Etiket arşivi: başarı

Başarının 3 Temel motivasyonu; Merak, Heves, İstek

Başarının temelinde “heves” vardır. Heves, iç motivasyondur. Kaçtığında “tükenmişlik” başlar.

Günümüz çocuklarının eğitim başarısızlıklarının temelinde “öğrenme hevesinin kaçması” vardır.
Heves, merak duygusunun bir ürünüdür… Merak yoksa heves olmaz.

egitmenBir eğiticinin başarısı, öğrencisinde uyandırdığı merak kadardır.

Merak, mizaçtan mizaca değişir.

Bazı çocuklar, tabiattaki yaşama meraklıdır; bir kırkayaklı böcek gördüklerinde merak duygusu tetiklenir, onu incelemek ister… Bazıları, müziğe meraklıdır, ince tınılar arasında farklılığı hissettikçe heyecan duyar.

Matematik dersi anlatan bir eğitici, tabiata karşı meraklı öğrencisine, kırkayaklı böceğin ayaklarını birlikte sayarken sayı saymayı öğretebilir… Coğrafya hocası, müziğe meraklı öğrencisine, farklı kültüre ait müzik türlerini dünya haritası üzerinde tanıtırken, ülkelerin coğrafi konumlarını öğretebilir.

Her ne kadar merak, öğrenmenin temel motivasyonu olsa da “merakın hevese dönüşmesi” sevecen bir eğiticinin çocuğun “denemelerine izin vermesi” ile mümkündür. Zira çocuk, merak ettiği işi, kendisinin de yapabileceğine inanırsa, “heves” başlar.

Öğrencilerinin heveslerini kaçırmak istemeyen bir eğitici, “öğrenme çıtasını kısa aralıklı tutmalı”, büyük ve uzak hedefler vermemelidir. Çocuğun, her bir öğrenme basamağını “küçük adımlarla” ve “başarma hazzını” tada tada çıkmasına izin vermelidir.

Beklenti çıtası yükseltilmiş, öğrenme halkaları kopmuş, bir önceki öğrenmeleri tamamlamadan bir sonraki öğrenmelere geçmiş çocuklarda “heves” olmaz.

Heves, her ne kadar öğrenmede temel bir işlev görse de, geçici bir motivasyondur. Kalıcı öğrenme, hevesin, “istek”e dönüşmesi ile mümkündür.

İstek; heves edilen işin, “atık duygusal enerjisi” ile oluşan öğrenme gücüdür.

Yazmayı yeni öğrenen bir çocuğun yazma hevesi 2 sayfa ise, eğitici “istersen bir sayfa kadar yazabilirsin” diyerek ona “hevesinden daha az bir görev” verirse, 1 sayfa yazma işini tamamlayan çocuğun kalan enerjisi, onu 1 sayfa daha yazı yazmaya teşvik eder… İşte, çocuğun “kendi isteği” ile yazdığı bu 1 sayfa, onun “kendi başına yapabilmekten kaynaklanan güven duygusunu” oluşturur. Öğrenme motivasyonunun son halkası, yapabileceğine “inanma” ve güvendir.

Bir işi yapabileceğine inanmayan kişi, o işi yapmaya istekli olmaz.

Yaşama sevinci tükenmiş, mutsuz ve kendi ile barışık olmayan, öğrencisine “insan olmaktan kaynaklanan bir eşitlik” ilkesi ile yaklaşmayan, sınıf ortamını baskıcı bir ruh hâli ile hapishaneye çeviren eğiticiler, öğrencilerinde, öğrenmeye karşı ne merak ne de istek uyandırır. Böylesi eğiticilerin, çocuğu “dış motivasyonlarla” manipüle ederek eğitimi sürdürmek zorunda kaldıkları da bir gerçektir.

En masum dış motivasyon, çocukları birbiri ile yarıştırmak veya mükafata alıştırmaktır.

Merak duygusunu yitirmiş çocuklara “ödevini kim erken bitirirse ona çikolata vereceğim” denildiğinde, onların enerji dolu bir hâl ile yeniden canlandıklarını görürsünüz… Böylesi çocuklar, yeni şeyler öğrenmenin verdiği “dingin bir heves” ile değil, çikolata alabilme, öne geçme veya geride kalmama hırsı ile ödevlerine saldırırlar.

Hırs, dış motivasyondur, başarıyı artırsa da kişilik gelişiminin önündeki en büyük etkendir.
Narsist Kişilik Bozukluğu sürecinin temel enerji kaynağı hırstır.
Çocukta hırs arttıkça, başarısızlıklar karşısında psikolojik yıkım da o kadar artar.

Eğiticiler, kendilerine emanet edilen masum çocukları çikolata hırsı ile birbirleri ile yarıştırmak yerine, Allah’ın her insanın özünde yarattığı “merak, heves, istek” duygularını harekete geçirmeli ve kalıcı öğrenmeyi her çocuğun hakkı olarak kabul etmelidir…

Pedagog Dr. Adem Güneş

Tuhaf Bir Doğu-Batı Sentezi Çabası: Kişisel Gelişim

Kişisel gelişim sektörünün dayandığı temel felsefeye bakıldığında batı paradigmasının (tanrı-evren-insan tasavvurunun) bir sonucu olarak ortaya çıktığı ve Batı düşüncesinin son yüzyıllarda içine düştüğü hümanist, sekülerist, pozitivist ve materyalist girdabın modern zamanlara mahsus bir yansıması olduğu görülür.

Öte yandan, bu tatsız ve lezzetsiz batı yemeğine kadim doğu bilgeliğinden bazı alıntıların ketçap, mayonez suretinde boca edildiği de dikkatlerden kaçmıyor.

Bizim lezzet anlayışımıza ve damak zevkimize hiç de uymayan kişisel gelişimi birkaç kelimeyle özetlemek gerekirse: modern zaman büyücülerinin göz boyayıcı dünyasının aldatıcı ışıkları altında yükselmek, zengin olmak, şöhret, kariyer, başarı, mutluluk merdivenine imaj, gösteriş, gevezelik, şarlatanlık, yalan, yapmacıklık vb. basamaklarla çıkma çabası. Derinleşme yok. Malumatfuruşluk ön planda.

İmana, dine, kalbe, ruha, manevi boyuta, seyr-i süluka, terbiyeye, nefis tezkiyesine, arınmaya, incelmeye, zerafete, yardımlaşmaya, diğergâmlığa kısaca insan olmaya sırt dönülürken nefsi azdırmaya, benlik ve enaniyeti ön plana çıkarmaya, yükselmek için her yolu mübah görmeye, ne pahasına olursa olsun kariyer yapmaya, yalana, aldatmaya pirim veriliyor.

Hak, hakikat, iyi, doğru ve güzelin yerini ne idüğü ve nasıl olacağı tanımlanamayan başarı, motivasyon, kariyer vb. kavramlar almış durumda. Ahiret yok. Her şey bu dünyada ve sadece maddi başarıya endeksli. Doğallık, güvenilirlik, dürüstlük, kişilik, şahsiyet, ehliyet, liyakat, ilke ve benzeri kavramlar “out”. Beden dili, imaj, demagoji, görünüş, prezantasyon “in”.

Kerameti kendinden menkul kişisel gelişim dünyası zaten yanılsamalar üzerinde yükseldiği için varlığını da yanılsamalarla devam ettirmeye çalışıyor. İnsanların önce kendilerini kötü hissetmeleri sağlanıyor, ardından buradan bir sektör oluşturuluyor. Sen başarısızsın, cahilsin, gelişmemişsin, eğitilmen lazım, şu konularda sertifikan olmalı, bunları elde edersen şöyle yükselirsin, herkesin gözbebeği olursun gibi kuruntularla aldatılan yığınlar ve bu yığınların “kişisel gelişimcilerin gelişmesine” aktardığı milyarlar.

Cahil, eğitimsiz, yeteneksiz, ehliyetsiz, yetersiz olduğunuzu kabul ediverin yeter! Nasıl olsa her köşe başında size neyi nasıl yapmanız gerektiğini söyleyecek uzmanlar var ve siz hayatınızı idame ettirebilmek için bu uzmanlardan destek almak zorundasınız.

Kendisi himmete muhtaç 25-30 yaşındaki dedelerden(!) bilgelik, yaşam tecrübeleri, öğütler, nasihatler, hayatın ve insanın derinliklerine dair engin tecrübeler dinlemelisiniz ki başarılı ve mutlu olabilesiniz. Aile kurumundan bihaber (ve bazen de bekar) aile koçlarına başvurmadan aile içi iletişim kuramazsınız. Eşinizle ve çocuklarınızla nasıl geçineceğinizi sizi ve ailenizi hiç de tanımayan bu uzmanlardan öğrenmelisiniz. Yaşam koçları olmadan yaşayamazsınız. Ne yiyeceğinizi, ne içeceğinizi, nasıl giyineceğinizi, ne şekilde davranacağınızı, nasıl mutlu olacağınızı mutlaka size birilerinin söylemesi lazım. Bu “üstün insanlar” olmasa zaten siz zavallı insancıklar başarı ve mutluluk yüzü göremezsiniz!

Bu sektörün gurularına inanıp, elinizde avucunuzda ne varsa kişisel gelişiminize yatırdınız. Tüm kitaplarını okudunuz, seminerlerini kaçırmadınız, elinizde onlarca sertifikanız var artık. Sonuçta ulaşılan ne?

Mutluluk mu?
Bilakis: hayal kırıklıkları, ümitsizlikler, aşırı yüklenme sonucu ortaya çıkan sağlık sorunları, büyük hedeflerin altında ezilmeler, beceriksizliğin kabullenilmesi ve içe kapanmalar.

Başarı mı?
Ne gezer! Alınan sertifikalara rağmen içi boş, derinliği olmayan, ne yapacağını bilemeyen, kişiliksiz, gelişememiş, tatmin olamayan bireyler. Başaracağına inandırılmış olmanın ama başaramamanın getireceği sıkıntılar da cabası.

Bir insan nasıl mutlu olur, ne zaman başarılı sayılır? Dinlerin ve kadim felsefelerin yüzyıllardan beri cevap vermeye çalıştığı ve insan hayatının tamamını kuşatan bir konuda üç-beş kitap okuyup, ezberlediği klişe cümlelerle show yapan şarlatanlar birkaç seminerle sizi mutlu ve başarılı kılabilir mi?

Bereketi, haramı helali, Allah rızasını, “hayırlısı ne ise o olsun” anlayışını, başarıyı Allah’tan bilmeyi, rızayı, tevekkülü görmezden gelen bir yaklaşımla kim, nereye gidebilir?

Tüm bunların yanında bu konuda belki de en çok düşünülmesi gereken nokta: klasiklerinin önsözleri daima “başarı Allah’tandır” ifadesiyle biten bir medeniyetin mensuplarının da maalesef yine “bunun da en iyisi bizde”, “yüzyıllar öncesinde bunlar zaten bizde vardı” mantığıyla hareket etme yanlışına düşmesi.

İçinde taşıdığı batıl itikatlar, yanlış felsefi telakkiler göz ardı edilerek kişisel gelişimi İslamîleştirme, yerlileştirme ve millîleştirme çabalarına dikkat edilmeli ve böylesi konularda “ince eleyip sık dokuyan” bir yaklaşım sergilenmelidir.

Daha ziyade olumsuz yönlerine işaret ederek bir tahlil denemesi yaptığımız kişisel gelişim alanıyla ilgili şöyle bir itiraz gelebilir: peki bu alanın hiç mi olumlu yönleri yok?
Kanaatimize göre zaten seyl-i huruşan halinde kapıp götüren bir sürecin zararlı boyutlarını nazara vermek, faydalı yönlerinden istifade edelim anlayışından önce gelir. Gerekli eleştirileri yapabilenler zaten istifade edilebilecek yönlerini de görüp değerlendirebilirler.

Veli Karataş / Zafer Dergisi

Başarılı Olmanın İki Sırrı: “Sabır ve Sebat”

O kadar çok “kişisel gelişim” ve “başarı” kitabı pompalandı ki, herkes ister istemez etkilendi… Tabii gençler daha fazla etkilendiler. Sadece Amerikan menşeli “gelişim” kitapları değil, devlet de gençlerini başarıya zorluyor, sınavdan sınava koşturuyor.

Sanki hayat “başarı”dan ibaret! Sanki hayatta başarıdan daha önemli şeyler yok: İman gibi, ebediyet gibi, mutluluk gibi, sevgi gibi, aşk gibi, huzur gibi, aile gibi, duygu gibi…

Ve daha pek-çok şey…

Başarı “makam”, “para” ve “güç” getirebilir, ama bunlar “mutlu” ve “huzurlu” bir hayat için yeterli değil.

Bir sürü ortaokulda, lisede, üniversitede konferanslar verdim. Gelen sorular arasında “Nasıl başarılı olunur?” sorusu başı çekiyor.

Kimse huzur ve mutluluğun yolunu keşfetmeye meraklı değil. Sanırım yetişme tarzından kaynaklanıyor.

Biz çocuklarımızı “adam” olmaya değil, “başarılı” olmaya yönlendiriyoruz. Ancak nasıl başarılı olunacağını söyleyemiyoruz.

Oysa bunun da bir mantığı var ve biz bu mantığı “başarılı” olmuş insanların hayatlarında bulabiliriz…

Öncelikle peygamberlere bakın: “Artık bitti” denilen yerde, sadece imanlarına dayanarak yeniden dirilişi gerçekleştirdiler.

Osman Gazi’ye bakın: “Yapılamaz” denileni yaptı ve hiç yoktan bir devlet kurdu…

Fatih Sultan Mehmed, “alınamaz” denileni (İstanbul) aldı ve devletini imparatorluk burcuna yükseltti…

Selçuklu ve Osmanlı hükümdarlarını bu açıdan bir daha inceleyin: Göreceksiniz ki, başarıya ulaşmanın yolu “sabır” ve “sebat”ı içselleştirmekten geçiyor.

Bunun dünya tarihinde de pek çok örneği var: Meselâ dünyayı değiştirenlerden biri olarak kabul edilen Thomas Alva Edison’un (1847-17 Aralık 1931) hayatına bakın: “Yağ ve fitil olmadan ışık olmaz” diyenlere karşı, “olacak” dedi, “ben dünyayı ampulle aydınlatacağım!”

Herkes onunla alay ederken, o laboratuarına kapanmış, gecesini gündüzüne katıp çalışıyordu. Fakat aksilikler de peşini bırakmıyordu. Bir ara laboratuarında yangın çıktı ve tüm notları yanıp kül oldu.

Herkes Edison’un, “Artık her şey bitti, bu iş olmuyor, zaten ben de yaşlandım” demesini beklerken, o yapacağı yeni başlangıçların heyecanını yaşıyordu.

Edison’un kararlılığını (sebat) okuyamayan genç bir gazeteci yanına yaklaştı ve haline acıyarak, “Çok geçmiş olsun üstat” dedi, “maalesef tüm emekleriniz yandı.”

Çok şükür tüm hatalarım ve yanlışlarım yandı” diye karşılık verdi Edison, “artık sıfırdan başlayabilirim!”

“Yeni başlangıç”ların heyecanını yaşayan Edison, 67 yaşındaydı. Ne yakınıp dövündü, ne de matem tuttu. “Yandım-yıkıldım” nutukları da atmadı. Hiç vakit kaybetmeden yeni bir laboratuar tuttu ve büyük bir heyecanla yeniden çalışmaya başladı.

Öyle bir “yeni başlangıç” yaptı ki, her şeyini kül eden yangının üzerinden henüz bir ay geçmeden, ilk fonograf cihazını yapmayı başardı.

Özetle söylemek gerekirse: Başarının iki ayağından biri “sabır”, ikincisi “sebat”tır!

Yavuz Bahadıroğlu / moralhaber.net

Yeni Bir Neslin İnşası İçin

Başarının ölçülebilir kriterlerinin olduğu ve o kriterleri yakalayan herkesin başarılı sayıldığı bir zaman diliminde yaşıyoruz. Reel ve pozitivist bakış açısına göre zaten öyle olması gereken(!) bu durumun, aslında toplumu içten içe kemirdiğinin farkında değiliz. Bu kriterlere göre kendi “İnsan portresini” inşa eden ve adına “Başarılı insan” denilen, kişilik tiplemesinin çerçevesi hepimizce malum.

Bu tipolojiye göre; bir iş adamıysanız eğer, ne kadar kazandığınız, yıllık cironuzun miktarı, gayrimenkulleriniz önemlidir. Bunların hepsi de ölçülebilir değerlerdir çünkü. Bunları nasıl kazandığınızın, helal-haram ayrımına dikkat edip etmediğinizin, ahlaki değerlerinizin ve insani hassasiyetlerinizin başarı hanesinde kriter olarak değeri yoktur. “Vergilendirilmiş kazancın kutsallığını” sorgulamıyorum bile.

Ne de olsa, kutsanan değerin ‘başarı’ olduğu, ‘başarının’ ise madde ile ölçülür hale geldiği bir zamandayız artık. Peki, ya geleceğimizin teminatı olduğunu iddia ettiğimiz çocuklarımızın durumu? Onların ki bizimkinden bin beter. Çocuklarının başarısı yılsonunda karnelerinde getirdikleri notlarla ve ülke genelinde yapılan SBS, LYS, YGS ve bilumum sınavlarda aldığı puanlarla ölçülüyor artık. Anne-babaya saygı, başkalarına saygı, dürüstlük, yardım severlik, çevre bilinci, kendisiyle ve çevresiyle barışık olma gibi insani değerlerle değil. Bundan dolayıdır ki günümüz gençleri “Her şeyin fiyatını bilen ama maalesef birçok şeyin değerini bilmeyen bir nesil olarak yetişiyor.

Anlayacağınız başarı kavramında bir ters yüz oluş yaşıyoruz. Bedeli ne olursa olsun kazanan, ‘başarılı’ sayılıyor. İnsani değerlerin ve imani ölçülerin çiğnendiği bir kazanca hayır diyebilenler ise, başarısız.

Son dönemlerde “Değerler eğitimi” diye adlandırılan ve müfredat dışı öğrencilere verilmeye çalışılan eğitimleri elbet görmezden geliyor ve takdir etmiyor değilim. Ancak onlarında çok faydalı olduğunu söylemek pek mümkün değil. “Havanda su dövmeyi“ çağrıştıran bu eğitimlerin öğrenci kitlesi üzerinde çok da etkili olduğunu söylemek, şu an için pek de mümkün değil. Neden mi? Anlatılanlar sınavlar da çıkmıyor da ondan(!)…

Yapılan sınavlara yüklenen anlamın değişmediği, başarının yalnızca sınavlardan alınan puanlarla ölçüldüğü bir ortamda Matematik, Fizik, Türkçe vs dışında anlatılanlara kulaklar kapanır. Bizim öğrencilik yıllarımızdaki beden eğitimi, müzik, resim, iş bilgisi gibi insanın sosyalitesini ve üretkenliğini artıran derslere gerçek değerlerini vermememizin en önemli sebebi de bu değil miydi?

Müfredat dâhilin de onlara verdiğimiz eğitimde başarılı sayılmalarının yolu en yüksek notu almaları, sınavlarda en çok neti yapmaları gibi reel ölçülebilir kriterlerle değerlendiriliyor. Oysa “Değerler eğitiminde” yardımlaşma, fedakârlık, arkadaşlık, dostluk gibi kavramlar anlatılıyor. Bu paradoksal ortamda çocuklarımıza ahlaki olarak “bir inci” olmaları yerine sınavlar da “birinci” olmalarının daha önemli olduğunu ve başarı kriterlerine göre ancak bu şekilde başarılı sayılacaklarını farkında olarak veya olmayarak dayatmış oluyoruz.

Elbette ki burada sistemi sorguladığımız ve kusurlu bulduğumuz kadar biz ebeveynler kendimizi de sorgulamalı ve hatalarımızı görmeliyiz. Örneğin sınavda başarılı olamamış çocuğuna, en yakın arkadaşının sınavı kazanmış olmasını, çocuğunun başarısızlığının bir kanıtı olarak defalarca hatırlatması, ister istemez çocuğun en sevdiği arkadaşının başarısız olmasını dilemesine ve arkadaşı hakkında olumsuz duygular beslemesine neden olmaktadır.

Tüm bu ortamda yetişen yeni nesil, ders notlarını arkadaşlarına vermekten kaçınan, çözümü bildiği sorunun çözümünü sırf öğretmeninin gözünde ‘birinci’ olmak için söylemeyen, en sevdiği arkadaşına girdikleri sınavlarda kendisinden daha yüksek puan aldığı için haset eden, bencil bir nesil olarak karşımıza çıkmaktadır.

Bu hastalıklı Batı tipi başarı (Amaca giden her yol mubahtır…) anlayışından kurtulmanın en kolay yolu, kendi başarı kriterlerimizi çocuklarımıza öğretmeli ve başarının sadece ölçülebilen kriterlerle oluşmadığını gündelik pratiğimizle onlara göstermeliyiz.

Başarıya giden/amaca giden her yol mubahtır anlayışının bizim inanç sistemimizle uyuşmadığının en iyi örneklerinden biri asrısaadette Huzeyfe bin Yeman ile babasının yaşadıkları olaydır. Resulullah’ın Bedir’de ancak 300 sahabeyle 900’ü aşkın iyi silahlanmış Kureyşliye karşı savaşma durumunda iken sergilediği bir tavır, bunun net bir ifadesidir. Bu savaş halinden habersiz bir şekilde Yemen canibinden Medine’ye doğru gelen Huzeyfe b. Yeman ve babasının yolu, Bedir kuyusu civarında Kureyş ordusu tarafından kesilecek; ikisi ancak serbest bırakıldıklarında İslam ordusuna katılmayacaklarına söz vermeleri şartıyla serbest bırakılacaklardı. Huzeyfe ve babası bu sefer az ilerde Hz. Peygamber ve ashabıyla karşılaştığında, iki ordu arasındaki apaçık sayı farkını görecek; bu ise onları Kureyş müşriklerine verdikleri sözü unutmaya sevk edecekti. Ancak aradaki sayı ve silah farkı ne kadar fazla olursa olsun, Resulullah’ın kalbinde verilen söz çiğnenerek zafer kazanmalarını ve kazanırken kaybetmelerini istemiyordu! Huzeyfe ve babasına Mekke’ye dönün! Onlara vermiş olduğunuz sözü yerine getirin! demişti.
İşte bizim başarı ve kazanma anlayışımız…

Bu ve buna benzer bizim kriterlerimizden oluşan bir anlayış çocuklarımıza, gelecek nesillerimize mutlaka aktarılmalıdır. Ayrıca onlara altını çizerek şunları vurgulamalıyız:

Biz başarmaya mecbur değiliz. Gayret göstermeye mecburuz. Başarı yüceltmez bizi, o Allah’tandır çünkü. Bizi gayretimiz yüceltir, başaramasak bile.

Bu değerleri onlara aktaramazsak ne mi olur?

Kendinden başka kimseyi düşünmeyen, çıkarcı, menfaati adına her türlü gayri meşru teklifleri kabul eden, bir üst mevkiye/makama terfi edebilmek için yani “Başarılı” olduğunu, ispat edebilmek için her türlü gayri ahlaki özellikler sergileyen hedonis ve pragmatist bir nesil yetişir.

Daha ne olsun?

Uzm. Dr. Kenan Taştan / NurNet.Org

Allah katında ‘başarılı kişi’ kimdir?

Herkes bir şeyleri başarmaya uğraşıyor…

Hiç düşündünüz mü, Allah’a göre “Başarı nedir ve başarılı kişi kimdir?

Evvela akıllı olmak önemli değil, aklımızla neye hizmet ettiğimiz önemlidir. Öyle akıllılar var ki; devleti dolandırıyor. Öyle akıllılar var ki; kumar oynuyor, milyonlar kazanıyor. Öyle akıllılar var ki; dünyayı parmağında döndürüyor. Akıl, su gibidir; konduğu kabın rengini ve şeklini alır. Nasıl ki bıçak, doktorun elinde tedavi eder, katilin elinde cinayet işlerse, aynı şekilde akıl da iyiye ve kötüye kullanılabilir.

Mesela “Başarılı olmanın sırları” türünde kitaplar yazıyorlar. Bu kitaplar güzel konuşmanın sırları, zengin olmanın çareleri, tahsili tamamlayıp memur olmanın, amir olmanın yollarını anlatıyor. Demek ki “hayatta başarılı olmuş kişi” vasfını almanın şartları, zengin olmak, şöhret sahibi olmak, üstün bir makam ve mevki sahibi olmak, şimdiki ifadeyle kariyer yapmak vs… ile ölçülüyor.

Zengin olmak başarıysa, Karun da zengindi fakat servetiyle firavun oldu. Mao, Stalin belki çok yüksek makama ulaştılar amma ne oldu? Ölüp gittiler… Bu gibi kişilerin hayatına baktığımızda “başarılıydı” diyebilir miyiz?

Üstad Bediüzzaman buyurmuş ki; “Ahirette seni kurtaracak bir eserin olmadığı takdirde, fani dünyada bıraktığın eserlere kıymet verme!..

Demek ki başarının sırlarını anlatan kitaplar, okullar, öğretmenler, sistemler, sadece maddi medeniyetin sırlarını anlatıyorlar. Allah için başarılı olanlar ise peygamberler, evliyalar, asfiyalar ve İslam alimleridir. Müslümanlar bir ordu gibidir; bir zafer kazanılsa, o zaferde mareşalin de neferin de hissesi vardır. Bu gerçeğe göre başarılı insan, Allah rızası için yapılan her işin bir ucundan tutan kişidir…

Mesela yakinen tanıdığım birisi daima haram yollarla zengin oluyordu. Bir gün yeğeni demiş ki; “Dayı, haram işler yapıyorsun, günah olur, itibarını da kaybedersin.” Adam bağırmış, “Sen daha küçüksün! Bu işlere aklın ermez. Para her şeyin üstünü örter.” O sohbet böyle kapanmış. Arkadaş bilmiyordu ki, hangi söz ve davranış “günah” olarak belirlenmişse, o fiil, pimi çekilmiş bir bombadır. İnfilak ettiğinde insanı parça parça eder…

Seneler birbirini kovalıyor. Bu arkadaş hastalanmış. En iyi hastanelerde tedavi olmuş, doktorlar getirtmiş. Doktorlar, ellerinden geleni yapıyormuş fakat adamın hastalığı hızla yayılmış. Adam bir lokma yiyemez hale gelmiş. Yeğeni demiş ki, “Dayı, hani para her işi hallederdi?” Yolun sonu göründüğü için adam şaşkınlık içinde… Demiş ki, “Bilemedim… Anlayamadım…

Bir düşünürün cümlesi şöyle: “İnsanoğlunun tüm başarıları ve üstün zekâsı onu yine de mezardan öteye götüremeyecek.

Seksen senelik tecrübemle anladım ki; asıl başarı, her şartta ve her an, İslamiyet’i yaşamak, bir adım dahi olsa o dairenin dışına çıkmamaktır.

Ne mutlu Allah rızası için çalışıp Allah rızası için harcayana..

Hekimoğlu İsmail / Zaman Gazetesi