ebû Hureyre ( ra ) Resûlullah( sav )’tan  bu kadar çok hadîs rivâyet ediyor, doğru mu?” dediğinde İbn-i Ömer ( ra )

“Yemîn ederim ki, hiç birinde şek ve şüphe yoktur. Çünkü Ebû Hureyre her zaman Resûlullaha (sav) sual sorar, aldığı cevapları ezberlerdi.” demiştir.

Biri gelip, Ebû Âmir(ra)’a şöyle sorar, Ebû Hureyre( ra )’den  bahsederek

“Bu Yemenli mi, Resûl-i Ekrem(sav)’in  hadîs-i şerîflerini çok biliyor yoksa sen mi?” dedi.

Ebû Âmir(ra);” Elbette O çok bilir, çünkü O, hergün Resûlullahın ( sav ) huzûrunda ve hizmetinde bulunmuştur. Biz eşlerimizle ve ailemizle, evimizde oluyorduk. Onun böyle bir meşgalesi yoktu. Bu bakımdan O bizden daha fazla bilir “buyurmuştur.

Bir defasında Hazreti Âişe’den soruldu: “Resûlullahın ( sav) sözlerini ve hallerini siz mi çok biliyorsunuz, yoksa Ebû Hureyre mi?”

Hazreti Âişe şöyle cevap verdi: “Ebû Hureyre (ra) bilir. Çünkü ben ev işleriyle meşgûl olurdum. Yemîn ederim ki, Ebû Hureyre (ra) bütün vaktini Resûlullahın (sav) huzûrunda geçirmiştir.” buyurdu.

Ebû Hureyre (ra) dört sene gibi kısa bir zamanda pek çok hadîs-i şerîf rivâyet etmesini başkalarının yadırgamasına şöyle cevap vermiştir

Evet ben Hayber gazâsı sırasında Resûlullahın ( sav ) huzûruna kavuştum. O sırada 30 yaşlarında idim. Ondan sonra, hep Resûlullahın ( sav ) yanında bulundum. Evine girip çıktım, hizmet ettim. Birçok muharebede de hizmetinde bulundum. Resûlullah ( sav) ile birlikte hacca gittim. Elbette daha fazla hadîs-i şerîf bilirim.”

Ebû Hureyre(ra), 5374 hadîs-i şerîf rivâyet etmiştir. Rivâyetleri toplanıp yazılmıştır. Ebû Hureyre(ra)’nin rivâyet ettiği hadîs-i şerîfler bütün hadîs kitaplarında olup, 325 rivâyeti Buhârî ve Müslim’de ittifâk halinde yer almıştır. Sahih-i Buhârî’de ayrıca 93 ve Sahih-i Müslim’de ayrıca 189 rivâyeti vardır

Ebû Hureyre ( ra ) şöyle buyurmuştur: “Ben Resûlullahdan (sav) iki çeşit ilim öğrendim. Eğer ikincisini söylesem bana mecnun dersiniz” 

Tercih olunan kanaate göre, bunlar, kıyamet alametleri, ümmetin başına gelecek olan bazı fitneler ve yine onların başına geçecek zâlim idarecilerle alâkalı haberler olmalıdır.

Ebû Hureyre (ra);

“Bir gün açlığa dayanamayarak evimden çıkıp mescide gittim. Günlerce bir şey yememiştim. Oraya varınca bir grup Eshâbın da orada olduğunu gördüm. Yanlarına varınca “Bu saatte niçin geldin Yâ Ebâ Hureyre” dediler. Ben de “Açlık beni buraya getirdi” dedim. Onlar, “Biz de açlığa dayanamayarak buraya çıkıp geldik” dediler. Bunun üzerine hep birlikte Resûlullahın ( sav ) huzûruna gittik. Huzûruna varınca “Bu saatte buraya gelmenizin sebebi nedir?” buyurdu. Biz de “Açlık, Yâ Resûlallah (sav )” dedik. Bir tabak hurma getirdi. Hepimize ikişer tane hurma verdi. Ben birini yedim, birini sakladım. Resûlullah ( sav ) görüp, “Niçin onu da yemedin?” buyurdu. “Birini de anneme ayırdım” dedim. Resûlullah ( sav ) “Onu da ye, sana annen için iki tane daha vereceğiz” buyurdu. Annem için iki tane daha verdi.

Ebû Hureyre (ra) müslüman olduktan sonra annesinin de müslüman olmasını çok istiyor, bunun için çok uğraşıyordu, fakat bir türlü muvaffak olamıyordu.Bir gün Peygamberimizin ( sav ) huzûruna gidip,

Yâ Resûlallah (sav) annemi İslama da’vet ediyorum, bir türlü kabûl etmiyor, bu gün de müslüman olmasını söyledim bana hoş olmayan sözlerle karşılık verdi, kabûl etmedi. Hidayete kavuşması için duâ buyurunuz” dedi. Bunun üzerine Peygamberimiz (sav)

Allahım! Ebû Hureyre’nin annesine hidâyet ver!” buyurdu. Duâyı alınca sevinerek eve giden Ebû Hureyre (ra)’a annesi,

Yâ Ebâ Hureyre ben müslüman oldum” dedi ve kelime-i şehâdeti söyledi. sevinciden yerimde duramayan Ebû Hureyre (ra) tekrar Resûlullah(sav)’ın  yanına koştu. Sevincinden ağlayarak annesinin müslüman olduğunu müjdeledi.

Yâ Resûlallah ( sav ) annemi ve beni mü’minlerin sevmesi için, bizim de mü’minleri sevmemiz için duâ ediniz “dedi. Resûlullah (sav), “Allahım şu kulunu ve annesini mü’min kullarına, mü’minleri de onlara sevdir.” buyurarak duâ etti.

Ebû Hureyre’nin ( ra ), Peygamberimizin ( aleyhisselâm ) vefâtından sonra en çok sevdiği ve meşgûl olduğu iş hadîs-i şerîf rivâyet etmek ve yaymak olmuştur. Hazreti Ebû Bekir(ra)’in halifeliği sırasında idarî işlerle meşgûl olmamıştır. Hazreti Ömer(ra)’in halifeliği sırasında Bahreyn vâliliğine tayin edildi. Bir müddet bu vazîfeyi yaptı. Hazreti Osman(ra)’ın halifeliği sırasında Mekke kadılığı yaptı. Hazreti Muâviye’nin halifeliği sırasında da Medine vâlisi oldu.

Her Cum’a günü namazdan önce hadîs-i şerîf dersleri verirdi. Bir çok kimse ondan ilim öğrenip, ilimde yükselmiş ve hizmet etmiştir. Ebû Hureyre (ra) fazîleti ve İslâmı yaşamasıyla en mükemmel bir nümûne idi. Çok geceleri ibâdet ile geçirir, sabaha kadar namaz kılar, Kur’ân-ı kerîm okurdu. Her ayın başında üç gün oruç tutardı. İbâdetlerde çok ihtiyâtlı hareket ederdi. Hep abdestli bulunur ve Resûlullah (sav )

“Abdestli olan vücûd a’zâsına Cehennem ateşi dokunmaz” buyurdu, derdi.

İkrime ( ra ) da,” Ebû. Hureyre ( ra ) her gün onbirbin tesbih çekerdi“, demiştir.

Hz. Peygamber(sav)’le  sürekli birlikte olması, husûsî duasına mazhar olması,hadîsleri öğrenmeye büyük bir iştiyak duyması,güçlü bir hafızaya sahip olması,ömrünü hadîs ilmine adaması,uzun ömürlü olması ebû hureyre’(ra)nin  çok hadîs rivayet etmesindeki sebeplerdendir.

Hz. Ebû Hureyre(ra)’nin çok hadîs rivayet etmesine rağmen, Hz. Ebu Bekir(ra) ve Hz. Ömer(ra) gibi Allah Resûlü’nü (sav) yakından takip eden bazı büyük sahabilerin niçin daha az hadîs rivayet ettikleriyle ilgili bir soruya Bediüzzaman Hazretleri de şöyle bir cevap vermiştir:

“Nasıl ki insan, bir ilâca muhtaç olsa, bir tabibe gider; hendese için mühendise gider, mühendisten nakleder; mes’ele-i şer’iyye, müftüden haber alınır ve hâkeza… Öyle de, Sahâbe içinde ehadîs-i Nebeviyyeyi gelecek asırlara ders vermek için, ulemâ-i Sahâbeden bir kısım, ona manen muvazzaf idiler. Bütün kuvvetleriyle ona çalışıyorlardı. Evet, Hazret-i Ebû Hureyre bütün hayatını, hadîsin hıfzına vermiş; Hazret-i Ömer, siyaset âlemiyle ve hilâfet-i kübrâ ile meşgul imiş. Onun için, ehâdîsi ümmete ders vermek için, Ebu Hureyre ve Enes ve Câbir gibi zâtlara itimad edip; ondan, rivayeti az ederdi.”

Ebû Hureyre (ra) kendini ilme o kadar adamıştı ki, onun hayatta tek bir arzusu vardı, o da ilim taleb etmek ve dinde derinleşmekti. Allah Resûlü (sav) ganimet taksim ederken, onun taksimata kayıtsız kaldığını görmüş ve:“Sen de arkadaşlarının benden istediği gibi ganimetten istemez misin?” diye sormuş, o da : “(Ey Allah’ın Elçisi) benim Sen’den istediğim tek bir şey var, o da Allah’ın sana öğrettiği ilimden bana da öğretmendir.

Ebû Hureyre’nin (ra), ‘Cenazeye tâbi olup arkasında namaz kılana bir kırât sevap vardır…’ hadîsine Abdullah b. Ömer (ra) itiraz edince, onu hemen Hz. Âişe’nin yanına götürmüş ve ona: ‘Ey mü’minlerin annesi, Allah aşkına söyle! Sen Hz. Peygamber’in (sav) şöyle buyurduğunu işittin mi…?’ diye sormuş, o da buna: ‘Evet, vallahi işittim’ diye şahitlik etmişti. O sırada Âişe Validemiz’in yanında bulunan İbn Ömer (ra): “Ey Ebû Hirr, (söylediklerin doğru!) sen Hz. Peygamber’le (sav) bizden daha çok birlikte olurdun. Dolayısıyla O’nun hadîslerini de bizden daha iyi bilirsin.“diyerek ona güvendiğini açıkça belirtmiştir. 

Ebû Hureyre (ra), ilme ve öğrenmeye karşı oldukça meraklı ve cesurdu. Öyle ki, başkalarının Hz. Peygamber’e (sav) sormaya cesaret edemedikleri şeyleri rahatlıkla sorar ve aldığı cevapları başkalarına ulaştırmak için muhafaza ederdi. Vahiy kâtiplerinden Übey b. Ka’b (ra) buna şöyle işaret etmiştir: “Ebû Hureyre Peygamber (sav)’in karşısında oldukça cesaretliydi. Bizim soramadıklarımızı hiç çekinmeden ona sorardı.”

Ölüm döşeğinde Cennete veya Cehenneme gideceğini bilmediğini söyleyerek göz yaşlarıyla Dergah-ı İlahi’ye iltica eden mümtaz sahabe. Peygamber Efendimiz(sav)’in vefatından sonra yaklaşık elli yıl yaşadı ve bu süre zarfında kendisine intikal edip halledilemeyen bir çok konuda hadisler naklederek çok büyük hizmetlerde bulundu.

Ölümü yaklaştığında ağlamıştı. Sebebi sorulunca “Âhiret azığının azlığından ve yolculuğun zorluğundan” demiştir. 

Ömrünün son günlerinde hastalandı. Hastalığını duyanların ziyârete gelmesiyle büyük bir kalabalık toplandı. Bu hastalığı sırasında “Allahım sana kavuşmayı seviyorum. Bunu bana nasîb eyle” demiştir. 57 (m. 678) senesinde 78 yaşında iken Medine-i Münevvere’de vefât etti. Allah (cc) kendisinden razı olsun bizleride O’nun şefaatine nail etsin Amin..

Çetin KILIÇ/LÜLEBURGAZ

www.NurNet.Org

Kaynaklar;

  • Kütüb-i Sitte
  • Risalei Nur Külliyatı
  • Ehli sünnet büyükleri

Not: Ümmetin Yıldızları ve En Güzel Örnekleri Olan Sahabelerin Hayatları İçin Tıklayınız

Adiyy Bin Hatem (R.A.) Kimdir?

Adiyy bin Hâtem(ra), cömertliğiyle Meşhur şâir Hatem-i Tai’nin oğludur. Ebû Tarîf ismiyle tanınmıştır. Hz. Ali(ra)’nin sancaktarı olup, cesareti ve cömertliği ile şöhret bulmuştur. Hatem-i Tai’nin vefatından sonra yerine O geçmiştir.

Nesebi: Adî bin Hatem bin Abdullah bin Sa’d bin Hazrec bin İmr-ül-Kays bin Âdî’dir.

Babası Hatem-i Tai yaptığı işlerde ve misafirperverliğinde Allahın rızasını kazanmayı gaye edinmiştir. Gerek yaşantısı gerekse fikirleriyle cahiliye devrinde eşine az rastlanan kimselerden olmuştur. İslamiyetin zuhurundan evvel vefat ettiği halde İslam ahlakıyla yaşamıştır.

Adiyy bin Hâtem (ra) babası Hatem-i Tai’den Risale-i Nur’da şöyle bahsedilmektedir;

Bir zaman, dünyaca sehâvetle meşhur Hâtem-i Tâî, mühim bir ziyafet veriyor. Misafirlerine gayet fazla hediyeler verdiği vakit, çölde gezmeye çıkıyor. Bakar ki, bir ihtiyar fakir adam, bir yük dikenli çalı ve gevenleri beline yüklemiş, cesedine batıyor, kanatıyor.

Hâtem ona dedi:

-“Hâtem-i Tâî, hediyelerle beraber mühim bir ziyafet veriyor. Sen de oraya git; beş kuruşluk çalı yüküne bedel beş yüz kuruş alırsın.”

O muktesit ihtiyar demiş ki:

-“Ben bu dikenli yükümü izzetimle çekerim, kaldırırım; Hâtem-i Tâî’nin minnetini almam.”

Sonra Hâtem-i Tâî’den sormuşlar:

-“Sen kendinden daha civanmert, aziz kimi bulmuşsun?”

Demiş:

-“İşte o sahrâda rast geldiğim o muktesit ihtiyarı benden daha aziz, daha yüksek, daha civanmert gördüm.”

Allah, Adiyy bin Hatemin gönlünü doğ­ru ve hak çağrıya açıncaya kadar, yaklaşık 20 yıl İslâm’a düşman olmuştu.

Hıristiyan ve dinin sıkı sıkı babağlı olan Adiyy bin Hatem islam dinini araştırarak, taklit etmeyerek, düşünerek akıl ve muhakeme ederek benimsemiştir.

İslam dinine girdikten sonrada ideallerine cansiperane sarılmış ve daha önceki batıl davada gösterdiği gayret ve sebatın kat ve katını hak davasında göstererek sahabeler arasında mümtaz bir mevki kazanmıştır.

Peygamber efendimiz (sav), Medine’nin çevresindeki İslâma girmeyen kabileler üzerine sefer düzenlerdi. Eshâb-ı kirâm (ra) kabileleri İslâma davet eder, müslüman olmaz ve teslim olmazlarsa savaş yapılır, savaşda alınan mallar ganimet, teslim alınan kimseler de esir olurdu. Hicrî 9.ncu senede Tebük’ün doğusunda yaşayan Tay kabilesine de bir grup Eshâb-ı kirâm (ra) geldiler. Bunun üzerine Adiyy bin Hatem alel acele ailesini dindaşların yaşadığı Suriyeye götürdü fakat kız kardeşi Sefane bint-i Hâtem’i yanına alamamıştı akibetini merak ediyordu

Muhammed(sav)’in süvarilerinin ülkeye geldiklerinde aldıkları esirler arasında kızkardeş iSefane bint-i Hâtem’i de Yesrîb’e götürdüklerini duy­du.

Peygamber(sav) esir edilen Sefane bint-i Hâtem’in meşhur Hatem-i Tai’nin kızı kendisinden kaçan Adiyy Hatem’in kardeşi olduğunu öğrenince kendisine iyi muamelede bulundu ,onu emin bir kafileyle ailesinin yanına gönderdi .

Kız kardeşi Sefane bint-i Hâtem Adiyy hatem’e

-” Ben, senin hemen ona gitmeni tavsiye ederim. Eğer o bir peygamberse, önce giden için fazilet vardır. Eğer bir hükümdarsa, onun yanında asla hor ve küçük görülmezsin”deyince kalkıp Re­sû­lul­lah(sav)’ın huzuruna gitti.

Sahabe-i Kirâm, Adiyy’in âniden çıkıp gelmesine çok şaşırmışlardı. Re­sû­lul­lah(sav) ile aralarında şöy­le bir konuşma geçti:

-“Ey Adiyy! Müslüman ol ki kurtulasın.” (Re­sû­lul­lah(sav) bu sözü üç defa tekrarladı.)

-“Benim dinim var.”

-“Ben senin dinini senden daha iyi biliyorum.”

-“Benim dinimi benden daha iyi nasıl biliyorsun?”

-“Evet, sen Rakusiye’den değil misin? Kavminin dörtte bir ganimetini yemi­yor musun? Bu senin dininde sana helal değildir.”

Bu konuşmalardan sonra Adiyy tekrar ortalıktan kayboldu. Kendi iç âlemin­de devamlı olarak manevi fırtınalar kopuyordu. İslamiyet’i kabul hususunda ar­tık tereddütleri başlamıştı. Bir ay kadar sonra Adiyy tekrar Re­sû­lul­lah(sav) ile karşı­laştı. Re­sû­lul­lah(sav) şöyle buyurdu:

-“Ben senin İslam’a girmene mâni olan şeyi biliyorum. Sen bu dine, ‘Sadece za­yıflar, kuvvetli olmayanlar giriyor, zaten Araplar da böyle kimseleri içlerinden atmışlardır.’ diye düşünüyorsun. Hîre’yi bilir misin?

-“Görmedim, ama duydum.”

-“Nefsim kudretinde olan Allah’a yemin ederim ki, Allah bu dini mutlaka ta­mam­la­ya­cak ve hâkim kılacak. O kadar ki, bir kadın kimseye ihtiyaç duyma­dan, tek başına Hîre’den kalkarak gelip Kâbe’yi tavaf edecek. Kisra bin Hür­müz’ün hazineleri ele geçirilecek.”

-“Kisra bin Hürmüz’ün hazineleri mi?”

-“Evet, Kisra bin Hürmüz’ün hazineleri… Servet bollaşacak. O kadar ki, varlıklı kimseler yardım yapmak için fakir bulamayacak.”

Adiyy bin Hâtem(ra), kendisinden önce Müslüman olan kız kardeşi Sefane bint-i Hâtem’in de teşvikleriyle Miladi 630 yılında Müslüman olmuştu.

Yıllar sonra, hayat hikâyesini ve Re­sû­lul­lah(sav) ile aralarında geçen konuşmaları naklederken Adiyy(ra) şöyle demiştir:

“Kimsesiz bir kadının Hîre’den gelip Kâbe’yi tavaf ettiğine şahit oldum. Kisranın hazinelerini ele geçirmeye giden askerî birliğin öncüsü idim. Nefsim kudretinde olan Allah’a yemin ederim ki, üçüncüsü de mutlaka olacaktır. Çünkü bunu Re­sû­lul­lah (sav) söylemiştir.”

Adî bin Hatem(ra), Müslüman olmakla şereflendikten sonra, Peygamber(sav) efendimizin emriyle kendi kabilesine ve çevresindeki kabilelere, İslâmiyeti anlatmak ve onların zekâtlarını toplamak için görevlendirildi. Kabilesine giderek hepsinin Müslüman olmalarına sebep oldu. Zekât mallarını ilk defa o topladı.

Peygamberimiz (sav) den 66 hadîs-i şerîf rivâyet etti. Rivâyet ettiği hadîs-i şerîflerden bazıları:

“Av için yetiştirilmiş köpeğini, Allahü teâlânın ismini anarak salıverdiğin zaman, onun getirdiği avı ye.”

“Sizden biriniz elbette Allahü teâlânın huzurunda duracak, arada da perde olmayacaktır. Allahü teâlâ ona: Ben sana in’âm edip servet vermedim mi? diye soracak. Adam, evet diyecek. “Sana peygamber göndermedim mi?” diye soracak. Adam, evet diyecek. Sonra adam sağına bakacak Cehennem’den başka bir şey görmeyecek. Soluna bakacak, yine Cehennem’den başka bir şey görmeyecektir. O halde bir yarım hurma ile de olsa Cehennemden korununuz. Buna da gücünüz yetmiyorsa tatlı dil ve güzel söz ile konuşmaya çalışınız.”

“Bir kimse bir şeyi yapmak veya bırakmak için yemin eder, sonra onun tersini yapmayı takvaya uygun görürse onu yapsın.”

Savaşlarda şehit olmayı çok arzu etmişse de şehîd olamadı.

Hz. Adiyy(ra), tıpkı babası ve Hâtem-i Tâî gibi çok cömert idi. Sahabe arasında kendisine çok hürmet gösterilirdi. Resûl-i Ekrem(sav)’in yanına geldiğinde de Re­sû­lul­lah(sav) kendisine ikramlarda bulunurdu.

Kendisi çok şefkatliydi. Karıncalara bile şefkatle muamele eder, “Bunlar bi­zim komşularımızdır. Onların da hakkı vardır.” diyerek, karıncalara yemek ve­rirdi.

İbadetine öylesine düşkündü ki, “Her bir namaz vaktini iştiyakla bekliyo­rum.” derdi.

Hz. Ebû Bekir(ra) zamanında meydana gelen irtidat hadiselerinde halifeye sadakatle hiz­met etmiş ve kavminin hadiselere karışmaması için cansiperane bir mücadele vermiş­ti.

Irak muharebelerinde Hâlid bin Velid(ra)’in yardımcısı olarak büyük kahra­manlıklar gösterdi. Kadisiye ve Mihrân Savaşlarında da Ebû Ubeyde(ra)’nin ku­mandası altında cansiperane gayretlerinden geri kalmadı.

Bir gün Hz. Ömer(ra)’in halifeliği zamanında Medine’ye geldiğinde. Hz. Ömer(ra) kendisini;

“Siz ki Cenâb-ı Hakk’ın ikramına mazhar olmuşsunuz. Birçokları hak yoldan ayrılırken siz sebat ettiniz. Birçokları inkâr ederken, siz hakkı tasdik ettiniz. Onlar ihanet ederken, siz sadakat gösterdiniz. Onlar sırt çevirirken, siz göğüs gerdiniz…”

Buyurarak medhü sena edince,Nefsinin methedilmesinden hoşlanmayan Adiyy bin Hâtem “Yeter, ey Ömer!” diyerek Hz. Ömer’(ra)in sözünü kesti.

Adiyy bin Hâtem(ra), Kûfe şehri kurulduğu zaman bu şehre gelerek yerleşti ,mümtaz hizmetlerle geçen uzun bir ömre mazhar olmuş ve Hicret’in 68. yılında Kûfe’de 120 yaşında iken vefat etmiştir.

Allah şefaatine nail etsin! Amin..

Çetin KILIÇ/LÜLEBURGAZ

www.NurNet.Org

Kaynaklar;

  • Risalei nur külliyatı
  • Risalei nur enstitüsü
  • bizim sahife

Not: Ümmetin Yıldızları ve En Güzel Örnekleri Olan Sahabelerin Hayatları İçin Tıklayınız

Bera Bin Mâlik (R.A.) Kimdir?

Enes bin Mâlik’in(ra) kardeşi olan Berâ bin Mâlik(ra), Re­sû­lul­lah(sav)’ın himaye ve tedrisi altında ilmî hizmetlerde olduğu kadar, kendisine mümtazlık vasfı kazandıran maddi ve manevi fetihlerde de bulunmuş bir sahabidir. Her iki kardeş de, nübüvvet nurunun zengin parıltılarına mazhar olarak, hayatları bo­yunca İslam hizmetinde bulunmuşlardır.

Berâ bin Mâlik(ra), harp meydanlarında düşman saldırılarını püskürten bir İslam kahramanıdır. Onun şecaat ve cesaret istidadını gören Re­sû­lul­lah Efendimiz(sav), o sahada daha fazla gelişmesini temin etmiştir. Onun mümtaz hayatını tedkik etti­ğimizde, hemen bütün savaşlara, Re­sû­lul­lah(sav) ile beraber katılmış olduğunu görürüz. Berâ, Re­sû­lul­lah(sav)’ın vefatından sonra da kahramanlığını büyüterek sürdürür. Re­sû­lul­lah(sav)’a bir an önce kavuşmak emeliyle gözünü kırpmadan ölüme koşar.

Hz. Ömer(ra) onun cesaret ve gözüpekliğini bildiği hâlde, ordu kumandan­lığına getirilmemesini tembih etmiştir. Çünkü heyecanı yüzünden gözünü kırp­madan düşman çemberine atılıp Müslümanları zor durumda bırakabileceğin­den endişe duymuştur.

Gerçekten Berâ, savaşların çoğunda böyle yapmıştır. “Yalancı peygamber” hadiseleri yüzünden çıkan savaşlarda büyük kahramanlıklar göstermiştir. Bil­hassa Yemâ­me’de Müseylime’yle çarpışırken, onun ordusunu çok sıkıştırır. Müseylime ve askeri, bir kaleye sığınır. Berâ bin Mâlik(ra), tek başına kalenin du­varlarından atlayarak içeri girer. Müseylime’nin askerleriyle kahramanca çar­pışır ve kale kapısını içerden açmayı ba­şarır. Açılan kapıdan içeri giren İslam ordusu, Müseylime’yi mağlup ederek öldürür.Bu savaşta Berâ bin Mâlik(ra)’in gösterdiği kahramanlığın hangi duygudan kaynaklan­dığını, Medine ahalisine hitaben söylediklerinden çıkarabiliriz:

Ey Medine ahalisi! Bugün artık Medine’nizi yok farz edin. Malınızı mülkünüzü yok farz edin. Bugün, sizin için sadece ve sadece Allah rızası vardır, cennet vardır.”

Bu coşkun iman duygusundan aldığı hız ve ilhamla, cesaret ve şecaatle savaşa katılan Berâ bin Mâlik(ra)’in bu harpte 80 küsûr yara aldığı rivayet edilmektedir. Yaralarının tedavisiyle bir ay müddetle, bizzat Hâlid bin Velid(ra) ilgilenmiştir.

Irak savaşlarından birinde İranlılar çarpışmalarında yapabildikleri en alçakça vahşetlere baş vurdular…

Ateşle kızdırılmış zincirlere bağlı kapanlar kullandılar. Bunları kalelerinden aşağı sarkıtıyorlardı ve içine düşüp kurtulamayan müslümanları alıp götürüyorlardı.

Berâ(ra) ve kardeşi Enes b. Mâlik(ra)’e müslümanlardan bir grupla birlikte o kalelerden birini ele geçirme görevi verilmişti.

Fakat bu kapanlardan biri aniden yere düşerek Enes(ra)’i askıya aldı ve Enes(ra) kurtulabilmek için zincire dokunamıyordu Çünkü alev alev yanıyordu…

Berâ(ra) bu durumu gördü ve kızgın zincirle kale duvarından yukarıya doğru çekilen kardeşinin yanına koştu. Zinciri eliyle yakalayıp, onu koparıncaya kadar büyük bir acıyla mücadele verdi. Enes(ra) kurtuldu. Berâ(ra) ve yanındakiler ellerine baktıklarında yerlerinde göremediler..!!

Üzerlerinde bulunan bütün etler gitmiş, sadece yanık iskeletleri kalmıştı.! iyileşinceye kadar bir müddet ağır bir tedaviden geçti.

Hz. Berâ(ra), sürekli Allah’a yalvarır, dua ederdi:

Yâ Rabbi, ölüm beni yatağımda yakalamasın. Allah’tan ümit ederim ki, beni yatağımda ölüme teslim etmesin.”

Sesi çok güzel olduğu ve zaman zaman şiirler söylediği için kardeşi Enes’in “Ne zamana kadar böyle devam edeceksin?” deyişine çok kızar,

-“Sen benim yatakta öleceğimi mi sanıyorsun?!” diye çıkışırdı. Şehadetin derin ve coşkun manası ruhuna öyle karışmıştır ki, yatakta ölmeyi kendisi için büyük bir musibet saymaktadır.

Hz. Berâ’(ra)nın ruhu, kahramanlığının kuvvetli sevkiyle şehadet arayıp rahat ölümü kabul etmediği için, Allah ona o yüce mertebeyi nasip etti. Tuster’in fethine katıldı. Tuster Harbi’nde üstün kahramanlıklar gösterdi. Savaş başlangıçta Müslümanların mağlubiyetiyle sonuçlanacak gibiydi. Mücahitler zor durumdaydılar. Sahabiler birbirleriyle istişare ediyor, zafer için yeni savaş stratejileri bulmaya çalışıyorlardı. Bu arada gizliden gizliye gözler Berâ(ra)’ya yöneliyordu. Bakışlar, kahramanlığını çok güzel anlatan gözlerine kayıyordu. Zaferi getirecek, fethi yaklaştıracak, sanki onun cesaret işaretiydi. O, Re­sû­lul­lah(sav)’ın senasına mazhardı. Suffe Medresesi’nin kahraman bir talebesiydi.

Birçok dağınık ve tozlu saçlı kimseler vardır ki, Allah adına yemin ettiği zaman Allah onu yalancı çıkarmaz. İşte, Berâ bin Mâlik de bu kimselerdendir” buyuran Resûl-i Ekrem(sav), Berâ(ra)’nın yüksek faziletini beyan etmişlerdi. Bunu iyi bilen sahabiler, Peygamber(sav) iltifatına mazhariyetin ispatını istiyor gibiydiler.

Bu sırada Hz. Berâ bin Mâlik(ra), yüce şehitlik makamının sessiz işaretlerini görüyor gibiydi. Ve Berâ(ra), sahabilerle birlikte hücuma geçti. İran ordusu için bozgun görünmüştü. Düşman kumandanı öldürüldü, Tuster’in fethi göründü.

Re­sû­lul­lah(sav)’a kavuşma aşkıyla yaşayan Hz. Berâ bin Mâlik(ra), 100 kişiyi öldür­dükten sonra “Hürmüzan” isimli bir İranlının kılıcıyla şehadet şerbetini içti, yüzünde şafak aydınlığı gibi yumuşak bir gülümseme ve sağ eli pak kanıyla bulanmış bir avuç toprak tutuyordu.

Kılıcı kırılmamış ve eğilmemiş olarak yanında duruyordu. Şehid kardeşleriyle birlikte yüce ve muhteşem bir ömrün yolculuğunu tamamladı. Ger­çek dost ve sevdiklerinin yanlarına kanatlandı.

Suffe Medresesi’nin yetiştirdiği bu kahramanlık timsali mücahit, son nefesine kadar varlığını, İslam’ın yayılması için sarf etmişti. Cenâb-ı Hak, şehitlik merte­besiyle onu şe­reflendirmiş, mükâfatını vermişti.

Çetin KILIÇ/LÜLEBURGAZ

www.NurNet.Org

Kaynak;

  • sahabeler ansiklopedisi
  • islamtr

Not: Ümmetin Yıldızları ve En Güzel Örnekleri Olan Sahabelerin Hayatları İçin Tıklayınız