Etiket arşivi: balkanlar

Allah’a şükürle borçlu kimse var mı benim gibi? (Abdulkadir Haktanır)

Bu yazıyı yazmama sebep olan, yorumcu Emanet Özer kardeştir. OKURLARIN YORUMLARI köşesinde Eyüphan Kaya  ve Emanet Özer Kardeşlerin teselli ve takdirlerine teşekkür eder bende onlara dua ederim. Emanet Özer kardeş.  Merhum Oğlumun yazısını okuduktan sonra: “Bu yaşanmış eserin öyküsünü yazar misiniz.” diyor.

Muhterem ve aziz da’va Kardeşlerim! Yüce kudret sahibi Allah her şeyi yapıyor, fakat bizler irademizi onun rızası dairesinde kullanmamızı istiyor bunu yaparsak ne mutlu bize.

Ben övünmek için değil, kendimi tanıtmak için anlatayım, Eski Yugoslavyanın Sırbistan’a bağlı 636 senelik camii bulunan BİLAÇ isimli bir kasabacıkta dünyaya gelmişim. Evladı Fatihan’dan çilekeş fakat mutlu biri olduğumu size bildirdikten sonra: Baba neslim Konya Karamandan, Bey unvanı ile Esad Beyin oğlu Aguş beyin oğlu olup ve Tokan Dündar Oğullarından  Hacı Halit soyundan Zühre annemden meydana gelmişim. Babamın sülalesi fazla dindar değildiler, ama babam annemle evlendikten sonra Ta’vizsiz hoca olan Abdülhamid Hoca dayımın nasihatlerini can kulağı ile dinledikten sonra babam çok takva sahibi biriydi. Ben doğduktan sonra 5 yaşında olunca babamla beraber akrabalardan yaşlı bir ninede beraber Kur’an okuduk. Ben 6 yaşındayken Kur’an-ı Kerimi hatmettim. 7 yaşında iken babam rahmetli oldu. Hoca dayımın sözlerine itiraz etmediğim için yaşım 10 olunca başkasına Kur’an-ı Kerim’i öğretmeye başladım. İlk önce 5 yaşında olan kız kardeşime, amcamın evlatlarına ve komşuların yavrularına derken o kudsi vazife bizim evde bu güne kadar devam ede geldi. Her nekadar sosyalist idare altında Kur’an okutmak yasak idiyse de ben o kudsi vazifeyi hiç kesmedim. Evimizin avlusunun sokağa çıkan 3 kapısı vardı. Kur’an dersine gelenler başka kapıdan gelir başka kapıdan çıkarlardı. Ailemizin bütün fertlerini Kur’an-ı Kerim’i okutma kabiliyetine sahip yetiştirdim. Kendim evin idaresini getirme peşinde olduğum zaman onlardan boş olanı o işi yapardı. Bizim hanıma dahi Kur’anı okuttuk oda o işi yapıyordu. Hatta Türkiye ye geldikten sonra bulunduğumuz mahallenin hanım ve kızlarının çoğuna  Kur’an-ı Kerim’i bizim hanım okutmuştur.

Şimdi gelelim asıl mevzumuza:  Müslüman anne ve babanın en zor ve en mühim işi evladına dünyevi eğitimi verirken çocuğun dini eğitimini asla ihmal etmemektir.  Allah bana 4 erkekle 1 kız vermekle beni çetin imtihana tabi tuttu. Resimlerini de göreceğiniz gibi, erkek evlatlarımın sünnetini yaparken, 7 yaşında olan en büyük oğlum merhum Burhaneddin ile 6 yaşında olan kızımın hatim cemiyeti ile birlikte yaptık, bu zamanda, zaman abluka altına  olduğu için, hocanın önünde birkaç hatim yapmaya çocukların vakitleri yok.  Bizim prensibimizde tecvid ve mahrec ile birlikte 1 hatimde çocuğa Kur’an-ı Kerim’i hatasız okutabilme gayretidir.  Evet! Anne ile baba evlatlarını küçük yaştan namazı terk etmemeye alıştırdı mı, sonra o yavruların imanlarını Risale-i Nurlar ile pekiştirdin mi, Allah’ın yardımı ile   o yavrular  sonra namazlarını terke  tenezzül edemezler.

Adnan Menderes ile oranın lideri Titonun, Türk olanlar Türkiye’ye gelebilirler anlaşmaları sonucu, Arnavut, Pomak, Boşnak olan Müslümanlarda Türkiye’ye gelmek için Nüfus memuruna rüşvet vererek Türk oluyorladı ve 1952-1960 arası Yugoslavya’dan Türkiye’ye 2,5 milyon nüfüs  geldiler. Ben ise aslen olduğum halde,Türkiye’de  dine kaşı yapılan inkilaplardan ötürü o zaman gelmedim. Ancak 1959 da bizlere Risale-i Nur eserleri geldikten sonra çok az para ile  çalışacak benden başka olmadığı halde bir minibüse 8 nüfusumu atarak Türkiye’ye 1970 te geldim. O zaman Türkiyemiz’de diplomalı hoca pek yoktu. Ölen hocanın yerine 40 -50 kişi, musabakaya girerek kim daha iyi bilir ise onu alılardı. O zaman Nur talebesi olan Bakırköy Müftüsünden bana imam veya müezzinlik teklifi geldi. Muhtaç olup para ile Kur’an okuma korkusundan kabul etmedim. Emekli oluncaya kadar, birkaç serbest meslekte çalışarak 5 kat ev yaptım 20 küsür sene evimin bir katını dershane yapıp, onu hanımlara tahsis etmişimdir. 43 senedir ya dairemde veya dershanede haftada bir gün erkeklerle de ders yaparız.  Her ne kadar benim prensibimde çocukları okutma var idiyse de. Merhum oğlum Burhaneddinin azıcık kekelemesinden ötürü onu okula veremedim benimle çalışmak için  yanıma adım. 2-3 vasıta değiştirerek haftada en az 3-4 derse beraber katılırdık ve ona özel bir masa yaptım bir taraf lugat bir taraf defter ortada Risale-i Nur kitabı 15 sene ta ki manasını anlamadığı kelime kalmayıncaya kadar öyle devam etti. En son bütün külliyatta mevcut vecizelerin altlarını çizerek tamamladı. Yaşı 30 olduktan sonra 2 çocuğu olduğu halde,  bir gün bana:  “Babacığım bir şey diyecem ama yok demeyeceksin” dedi. “Peki nedir söyle bakalım.” Madem Kur’an-ı Kerim Risale-i Nurlar gibi bu hakikatleri  önümüze sermiş, ben Kur’an-ı Kerim’i  ezberlemek istiyorum. Ben ilkten, “yok olmaz oğlum sen ağır işlerde çalışıyorsun veballi olur yapamazsın” dedim, “aman babacığım  beni kırma” dedi ve  “tamam” dedim. 4 senede hafız oldu ve ben bırak yapamıyorsun demeyeyim diye, dersini bende dinletmiyordu. Gidip başka yerlerde hoca  bulup dinletirdi. Hafız olduktan sonra Bizdeki dersten sonra ona Kur’an okuturdum, okuduktan sonra, bir sefer ben cemaata: “Bizim Burhaneddin hafızdır” dedim, cemaat  gittikten sonra bana:  “Babaciğim niye ona buna benim hafız olduğumu söyliyorsun, ben halkın bilmesi  için mi Hafız oldum” laflarla bana çıkışırdı. Kızı da babasına benzeyerek kızımın kızıyla birlikte imam hatipten sonra Adana’daki dershanede 4 sene yalınız Risale-i Nur okudular sonra geldikten sonra Merhumun kızı evlendikten sonra bir taraf çocuğunu sallarken diğer taraf oda babası gibi hafızlıgını tamamladı Elhamdülillah .

Kızımı hiçbir gün okula göndermedim. 11 yaşındayken Hafız oldu ve hafıza tembellik zamanında bazen bağırıp, kızmak icab ettiğinden dolayı, baba evladını kolay hafız yapamadığı için 2 kilometreye yakın uzak bir yerde olan sevdiğim bir hocaya 4 sene dersini dinletmeye taşıdık. Okul derslerini dışarıdan verdi. Şimdi benim kızım Üniversite talebelerine ders verir . Beyi Yüksek İslam Enstitüsü me’zunudur ve Eyüp İmam Hatip okulunda öğretmendir.

Ondan sonraki Oğlum Nizameddin İngilizce dili me’zunu 10 sene öğretmenlik yaptı. Şimdi Denizli’de Nur Tekstil’in dış pazarlama müdürüdür her gün internetle 2-3 bin kişiye  bir hadis ve Risale-i Nurdan bir vecize gönderir. Büyük kızı Barla’da hafız oldu. Bir Nur talebesi ile evlendi, şimdi küçük kızı hafız oluyor. Oğlu ile damadı ve büyük kızı şimdi umreden geldiler.

Ondan sonra Fahreddin isimli oğlum var. Onu da okutmak istedim, bana sen çalışacan ben okuyacam ona razı olmam diyerek çok çeşit işlerde çalıştı şimdi Tır şoförlüğü yapıyor. Ramazanda kendini denemek için 1 günde bir hatim yapmış. Allaha şükür, işte iken iki senedir Pazartesi Perşembe oruç tutuyormuş.

En küçük oğlum Nurullah Haktanır 18 sene Eyüp Alibeyköy dershanelerinde Vakıflık yaptı. İşte iki sene evlendirdik hanımı dilsizlere ders yapıyor. Allaha karşı şükür ile borçlu kimse varmı ben gibi: Çünkü ailemde 32 nufus hepsi Nurcu fire yok şükür.

       

ŞÜKÜRLE MEDYUN KİMSE VARMI BEN GİBİ?

(Fahır değil, ancak tahdisi nî’met içindir)                 

 

Eğer bir kul acz ve fakr ile halikını bulursa,

Masivaya aldanmadan az günahla kurtulursa,

Büyük Allah kâfirlerden muhafazaya aldıysa,

Diyemez mi şükürle borçlu  kimse var mı ben gibi?

 

Yedi yaşta iki kardeşle yetim kaldı ise

Onları O Hafız-ı mutlak hıfzına aldı ise,

Ummadığı yerden onlara bol rahmet yağdı ise

Diyemez mi şükürle medyun yoktur kimse ben gibi.

 

Diyar-ı küfürde Allah büyüttüyse saptırmadan;

İmansız yapmaya koşuşan kurtlara kaptırmadan;

Allah, nefis ve şeytandan koruduysa azdırmadan;

Diyemez mi şükürle borçlu hani kim var ben gibi?

 

Gavuristan da Allah Nurları tanıttırdı ise

Sebebini Halk edip anavatana attı ise;

Asrın en parlak kervanı, Nurculara kattı ise;

Diyebilir şükürle medyun var mı kimse ben gibi?

 

Rabbime çok hamdolsun ki, bize kulluğu bildirdi,

Bu kadar kıvrımlı yollardan bu günlere getirdi,

Bilirim ki kulluk tadının asla bulunmaz dibi,

Allah’ıma  şükürle borçlu kimse var mı ben gibi?

 

Rabbimize çok şükürler ki Nur’lara boğdu bizi,

Engebelerden aştırarak gösterdi doğru izi,

Nurlar ile pür nur etti aslımızı neslimizi,

Bağırarak derim kim var şükürle borçlu ben gibi?

                                                                

Rabbime şükür ki Nurlara hâdim eyledi bizi,

Risaleler Balkanlara da gidiyor dizi dizi,

Dillerine çevirdik ki takip etsinler bu izi,

Yaratana şükürle borçlu kimse yoktur ben gibi?

 

Bu güne dek yetmiş beş bin kitap oraya gitti

Bu vazifeye Nurlarda aldım iman beni dürtti

Sebep olduk o gençler imanli yaşamak dert etti

Bu sefer beş bin kitapla gittim kitaplar hep bitti

 

Yüce Allah’ım! Hıfzet bizi her türlü fitnelerden,

Nuru Kur’ân’ı  yaşamaktır benim dileğim Senden,

Duyururum, Allah’a borçlu kimse yoktur ben gibi?

Aman Yarabb! Sana sığındım, yok ki Hafiz Sen gibi.

 

Bunu yazdım ki bu fakirin bir gün ruhu çıkacak,

Allah’a borçlu olduğumu bunlar ispat olacak,

Ümit varım Rabbime ki Lütfüyle bağışlayacak, 

Gel kulum diyip, şefkatini fakire yollayacak.

Abdülkadir Haktanır / ww.NurNet.Org / www.AlbNur.com

Gaye Adamı Olmak ve Nur Davası – Balkan Hizmetleri Mektubu

Okuyuculardan herhangi kimseye belki faydası dokunur diye Balkanlardaki 2012 nin son aylarındaki hizmetlerden bahsedeceğim. Bunun devamında bazı hakikatleri ortaya sereceğim. Çünkü Cennet ucuz olmadığı için onu kazanmak için fedakârlıkla mükellef olduğumuzu bilmek bizim için zaruri bir hal hükmündedir .

Evet bu davada istihdam var.

1995 senesinde Rahmetli Sungur Ağabeyin emri ile dükkanımı kapatıp Nusret ve İsmail kardeşleri de bana vererek iki aylığına Makedonya’nın Gostivar şehrine hizmete gittik.

Gostivar’ın ve tüm Balkanlarda yaşayan Müslümanların çoğu Arnavut olduğu için oradan döndükten sonra Risale-i Nurları Arnavutçaya tercümeye başladım. Küçüklerden İman ve Küfür Muvazeneleri, 400 sahifelik RAMAZAN HOCA TARAFINDAN DERLENMİŞ BİR TARİHÇE-İ HAYAT ve Risale-i Nurlardan bir VECİZELER kitabı dahil 16 sini tercüme ettik. Ben orada 33 sene yaşadığım için ve onların hastalıklarını bildiğim için, bazısını ağabeylerin kitaplarından derleyip bazısını de 53 seneden beri Risale-i Nurlardan istifade ettiğim manaları dile getirerek 7 kitap dahi yazmışımdır. Çünkü midesi hasta olana ağır yemek verilmediği gibi, kafa midesi hasta olan bu insanların çoğuna da doğrudan doğruya tefsir veremiyoruz. Risale-i Nurların dışında yazdığım kitapların adları şöyle: MATERYALİST FELSEFECİLERE CEVAP, VECİZELER KİTABI, İNSAN NEDİR?, Avrupa Profesörlerinden 34’nün 10-12 sahifede fikirlerini yazdıkları: NE İÇİN ALLAHA İNANIYORUZ ve İşaratül i’cazdan da 16 Prof ün İSLAMİYETİ VE PEYGAMBERİMİZİ a.s.m. NE İÇİN SEVİYORLAR fikirleri, MEHMET AKİF ERSOYUN HAYATI, GENÇLERE İNCİLER ve bir tane de ŞİİR kitabım var. Bunları de o millet için faydalı bulduğum için yazdım.

Balkanlar Nur Hizmeti 2012Risale-i Nurlardan çok azını Sözler yayınevi sattı diğerlerini ben parasız pulsuz dağıttım. Ne kadar Allah’ıma şükretsem azdır. 1995 ten beri bazen hanımla birlikte gider oralarda iki aylığına bir ev kiralayıp kalırdık, Çoğu zaman yalnız. Yani 1995 ten beri her sene 1-1,5 aylığına Balkanlardaki 4 devleti gezerim. Gitmeden önce kargoyla kitaplarımı gönderirim. Yaşım ilerleyip 76’ya bastığım için Üniversite talebeleri kız ve erkekler ile toplantı yapar onlara uzun bir ders yaptıktan sonra onlara kitap veririm. Erkekleri dershaneye davet eder, kızlara ders yapmalarını tavsiye ederim. Allah’ıma ne kadar şükretsem azdır. Bu sayede bugüne kadar Balkanlarda 75.000 adet kitabımız dağıtıldı.

Evet sırf Nur hizmeti için gittiğim Balkanların Arnavutluk, Kosova, Makedonya ve Sırbistan devletlerinde bu sefer 1 ay kalarak 6 Aralık Perşembe günü geldim.

Gidişimin ilk durağı Arnavutluk’un başkenti Tirana idi. Tirana Arnavutluk’un başkenti olduğundan ve orada Üniversiteler de bulunduğu için Üniversite talebelerinin imanlarını kurtarmak maksadıyla, Ağabeyler orada yeni bir dershane kiraladılar. O dershanede çok ihlaslı Adanalı, Hafız Necip adında bir kardeş kalıyor. O kardeş Kosova’da Türk Edebiyatı masteri ile beraber tahsil ettiği için Arnavut lisanını da iyi biliyor. Tirana’da Türkiye den ticaret için giden çok Türkler de bulunduğundan orada umumi derslerden haftada bir gün Türkçe bir gün Arnavutça ders oluyor.

Ben daha önceden Arnavutluk’un İşkodra kentine daha fazla gittiğim için, orada genç tahsillilerden otuza yakın kardeşler mevcut. Orada onlar kendileri bir dershane ayarladıkları için, Tirana’dan Necip kardeş arkadaşları ile her hafta İşkodra’ya derse gidiyor. Bu sefer ben İşkodra’da üç gün kaldım. Bir gün Arnavutluk’un Elbesan şehrine de derse gittik.

Evet, Arnavutluk’ta 12 günümü tamamladıktan sonra, Arnavutluk devleti ile Kosova arasında ki yol otoban olduğu için Tirana’dan Kosova’nın Prizren şehrine rahatlıkla vardım. Oranın milletinin sadece % 7 si Türk olduğu halde halkta menfi milliyetçilik olmadığı için hemen bütün halk Türkçe konuşmasını biliyor. Bu durum Risale-i Nurları daha rahat yaymaya bir fırsat. Onunla beraber oranın cami imamlarından Adnan isimli ihlaslı bir Hoca Efendi bazen Arnavutça da ders yapıyor. Hatta Cuma günü onun camisine gitmiştim, kendisi kürsüde iken beni görür görmez hemen Kürsüye davet edip Vaazı bana bıraktı.

Bunu da anlatayım ben Prizeren’de iken araba ile 3,5 saat uzak olan Arnavutluk’un İşkodra kentinden 14 genç minibüsle Prizren’e derse geldiler. Ben orada iki gün kaldıktan sonra Kosova’nın başkenti Priştine’ye gittim. Orada vakıflık yapan Konyalı ilahiyat mezunu Ahmet kardeş o esnada okuma programına Türkiye gelmiş, ben 5 gün ona vekalet ettim. Oradan sonra Makedonya’nın Gostivar şehrine geldim. Orada Hatay’lı Çok faal ve çok ihlaslı bir kardeş var. Orada hemen her gün ders var. Esnaf dersi, Arnavutça ders, esnafların dükkânlarına beraber gidip ders yaptık.

Bir gün Türkçe bilen Vrapçişte köyüne taziyeye ve ders yapmaya gittik. Ondan sonra Makedonya’nın başkenti Üsküp’e gittim. Burada Üniversiteye girmek için puan kazanamayan çok öğrenciler Üsküp’e gidip puansız bir miktar para ile Üniversiteye kaydoluyorlar. Orada benim hizmet saham geniş. Bazen camilerde vaaz ederim bazen toplantılara giderim. Her gittiğimde oradaki Üniversite okuyan hanım kızlara ders yapmaya giderim, kendilerine arkadaşlarına vermek üzere de bol bol kitap veririm.

Son olarak Kosovaya dahil olamayıp 3 kasabası bulunan, yani 300.000 nüfus Sırbistanda kalıp benim doğum yerim olan Bilaç kasabasına yakın Preşova kasabasına gittim. Oradan bir imam daha önce beni Cuma vaazına davet etmişti. Ben kendisine gidemeyeceğimi bildirdim. Yalınız Cuma günü, Pazar günü hanımlara konuşacağımı cemaata söylemesini dedim. Nitekim öyle oldu 70 küsur genç hanıma bir saat ders yaptıktan sonra kendilerine bol bol kitap verdim. Böylece seyahatımızı tamamladık.

ŞİMDİ NE OLUR BU YAZIYI DA OKUMAYI İHMAL ETMEYİN

Evet, Türkiye’de dine karşı yapılan inkılaplardan sonra, Hocalar Türkiye’ye gelmeyi müsaade etmiyorlardı. Yani Müslümanlar için kanunların en müthişi Müslüman Türkün kafasına kâfirin taşıdığı şapkayı takma gibi olumsuz kanunlardır. Evet şapka hakkında Şeyhül İslam, Zembilli Ali Efendi demiş ki ” Şapkayı şakayla da başına koyan Kâfir olur. Çünkü Peygamberimiz a.s.m “Men teşebbehe bi kavmin fehüve mihüm” demiş Yani: (Bir kimse başka bir kavimden birine benzese o onlardandır) buyurmuş. Zaten İskilipli Atıf Hocanın idam edilmeye sebep olan kitabı yazması bundan başka değildir. Ağabeyler diyor ki, Üstad demiş: “Bütün çektiklerim Şapkayı zorla başına koyan kâfir olmaz dediğimden ötürüdür.”

Evet, bu sebepten ötürü 1952 den sonra Yugoslavya’dan Türkiye’ye göç edenlere Hocalar müsaade etmiyorlardı. Fakat zavallı halk Yugoslavya’nın eski lideri Tito’nun Sosyalist idaresi ile Hocaları susturmasıyla ve okullardaki gençleri Natüralist ve Materyalist felsefe ile imansız bıraktığı için, yaşlıları da taklidi iman kurtaramayacağı için, Yugoslavya’da bulunan Türklerin, Türkiye ye göç etmeleri için, müracaatları sonucu, oranın lideri Mareşal Tito ile Merhum Adnan Menderesin anlaşmaları neticesinde 1952-1960 arasında iki buçuk milyon Müslüman Türkiye’ye göç etti. Değil yalınız Türkler, belki orada bulunan Arnavut, Boşnak ve Pomaklar da nüfus dairesinde ki memurlara rüşvet vererek kendilerini Türk yapıp Türkiye’ye göç etmiştiler. Türkiye’ye gelenlerde her ne kadar Türkiye’nin durumunu biliyorlardı. Ama onların İslam dinine sahip olmaları ve Türkiye’den ümitlerini kesmediklerinden ötürü Türkiye’ye göç etmiştiler.

Fakat bu fakir; evlad-ı fâtihandan olduğum halde, Türkiye de mevcut olumsuz kanunlardan ötürü o zaman gelmedim. Vaktaki burada bulunan akrabalar tarafından bize Risale-i Nur eserleri geldi karar değişti. Ağır şartlarları göze alarak, Risale-i Nur talebelerini görmeğe ve Risale-i Nurlardan biraz daha fazla eser alıp okuyup Nur davasını daha iyi tanımak için, iki defa Türkiye’ye geldikten sonra, ancak 1970 te çok az parayla, benden başka çalışanım olmadığı halde, ufak tefek eşya ile beraber sekiz nüfusu bir minibüse atarak Türkiye ye geldim. Yerleşme umuduyla, gidip iki ay Bursa da kaldım. Nasip olmadıği için orada iş bulamadığımdan ötürü İstanbul’a döndüm. İstanbul’un Küçükçekmece’nin Tepe üstü semtinde suyu yok, yolu yok, elektriği yok olan bir yerde bir gecekondu yapıp yerleştim.

O zaman Türkiye de yeteri kadar diplomalı Hoca olmadığı için, Ölen imam veya müezzin yerine başkasını tayin etmek için, müsabaka imtihanı açarlardı. Müsabakaya girenlerden kim daha iyi bilirse onu vazifeye alıyorlardı. O zaman Bakırköy Müftüsü Ali Aktürk Hoca Efendi Kardeşlerden olduğu için, beni herhangi yerde imam veya müezzin tayin etmek için, diyanet camiasında bana vazife vermeyi teklif etti. Ben ona: “Hocam gördüğün gibi, İhtiyacım çok ama o vazifeyi kabul edemem çünkü vazife yaparken muhtaç olup para ile Kur’an okuyabilmeye aldanmam ihtimali olduğu için, o vazifeyi yapamam.” Devam ederek ona: “Hocam merak etme! Allah’ın yardımı ile hiç çekinmeden ağır işleri de yapaya katlanırım.”

Ondan sonra Allah’ın yardımı ile elin işinde yalınız altı hafta çalışıp, sonra dükkân açıp kaldığım yerde nüfus az olduğu için tek meslek idare etmediği için, emekli oluncaya kadar ihtiyaca göre 5-6 çeşit mesleği kendi dükkanımda çalışarak harçlığımı çıkarıyordum ve 5 kat ev yaptım. Bir katını işte 20 senedir hanım kardeşler dershane olarak kullanırlar. Haftada 1 bazen iki gün erkek dersimiz var, dershaneyi boş bulduğumuz zaman, orada ders yaparız, eğer dersimiz kızların programlarına isabet ederse dersi kendi daireme alarak Allah’ıma çok şükür dersi aksatmadan devam ettik ve ediyoruz. Benden başka çalışanım yoktu dedim. Çünkü ben öyle bir kültür almıştım ki hanımı çalıştırmak şöyle dursun, doğduğum memlekette 1.300 m arsam vardı, tüm arsayı 2,5 metre duvarla sarmıştım. Postacı olsun polis olsun sokak kapısını çalar izin aldığından sonra avluya girebilirdi.

(Allah’ıma çok şükür o dini gayreti Allah’ım bana ihsan ettiğinden ötürü Türkiye’mizde Allaha karşı benim kadar şükürle borçlu kul olduğuna inanmıyorum. Çünkü ailemde 31 nüfus var bu güne kadar, Nur dairesinin dışında tek bir tane yok Elhamdülillah.)

Alttaki kalabalık resim Kosova da Prizren’deki dersteki kardeşler. Daha azlık olanlar Makedonya Üsküp’teki üniversite talebeleri dersi. Dört kişi olduğumuz fotoğraf ta, solumda Üsküp’teki dershanede duran Erdoğan, ortada ben ve sağımda ki beyaz takkeli Risale-i Nurları Boşnakçaya tercüme eden bu Erdoğan Kardeş, tevafukan Üskübe gelmişti. onun yanında dahi dişçilik tahsilini bitirmek üzere Gostinvarlı Ferhat kardeş.

Risale-i Nurların kemter talebesi Abdülkadir Haktanır

www.albnur.com

Balkanlar Nur Hizmetleri

Almanya’ya karayolu ile 1991 yılında gittiğimde oralardaki hizmetleri görmüş ve şevklenmiştim. Çünkü o fedakâr insanlar 200 kilometre uzaklara derslere koşuyorlardı. Üç yıl önce de on günlük bir hizmet için beni dâvet ettiklerinde aynı şevk ve heyecanlarını koruduklarını bir kez daha görmüştüm.

Almanya’nın Ahlen hizmet binasında pervane gibi dönüyordu bir avuç fedakâr insan. Hele Mevlud kardeşin iş dönüşü bir gecede büyük bir duvarı yıkıp el arabasıyla molozları kapıya taşımalarına şahit olmuştum. Bir iş adamı olmasına rağmen Mevlud kardeşi, sabah da kalorifer kazanının külünü boşaltırken görmüştüm. Dolayısıyla yurtdışı hizmetlerini duyunca hep heyecanlanırım.
Aynı şevk ve heyecanı bu defa Yunanistan’da gördük. İskeçe’de merkezî bir yerde dershane açılmış. Haftada bir gün ders yapılıyor. Derse katılanların çoğunluğu da gençlerden oluşuyor. Üç kişinin kaldığı Selanik Medresesi de şehrin merkezinde. Diyarbakır’dan Mustafa, Bulgaristan’dan Abdi, Van’dan gelen bir başka isim… Okulun yurdunda kalan dershane müdavimlerinden İskeçeli Şükrü kardeş, kız ve erkek karışık kalınan yurtlarda Nurlarla kendini muhafaza eden örnek delikanlılardan biri.
Köylerdeki dersler yaşlı genç ve çocukların katılımıyla devam ediyor. Ayrıca hanımların dersleri de devam ediyor. Hizmetlerde koşturan hepsi öğretmen kökenli kişiler. İngilizce öğretmeni Muharrem, ilkokul öğretmeni Mustafa, Uludağ’dan mezun Nuri kardeş hizmette önde koşanlardan. Paşevik Köyünde Recep kardeşin anlattığına göre hanımlar dershaneye sığmıyormuş. Dershane yapılmadan önceki fotoğrafını görüp de yeni haline şahit olunca bu hâle nasıl geldiğine inanmak zor.

RİSALE-İ NUR TERCÜMELERİNDE HANIMLARIN BÜYÜK EMEĞİ VAR
Ayrıca Risale-i Nur’un Yunanca’ya çevrilmesinde hanımların çok büyük katkıları varmış. Şu ana kadar Haşir Risalesi, Mu’cizat-ı Ahmediye, Ramazan, İktisad, Şükür Risâleleri, Hastalar Risalesi, Bediüzzaman Kimdir?, Kur’ân nedir, tarifi nasıldır? kitaplarının Yunanca’ya tercümesi yapılmış. Tabiat Risalesi’nin Yunanca’ya tercümesi devam ediyormuş.
Evet Yunanistan’da çok güzel hizmetler var. Uhuvvet Eğitim ve Kültür Derneği olarak faaliyet gösteriliyor. Bu adla Ketenlik Gençlik Festivaline katılarak 5000 küçük risale, iki külliyat ve 20 adet Kur’ân-ı Kerîm dağıtılmış. Ayrıca bu adla ilk defa Selanik Uluslar Arası Kitap Fuarına katılınmış. Allah onlardan razı olsun.
Geçen yıl Selâmet Arslan, Yunanistan gezisine dâvet ettiğinde çok sevinmiştim. Fakat çok arzu etmeme rağmen bir mâni çıktı ve gidemedim. Geçtiğimiz hafta benzer dâvet vaki olunca gidebildik.

KETENLİ KÖYÜNÜ ZİYARET
Cuma günü namazdan sonra İstanbul’dan yola çıktık. Bu arada Selâmet Arslan, döndükten sonra hemen gözünden ameliyat olması gerekiyordu. Buna rağmen o, hasta gözüyle araç kullandı. H. Baybara, H. Ceylan, S. Arslan ve ben dört kişilik bir ekip yola çıktık. Üç saat sonra İpsala sınır kapısına ulaştık. Yola çıkmadan önce gümrükte uzun kuyruklar olduğu haberini duyunca biraz endişelenmiştim. “Acaba çok bekler miyiz?” diye. Ama Allah’a şükür korktuğum olmadı. Yunan gümrüğünde polisin “Kaç gün kalacaksınız?” sorusuna “İki gün” diye cevap vererek gümrükten geçtik. Dikkatimizi çeken şeylerden birisi yerleşim yerlerinde binaların bir ve iki katlı olması idi. Sonradan öğreniyoruz ki, köylerde yüksek bina yapmak yasak. Güzel bir uygulama. Ayrıca tepelere yerleştirilmiş rüzgâr türbinleri var. Ve köylere kadar yayılmış güneş pilleri ve düz arazilerde kurulan güneş panelleri dikkat çekenlerden.
Huduttan yarım saat sonra camileri görmeye başladık. Bir taraftan da acele ediyoruz, çünkü akşam derse yetişmek istiyoruz. Akşam karanlığı çökünce levhaları seçmede zorlanıyoruz. Yunanca isimler bizi zorluyor. Meselâ biz İskeçe’ye gideceğiz. Yunanca’da burasının adı “XANTHI”. Son anda giriş yapabildik. Saat 19.30’da dershaneye ulaştık. Kırk senelik dost gibi Muharrem ve İlhan kardeşlerle kucaklaştıktan sonra hemen akşam namazını kıldık. Muharrem kardeş “Sizi biraz terleteceğim” diyerek bizi bir odaya dâvet etti. Meğer yemek yedirecekmiş. Yemekten hemen sonra Muharrem kardeşin arabasıyla Ketenli köyündeki derse yetişmek için hareket ettik. İskeçe şehir merkezinden belirli bir kilometre sonra hemen Müslüman köyler başlıyor. Muharrem kardeşin anlattığına göre Ketenli Köyünde 1990’lı yıllara kadar köyün girişinde askerli kontrol noktaları varmış, bu köye ancak köyde oturanlar girip çıkabiliyormuş. “Bu musîbet köyün manevî açıdan korunmasını sağladı” dedi.
Biz köye ulaştığımızda yatsı namazı olmuştu ve cemaat camide idi. Biz farzına yetişemediğimiz için namazımızı ayrı kıldık. Caminin dolu olduğunu görünce sevindik. Sanki teravih namazı gibiydi. Üst katları da hanımlar doldurmuştu. Bu kalabalığın bir sebebi de, o akşam mevlid varmış. İki caminin olduğu köyde kadınların yüzde doksanının başı kapalı imiş.
Biz namazı kıldıktan sonra dershaneye geçtik. Dört yıldan beri bu köyde ders yapılıyormuş. Biz dersaneye vardığımızda birinci ders bitmişti. Biraz sohbet ve çay içtikten sonra ikinci ders yapıldı. Tanışıp vedalaştıktan sonra gece tekrar İskeçe’deki medreseye döndük.

KARMA EĞİTİM YOK
Cumartesi programda Selânik vardı. Ekonomik kriz herkesi etkilemiş, İskeçe’de kaloriferlerde sıvı gaz yakılıyormuş, ama evlerin altında kesilmiş odunları da gördük. Pahalılıktan dolayı kalorifer sistemlerini oduna çevirenler olmuş. Ekonomik krizden dolayı Gümülcine’de hanımlar için kiralanan medreseyi kapatmışlar. Memurların maaşlarından altı defa kesinti olmuş. Meselâ bir ilkokul öğretmeni 1300 Avro alırken şimdi 800 Avro alabiliyormuş. Yunanistan’da gündüz saat üçte bütün dükkânlar kapatılıyormuş. Ekonomik durum aslında sınır kapısından da belli oluyordu. Sokaklardaki lambalar, otobüs durakları, belediye otobüsleri gibi her şeyde krizin izi okunabiliyordu. Pasok Milletvekili Ahmet Hacı Osman Beyle de görüştüğümüzde “Durum iyi değil” dedi.
Bu bölgede dinî yaşayışın çok iyi olduğunu gördük. Batı Trakya’nın bütününde ilkokul, orta okul ve liselerde karma eğitim yokmuş. Ayrıca çocuklar saat iki buçuk ve üçten sonra Perşembe, Cuma hariç diğer günler Kur’ân okumaya, medreseye gidiyorlar. Medreseye devam edenler için Mayıs ayında büyük katılımlı icazet törenleri yapılıyormuş. Allah nasip ederse o törenlerin birine katılmayı düşünüyoruz. Türkiye’de olduğu gibi Kur’ân öğretimi caminin içinde değil, ayrı binalarda yapılmakta. Dinî bayramlarda ve kandil gecelerinden sonraki günlerde de okullar tatil oluyormuş.
Köylerde kadınların büyük çoğunluğu “ferace” giyiyor. Hafız olanların ayrı bir sarığı var, İmamlar da sarıkla sokakta gezebiliyor. Müslümanlar arasında nikâh ve miras, şer’î hukuka göre düzenleniyormuş.

SELANİK’TE 130 CAMİ VARMIŞ, ŞİMDİ BİR TANE BİLE KALMAMIŞ
Cumartesi günü saat 11.00’de Nuri kardeşin eşliğinde Selânik’e hareket ettik. İlâhiler, marşlar ve Kur’ân okuyarak iyi bir yolculuk yaptık. Yol boyunca geniş tarım arazileri, üzüm bağları, zeytin ağaçları dikkatimizi çekti. Selânik, Yunanistan’ın ikinci büyük şehri. Şehrin girişinde bulvarda temizlik göremedik. Çok eski köhnemiş belediye otobüsleri, çöplüğe dönmüş otobüs durakları ve telefon kulübeleri… Bütün duvarlar bizim yıllar önceki seçim süreçlerini hatırlatıyordu. Eski tahta kapılı gazete bayileri bizi hayrete düşürdü. Selânik’te 130 cami varmış, şimdi bir tane kalmamış.

ÜSTADIN “HÜRRİYET’E HİTAB”I OKUDUĞU MEYDANI ZİYARET
İki buçuk saat süren yolculuğumuzdan sonra Selânik dershanesine ulaştık. Üç kişinin kaldığı dershanede haftada bir gün ders yapılıyor. Öğle ve ikindi namazını kılıp bir ders yaptıktan sonra, Üstadın 1908’de ‘Hürriyete Hitab’ı okuduğu “Hürriyet Meydanı”nı ziyaret ettik ve hemen akşam İskeçe’deki derse katılmak için yola çıktık. Planımızda Kavala’ya da uğramak vardı, fakat derse geç kalabiliriz diye Kavala’yı bir dahaki sefere bıraktık.

ÇOCUKLAR KUR’ÂN ÖĞRENİYOR
Pazar günü kahvaltıdan sonra Paşevik Köyüne gittik. Bu köyde büyük bir cami var. Caminin avlusunda da tek katlı büyük bir medrese var. Perşembe ve Cuma hariç çocuklar burada Kur’ân öğreniyormuş. Ayrıca küçük bir dershane yapılmış, hanımlar ve erkekler ayrı ayrı ders yapmakta.
Bu köydeki Recep kardeş, evinin bir bölümünü medrese yapmış. Dershaneyi ziyaret edip bir ders yaptıktan sonra köyü biraz dolaşıp öğle namazı için dört bin nüfuslu Şahin Köyüne geçtik. Üç tane camisi olan bu köyde, camilerin birisi 1450’de yapılmış. Kadınların hepsi feraceli, çocuklar ellerinde Kur’ân’la kimisi camiye gidiyor, kimisi de camiden dönüyordu. Sokaklarda dolaşırken herkes “hoş geldiniz” diyordu. Çok farklı bir yer. Caminin hemen yanında bir medrese var. Büyük öğrenciler dağıldığı için ilkokul birinci sınıf öğrencilerinin dersi devam ederken izin alarak resimlerini çektik. Giyimleri de çok güzel.
Öğlen namazını camide kıldıktan sonra Tarihçe-i Hayat’ta “Avrupa Nur Talebelerinden” diye bahsedilen kişilerin 1952’de fotoğraf çektirdiği caminin avlusunda resim çektirip cami ziyaretinden sonra Gümülcine’ye hareket ettik.
Yol boyunca yeşilliğin içerisindeki köylerin cami minarelerini izleyerek Gümülcine’ye vardık. Medreseye uğrayıp ikindi namazını kıldıktan sonra Risale-i Nur’dan bir bahis okundu. Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden sınıf arkadaşım, Pasok milletvekili Ahmet Hacıosman’la görüşerek biraz sohbet ettik. Arkadaşlar kendilerine bazı kitapları hediye ettiler.
En kısa zaman da tekrar gitmek üzere vedalaşarak Gümülcine’den ayrıldık. Ama hayalen hep oralardayız. Batı Trakya Nur Talebeleriyle tanışmak, manevî dünyamızda çok değişik bir tesir bıraktı. İnşaallah tez zamanda yeniden o Nurlu beldelere gitmek nasip olur. Âmin.

30.10.2012

Cevat Çakır / Yeni Asya

Ataullah Efendi ve Rumeli Bostanı

Balkanlar’da Makedonya Müslümanları Kosova ve Arnavutluk Müslümanlarına nispeten niye dinlerine daha bağlı?

Çok kimseler tarafından bu soru ile karşılaştım. Bu sebepten bu soruya cevap vermeye çalışacağım. Bilmeliyiz ki insanın kıymet ve ehemmiyeti bilgilerine göredir. Yani insan kulağından ve gözünden ne aldı ise odur, başka olamaz. Manevi bilgilere gelince kafaya girdikten sonra kalbe damlaya başlar ve insanın içini ve dışını nurlandırır. Bu sebepten Makedonyadaki Müslümanlarda ötekilere nispeten dini bilgiler var olduğu için, onlar ötekiler kadar dinden uzaklaşamamıştırlar. Bu bilgi onlara nereden geldi sorusuna gelince, bunu açıklasmaya çalışacağım.

Osmanlının son döneminde, tahsilini İstanbul’da tamamlayan gelen, Makedonya’nın Studeniçan köyünde doğan ve ora halkının dillerinde destan olmuş, Merhum ve Mağfur Ataullah Kurtiş Efendi, dini tahsil yapmak için Türkiye ye gelmiş. İstanbul da tahsilini bitirdikten sonra Fatih medresesinde Müderris olmuş. Hatta müderrisliği esnasında, Arnavut Ata Efendi adıyla meşhurlaşmış. Fakat Cumhuriyet devrinde dinimize karşı yapılan inkılaplardan sonra, Ataullah Efendi ona dayanamamış. Arkadaşlarına demiş, bana morfin yaptırıp beni uyuşturun, ve hükümet adamlarına deyin ki: Vasiyet etmiştir cenazesini tabutla memleketine götürelim. Nitekim arkadaşları öyle yapmışlar.Ve Makedonya’ya varıp ayıldıktan sonra. Orada Meddah adındaki Medreseyi yaptırıp, o medresede çok talebe yetiştirmiştir. Ben onların çoğunu, Kosova’nın Gilan kasabasına bağlı tamamı Türk olan Dobırçan Köyünden tavizsiz hoca olan öz dayım Abdülhamid Dindar vasıtasıyla tanırdım. Çünkü Oranın Lideri Mareşal Tito ile Rahmetli Adnan Menderesin Anlaşmaları neticesinde 1952-1960 arasında Türk, Arnavut, Boşnak ve Pomaklardan oluşan 2,5 milyon Nüfus Türkiye’ye göç ettikten sonra, Rahmetli Abdülhamid dayım köyünde ahbapsız kaldığı için mevcut mallarını satarak bizim köye yerleşmişti.

Bundan ötürü Ataullah Hoca Efendinin talebeleri dayımla çok samimi dostlukları oldukları olduğu için dayımı ziyarete sık sık geliyorlardı, ve misafır karşılamak için benim evim dayımın evinden daha müsait olduğu için haftalarca benim evimde kalıyorlardı. Bu sebepten Ataullah Hoca Efendinin talebelerinin çoğunu tanıyorum.

Birkaç tanesinin adlarını şöyle sayabilirim: Talebelerinden en meşhuru Alim ve şair olan Abdülfettah Rauf Efendi idi. Ötekilerinden hatırlayabildiğim kadarını saymaya devam edeyim. Sayacaklarımdan hepsi rahmetli oldular. Görelerli Selim Efendi. Hafız Sa’dullah Efendi, Gruşinalı Mehmet efendi, hem müderris hem hafız olan her iki gözleri ile ama olan iki tanesinin isimleri şöyle: Hafız Hasan ile Hafıs Sa’dullah Efendiler, Hafız Şaban Efendi, Preşovalı Hafız Necati Efendi, Nakuştaklı Ferhat Efendi ve bunlar gibi isimlerini hatırlamadığım Hoca Efendiler daha var. Bunların tamamı müderris olduktan sonra Ataullah Hoca Efendi hayatta iken Müderrisliği Meşhur talebesi olan Abdülfettah Efendiye devretmiş. Bu zat Arapça, Türkçe ve Farsça dillerini ve tahsili diniyyenin ilim dalları olan: Sarf, Nahiv, Fıkıh, Meani, Mebani ve diğerleri, bunların tamamı 16 dir Bu ulumi diniye dallarının tamamının mütehassisi idi bu zat. Hatta ve hatta Hocası Ataullah Hoca Efendi onun hakkında: “Eğer benim talebem olmasa idi diyemezdim ki insandır” demiş. Bu zattır ki; oranin Münafik Lideri olan Mareşal Titonun çıkardığı “Skidanje zare i ferece” kanunu ile Osmanlıdan kalma ora Müslüman hanımların tesettürü olan çarşaf ve peçelerini kaldırdığı zaman Kanuna itiraz eden Abdülfettah Efendi 8 sene hapis cezası çekti.

Böylece 1952-1960 arası Müslümanlar oradaki din düşmanlardan çektiklerinden kurtulmak maksadıyla 2,5 milyon Türkiyeye göç ettikleri halde, Ataullah Hocanın talebelerinin itirazları üzere, onları dinleyen Müslümanlar, Türkiye de dine karşı yapılan inkılaplar nedeniyle Türkiyeye gelmediler. Taki Risale-i Nur eserleri oralara geldi. Ondan sonra o hocalar: Allah asırlarca İslamiyet’in menbaı olan Türkiye’ye Bediüzzamanın gibi bir zatı göndermiş ve onun eserleri olan Risale-i Nurlar yayılmaya başlamış ve bu eserler sayesinde insan imanını muhafaza edebilir diyerek, daha önce Türkiye ye gidilmez diye verdiğimiz fetvamızı geri alıyoruz, bundan sonra kim isterse gidebilir dediler. Hatta ondan sonra Abdülfetta Efendinin oğlu Tarık Ridvan da Türkiye ye gelmişti.

Evet Ataullah hoca Efendi, talebe okutup hoca yetiştirme vazifesini Abdülfettah Rauf Efendiye bırakınca: O mübarek zatta çok talebe yetiştirdi. Başta Ataullah Hocanın oğlu merhum Ni’metullah Kurtişi’yi  Nikuştaklı Merhum Cemal Efendi’yi, Benim Küçük dayım Hafız Tahsin Dindar’ı ve daha bir çoğunu. Onlardan ikisi çok meşhur idiler ki:

Biri Allah kendisini rahmetine gark etsin Bekir Sadak Efendidir. Bu Efendi 4 ayda hafız olmuştur ve Hırvatistan’ın Zagreb şehrinde Hukuk fakültesini bitirmiş birisidir. Ve icazet aldıktan sonra Türkiye ye geldi, İstanbul da Yüksek İslam Enstitüsünde müderrislik yaptı İstanbul’un Barolar Birliğine kayıtlı idi. Hatta Risale-i Nurlar hakkında onunda bilirkişi raporu var. Risale-i Nurlar suçsuz, hatta faydalı eserler olarak bilirkişi raporunda kayıtlıdır.

Kendiside o zaman Yüksek islam enstitüsünde okuyan Nur talebelerinden İbrahim Çetin isminde bir Hoca Efendi Bekir Sadak Hoca için şöyle anlatıyor:

Eylül ayında talebelerin başladığı ilk gönünde Bekir Sadak Hoca bakıyor bir sürü yeni öğrenciler gelmiş. Onları karşısına alarak: “Gençler! Siz eğer para kazanmak için burayı seçti iseniz yanlışsız, gidin başka bölümü seçin bura para kazanmak yeri değil, Burası adama cenneti kazandıran bir yerdir.” Bana anlatan hoca diyor, hakikaten onlardan çoğu İslam enstitüsünü bırakıp başka mesleklere tahsil etmek için kaydoldular. Zaten Üstad İhlas Risalesinde: Hocaları kastederek, “Dini hizmet karşılığında bir menfaat istenilmez, belki verilir verilsede alırken ondan hoşlanılmamalı

Bir başka haber Bekir Sadak Hoca bir hoca arkadaşı ile yolda yürürken, arkadaşına biri sorar, Bankada bir miktar param vardı epeyce faiz toplanmış bu parayı alabilirim mi? Hoca cevaben, alamazsın, onları alsan da atmak zorundasın, deyince. Bekir Hoca konuştuklarını duyunca, adam ayrıldıktan sonra, Bekir Hoca meslekdaşına; Arkadaşım o para ile umumun faydasına bir tuvalet de mi yapamaz deyince?” arkadaşından cevap yok.

Abdülfettah Hocanın İkinci meşhur Talebesi: Pek Muhterem merhum ve magfur Kemal Aruçi dir. Bu zat Gostivarın Vrapçişte köyündendir. Bu köy hakkında bir hocadan şöyle işitmişim: Osmanlı zamanında Arnavutların dilinde dini kitap yok. Köyün eşrafi toplanıp karar alıyorlar: Bugünden itibaren hiçbir evde Arnavutça konuşulmayacak. Bundan sonra halk iyice dinini öğreniyor. Böylece dil bilince Kemal Aruçi Hoca Efendi Alim Şair bir Zat olma imkânını dil öğrenme zahmetine katlanmadan elde ediyor. Muhammed Aruçi isminde oğlu da, Arabistan’da İlahiyati bitirip Master ve Doktorasını da yapmıştır. Şimdi İstanbul da yaşıyor. Hatta buradan evlendi.Şimdi nerede çalışıyor kesin bilemiyorum, fakat, Diyanetin çıkardığı Ansiklopedi çalışmalarına onu da almışlardı. Orada çalıştığını biliyorum. Babasını yazmış olduğu Şiirlerini “ŞİİRLERİM” namıyla 440 sahifeden ibaret olan mükemmel bir üslupla yazılan şiirlerini oğlu Muhammed bastırdı. Hatta balkanlarda yaşayanların ekonomi durumları iyi olmadığı için, onların cami ve mektep gibi hayırlı faaliyetlerine Muhammed Aruçi Hoca buradaki hayırsever iş adamlarını teşvik etme gibi hayırlı işlerde dahi katkısı oluyor.

Evet boşuna değil Üstad Bediüzzaman hazretlerinin sözü ki Balkanlar hakkında mahsulat vermeyen mera dememiş: ” Rumeli bostanı” demiş. Bir tarihçi Osmanlı zamanında Arnavutlardan 38 Sadrazam çıktığını yazıyor . İstiklal Marşi Şairimiz Mehmet Akif Ersoy, Prof Sabattin Zaim, Eşref Edip ve Van valisi Tahir Paşanın da soyları oralardan. Hatta! Peygamberimiz a.s.min “Men teşebbehe bi kavmin fehüve minhüm” (Bir müslüman başka milletten birine benzerse o onlardan olur) Hadisi şerifin manasını açıklayarak kitap yapan İskilipli Atıf Hoca, ve bu kitap onun idamına sebep olmuştu. Bunun gibi Arnavutluğun İşkodra’sından İbrahim Kaduku ve Basnadan Seyfullah Efendi de ayni hadisi şerifi açıklayarak kitap yazmışlar. Hatta! Yukarıda kendilerinden bahsettiğim Üsküp Hocaları Kasket ve Fötr şöyle dursun, Müslümanlar çalışmak için Sırbistana gitme ihtiyacını duyup oralara giderken Sırplar arasında Müslüman olduğu bilinmesin diye, başlarına Fransız Beresini taktıkları zaman, Hocalar itiraz edip kendilerine siz Fransız kıyafetine büründüğünüz için dinden çıkmışsınız diyorlardı ve Hocalarla halk arasında bu kavga epey sürdü. Makedonya’nın baş şehri Üsküp te 1960 senesine kadar sokaklarda Müslümanların % 90 nını kırmızı fesle görürdün Makedonlar kendi kıyafetlerini taşırlardı. Hatta! Müslümanların ana vazifelerinden olan selam vermek, sokakta yürürken kime selam verip kime Makedonca ( Doberden) diyeceğini tereddüd etmeden bilinirdi. Fakat Türkiyemizde Müslimanlar şapka taşıma mes’uliyetinden kurtulmak için baş açıklığı tercih ettikleri için ora Müslümanları da Türkiyenin durumundan kuvvet alarak şimdilik onlarda başaçık gezebilme hususunu Türkiyeyi taklit ederek başaçık geziyorlar, Zaten Üstad Bediüzzaman Büyük millet Meclisindeki konuşmasında: Dıştakı müslümanlar bizi taklid ederek iyilikleri aldılar. Bizim kötü ahlakımızı da taklid edebilirler. Zaten şapka hususunda Şeyhül İslam Zembilli Ali Efendinin müthiş ikazı var. Bu sebepten müslümanlar başaçık yürümeyi, insanı küfre sokan şapka taşımaya tercih ediyorlar. Fakat ne yazık ki hepsi başaçık oldukları için sokakta yürürken karşıdakini müslüman mı yahudimi ermeni mi bilemediğin için rahatça selam veremiyorsun.

Yukarıda ismini vermiştim. Dayım tavizsiz Abdülhamid Dindarın oğlu 1973 te Yugoslavya dan Türkiyeye temelli olarak göç etti. Fakat babası Hoca dayım temelli olarak gelmedi. O başındaki sarığını çekmemek için turist pasaportu ile geldi. Çünkü pasaportta ki fotoğrafı Sarıklı idi. Burada polisler sarığına müdahale ettikleri zaman “ben turistim işte pasaportumu görebilirsiniz” diyerek bu şekilde gayesinden taviz vermeden yaşadı. Zaten orada dahi onun sarığını çekmek için 5-6 saat emniyette tuttular. Emniyet amiri çek sarığını deyince Ayni Üstad gibi boğazını göstererek bu sarık buradan çekilir diye Emniyet amirine cevap verir. Nihayet emniyet amiri kalkar kendisi Dayımın sarığını şözer ve dayımın eline verir. Dayım emniyetten çıkınca emniyet kapısı önüne tekrar sarar ve Elhamdülillah ölünceye kadar başından çekmedi. Topkapı kabristanında medfundur. Allah Rahmet eylesin.

Evet , Türkiye de dine karşı yapılan inkılaplarla ecdattan kalan çok güzel adetler yok olduğu gibi, Türk dil kurumunun başına getirilen A. Dilaçar’ı, halka karşı A. soyadını gizli tutup, millet onu Ahmet te Ali de olabilir düşüncesini taşıyordu. Sonra meydana çık tiki Agop Dilaçar mış, yani Ermeni imiş. Ve onun dilimize yaptığı tahribatın tamiri mümkün değil. Bu hususlara nazar attığımız zaman Ecdadın adetlerinin birçoğu Balkanlarda daha devam ediyor. Mesela, orada ev hanımları ve bulüğ çağında ki kızlar, avluya çıkınca evin içindeki elbiselerle görünmemesi için, ister köy ister kasabalarda evlerin avlularının çoğu 3- 3,5 metre duvarla sarılıdır. Hala gün bu gün öyledir. Yeni yapılan evlerinde duvarları yüksektir. Köylüler tarladaki mahsulatını arabayla rahatlıkla avluya sokmak için çift kanatlı 3 metre yüksek kapılar mevcuttur ve ister misafir perverlik istet ölüm ve düğünde, halk biri diğerinin derdi ile dertlenme gibi uhuvvet onlada mevcuttur. Bunlar gibi daha birçok güzel adetler grada hala devam etmektedir.

Kardeşler! Unutmayalım ki bu zamanda Müslüman ölmek kolay bir iş değil. Prof. Şener Dilek kardeşimiz bir konuşmasında, üç çeşit insan var diyor:

1- Bu kısım insanlar midesinden başka düşünmez. Onun yapacağı mutkfak ile tuvalet arasında dolaşmaktır.

2- Müslüman geçinir. Ben Müslüman değilmiyim der, fakat neyazık ki islamın icaplarını yerine getirmez. (bunun müslümanlığı hiç kimseyi tedavi etmeyen Doktora benzer)

3- Gaye adamıdır bu muhterem gayesi uğruna çok şey feda eder. Çok zahmetlere katlanır. Hatta öyleleri var ki gayesi uğruna ruhunu feda eder gayesinden asla feda etmez. Mesela Üstad Bediüzzaman gibi.

Hazırlayan: Abdülkadir Haktanır

albnur.com

Aşağıda Abdülfettah Rauf efendinin iki şiirini size takdim edeceğım:

Menfi milleyetçilige düşmanım

Arnavutluk ya türklüğün yeri yoktur dinimde.

Ben yalınız Müslümanım budur kalan zihnımde.

Ben yalınız Müslümanım Allahım bir dinim hak.

Budur benin öğündüğüm bu olmuştur olacak.

Ben yalınız Müslüman’ım Peygamberim Muhammed.

Salat sana selam sana ey mürşidi muhalled.

Şanım Kur’an canım Kur’an kanunum tek Kur’andır.

Ulu kitap yüce kitap canım sana Kurbandır.

Müslümanlık dinim benim Müslümanlık milletim.

Müslümanım şübhem yoktur yoktur benil illetim.

Müslümanlık dörtyüz milyon kardeşim.

Akar ise onlar için akar benim gözyaşım.

Sevinç ile sevinirim, keder ile ağlarım.

Matem ile öz başıma karaları bağlarım.

Kıblem Kâbe, Rabbimiz bir kıblemiz bir hep biriz.

Ni’metlere şükrederiz belalara sabiriz.

Müslüman’ın düşmanına babam olsa düşmanım.

İçim dışım ben yalınız Müslüman ve insanım.

Müslümanlık ne büyük şey bir zamanlar cihanı.

Baştan başa zapt ederek insan etmiş insanı.

Yüce rabbim yüce dinim böyle hor ben kalamam.

Tarihimi çiğneyerek yabancı şey alamam.

Göksümdeki imanımın firmasıdır şu fesim.

Bu başımdan çıkmayacak çıkmadan son nefesim.

Sağ oldukça baş üstünde kalmalıdır ni’meti.

Ben ölünce olmalıdır tabutumun zineti.

Kalbimizin Nurunu solduranlar solmalı.

Müslümanım Müslümanın dini bütün olmalı.

Dinimiz bir bu ikilik Koğulsun Yarab aradan.

Müslümanlar dinimizden ayırmasın yaradan.

Balkan Şuarasında

Üsküplü Abdülfettah Rauf yazılış tarihi 1958

Evet buradaki ağabeylerin nazariyeleri de o istika mette. Kızların memure olmaları için yüksek tahsili uygun bulmuyarlar. Aşağıda göreceksiniz Abdülfettah Efendi de o istikamette

EY HAZRETİ HAVVANIN NAMUS SEVER KIZLARI

Küçük büyük kadın erkek şaşırdığı bir zaman,

bir zaman ki dostlar zebun düşman ise bi eman.

Beşer azmuş Hak yolundan her tarafta buhran var,

Ne elinde bir kitap var ne önünde burhan var.

Kadın çıkmış kadınlıktan ırzu namus paye mal,

ne şeref var ne âile sönmüş gitmiş hem âmal.

Öz çocuklar anne varken annesiz kaldı eyvah,

Ne haya var ne korku var ne Peygamber ne Allah.

İslamiyet kadınlığı kurtarmıştı zilletten,

Kurtarmıştı rezaletten esaretten illetten.

Her hakkını verdi fakat kadınlık çevresinde,

Kadın kadın oldu İslamın nurlu devresinde.

Bunun için Ey Havvanın namus sever kızları!

Müslümanlık âtisinin münevver yıldızları.

Siz bu günün genç kızları yarının anneleri,

Biliniz ki bu dindedir hakkın feyzi hüneri.

Her emrini şeref bilin hayat bilin hak bilin,

feyzi hayat bu dindedir bu dinde mutlak bilin.

İmanlıya dine kanmak zor değildir kolaydır,

Bir kadına kendi evi kafes değil saraydır.

O sarayın Padişahı yine kadın olmuştur,

Kadın ancak saadeti bu sarayda bulmuştur.

Ey Allaha iman eden afife kız bgün ben,

Fazla öğüt vermem sana şu sözüm var heman sen.

Aişe-i Sıddıkayı Fatımatüz Zehrayı,

Numune al, bakma asla bu kudurmuş dünyayı,

Bir kadını çarşafında saklamıştı diyanet,

Ayıp mıdır bir inciyi sadefinde sıyanet.

Diyorlar ki kadın demek kedi değildir heman,

Hiç yerinden oynamasın evde kalsın her zaman.

Fakat kadın köpek dahi değildir ki dolaşsın,

Çarşı pazar devr ederek her gübreye bulaşsın.

Bunun için kadın heman evladına annedir,

O evinde hakimedir silahı da iğnedir.

Bir milletin annesidir bir vatanın banisi,

Ailenin temel taşı zevcının da sanisi.

Medeniyyet ve asrilik dedikleri kederdir,

Kadınlığa cinayettir ırzu şeref hederdir.

Ev boş kalmaz boş kalırsa bütün hayat boş olur,

Hakkın yüce kanuni ile amel etmek hoş olur.

Hoş değilde vazifedir aklı olan insana,

Reva değil tekme vurmak şu pek büyük ihsana.

Üsküplü Abdülfettah Rauf Efendinin Şiiri

Katolik Kız O kitap ile Müslüman Oldu

Esselamu aleykum Aziz ve Muhterem Kardeşlerim

08.11.2011’de gidip 08.12.2011 de döndüğüm hizmetlerden kısaca bahsedeceğim.

35 paket kitapla gittik. Gidişim Arnavutluğa olup orada İşkodra Tirana‘da 10 paket kitap dağıttık ve çok güzel hizmetler oldu.

Kosova‘da daha önce üniversite talebesi kızlardan biri, verdiğim kitaplardan birini, bir Katolik kızına vermiş. O kitap sebep olup, o kız Müslüman olup, 5 vakit namaz kılmaya başlamış.

Bu seferki toplantımız daha şaşaalı oldu. Üniversite yurdunun bir salonunda 80 kişilik kız grubuyla 1,5 saat ders yaptık. Ardından hepsine kitap dağıttık ve bundan çok memnun oldular.

Ondan sonra Bursa’dan 1 haftalığına gelen abilerle Dyakova, Prizren,Gostivar Ve Üsküp‘ü beraber gezdik. Onlar döndükten sonra kız öğrenciler ile toplantı yapıp, dersten sonra onlara da kitap verdim. Erkekleri her zaman dershaneye getirmeye gayret ediyorum.

Sonra bir kaç paket kitapla, hizmet sahamın daha geniş olduğu doğduğum yer Sırbistan‘a bir haftalığına gittim. Arnavutluk’ta da dershane açılıyor. Kosova’da 2, Makedonya’da 3 dershane var.

Abdulkadir Haktanır

www.NurNet.Org