Etiket arşivi: Ayasofya Camii

Sürgünde Ki Ayasofya

“Ve bir namaz vakti, Ayasofya Câmii’nden çıkılıp “çayhane”ye oturulduğunda.. [1]

 

“Ayasofya Câmii, ehl-i fazl u kemalden mübarek ve muhterem zâtlarla dolu.. [2]

 

“Ayasofya gibi gayet muazzam bir câmie, Cuma gününde dâhil olur.” [3]

 

Ayasofya tarihi sürecine bakıldığında bir hususu arz etmek isterim ki bir çok Müslümanın ve Ayasofya fanlarının bilmediği bir husustur.

 

Evliya Çelebi‘nin “Seyahatnamesi“nde; Ayasofya’nın Resulullah (A.S.V.) Efendimiz’in doğum tarihi olan 571 miladi yılında geçirdiği bir depremden bahsedilirken, kubbesinin onarılışı ile ilgili şu ilginç rivayet göze çarpar:

“Peygamberimiz Aleyhissalatü Vesselam’ın doğduğu gece vuku bulan zelzeleden; Kisra sarayı, Kızıl elma ve Ayasofya‘nın kubbesi yıkılmış idi. Bir müddet zaman geçtikten sonra Hızır Aleyhisselam‘ın hatırlatması ile Bursa’da ikamet eden üç yüz keşiş, Rahib Bahira‘nın öncülüğünde Mekke’ye geldiler. O zaman küçük yaşta olan Hazreti Peygamberimiz Muhammed Aleyhisselam‘ın ağzından bir miktar tükürük ile, mübarek ellerinin suretini aldılar. Ebu Talib‘in el yazısı ile ceylan derisi üzerine resmedilen bu suret, halen bir kutuda saklıdır.

 

Elhasıl:Peygamber -sallAllâhu aleyhi ve sellem- in ağız suyundan ve Mekke’nin pak toprağından bir miktar alan papazlar İstanbul‘a geldiler. Ayasofya’nın yıkık olan kısmını bununla tamir ettiler.
    Peygambermiz Aleyhisselam‘ın Tükürüğü ile yapılan yer, kubbenin kıble cihetinde, otuz iki nakışlı olarak halen bellidir. Bunu bilenler o yere nazar ettiklerinde: “Allâhümme salli ala Muhammed!” derler. Zira bu kısım, kubbenin diğer yerlerinden daha parlaktır. Fetihden sonra Fatih: “Bu kubbe Hazret-i Peygambermizin (A.S.V.)ağız suyu ile ayakta tutuldu!” diye, ta kubbenin ortasına zincir ile altın bir top asmıştır ki, bunun içi elli Rum kilesi buğday alır.
Bu top altında Hızır‘ın ara sıra salih müslümanlar ile buluştuğunu söylerler.” [4]Ayasofyanın Rasulü Ekremle (A.S.V.) böyle bir alakası da bulunmaktadır.

 

“Ayasofya gibi kubbeli bir câmiin kubbesindeki taşların muallakta durmaları ve o vaziyeti teşkil etmeleri taşlardan istenilse, nihayet derecede suubetli olduğunu…” [5] bu mehazde taşların kendisi duramayacağını izah edilmesinde ki onca sebeplerden birisi de Rasulü Ekrem’in ağzını sürdüğü bir taşı Herakliyus’a verip ayasofyanın kubbesine koydurmasıdır. O taşları bir arada tutan bir tılsım da budur.

 

Hayatımızda bir çok şey vardır manevi değeri olan. Yani sembol olan.

 

Türkiye Müslümanları için de Ayasofya bir simgedir. Eğer Cami ise Türkiyede Müslümanlar hakimdir. Camiden başka bir şey ise Türkiyede hakim olan ve güç sahibi Müslümn değildir manasına gelir.

 

Mesela Kur’an-ı Kerimde geçen kıssa ve isimler bizim için birer semboldür. Yoksa onlar simge olmazsa bizlere bu zamanda hitab edemez. “İhtiyarlandıkça zaman, Kur’an da gençleşiyor. Rumuzu hem tavazzuh eder, tabiat ve esbabın perdesini de yırtar o hitab-ı Yezdanî.”[6] bu hitap ve kavlin tahakkuku elbette her asırda ve efkar sahibinde ve mütefekkirlerde muhtelif his ve efkarın uyanmasına sebep olmaktadır.

 

Her asırda sayısı bilinmez tefsirler yazılmaktadır. Ve her bir eser birer saykal, cila vurmaktadır. Aslında bu tefsirler Kur’an’a şaşa değil Kur’an’ın esrarını izhar etmesi sebebi ile eserler kıymetli olmaktadır.

 

İşte bu semboller ( mesela: Kıssa-i Enbiya (a.s) gibi) bize birer ibrettir.

 

Risale-i Nurda ise lahikalar ve orada anlatılan meseleler bize birer kıssadır. Lahikadaki isim semboldür. Orada anlatılan biziz.

 

“Hem bu kahraman milletin ebedî bir medar-ı şerefi ve Kur’an ve cihad hizmetinde dünyada pırlanta gibi pek büyük bir nişanı ve kılınçlarının pek büyük ve antika bir yadigârı olan Ayasofya Câmii’ni “..[7] böyle muazzam bir mirasın bugün ibadete kapalı olması ise üzücü bir hadise olup Müslümanlara hüzün vermektedir. Tabir-i caizse Ayasofya ruhu bugün halen sürgün yaşamaktadır. Biz ceddimizin mirasına sahip çıkamadık. Bu sebeple ruhumuz ve vicdanımız muazzeb olmaktadır azap çekmektedir.

 

Ayasofya gibi büyük yerler tarihte bildiri ve nutukların da merkezi olmuştur.“Ayasofya Câmiinde elli bin adama takdir ile nutkunu dinlettiren bir adam.. ” [8]

 

“Lâkin yine korktum ki, başka bir istibdad tekrar o zannı tasdik eder diye, ne kadar kuvvetim varsa Ayasofya Câmiinde meb’usana hitaben feryad ettim.” [9]

Ayasofyanın açılması ise açan kimseye manevi kuvvet vereceğine dair haddinin fevkinde iş göreceğine dair ise; “Nasıl Ezan-ı Muhammediye’nin (A.S.M.) neşriyle Demokratlar on derece kuvvet bulduğu gibi, öyle de Ayasofya’yı da 500 sene devam eden vaziyet-i kudsiyesine çevirmektir.” [10]

 

Ayasofya, islam beldelerinin kilit noktalarından birisidir. Burası cami olması ile alem-i islamca bir nevi ittiba edilmeye ve lider kabul edilmeye vesile olacaktır. “Ayasofya’yı, 500 sene devam eden vaziyet-i kudsiyesine çevirmek ve halen İslâm’da çok hüsn-ü tesir yapan ve bu vatan ahalisine âlem-i İslâm’ın hüsn-ü teveccühünü kazandıran…” [11]

 

Ayasofyanın, putlardan arındırılıp camiye çevirilmesi Dindar Hristiyanları da memnun edecektir. “Hem Demokrat’a ezan-ı Muhammedî gibi çok kuvvet vermek ve Risale-i Nur’un neşrine müsaadesi gibi çok taraftar olmak ve âlem-i İslâm’ı, hattâ bir kısım Hristiyan Devletlerini de memnun etmek için, Ayasofya’yı müzahrafattan temizleyip ibadet mahalli yapmaktır.” [12]

 

Cumhurbaşkanımızın “önce Sultan Ahmed’i dolduralım”ifadesi ise zımni, gizli bir manadır. Yani bana destek olun ve bu talebinizi daha samimi ve Ayasofya ruhu ile isteyin ki, şu anda elimden gelmiyor manasını anlamaktayım.

 

Deseler ki Ayasofya yerine size 5 Ayasofya yapalım. Bunun cevabı illa Ayasofya olmalıdır. Çünkü Ayasofya Türkiyede islami bir sembol bir şeairdir. Bizler de bunların bilincinde olarak Ayasofyanın asli vazifesine dönüp bir nevi iade-i itibar edilmesini umera-i Türkiyeden beklemek hakkımızdır. Bu arzumuzun yerine gelmesi için doğacak güneşi bekler gibi beklemekteyiz. İnşallah o güneş doğacak ve alem-i islamı ittihad ile güldürüp vahdet-i kalbiyeye vesile vesile olup Birleşik islam ülkelerinin tezahürüne sebep olacaktır. Ayasofya bir poligon taşıdır. Bunun farkedilmesi temennisiyle

Selam ve dua ile

Muhammed Numan ÖZEL

Mehazler:


[1] Sözler ( 753 )

[2] Mektubat ( 413 )

[3] Lem’alar ( 185 )

[4]Evliya Çelebi Seyahatnamesi: c.1  ( 89 )

[5] Lem’alar ( 435 )

[6] Sözler ( 734 )

[7] Şualar ( 385 )

[8] Şualar ( 450 )

[9] D. H. Örfi ( 16 )

[10] Emirdağ L. 2  ( 164 )

[11] Emirdağ L. 2  ( 176 )

[12]Emirdağ L. 2  ( 236 )

 

www.NurNet.Org

Ayasofya Ne Zaman Cami Olur?

“Ağabeyler Anlatıyor” kitabının yazarı Ömer Özcan  “Ağabeyler Anlatıyor-2” kitabında, rahmetli Ali İhsan Tola Ağabeyden şöyle bir hatıra nakleder:

Bir gün böyle bir ders esnasında adalet hususunda sorular soruldu. Tam o anda kapı çaldı, ben de hilâf-ı âdet geleni içeriye aldım. Baktık adamın kolu kesik. Helâllik isteyerek nasıl olduğunu anlatmasını söyledim. Adam anlattı: “Bir kumaş fabrikasında çalışırdım. Çok kıymetli kumaşlar geçerken mahsus üstlerine yağ damlatır, sonra da özürlü diye onları, çok ucuza satın alırdık. İşte bir gün makine kolumu kaptı ve bu hâle geldim” diye anlattı, sorulan suale de canlı bir cevap gelmiş, kader adalet etmişti. …insanlar hangi hareketleri ile kadere fetva verdirdiler onu düşünmek lâzım.[1]

Başımıza gelen tüm musibet, bela ve zulümler için şöyle bir dönüp, bu musibet, bela ve zulümlerin bize neden geldiğini, hangi fiilimiz ile buna yol verdiğimizi, kadere fetva verdirdiğimizi düşünmemiz gerek.

Risale-i Nur’da ispat edilmiş ki, insanların ayn-ı zulümleri içinde kader-i İlâhî adalet eder. Yani, insanlar bazı sebeple haksız zulmeder, birisini hapse atar. Fakat kader-i İlâhî aynı hapiste başka sebebe binaen adalet ediyor ki, hakikî bir suça binaen o hapisle onu mahkûm ediyor. [2]

Risâle-i Kader’de ispat etmişiz ki: “Başa gelen zulümlerde iki cihet var ve iki hüküm vardır: Biri insanın, biri kader-i İlâhînin. Aynı hâdisede insan zulmeder, fakat kader âdildir, adâlet eder. Bu meselemizde, insanın zulmünden ziyade, kaderin adâleti ve hikmet-i İlâhiyenin sırrını düşünmeliyiz.[3]

Bu hakikati ifade eden şöyle veciz bir söz var, bileniniz çoktur:

Kuldan bela gelmez Hak yazmadıkça,

Hak’tan bela gelmez kul azmadıkça.

Tüm musibet, bela ve zulümler içindeki kendi kusurumuzu düşünmemiz gerektiğine göre, musibetlerden bir musibet, zulümlerden bir zulüm olan Ayasofya’nın camiden müzeye çevrilmesini de bu minvalde değerlendirmemiz gerekir diye düşünüyorum.  

Osmanlı’nın yıkılması akabinde, İngilizlerin istemesi ile Hilafetin katledilmesi. Hilafetin katledilmesiyle tesis edilmek istenilen zeminin tesis edilmesiyle batıcılık ve çağdaşlık kılıfı içerisinde dayatılan, İslam’la bağdaşmayan ve kültürümüze uymayan bir kısım yeniliklerin Müslüman halka istibdatla benimsetilmesi ve Müslüman halk tarafından benimsenmesi ve İslami yaşayıştan uzaklaşması ile Ayasofya’nın camiden müzeye çevrilmesine kadere fetva verdirmiş olduk diye düşünüyorum.

Yozlaşmışlık ve İslam’ı yaşamama deyince Sultan-ül Şuara Necip Fazıl Kısakürek’in halimizi özetleyen, düşündüren ve boynumu büktüren şu haklı ifadeleri zihnimde bir şimşek gibi çakmıyor değil:

Şimdi Fatih kalksa mezarından ne ben onu tanırım ne o beni tanır. Ama İstanbul’u Bizanslılar almış deyip, tekrar savaşır.

Bizans’a yaşayışı ile benzeyenlerin Ayasofya’yı cami olarak görmek istemeleri abes düşüyor değil mi?

Geçenlerde bir durakta Hristiyan bayramı olan “Cadılar Bayramı – Halloween” kutlamaları ile ilgili, rezalet içerikli bir partiye davet eden, rezil bir afiş gördüm.

Yozlaşmışlığımızın afişiydi o afiş.

İçim burkuldu adeta…

İşte bu yozlaşmışlığımızla kadere fetva verdirdik; Ayasofya’yı küstürerek müze ettirdik.

Bu yozlaşmışlığımız ve İslam’ı yaşamama Ayasofya’nın tekrar cami olması için önümüzde bir engel teşkil ediyor.

Bu yozlaşmışlık ve İslam’ı yaşamama sürdüğü sürece Ayasofya’nın tekrar cami olarak faaliyete girmesini bekleyemeyiz.

Peki, nedir bunun çaresi?

Nasıl tekrar Osmanlı ruhu sarar Âlem-i İslam’ı?

Ne zaman Ayasofya tekrar cami olarak ibadete açılır?

Ayasofya’nın cami olarak tekrar ibadete açılmasını, Âlem-i İslam içindeki ihtilafların son bularak ittihad edip yekvücut olmasını istiyorsak, özümüze dönmeli ve İslam’ı fert fert hakkı ile yaşamalı ve yaşanması için gayret göstermeli ve çaba sarf etmeliyiz.

Bu öze dönüş ve İslami yaşayış dar daireden başlayarak genişlemelidir.

Toplumu oluşturan fertleri yetiştiren ailedir. Toplumun en dar dairesi ve çekirdeği olan aile müessesinin irşadı ile toplum irşat olacaktır.

Burada herkese, hâsseten ebeveynlere, (Üstad Hazretlerinin aşağıdaki ifadelerinden aldığımız derse binaen) hususen validelere çok büyük ve ehemmiyetli bir görev düşmektedir.

Ben bu seksen sene ömrümde, seksen bin zatlardan ders aldığım halde, kasem ediyorum ki, en esaslı ve sarsılmaz ve her vakit bana dersini tazeler gibi, merhum validemden aldığım telkinat ve mânevî derslerdir ki, o dersler fıtratımda, adeta maddî vücudumda çekirdekler hükmünde yerleşmiş. Sair derslerimin o çekirdekler üzerine bina edildiğini aynen görüyorum. Demek, bir yaşımdaki fıtratıma ve ruhuma merhum validemin ders ve telkinâtını, şimdi bu seksen yaşımdaki gördüğüm büyük hakikatler içinde birer çekirdek-i esasiye müşahede ediyorum.[4]

Hayatın en önemli ve kişinin hayatına yön veren en önemli yılları olan bebeklik ve çocukluk evresinin büyük bir kısmı anne yanında geçtiği için annelerimize büyük bir görev düşmektedir.

Harcamaya endeksli kapitalist sistemin ücretli köleliğinden kurtulmadı tüm annelerimiz. Üç kuruş para kazanmak, daha güzel giyinmek, daha marka akıllı telefonlar almak için yani; neticede boş yere didinip duran anneler, bıraksınlar çalışmayı. Bıraksınlar da gayesi: İttihadı İslam’ı teşkil etmek, Âlem-i İslam’ı dert edinmek, Ayasofya’yı açmak, Mescid-i Aksa’yı kurtarmak olan; ümmetini düşünen, ümmetin her iki cihandaki saadetine hizmet eden, ümmet evlatları liyakatinde bir nesil yetiştirsinler.

Dindar ve vatanperver bir ailede yetişmiş birinin küçükken ailesi yanında yaşadıklarını bir misal olması açısında aktarayım:

Küçükken kardeşimle beraber, babam uyumaya geçtiği zaman yanına gider bize hikâye anlatmasını isterdik. Her seferinde de babam bizi kırmaz, yatağına alır, birimizi sağına, birimizi soluna alır, bize hikâye anlatırdı. Anlattığı hikâyeler genellikle aksiyon dolu hikâyeler olurdu. Bizi heyecana getirirdi. Hikâyenin içinde, sadaka vermeyi, yardım etmeyi, iyi bir insan olmayı, yardımlaşmayı, merhametli olmayı, korkmamayı öğütlerdi. Bütün bunları anlattığı hikâyedeki kahramanlar üzerinden bize anlatırdı. Babam bu hikâyelerin tamamını da kendi zihninde uydururdu. Bazen de bizi bu hikâyelerdeki kahramanlar yerine koyar “sen şu ol, sen de bu ol” der, bizi hikâyenin içine sokarak anlatmak istediğini bize yaşatırdı. Bu hikâyeler ile hayal gücümüzün gelişmesi yanında güzel meziyetleri de ders alırdık.

Annem ise bize hep nasihatler ederdi. Yanlış, kötü, günah bir iş yaptığımız zaman bize: “oğlum, sen benim hatırımı kırar mısın? Kırmazsın değil mi? Allah seni, benim seni sevdiğimden daha fazla sever. Benim hatırımı kırmak istemezken bu işlerle de Allah’ın hatırını kırma, olur mu?” Diyerek hayatımıza tesir edecek böyle tesirli nasihatler ederdi.”

İşte böyle bir anne ve babadan yetişen ihlâslı, dindar ve vatanperver nesillerle ittihad-ı İslam da kurulur, Ayasofya da açılır, Mescid-i Aksa da kurtulur İNŞALLAH.

Hatırlayın! İstanbul’u fethe gitmeden önce Fatih Sultan Mehmed’in henüz Fatih olmadan önce Edirne’de yaptığını. Hepimiz biliyoruz ama tekrar zihinlerde canlanması için tekrar edelim:

Edirne Eski Camide sabaha namazını kıldıktan sonra, Eski Caminin hemen karşısındaki Bedesten Çarşısı’na tebdili kıyafetle, çarşısının durumunu, esnafın esnaflığını ve satılan malların kalitesini tecrübe etmek için bir dükkâna selam vererek girmiş ve “yarım batman yağ, yarım batman peynir ve yarım batman da bal” istemiş. Esnaf, selamı aldıktan sonra istenilen yarım batman yağı tartmış ve “Efendim diğer isteklerinizi şu karşı esnaftan alınız, onun malı hem daha kalitelidir hem de daha siftah etmedi diyerek Padişahı karşı komşuya yönlendirir. Padişah ikinci dükkâna gidip yarım batman peyniri alınca dükkân sahibi Allah’a şükürler olsun siftahımı ettim. Hem de çocuklarımın nafakasını çıkardım. Bundan sonrası kârdır. Diğer isteklerinizi de komşumdan alınız. O daha siftah etmedi deyince Fatih Sultan Mehmed Han; bu milletteki ahlâkî istikamet yok mu, ona dünyaları fethettirir.der ve arkasından şu bedduayı da eder:Milletin ahlâk-ı sâfiyetine halel getirenleri Allah kahretsin!

Dikkat edin!

Fethin, milletteki ahlâkî istikamete mebni olduğu sırrını bize ecdadımız Fatih Sultan Mehmed Han ifade ediliyor.

Milletteki ahlâkî istikamet, İslam’ım emir ve yasaklarını yerine getirmesi ile olur.  Başta kendimiz dinini yaşayan, doğru ve hakiki birer dindar olur; dindar bir nesil yetiştirir isek Ayasofya da açılır, İttihad-ı İslam da kurulur, Mescid-i Aksa ve Kudüs’te kurtulur Allah’ın izniyle.

Hasılıkelam: Ayasofya’yı geri istiyorsak, âlem-i İslam’ın gönüllerde ittihadını arzuluyorsak, başta kendi nefsimizde ciddi, dindar ve ihlâslı birer Müslüman olmalı; ciddi, ihlâslı ve dindar Müslümanlar yetiştirmeliyiz. Bu yolda çalışmalı, bunu dert edinmeli, beş vakit namazın bir vaktinde bile olsa bunun gerçekleşmesi için can-ı gönülden dua etmeliyiz.

Selam, dua ve muhabbetle..

 

Halil İbrahim DEDE

16/01/2017 – Çorlu

 

halilibrahimdede@outlook.com

facebook.com/dedehalilibrahim

 

[1] http://www.risalehaber.com/bediuzzamanin-agacini-keseni-biliyorum-fakat-270497h.htm

[2] Emirdağ Lâhikası – II | ( 78 )

[3] Lem’alar | Yirmi Sekizinci Lem’a On Sekizinci Nükte

[4] Lem’alar | Yirmi Dördüncü Lem’a

BİR HAYÂLİM VAR!

Bir hayâlim var, düşünce düşlerime, içimde filiz-filiz açan, beni tebessüme ve heyecana getiren ve de mutlu eden.

Hayâl dediğime bakmayın, gerçekleşeceğine tüm hücrelerimle iman ettiğim içten bir dua aslında bu.

Gün geçmiyor ki; gönlümde birikip, ruhumla suladığım terennümlerim, dua-dua akmasın lisanımdan avuçlarıma.

Ve yükselir günahkâr dilimden arş-ı âlâya, ümmetin milyar tane dualarıyla..

Olacak, Allah izin verirse, kurtulacak esaretten ümmetin fetih hakkı, ecdad mirası Ayasofya.

“Ayakkabılarımla basmak istemiyorum, ecdadımın secde ettiği yerlere!” diyen tarihçinin kabul olacak tok sesi ile ettiği dua.

Ve serilecek yeniden, mermer yerlere yün halılar.

Yankılanacak tekrar yüksek kubbesinde ayetler, kametler, ezanlar.

Ağzı kapatılan Sinan’ın minarelerinden ezanları duyan, ağlayarak çökecek dizlerinin üstüne.

Koşarak gelecek duyanlar; kıyamda, rükûda, secdede bulunacaklar Allah’a.

Sahabe misali tutulan sımsıkı ve ip gibi saflar canlanıyor gözümde.

Heyecanımdan titriyorum adeta.

Sığmıyor ümmetin hasreti Ayasofya’nın yaşlı duvarlarına.

Kapanıyor ümmet şükür secdesine; avlusuna ceketini seren, duruyor huşû ile namaza.

Ve kükrüyor Ayasofya, minberinden Hatibin diliyle.

Ümmetin diriliş sesi sarsıyor tekbir-tekbir Ayasofya’nın muhkem direklerini ve Ayasofya esir kalsın isteyenlerin küçük yüreklerini.

İşte o gün, boyun bükerek değil, dik başlarla, göğsümüzü kabarta-kabarta gideceğiz ceddimiz Fatih’in kabristanına.

Dilimizde tekbirler, içimizde salavatlarla…

Farklı yürek atışlarıyla ve daha bir hissederek, heyecanla okuyacağız defalarca Fatih’e Fatihaları.

Islanacak seccadeler, şükürle akan gözyaşlarıyla.

Sevinçten olacak bu sefer hüngür hüngür ağlamalar, hasretten ve vuslattan.

Yağan rahmetle ıslanacağız, gözyaşlarımız karışacak yağan yağmura.

Ve “sıra sende” diye seslenecek Ayasofya, Mescid-i Aksa’ya.

Huzur kaplayacak dalga-dalga; başta İstanbul’u, sonra Anadolu’yu ve daha sonra Âlem-i İslam’ı.

Sabahlara kadar boş bırakmayacak bu ümmet Ayasofya’yı.

Tebrikler yağacak Âlemi İslam’ın dört bir tarafından, kaldırdığı için tekrar yerden sancağını.

İttihad edecek bu ümmet, soracak tekrar zalimden mazlumun ahını.

Fert-fert dert edinmeliyiz Ayasofya’yı, Mescid-i Aksay’ı ve Âlem-i İslam’ı.

Zira bu davayı dert edinmiş, iman dolu göğüslerden akan dualarla olacak Ayasofya’nın kurtuluşu, Kudüs’ün fethi ve Âlem-i İslam’ın ittihadı ve refahı!

 

Halil İbrahim DEDE

31/08/2016 – Çorlu

 

E-Posta: halilibrahimdede@outlook.com

Facebook: facebook.com/dedehalilibrahim

“Ayasofya Camii” 90 yıl sonra ibadete açıldı

Vakıflar Genel Müdürlüğünün Bursa’nın İznik ilçesindeki ”Ayasofya Camii”nin ibadete açılması yönündeki kararının ardından tarihi cami, yaklaşık 90 yıl aradan sonra bayram namazının kılınmasıyla ibadete açıldı.

Sabahın erken saatlerinden itibaren bayram namazı için Ayasofya Camii’ne gelen İzniklikler, tarihi camiyi doldurdu. Bayram namazına ilgi fazla olunca, cemaat dışarıya hasırlar sererek, saf tuttu.

İznik Müftüsü Veli Vehbi Bardakçı’nın kıldırdığı bayram namazına, Vakıflar Genel Müdürü Adnan Ertem, İznik Belediye Başkanı Kadri Eryılmaz ve çok sayıda vatandaş katıldı.

Vakıflar Genel Müdürü Ertem, cami çıkışında gazetecilere yaptığı açıklamada, caminin yeniden ibadete açılmasından dolayı mutluluğunu ifade ederek, Ayasofya’nın 680 yıl önce Orhangazi tarafından camiye çevrildiğini ve 1920’li yıllardan beri de ibadete kapalı olduğunu hatırlattı.

Caminin daha önce harabe şeklinde olduğunu ve restorasyonu gerçekleştirdiklerini kaydeden Ertem, ”Burada ibaret etmek bugün nasip oldu. Ben gerçekten çok mutluyum. Burada tekbir seslerinin yükselmesinden, Allah nidalarının yükselmesinden oldukça mutluyum. Bir bu yönü var, ikincisi ise vakfedenin iradesini gerçekleştirdiğimiz için bundan dolayı da ayrıca mutluyuz.

Caminin yeniden ibadete açılmasında emeği geçen herkese teşekkürlerini sunduğunu, eleştirilere ise bugün cevap vermek istemediğini ifade eden Ertem, şöyle devam etti:

Bugün mutlu bir gün, bayram bugün. Bizim geleneklerimizde vardır, barışırız, olumsuz şeyler söylemeyiz. Eleştirenler de bu görüntüyü gördükten sonra bizimle aynı fikirde olacaktır. Burası kurulduğunda ibadethane olarak kuruldu. İbadethane olarak devam etmesini ben istiyorum. Biliyorum ki bütün yürekler ister. Ben daha önce de beyanatımda belirtmiştim, hiçbir zaman burası müze olarak faaliyet göstermedi. O nedenle buranın müze olmasına ve buranın ibadete kapalı olmasına yönelik ifadelerin doğru olmadığını düşünüyorum. Bunu beyan eden kişilerin de bugün bu manzarayı gördükten sonra bizimle aynı fikirde olacağını zannediyorum.’

-‘İki dine göre ibadete açık olması mümkün değil

Vakıflar Genel Müdürü Adnan Ertem, bundan sonra Ayasofya’ya yönelik projeleri cami olarak kurula sokacaklarını belirterek, şunları kaydetti:

Bugün burada ibadete başladık. Ama içerisi soğuktu. Öncelikli olarak pencerelerden başlamak üzere içeride ibadet etmeyi kolaylaştıracak mahiyette bir restorasyon düşünüyoruz. Buranın basında yer aldığına göre her iki dine göre ibadete açık olması mümkün değil. Burası camidir. Cami olarak ibadet edilecektir. Burada hem İslami usullere göre ibadet edilip hem de ayin yapılmasının uygun düşeceğini zannetmiyorum. Bizim düşüncemizde böyle bir şey yok.

İbadete açılması yönündeki kararın ardından, Ayasofya’nın içinde zemin döşemesi yapılmış, yere halılar serilmiş ve minber yerine konularak, yıllardır yapının dışında bulunan ”Ayasofya Müzesi” yazılı tabela ise bulunduğu yerden kaldırılmıştı. Ayrıca, namaz kılınacak bölümdeki halıların çevresine korumalıklar yerleştirilmiş, tarihi dokuya zarar vermeyecek şekilde yerden ısıtma sistemi döşenmişti. Arife günü de caminin duvarına, T.C. Başbakanlık Diyanet İşleri Başkanlığı ”Ayasofya Camii (Orhan Camii)” yazılı tabela asılmış, tabelaya 1331 tarihi düşülmüştü.