Etiket arşivi: Bediüzaman

Mevlid, Bediüzzaman ve Halide Edip Adıvar

Bediüzzaman eserlerinde edebiyatımızdaki eserler ve şahıslar hakkında hükümler verir. Ama bir eseri tamamiyle gözden geçirip hükümler, yorumlar yaptığı zannedersem tek eser Süleyman Çelebi’nin Mevlid’idir. Bediüzzaman  Miraç hakikatı ile birlikte Mevlid hakkında sitayişkar beyanlarda bulunur, onu adeta alkışlar. Halide Edip, Mevlid’i romanında bir bahis haline getirmiştir. Onun icrasını anlatır, bir sinema sahnesi gibi. Üstelik bu eser Amerika’da yazılmış, hem ülkesine hem de kültürüne ve dinine olan hasreti hissettirir. Halide Edip, Mevlid’e “doğum şarkısı” der, Bediüzzaman ise çok tarif ve takdir cümleleri sarfeder ama en harikası “Müsamere–i Ulviye–i Diniye“ terkibidir. Bir sinema sahnesi gibi cümle. Miracı dinlemeyi anlatır Süleyman Efendi’den. ”İşte böyle bir zatın Mevlid ve Miracını dinlemek  yani terakkiyatının mebdei  ve müntehasını işitmek  yani tarihçe-i hayat-ı maneviyesini  bilmek, O Zatı kendine reis ve seyyid ve imam  ve şefi telakki eden  müminlere ne kadar zevkli, fahirli, nurlu, neşeli, hayırlı bir  müsamere-i ulviye-yi diniye olduğunu anla” 330

Halide Edip Adıvar birçok roman yazmış buralardaki tipler ayağı yere basmayan Avrupa ayarına akord edilmiş kişiler. Bu romanlarda  yazar henüz bir arayış içinde değil, ne zaman ki Halide Onbaşı olarak savaşa gider, ama savaşa sokulmaz. Daha sonra  kurucu kadronun batıyla ilişkilerini tercümeleririni  yapar, arkasından devlet kuruluşu sırasında bir takım kültürel konularda anlaşmazlıklar olur, Halide  Edip  kaçar gibi Avrupa’ya gider. Zor günler geçirirler, eşi bir arkadaşı ile bir paltoyu münavebeyle giyerler. İktisadi sıkıntı çekerler. Halide Edip  dersler vermeye başar , arkasından Amerika’ya gider. Orada meşhur bir yazardır artık. Konferanslar verir, üniversitelerde dersler verir. Orada Clown of Daugter adıyla bir İngilizce roman yazar.

Halide Edip artık bir sentezcidir. Bu romana kadar gelen kadın tipleri, kopya tiplerdir. Ama bu romanın kahramanı Rabia, İlhami Efendi  isimli bir imamın torunudur. İmam onu hafız olarak yetiştirmiş, kızcağız Sinekli Bakkal semtinde mukabele okur, sesi güzeldir, meşhur olur. Eser Osmanlı toplumunu ve değerleri iyi anlatan bir romandır. Mevlevilik, Galata Mevlevihanesi, Hazreti Mevlana, Vehbi Dede romanın kültürel artistik dini ortamını oluştururlar. Eser bir tasavvuf yorumudur da . ”Evren yaratıcı ressamın durmaksızın çizip bozduğu her an  yeni baştan yarattığı hayaller ve gölgeler geçidi. Buna inandıktan sonra herhangi bir hayat fırtınasını sessizce seyretmek gerekirdi. Soru sormayan inancını bulmak gerekirdi.”253

Halide Edip fikirleri uğruna sürgünü ihtiyar etmiş büyük bir insan. Büyük çilelere katlanmak her babayiğidin karı değil. Giordano Bruno , Hristiyanlığa başkaldırmış bir büyük adam, özellikle üçlü teslis yani tanrı inancını kabul etmez, düşündüklerinden hiç taviz vermez, Protestanlarla , Luthercilerle arası açılır, sonunda engizisyonun eline geçer. Yakılır. Günahta direnen  pişman olmayan  inatçı dik kafalı bir sapkındır. Ölüm gününün tanığı ölüm kararını dinlerken hiçbir zayıflık belirtisi göstermediğini söyler. Onlara şöyle cevap verir” Belki de siz bana ölüm kararını bildirirken  benim ölüme uğramamdan  daha fazla korkuyorsunuz” der. 17 Şubat 1600. Roma Campodi Fiori . Bundan önce sekiz yıl da  zindanda yaşamıştır.

Bizim de elimizde böyle bir kahraman var. Çarın elinden kurtarır Allah onu, sonra 31 Mart’ta Hurşit Paşa’nın zulme ayarlı mahkemesinden, devrin enönemli adamına “Namaz kılmayan Hain” dir der. Ölümle  burun buruna yaşamış ama yine hayatını bednamların eline vermemiş. Böyle bir kahraman bin yılımızda  yok arkadaş. Hani o anlatamadığımız adam. Kütrtlerle Türklerin birlikte yaşama iradesini savunan insan.  

Rabia hem hafızı Kuran hem de Mevlithandır. Alaturka musiki bilir. Tam ideal bir Müslüman kadın modeli. Biz edebiyat fakültelerinde böyle tipler yetiştirip insanların milletin arasına bırakabilirdik. Tekke, Halk ve yeni edebiyatı bilen öğrencilerimiz musiki de bilip mevlidler yönetebilirlerdi. Hani nerde… inşallah olur.

Rabia, Mevlid okuyucusu olmanın heyecanını yaşar.” Bugünlerde  Rabia’ya heyecana benzer bir şey veren  Vehbi Efendi’nin  ona baştan başa Mevlud okuyabileceğini söylemesi oldu. Şimdiye kadar hep ilahi okumakla kalmıştı. Genç yaşında Mevlüd okuyucusu olmak, gururunu okşayan bir şey. Fakat buna da sanatçılığının  yaratıcılığı  duygulanışlar karışıyor. Şimdiye kadar onun şöhreti  ve başarısı mukabele okumakta olmuştu. Hep yarım ve çeyrek seslerle hep ağır , derin tecvitli musiki .

Mevlid  Türkçe  sabahları rahlesinin üstüne  pembe kaplı  Mevlid’ini açıyor, özellikle doğum kısmını  dikkatle okuyor. Bunu herhangi Mevlud okuyan  gibi okumayacak  hazin değil tevcitli değil. Sevinçle , zaferle , gümbür gümbür atan bir üslupla  kimsenin okuyamadığı gibi okuyacak. Sabah saatlarında bütün varlığı ile Mevlid için yeni bir makam  düşünürken hep Peregrininin vaktiyle çaldığı şeyleri de hatırlamaya çalışıyor.

Rabia’nın anası Pembe, akşamları kızının yatsıyı kılışını seyreder sonra yatar. Anası Pembe de bir başka dünyadır. Cinler periler, dirilerle daha sıkı ilişkide , her dakika her evin içinde , her işle ilgiliydiler.Tezveren Dede’ye gider, konuşur onunla “Güya adın Tezveren hani ya? Cinler periler daha çabuk iş görüyorlar. Tevfik beni alsın diye sana kak defa mum adadım. Herifi bir de sürgüne yollattın. Bari herifi çabuk getir, ben Çingeneyim diye yapmıyorsan Rabia’yı düşün. Beş vakit namazında bir hafız. Romanda namaz da  bir değişmez ubudiyet tarzı.

Osmanlı konağında , Osmanlı istanbul’uda Mevlid okumak özel bir iş.Bunlar ilahi bir musikinin araçları canlı insanlar. İkinci mabeyincinin   konağında  her yıl Mevlid okuyan  Hafız Peyami Efendi ölmüş. Vehbi dede  beni tavsiye etmiş , ilk Mevludumu okuyacağım. Rabia’nın zihni Mevludu yeni bir makamda  kendi bulduğu  bir üslupta okumayı düşünüyordu. Bir zafer bir şevk nağmesi bulmak  gerekti.Bu alemde doğumdan büyük bir zafer var mıydı- Hele Peygamberimizin doğumu –Süleyman Çelebi nasıl tasviri resimler tiyatro gibi anlatır.

İndiler gökten melekler saf ü saf
Kabe gibi kıldılar evim tavaf

Hem hava üzre döşendi bir döşek
Adı Sündüs, döşeyen anı melek

Çün göründü bana bu işler ayân
Hayret içre kalmış idim ben hemân

Yarılıp çıktı divardan nagehan
Geldi üç huri banâ oldu ayan

Bazıları derler ki ol üç dilberin
Asiye´ydi biri ol meh-peykerin

Biri Meryem hatun idi aşikâr
Birisi hem hûrilerden bir nigâr

Geldiler lutf ile ol üç mehcebin
Verdiler bana selam ol dem hemin

Çevre yanıma gelip oturdular
Mustafayı birbirine muştular

Üç alem dahi dikildi üç yere
Her birisin edeyim nerden nere

Dediler oğlun gibi hiç bir oğul
Yaradılalı cihan gelmiş değil

Bu senin oğlun gibi kadri cemil
Bir anâya vermemiştir ol Celil

Ulu devlet buldun ey dildare sen
Doğuserdir senden ol hulki hasen

Bu gelen ilm-i ledün sultanıdır
Bu gelen tehvid-i irfan kânıdır

Bu gelen aşkina devreyler felek
Yüzüne müştakdürür ins ü melek

Bu gice ol gicedir kim, ol şerif
Nur ile alemleri eyler latif

Bu gice şâdân olur erbâb- dil
Bu giceye can verir eshab-ı dil

Rahmeten lil´alemindir Mustafa
Hem şefiu´l-muznibindir Mustafa

Rabia Mevlid’i nasıl okuyacağınadair alıştırmalar yapar. ”Sesi heyecanan kısıldı. Amine Hatun’un  ağrı çekerken  söylediklerini o hiçbir peygamber doğumuyla , ilgili diye düşünmemişti.Bütün doğuran hayatı çoğaltan  kudretlerin realitesi analığın realitesi . Bu onun yüreğıinin bam teline dokunmuştu.Bütün varlığını bu realite titretmişti. Eğildi ilk satırları önce gözleriyle  okudu. Sonra başını kaldırdı. Her kelimeyikendi yazmış gibi sesi özlemle kandinden geçerek  zaferle dalgalanarak söyledi.

Atık aradığı ahengi, zaferi, şevki  istediği gibi ifade edebilecek.

Merhaba ey asi ümmet melcei

Merhaba eş çaresizler eşfei.

Artık gözlerinden buruşuk yanaklarına yaşlar yuvarlanıyor.”

Rabia Mevlid’i okumaya başlar. “Rabia’ya orta salonda pencerenin önünde bir yer yapmışlar.Bir damasko yer minderi önünde rahle ve mumlar. İkbal Hanım onu ‘”destur, destur“ diye yol açarak götürürken , beyaz başörtülüler  sağa sola eğilerek  yüzünü görmeye çalıştılar.Arkasında krem zeminli mor laleli  yüzlü bir entari, aynı kumaştan  dikişli bir hırka . Orada hiç kimse böyle giyinmiş değil. Hepsinin etekliği , bluzu yahut entarisi az çok zamanın  modasına uygun. Fakat kimse onun elbisesiyle meşgul değil . Kumral ince derisi yüzünün kemiklerine yapışmış gibi , gözlerini şakaklarına çekiyor gibi. Bal rengi gözlerinin yeşil ışıkları  gerçi yanıyor , fakat kendisi olanca iradesiyle  dimağını cemaatten ayırmak , okuyacağı şeye bağlamak istiyor.

Dudaklarından  ilk dökülen perdelerle , beyaz baş örtülü cemaat , papatya tarlaları gibi dalgalandı. Hafif iç çekmeler tek hıçkırklar, konser halinde ağlaşıyor. Rabia bunlardan haberdar değil gibi , ağrı çeken bir kadının heyecanlarını ,  doğuran  bir ananın zaferini  kendi yarattığı makamda söylüyor.

Beyaz başlı cemaatin bu akşamki heyecanı dini olmaktan çok insani idi. Hepsi ve her biri ağrı çeken kadın heyecanını , doğurmanın zaferini  ya yeniden tattılar, veya geleceklerinin en büyük realitesi olacağını hissettiler. Doğum kısmı bitti..

Mevlutcu Vefat’a başlamadan sağındaki salonun sonunda bir perde gördü.Oradan birdenbire Ederun takımı ilahiler  okumağa başladı.Rabia’nın yıpranmış sinirlerini  bu musiki dinlendirdi. Biraz Vehbi Efendi usülünde heyecansız fakat insanı  murakebeye   vardıran bir üslup ,Erkekler hep böyle okuyorlar. Sanatlarında  kişisellik damgası yok. Rabia böyle düşünüyordu.

Gülsuyu , öd ağacı kokuları havayı ağırlaştırdıkça ağırlaştırıyor. Işıkhevnkleriyle beyaz başlar  arasında hafif bir duman var. Genç kızlar ellerinde gülabdanlar , herkesin eline gül suyu serpmek için e ğiliyorlar.Ta karşıda kalabalığın arkasında  üç iskemle var. Üstündekiler belli yere oturamayacak  kadar alafranga belki de ..Ortada oturanı Rabia nerede görmüştü? Mermer gibi bir baş , beyaz alnında altın kaküller.. kaşın biri kalkık..

Enderunlular susmuştu, Rabia hemen Vefat’a başladı.Cemaatin üstüne ölüm gölgesini salmış gibi . Geleneksel  pesyarım sesler, çeyrek seslerle ağır ağır , bir ilahi gibi okuyor. Peygamber için  ağlıyorlar.Belli ki kendileri  için ağlıyorlar.Belki de kendileri için  ölümü tatmak , yok olmak hepsinin , her birinin alnına yazılmış olduğu için ağlıyorlar.

Rabia sanatını ruhunu  son zirvesine kadar cemaata dağıtmıştı. Küçük bir odaya götürdüler, ancak orada yanındakilerin yüzüne baktı.

Bedeiüzzaman Mevlid’i toplumuzdaki yerini anlatırr ve takdir eder.

”Mevlid-i Nebevî ile Miraciyenin okunması, gayet nâfi ve güzel âdettir ve müstahsen bir âdet-i İslâmiyedir. Belki hayat-ı içtimaiye-i İslâmiyenin gayet lâtîf ve parlak ve tatlı bir medar-ı sohbetidir. Belki, hakaik-i imaniyenin ihtarı için en hoş ve şirin bir derstir. Belki, imanın envârını ve muhabbetullah ve aşk-ı Nebevîyi göstermeye ve tahrike en müheyyiç ve müessir bir vasıtadır. Cenâb-ı Hak bu âdeti ebede kadar devam ettirsin. Ve Süleyman Efendi gibi Mevlid yazanlara Cenâb-ı Hak rahmet etsin, yerlerini Cennetü’l-Firdevs yapsın amin.

Halide Edip ve Bediüzzaman hep bu vatanın selameti için çalışmışlar, kader onları çok sevdikleri yerlerden yadellere atmış, ama onlar yılmamış, yine millete ümmete hizmet etmişler.

Himmet Uç

NurNet.Org

Dershane Tartışmaları ve Gönül Kırgınlıkları

Hangi kanalı açsam dershane,sosyal medyaya baksam dershane, kısacası son günlerde kamuoyunun gündemini  dershaneler oluşturuyor.

Bu tartışmalar başta mutedil bir konumdayken şimdi kırıcı bir durum almaya başladı.Hatta sosyal medyada maalesef  belden aşağı hakaretlere kadar varmaya başladı. Her iki tarafta öz eleştiri yapma ihtiyacı his etmiyor.Yarın bir birlerinin yüzüne bakacaklarını düşünmeden kayıkçı kavgasına tutuşmuşlar. Bu tartışmaları izlerken üzülmemek elde değil.

Bu tartışmaları tahlil eden ve aklıselimle yaklaşan aydınlarımız da yok değildir.Bunların başında Prof.Dr Ahmet AKGÜNDÜZ hocamız gelir. AKGÜNDÜZ Hocamız  dershane tartışmalarına dair  içten ve tarafsız bir ruh haliyle yazdığı yazısını aktarmak istiyorum.

Son zamanlarda Dershane meselesi gündemi ve zihinleri allak bullak etti. Birileri ifrat ve tefrit derelerinde dolaşıyor. Benden fikrimi soruyorlar. Ben eğitim uzmanı değilim. Ancak genel manada bazı değerlendirmelerde bulunacağım.

Evvela: İslam alemi ve Türkiye tam bir buçuk asırdır, şu anda Türkiye’nin yaşadığı İslami inkişafı ve maddi refahı yaşamamıştır. III. Selim’den beri arzulanan hedefler, bugün birebir gerçekleşmektedir. Ne hizmet erlerine, ne Işık evlere, ne medreseler, ne Kur’an kurslarına ve ne de hiçbir İslami hizmete engeller çıkarılmak şurada dursun, kapıları aralanmakta ve destekler yağmaktadır.

Abdülhamid’den beri yapılmamış dini eserler ve vakıf eserleri tamirleri yapılmıştır.
– Şu muzafferiyetteki hârikulâde nimet-i İlahiye bir şükür ister ki devam etsin, ziyade olsun.(Tarihçe-i Hayat 139)

İkincisi, Bu ihtilaftan dolayı ehl-i dalalet ve Geziciler keyif içinde ve yangına körükle gidiyorlar. Hocaefendi’nin maalesef ifratkarane beyanatını ve Zaman’ın kışkırtıcı manşetlerini çevire çevire zevkle yayınlıyorlar; yorumlar ekliyorlar. Bülent Arınç meselesinden alamadıkları menfi sonuçları bu meseleden almaya çalışıyorlar. Ehl-i iman ise ağlıyor ve kalpleri sızlıyor.

Üçüncüsü, Hocaefendi’nin beyanatını hissi, aşırı ve mübalağalı buluyorum. İmam Hatipleri hakkındaki beyanatı ne kadar yanlış ve hatalı idiyse, bu da öylesine hatalıdır. Dershaneler meselesini 28 Şubat ile ve hatta daha söyleyemediğim menfi şeylerle kıyaslamak kıyas-ı ma’al-farıktır. Hocamın ehlullah olduğunu kabul edenlerdenim ve hizmet için de dua ediyorum. Ama bu hatalı içtihada karşı fikrimi beyan etmeyi de vazife addediyorum. Buna dayanarak Zaman gazetesinin kışkırtıcı manşetlerini ise hayretle izliyorum ve üzülüyorum. Ehl-i imanın bilezikleriyle bu hale gelen bir gazete Sözcü ile mi yarışmalıydı tahrip ve kışkırtıcılıkta?

Burada şunu anlatırsam daha iyi anlaşılacaktır. İki sene evvel Kazakistan’a gidecektim ve Başbakan ile karşılaştım. Kısa sohbetten sonra bu ziyaretimi öğrenince, ben de sizden evvel gideceğim dedi. Sebebini sordum ve beni hayrete düşüren şu cevabı verdi:

Hocam! Putin’in etkisiyle Kazakistan’daki 25 okulumuza baskılar başladı. Kazakistan Başbakanı imanlı bir genç ve yakın arkadaşım. Bu meseleyi halletmek için gidiyorum.

Şimdi soruyorum: 100 yıllık tarihimiz içinde benzeri bir hadiseyi Merhum Özal’ın bazı hizmetleri dışında söylemek mümkün mü?

Dördüncüsü; Hükümetin yahut Hükümet bürokrasisinin içinde de yangına körükle gidenlerin olduğunu ve hatta hizmete karşı operasyon yürütenlerin bulunduğunu daha evvelki bir makalemde açıklamıştım. Ancak Zaman Gazetesini kuranlardan bir şahsiyet şu anda Milli Eğitim bakanıdır. Mesele çok rahat müzakere edilir. Kaldı ki, Avrupa ülkelerini hiç birinde dershane olayı mevcut değildir. Sadece ve sadece gençlerimizin maneviyat dersini aldığı bu yuvalar, şekil değiştirse bile, varlıklarına ve hizmetlerine asla zarar gelmeyecek bir hale gelmelidir.

Beşincisi; Ben konuşmayacağım. Bediüzzaman’ın dediklerini tekrarlayacağım.

Kur’an-ı Azîmüşşan’ın hürmetine ve alâka-i Kur’aniyenizin hakkına ve imana hizmetinizin şerefine, çabuk bu dehşetli, zahiren küçücük fakat vaziyetimizin nezaketine binaen pek elîm ve feci’ ve bizi mahva çalışan gizli münafıklara büyük bir yardım olan birbirinden küsmekten ve baruta ateş atmak hükmündeki gücenmekten vazgeçiniz ve geçiriniz. Yoksa bir dirhem şahsî hak yüzünden, bizlere ve hizmet-i Kur’aniyeye ve imaniyeye yüz batman zarar gelmesi -şimdilik- ihtimali pek kavîdir. Şualar ( 512 )

İşte ey mü’minler! Ehl-i iman aşiretine karşı tecavüz vaziyetini almış ne kadar aşiret hükmünde düşmanlar olduğunu bilir misiniz? Birbiri içindeki daireler gibi yüz daireden fazla vardır. Her birisine karşı tesanüd ederek, el-ele verip müdafaa vaziyeti almaya mecbur iken; onların hücumunu teshil etmek, onların harîm-i İslâma girmeleri için kapıları açmak hükmünde olan garazkârane tarafgirlik ve adavetkârane inad; hiçbir cihetle ehl-i imana yakışır mı? O düşman daireler ehl-i dalalet ve ilhaddan tut, tâ ehl-i küfrün âlemine, tâ dünyanın ehval ve mesaibine kadar birbiri içinde size karşı zararlı bir vaziyet alan, birbiri arkasında size hiddet ve hırs ile bakan, belki yetmiş nevi düşmanlar var. Bütün bunlara karşı kuvvetli silâhın ve siperin ve kal’an: Uhuvvet-i İslâmiyedir. Bu kal’a-i İslâmiyeyi, küçük adavetlerle ve bahanelerle sarsmak; ne kadar hilaf-ı vicdan ve ne kadar hilaf-ı maslahat-ı İslâmiye olduğunu bil, ayıl!..

Ehadîs-i şerifede gelmiş ki: Âhirzamanın Süfyan ve Deccal gibi nifak ve zındıka başına geçecek eşhas-ı müdhişe-i muzırraları, İslâm’ın ve beşerin hırs ve şikakından istifade ederek az bir kuvvetle nev’-i beşeri herc ü merc eder ve koca Âlem-i İslâmı esaret altına alır.

Ey ehl-i iman! Zillet içinde esaret altına girmemek isterseniz, aklınızı başınıza alınız! İhtilafınızdan istifade eden zalimlere karşı اِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ اِخْوَةٌ kal’a-i kudsiyesi içine giriniz; tahassun ediniz. Yoksa ne hayatınızı muhafaza ve ne de hukukunuzu müdafaa edebilirsiniz. Malûmdur ki; iki kahraman birbiriyle boğuşurken; bir çocuk, ikisini de dövebilir. Bir mizanda iki dağ birbirine karşı muvazenede bulunsa; bir küçük taş, muvazenelerini bozup onlarla oynayabilir; birini yukarı, birini aşağı indirir. İşte ey ehl-i iman! İhtiraslarınızdan ve husumetkârane tarafgirliklerinizden kuvvetiniz hiçe iner, az bir kuvvetle ezilebilirsiniz. Hayat-ı içtimaiyenizle alâkanız varsa, اَلْمُؤْمِنُ لِلْمُؤْمِنِ كَالْبُنْيَانِ الْمَرْصُوصِ يَشُدُّ بَعْضُهُ بَعْضًا düstur-u âliyeyi düstur-u hayat yapınız, sefalet-i dünyeviyeden ve şekavet-i uhreviyeden kurtulunuz!..Mektubat ( 269 – 270 )

Amacından sapmış tartışmaların mahzurları zaman içinde bir bir ortaya çıkar. Yine zaman içinde çoğunlukla taraftarları mahcup oluyor.İlle de haklı çıkacağım diye milyonlarca yüreği param parça etmek, insanın varlık hikmetine uymaz. Çünkü insan hayatın en kıymetli varlığıdır. O kadar kıymetlidir ki, kâinat hayat için, hayat insan için yaratılmıştır.

Yaratıcı Kudret’e göre, bir insan öldürmek (maddeten ya da mânen), tüm insanları öldürmek gibidir!

Unutmayalım ki insan kalbi kırmak ise, inancımızda, “Kâbe’yi yıkmak”la eşdeğer sayılmıştır.

Hamit Derman

Birbirimizi Anlamaya Çalışmak

 

”İttifakta kuvvet, İttihatta hayat, Uhuvvette saadet  vardır.”

Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri yukarıdaki sözleriyle birlik,beraberlik ve kardeşliğin ne kadar  önemli ve insanların saadeti için ne kadar gerekli olduğunu çok veciz bir şekilde açıklar.

Bir toplum için birlik ve beraberlik çok önemlidir.Toplumda birlik ve beraberlik, birlikte  yaşama kültürünün olmazsa olmazıdır.

Mehmet Akif ERSOY ise ;

 Girmeden tefrika bir millete, düşman giremez (Ayrılık girmeden bir millete düşman giremez)
Toplu vurdukça yürekler, onu top sindiremez.  (
Toplu çarpan yürekleri top sindiremez)

Beyit’i ile ayrılığın zararını ve  birlik beraberliğin önemini çok güzel açıklar.

İnsanlar  birbirine bağlayan bu bağlar ,birbirlerini iyi tanıyan ve birbirlerine saygı duyan toplumlarda daha güçlü olur.

Maalesef son zamanlarda ülkemizde yaşayan halklar arasında bilinçli bir şekilde suni(yapay) duvarlar örülmüştür.Ülkemizde yaşayan halklar arasında manevi harç görevini üstlenen dini ve ahlaki değerlerin yerine birileri Irkçılık başta olmak üzere başka araçları  yerleştirmeye çalıştılar.Bu araçlar Müslüman olan ve bin yıldır İslam’ın bayraktarlığını yapan, Kalpleri toplu bir şekilde çarpan bu coğrafyanın insanları arasında ayrılık ve nifak tohumları soktu.

Bin yıldır kardeşçe yaşayan bu insanları birbirine yabancılaştırdılar.Zaman geldi bu kardeşler artık manen birbirini anlayamaz oldu.

Bu kardeşler arasındaki acı durumu Mevlana Hazretlerinin şu hikmet dolu hikayesi çok güzel açıklar;

Biri Türk, biri Arap, biri Acem, biri de Rum, dört kişi yeni arkadaş olmuş, bir yerde oturuyorlardı.

Henüz bir­birlerinin dilini de çok iyi bilmiyorlardı. Oradan geçen bir zengin bunlara bir dirhem verdi ve “Yiyecek bir şey alıp karnınızı doyurun” dedi.

Türk olan, “Ben üzüm İsterim” dedi.

Arap olan, “Ben inep severim” diye tutturdu.

Acem olan, “Ben engurdan başkasına razı olmam” dedi.

Rum olan ise, “Bırakın bu saçmalıkları, bu mevsimde en iyi istafil gider” dedi.

Aslında inep, engur, istafil de üzüm demekti ve hepsi aynı şeyi istiyorlardı, fakat birbirlerinin dilini anlamadıkları için anlaşamıyorlardı.

Derken herkes, farklı şey istediğini zannedip kendi söylediği şeyde diretince kavgaya başladılar. Öyle ki, kıya­sıya dövüşüyorlardı.

Nihayet akıllı ve dil bilen bir adam onları ayırdı ve her birini tek tek dinledikten sonra gülerek, “Parayı verin, ben hepinizin istediği şeyi size getireceğim” dedi.

Parayı ona verip merakla beklemeye başladılar. Akıllı adam manavdan yeterince üzüm alıp geldi ve hepsini mem­nun etti.

Herkes birbirinin sevincini görünce aynı şeyi iste­diklerini anlayıp şaşırdılar ve boşuna kavga edip birbirlerini üzdüklerine hayıflandılar. Böylece arkadaşlar birbirlerini üz­dükleri için özür dilediler.

 Evet ülkemizde herkes kardeşlik,hoşgörü ve barış üzümü yemek istiyor.Birileri hepimizin dilinden anlıyor ve bize bu üzümü yedirmek için çaba harcıyor.Bizlerde ülkemizde kardeşlik,hoşgörü ve barış ortamını kurmaya çalışan yürekli insanlara destek olmalıyız.Eğer ülkemizde Barış,Kardeşlik ve hoşgörü ortamı oluşursa ”İttifak(anlaşma) olur, İttihat(birleşme) olur, Uhuvvet(kardeşlik) olur.Böylece herkes  mesut(mutlu) olur .

HAMİT DERMAN

Şiddet ve Tedavisinde Bediüzaman Said Nursi’nin Müsbet Hareket Yaklaşımı

Şiddet ve Tedavisinde Bediüzaman Said Nursi’nin Müsbet Hareket Yaklaşımı

Tarih: 25, 26, 27 Mayıs 2012 / Isparta

Düzenleyen Kuruluşlar:

İstanbul İlim ve Kültür Vakfı & Isparta Kültür Eğitim Vakfı

TEBLİĞ ÇAĞRISI

Geçen yılki çağrımızı şu cümlelerle noktalamıştık: “Yurt dışında bunca çalışma ve ilgiye rağmen Türkiye’de Risale-i Nur’un mahiyet ve muhtevasına vâkıf pek çok akademisyen olmasına rağmen bu anlamda yeteri kadar katkının yapıldığı söylenemez. Bu boşluğu doldurmak üzere İstanbul İlim ve Kültür Vakfı tarafından bu sene Türkçe olarak gerçekleştirilecek olan sempozyumun ana başlığı “Bediüzzaman Said Nursî Ne Yapmak İstemiştir?

Bu çağrı ülke çapında geniş yankı buldu ve Türkiye’nin dört bir yanından akademisyenler İİKV çatısı altında İstanbul’da buluştu. 17 akademisyenin katılımı ile iki gün boyunca birbirinden değerli tebliğler Bediüzzaman’ın hayatı ve eserleriyle ortaya koyduğu ve insanları yönlendirdiği hedefi mercek altına alındı.

Bu sene ikincisi düzenlenecek olan bu sempozyumda ise, daha özelleşmiş bir konu; toplumumuzun ve insanlığın bütün kurumları ile çözüm arayışı içerisinde olduğu, insanlığı tehdit eden en tahripkâr problemlerden biri olan ŞİDDET ve TEDAVİ ÇARELERI ele alınacaktır. Bu anlamda zamanımızın önemli bir Kur’an tefsiri olan Risale-i Nur külliyatı incelenmesi gereken önemli bir kaynaktır.

Birçok yönü ile incelenecek olan ŞİDDET konusu, Bediüzzaman’ın Kur’an’dan sunduğu çözüm önerileri ışığında, “Şiddet ve Tedavisinde Bediüzaman Said Nursi’nin Müsbet Hareket Yaklaşımı” başlığı altında 25, 26, 27 Mayıs 2012 tarihlerinde Isparta’da tartışılacaktır.

Aşağıdaki alt başlıklar kapsamında hazırlanacak tebliğler konferans kapsamına alınacaktır.

Yer verilmesi olası fakat bunlarla sınırlı kalmayacak konular:

Şiddetin Kökenleri
Şiddet Zihniyet İlişkisi
Değerler Şiddet İlişkisi
Ahlak Şiddet İlişkisi
Eğitim Şiddet İlişkisi
Kültür Şiddet İlişkisi
Modernite / Dünyevileşme Şiddet İlişkisi
Liberal Ekonomi Şiddet İlişkisi
Psikolojik Şiddet
Fiziksel Şiddet
Siyasal Şiddet
Etnik Kökenli Şiddet
Aile içi Şiddet
Gençlik ve Şiddet
Kadına Yönelik Şiddet
Spor ve Şiddet
Eğlence ve Şiddet
Toplumsal Alanda Şiddet
Şiddeti Önlemi Yolları
İslami İlimlerde Şiddetin Önlenmesine Yönelik Yaklaşımlar

http://siddetsempozyumu.com/