Etiket arşivi: atatürk

Nursi Atatürk görüşmesinde yeni belge (video)

Tarihçi-Yazar Mustafa Armağan Said Nursi ile Atatürk arasında TBMM’de yaşanan görüşmeyle ilgili yeni bir belge açıkladı.

M.Kemal’i destekleyen milletvekillerden biri olan Karahisarı Şarki Mebusu Ali Sururi beyin kitabını bulan Armağan, o görüşmenin nasıl olduğunu şöyle anlattı:

“Karahisarı Şarki Mebusu Ali Sururi bey muhalif değil. Mustafa Kemal’in destekleyicisi bir kişi. Kitabını Milli Kütüphanede buldum. Bu hatıratta şöyle diyor: 25 Kasım 1922’de Meclisteydim akşam namazı sıralarında meclis dağılırken baktım başkanlık odasında Mustafa Kemal Paşa ile Bediüzzaman Molla Said-i Kürdi arasında bir tartışma var. Ben de dinledim. Bir saat kadar sürdü bu tartışma. Başlangıçta Bediüzzaman Kemal paşaya ve bazı arkadaşlarına yazdığı mektupta namaz kılmalarını tavsiye etmesi ve Meclisin hükümlerinin namaz kılmayan insanlar tarafından çıkartılırsa meşruiyyetini kaybedeceğini ifade etti.

“Mustafa Kemal paşa da ‘eğer mektubu yanlız bana yazmış olsaydın problem yoktu ama bütün milletvekillerine bunu yazdığın zaman benim kontrolümden çıkıyor olay. Bu mektup herkesin elinde olduğu için sakıncalı oldu’ dedi. Bediüzzaman da diyor ki ‘bunu sakıncalı olduğunu düşünmedim çünkü genel bir meseleydi herkesi ilgilendiren bir meseleydi hem size hem onlara yazdım.

“Aralarında böyle bir görüşme geçtiğini yazıyor. Bir saat kadar bayağı hararetli bir tartışma geçiyor. Bediüzzaman da Meclisin önemini vurguluyor. ‘Siz Kur’an ve İslamı kurtardınız. Kur’anı omuzunuza kaldırdınız, Kur’an ise her sayfasında namazı emrediyor. Medemki Kur’anı böyle muhafaza ettiniz onun emri olan namazı da bütün müslümanları davet etmeniz gerekir ve mektubu size onun için yazdım.‘ Atatürk ‘bu şekilde yazılması benim açımdan sakıncalı oldu’ diyor. Çıkışta da Kemal paşa şöyle diyor. ‘Bediüzzaman’ı beğenmediğini söyledi böyle ulemadan ümmeti islamiyeye hayır gelmez’ dedi. Bu hatıratın önemi görüşmeyi doğruluyor olması.

İşte Video:

www.RisaleHaber.com

Said Nursi-Mustafa Kemal Görüşmesi Mi? Günaydın!

Günaydın beyler!

Cumhuriyet tarihinin en önemli aktörlerinden birisi hiç şüphesiz Bediüzzaman Said Nursi’dir.  Onsuz anlatılan Türkiye Cumhuriyeti tarihinin hep eksik kaldığını ve kalacağını her vicdan sahibi bilmekteydi/bilmektedir. Ancak yıllardır Bediüzzaman gerçeğini anlatmak isteyen vicdanlara pranga, dillere ise kilit vuruldu. Bediüzzaman’ın vefatından sonra onun sesi ve soluğuna tahammül edemeyenler, “yeni nesillere anlatılmasın veya yanlış anlatılsın, çarpıtılsın” diye her vesileyi acımasızca kullandılar, onun üzerine kalınca bir çizgi çekerek yok saydılar.

Ancak “güneşi  balçıkla” sıvamanın imkansız olduğunu bilenler, “ya güneş tekrar doğarsa” endişesi ile her geçen gün kâbuslarla uyandılar. Ve nihayet hakikat çehresini bir kere daha gösterdi. Atılan balçıklar güneşin kavurucu sıcaklığı ile kurudu ve sonra param parça olup her tarafa dağıldı. Güneşe hasret gözler kamaşıp, nurlanırken, yarasalar sağa sola kaçıştılar. Kaçarken bile belki tekrar güneşi kapatırız ümidiyle ellerindeki son balçık parçalarını savurmayı ihmal etmediler/etmiyorlar.

“Hür Adam” filmiyle birlikte bir kez daha savrulan bu balçık kırıntılarıyla mide bulandırmanın gayretine girenlere söylenecek tek şey vardır:

“Boşuna uğraşmayın. Yalancının mumu yatsıya kadar yanar. Sizin yatsı vaktiniz gelmiştir, biraz uyuyup dinlenseniz bu millete en büyük iyiliği yapmış olursunuz. Yetmiş seneden beri “bir karşı bayıra gömdüğünüz bu yiğit”, istemeseniz de tekrar kalktı. Ama bu kez sadece Türkiye’nin huzuru için değil, bütün dünyanın saadet ve huzuru için kalkıyor. Mahkeme salonlarını inleterek; ‘Benim ölümüm başınıza bir bomba gibi patlayacak, bir ölsem bin dirilirim’ mesajı artık bütün haşmeti ile tecelli etmektedir.”

Savrulan balçık kırıntılarından bazıları da; “Yok Bediüzzaman T.B.M.M.’ye gelmemiş, Mustafa Kemal ile görüşmemiş, konuşma yapmamış vesaire…” diyor.

“Günaydın!..” demezler mi adama? Yeni mi uyandınız? Bu haberleri yeni mi duydunuz? Altmış-yetmiş sene önce yazılan ve kitaplarda, dergilerde çarşaf çarşaf yer alan bir iddiaya yeni mi cevap veriyorsunuz? Bediüzzaman bunları kitabına alırken, o dönem milletvekillerinin yüzde doksanı hayattadır. Hiç birisi çıkıp bu iddiayı inkar edememiş. Bediüzzaman’ı bir kaşık suda boğan sizin fikir babalarınız, gazeteleriniz, medyanız da bu iddiaya ses çıkarmamış. Sudan bahanelerle Bediüzzaman’ı hapis hapis süründürenler, acaba bu iddiaya niye sessiz kalmışlar? Halbuki bunu çürütmek gayet basitti. Birkaç milletvekilini şahit göstererek bu iddiayı yetmiş sene önce çürütebilirlerdi.

Kitaplarındaki en masum ifadeleri bile, akla hayale gelmez şekilde tevil ve tefsir ederek onu mahkûm etmek isteyen yüzlerce savcıdan, mahkemeden hiçbirisi Bediüzzaman’ın bu meclis iddiasına dokunmamıştır. “Dinden imandan bahsediyorsun, bir de yaşamadığın bir şeyi ne diye yazmışsın” diyememişler. Etrafındaki talebelerini ondan soğutmak ve uzaklaştırmak için onur kırıcı her türlü iftirayı reva görenler, bu iddiaya neden hiç temas etmediler? Ellerindeki bu hazır malzemeyi “mal bulmuş mağribi” gibi kullanabilirlerdi. Yoksa basiretleri mi kapanmıştı?

Beyler, Bediüzzaman artık tarih olmuştur, kaynak olmuştur. Nutuk’ta geçen her ifadeyi delilsiz kabul ettiğiniz gibi, Bediüzzaman’ın yazdıklarını da nutkunuz tutulmadan okuyup kabul etmek durumundasınız. “Saçlarım adedince başlarım olsa ve her gün birini kesseniz, yine doğruluktan vazgeçmem” diyen Bediüzzaman gibi bir zatı,  tezatlarla dolu kendi zemininize çekerek kendinizle karıştırmayın. Bediüzzaman hayatında tek bir yalana tenezzül etmemiştir. İzzetle ölmeyi zilletle yaşamaya tercih eden Bediüzzaman ne diye yaşamadığı bir olayı yaşamış gibi yazsın? Kaldı ki, onlarca milletvekili de bu olayı doğrulamaktadır. Bediüzzaman’ın, “Herkes olaylara kendi gözlüğü ile bakar, gözlüğü beyazsa beyaz, siyahsa siyah görür” mealindeki sözünü, sizlerin sayesinde bir kez daha anlamış bulunmaktayız.

Ama biliyorum; yine onun ifadesi ile; “Her şeyi maddede arayanların akılları gözlerindedir.” Gözlerinizin sağda solda belge aradığını hisseder gibiyim…

Buyurun size bizzat meclis ceridesinde geçen belge:

Ulemâdan Bediüzzaman Said Efendi Hazretlerine beyan-ı hoşâmedi:

Reis:

“Efendim, Bitlis Mebusu Arif Bey’le rüfekasının takriri var.

“Riyaset-i Celileye,

“Vilâyat-ı Şarkiye ulemâ-yı benamından olup Anadolu gazilerini ve Meclis-i Âli’yi ziyaret etmek üzere İstanbul’dan buraya gelerek samiin locasında bulunan Bediüzzaman Molla Said Efendi Hazretlerine hoşâme­di edilmesini teklif ediyoruz.”

“Bitlis-Arif, Bitlis-Derviş, Muş-Kasım, Muş-(İlyas Sami), Siirt- Salih, Bitlis-Resul, Ergani-Hakkı”

(Alkışlar)

Rasih Efendi (Antalya): “Kürsüye teşriflerini ve dua etmelerini ken­dilerinden rica ederiz.”(1)

Yetmedi mi? Bir belge daha verelim. 23 Kasım 1922 tarihli “Hâkimiyet-i Milliye” gazetesinde de Bediüzzaman’ın Meclise gelişi ilan edilmiş:

“Vilayet-i Şarkiyye ulema-ı beyamından olup Anadolu gazilerini ve meclis-i âliyi ziyaret etmek üzere İstanbul’dan buraya gelen ve samiin locasında bulunan Bediüzzaman Molla Said Efendi Hazretlerine beyan-ı hoşamedi edilmesi hakkındaki Bitlis Mebusu Arif Bey ve rüfekasının takriri alkışlar arasından kıraat edildi.”(2)

Şimdi inandınız mı, Bediüzzamanın meclisi teşfir ettiğine, Meclis kürsüsünde kısa bir konuşma ve dua yaptığına?

Peki bu sırada meclis başkanı kimdi? Meclise davet edilen ve kürsüde de konuşma yapan bir misafirin meclis başkanı ile görüşmemesi mümkün mü? Kaldı ki, Bediüzzaman’ı davet edenlerin başında Mustafa Kemal gelmektedir. Hem neden bu iki şahsın görüşmesinden bu kadar rahatsız oluyorsunuz? Görüşseler ne olur, görüşmeseler ne olur; nihayetinde ikisi de bu dünyadan göçüp gitmişler. Yoksa Bediüzzaman’ın Meclise gelmesi “ona artı değer kazandırır” diye rahatsız mı oluyoruz?

Beyler, Bediüzzaman kainat meclisinde her gün bütün varlığa hitap eden bir dava ve maneviyat adamıdır. Her dakika  milyonlarca insan onun hitaplarını okuyarak “sadakte” selamı ile onu hoşamedi ediyorlar.  Kaldı ki, şöhret O’nun için “aynı riyâdır ve kalbi öldüren zehirli bir baldır. Ve insanı insanlara abd ve köle yapar.” O’nun şöhrete ihtiyacı yoktur, hayattayken şöhretten fersah fersah uzak durmuştur.

Binlerce yerli ve yabancı devlet adamının çıktığı bir kürsüye, doksan tane talebesini Birinci Cihan Harbi’nde şehit vererek Ruslara esir düşen ve hayatı baştan sona bu ülkeye hizmetle geçen bir vatan evladının çıkması, sizi çok rahatsız ediyorsa, olmamış kabul edin ve rahatlamaya çalışın. Ne de olsa Türkiye’nin gerçeklerini yıllardır görmezden gelmeye alışıksınız. Bir kereciğine de bunu Bediüzzaman için yapın. Eminim ki bir süreliğine de olsa çok rahatlayacaksınızdır.

İçinde bulunduğunuz psikolojiyi çok iyi anlıyorum. İsterseniz size de bir örnekle anlatayım. Belki örnek hoşunuza gider. Ama örneğin Bediüzzaman’a ait olduğunu söylemeyeceğim!

Bir tavus kuşu düşünün. Yumurtasından çıkmış ve muhteşem kanatlarıyla gök yüzünde süzülen bir tavus kuşu. Onu gören kargalar çileden çıkarlar.  Karalama kampanyası başlatırlar. Yukarıya bakmak istemedikleri için, aşağı eğerler başlarını. O sırada tavus kuşunun içinden çıktığı yumurta kabukları nazarlarına ilişir. Aradıkları malzemeyi bulmuş gibi didik didik ederler bu kabukları. Kimisi “vay inceymiş kabuğu”, bir diğeri “vay süresini doldurmadan yumurtasından çıkmış”, bir başkası “vay kabuk çok az kırılmış” diyerek, saldırmaya başlarlar. Böylece, “işini bitirdik” diye yıllarca kendilerini avuturlar. Fakat tavus kuşunun her geçen gün kalplerde taht kurduğundan bihaberdirler.  Fark edince de ne yapacaklarını şaşırırlar ve eskisinden bin beter olurlar.

Nasıl;  yanılıyor muyum? “İçimizi okudunuz.” diyorsunuz değil mi? Karga ilavesi bana ait olsa da, örneğin aslının Bediüzzaman’a ait olduğunu söylemem de artık bir sakınca yoktur. Zira yazıyı okudunuz artık. Emin olun, bir batılı yazarın ismi ile Bediüzzaman’ın eserleri piyasaya sürülseydi,  yumurta kabuğu ile uğraşmaz, satır satır okurdunuz bu kitapları. Ama ne eylersin… Ah şu ön yargılar. Aynştayn (Einstein) kendi ön yargıları için “Atomu parçalamaktan daha zordur.” der. Bizim ön yargıları görseydi başka bir imkansızı örnek verirdi.  Çünkü nihayetinde atomun da parçalanması mümkün.

Benim bir önerim var; her sene bir günlük ön yargı tatili yapalım; ne dersiniz?  Ne olur bu teklifime ön yargı ile bakmayım, gayet samimiyim. Doğum gününde bir senenin muhasebesini yaptığımız gibi, ön yargı tatilinde de ne kadar ön yargılı davrandığımızın muhasebesini yapmış oluruz.

Bu yazının kaleme alındığı 2011 yılının ilk gününde, 2011’in ön yargının en az yaşanacağı bir yıl olmasını temenni ederim.

Bu temennimden de bir anlam çıkarana aşk olsun. “Amacınız,  bu öneri ile 2011 yılında ön yargıların önünü keserek, 2012 yılını da Bediüzzaman yılı yapmaktır” diyen biri çıksa hiç şaşırmam. Bu da benim ön yargım olsun!..

Ön yargısız nice yıllara…

Ferhat Aslan

www.RisaleHaber.com

DİPNOTLAR:

1-TBMM Zabit Ceridesi, 1. Celse, Cilt 24, 135. içtima, Perşembe, 9 Teşrin-i Sani (Kasım), 1338 (1922), 457; iktibas eden: Şahiner, Bilinmeyen Taraftarıyla, 259. Belgenin orjinali için:   http://www.sorularlarisale.com/index.php?s=article&aid=17692

2-Cemalettin Canlı, Yusuf Kenan Beysülen, “Zaman İçinde Bediüzzaman”, s:279, İletişim Yayınları.

Bediüzzaman Said Nursi – Mustafa Kemal Atatürk Görüşmesi

… Said Nursî’nin, Meclis’e sunduğu bu beyanname ve yaptığı şiddetli teşvik ve tavsiyeler oldukça etkili oldu ve 60’tan fazla mebus, düzenli olarak namaz kılmaya başladılar. Bu yoğun alakadan dolayı, mescit ola­rak kullanılan küçük odanın yerine, daha büyük bir oda kullanılmaya baş­landı. Mebuslar üzerinde ciddi tesir bırakan bu beyanname, Meclis Baş­kanı Mustafa Kemal Paşa’nın tepkisini çekti. Bir gün, çok sayıda mebu­sun bulunduğu bir zeminde Said Nursî’ye olan kızgınlığını bağırarak şöy­le gösterdi:

Sizin gibi kahraman bir hoca bize lâzımdır. Sizi, yüksek fikirleri­nizden istifade etmek için buraya çağırdık. Geldiniz, en evvel namaza da­ir şeyleri yazdınız, aramıza ihtilaf verdiniz.

Said Nursî de, aynı şiddet ve kararlılıkla şu cevabı verdi:

Paşa! Paşa! İslâmiyette, imandan sonra en yüksek hakikat namazdır. Namaz kılmayan haindir, hainin hükmü merduttur.

Bu olay, biraz önce de belirttiğimiz gibi, birçok şahit önünde cereyan etti. (Mesela, Siverek mebusu Abdülgani Ensari gibi. bk. Badıllı, Nursî, 1:572.) Bu hadiseyi ve Bediüzzaman’ın Ankara günlerini pek çok şahit nakletmiştir. Ayrıca Bediüzzaman’ın eserlerinde de ana hatlarıyla yer almıştır. Bediüzzaman’ın ifadelerinin kitaplarında yer aldığı dönemde halen hayatta olan başta İsmet İnönü gibi pek çok mebus bu konular hakkında her hangi bir inkârda bulunmaması bu ifadelerin doğruluğu konusunda bir delil olarak sunulabilir.

Hatta o esnada hazır bulunan mebuslar, Said Nursî için endişeye ka­pılmışlardı. Bu sözlerinden dolayı canı yanabilirdi. Fakat Mustafa Kemal kızgınlığını bastırdı ve zımnen özür diledi. Çünkü iki gün sonra, maka­mında Said Nursî’yle iki saatlik bir görüşme yaptı.

İslâm düşmanları arasında ün kazanmak ümidiyle İslâm’a saldırma­nın ve onun şeâirini ortadan kaldırmaya çalışmanın millete, ülkeye ve İs­lâm dünyasına büyük zarar vereceği konusunda, Mustafa Kemal’i uyar­mak için bir fırsat yakalamıştı. Eğer bir inkılâp yapılacaksa, Kur’ân esas alınarak yapılmalıydı. Hırsını; makam ve şöhret arzusunu tatmin etmek için İslâm’a saldırarak, Türk ve İslâm düşmanlarının beğenisini kazanma­ya çalışmanın büyük bir yanlış olduğunu dile getirdi.

Mustafa Kemal, “bütün hissiyatını ve prensibini rencide ettiği hâl­de” bu sözlerinden dolayı, Said Nursî’ye, görünüşe bakılırsa kırılmamış­tı. Bilakis onu sakinleştirmeye ve nüfuzundan yararlanmak için onu ka­zanmaya çalıştı. Nursî’ye, Şeyh Senûsî’nin makamını, yani Doğu Anado­lu Genel Vaizliği’ni, 300 lira maaş, mebusluk ve Dârül-Hikmeti’1-İslâmiye’de sahip olduğu makamına denk bir makam, ayrıca bir köşk gibi cazip tekliflerde bulundu. Ancak Said Nursî bu tekliflerin hiçbirisini kabul etmedi. Bunun sebeplerini incelemeye geçmeden önce, Med­resetü’z-Zehrâ’nın inşaatıyla ilgili kanun teklifini imzalayan 167 mebus­tan birisinin de Mustafa Kemal olduğunu ifade edelim.

Mary F. Weld, Bediüzzaman Said Nursi Entellektüel Biyografisi isimli eserinde istifade edilerek hazırlanmıştır.

Kaynak: SorularlaRisale.com

Yazarın Notu: Binlerce mahkemelerden geçen Tarihçe-i Hayattaki görüşme meselesi şayet yalan olsaydı o yazı ya kitaptan çıkarılırdı ya da kitap yasaklanırdı. Bu kadar beraat kararları bile bu görüşmenin yalan olmadığını tasdik etmez mi?