Etiket arşivi: Bediüzzaman özel

Üstadın Urfa (Tebdili Mekan) Yolculuğu

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Hastalanması

 

Tarih on sekiz Mart bin dokuz yüz altmış idi

Emirdağ’ında üstad hastalanmış çok şiddetli

 

Doktor muayene eder serum verir iğne yapar

Zatürre olmuş tedaviden sonra biraz uyuklar

 

Uykudan gülümseyerek uyanır Bediüzzaman

Talebeleriyle konuşmaya başlar hemen o an

 

“Risale-i Nur bu vatana hâkim olmuştur”

“Dinsizliğin, komünistliğin belini kırmıştır”

 

“Biraz sıkıntı çekeceksiniz ama”

“Çok güzel olacak sonunda”

 

Bu sözleri birkaç defa eder tekrar

Üstad yine derin bir uykuya dalar

 

Sabah, biraz düzelmiş gibiydi

Kalktı hemen elbisesini giyindi

 

Abdest aldı sabah namazını kıldı

Talebelerinin hepsini yanına çağırdı

 

Tümüyle teker teker kucaklaştı

Hepsi ile birer birer vedalaştı

 

“Allaha ısmarladık gidiyorum ben dedi”

Ama o yeşil gözleri var ya, yaşla dolu idi

 

Muhabbetten, talebelerinin bağlandı basiretleri

Üstad Bediüzzaman vermişti o an, vefat işareti

 

Emirdağ’ında vedalaşır dost ve talebeleriyle

Isparta’ya arabasıyla döner rahatı kalple

 

 

Isparta da Son Gece

 

İkindi namazından çok önce

Polis gelir Isparta dershanesine

 

Emirdağ’ından hareket etti Hoca Efendi

Sordu talebelerine daha halen gelmedi mi?

 

Bu konuşmadan yaklaşık bir saat sonra

Gelir üstadın arabası çalınır korna

 

Üstad arka koltukta çok bitkin yatmakta

Talebelerinin kucağında güçlükle indi arabada

 

Koltuğuna girdi ağabeyler

Zorla çıkıldı merdivenler

 

Yatağına hemen yatırıldı

Ama çok şiddetli ateşi vardı

 

Talebeleri yanında hiç ayrılmaz

Nöbetle kılınmaya başlanır namaz

 

Hazreti üstadın hizmetinde

Ağabeyler olmuştu birer pervane

 

Tahiri, Zübeyir, Bayram, Hüsnü ağabeyler

Ayrılmaz üstadın başında daim nöbet bekler

 

On dokuz Mart bin dokuz yüz altmış gecesi

Zübeyir ve Bayram ağabey birlikte nöbetçi

 

Zübeyir Ağabey devamlı kollarını ovmakta

Bayram ağabey’de ayaklarına masaj yapmakta

 

Üstad aniden gözlerini açar

Bayram ağabeye manalı bakar

 

“Gideceğiz, gideceğiz” diye söylendi

Bayram ağabey ise “nereye” dedi

 

Hazreti üstad “Urfa’ya gideceğini” etti tekrar

Zübeyir ağabey der, “ateşi var onun için sayıklar”

 

Saatler gecenin iki buçuğunu göstermekte

Üstad “Urfa’ya gideceğinde ısrar etmekte”

 

Nöbeti Tahiri ve Hüsnü ağabeyler devralır

Üstad diyor “Urfa’ya gideceğiz hazırlanın”

 

Hüsnü ağabey der “üstadım lastikler arızalı”

“Gidilecek Urfa ya gerekirse araba tutmalı”

 

“Bedeli iki yüz lira’da olsa veririm”

“Hatta cübbemi de satabilirim”

 

Bayram ve Hüsnü ağabey başlar hazırlığa

Arabanın lastik tamirini hemen yaparlar hızla

 

Gecikmeye hiç tahammülü yok üstadın, acelesi var

Gönderir Tahiri ağabeyi de yardıma, zamanı çok dar

 

Yol hazırlığı biter arabanın, üstad zaten hazır

Tahiri ağabeyle herkes vedalaşır, o evde kalır

 

Yatırıldı arka koltukta yapılan yatağa

Her şey bitti harekete hazır araba

 

Ev sahibi olan Fıtnat Hanım

Hemen gelir yanına arabanın

 

Üstad bitkin “hemşirem Allah’a ısmarladık” der

“Çok rahatsızım dua edin bana” diye veda eder

 

Isparta’dan çok üzüntülü ayrıldı üstad

Bundan sonra tarih edecekti sevgiyle yâd

 

 

Her Şey Yasta

 

Hava yağmurlu sema bile ağlıyor

Üstad ebediyen Isparta’dan ayrılıyor

 

Çok kalın bir perde olmuştu bulutlar

Gelmiyordu Güneşten nurani ışıklar

 

Gökyüzü üzüntüsünden giymişti karaları

Semavat döküyordu sanki gözyaşlarını

 

Bulutlar matem havasında sim siyahtı

Isparta’da çıt yok, yas tutuyordu kuşları

 

Çok kederli Türkiye’nin manevi havası

Bunu hissediyordu İslam âleminin evliyası

 

Umum ehli imanın pek kasvetli kalbi

İçi içine sığmıyor sıkıntılı Nur talebeleri

 

Bırakmış toprak kendini yağmur suyuna

Sel oldu aktı hızla üstada edecekti veda

 

Boynunu bükmüş o güzelim gül fideleri

Bu halde nasıl açacak Isparta’nın çiçekleri

 

Rahmet ayında, üstad uğurlandı rahmetle

Tek teselli buydu, razı olunmalıydı kadere

 

Emniyetin Durumu

 

Üstadın arabası gitmiş yok yerinde

Şoke olur polisler bunu fark edince

 

Evin kapısı çalınır hızlı ve ısrarla

Tahiri ağabey açmaz kapıyı inatla

 

Ev sahibi Fıtnat hanım gürültüye çıkar

Polisler “Hoca Efendi nereye gitti” diye sorar

 

Zaten çok üzgün Fıtnat teyze

“Ben bekçi miyim?” der polise

 

“Kapıda siz bekliyorsunuz”

“Bir de benden soruyorsunuz”

 

“Bekçi sizsiniz, sizin bilmeniz gerek”

Polisleri gönderir başından böyle diyerek

 

Dayanamaz Tahiri ağabey kapıyı açar

Götürüldü karakola sorgu sual başlar

 

Merhum ağabey bilmediğini söyler

Belki “Eğridir yönüne gitmiştir” der

 

Emniyet Müdürlüğü panik içinde

Telsiz, telefonla haber verilir her yere

 

Üstadın muhtemel gideceği yerler arandı

“Uğrayıp, uğramadığı” hasseten soruldu

 

Valilik telaş içinde alarm verdi tüm bölgeye

Başladılar gelecek haberi heyecanla beklemeye

 

Bekir Özcan-Borborunbekir

www.NurNet.org

Bediüzzaman’ın Bitlis’i Savunması ve 30 Top..

Ruslar, Van ve Muş tarafını istila edip, üç fırka ile Bitlis’e hücum ettiği sırada, Bitlis Valisi Memduh Bey ile Kel Ali, Bedîüzzaman’a:

– Elimizde bir tabur asker ve iki bin kadar gönüllünüz var; biz geri çekilmeye mecburuz, dediler

.

Bedîüzzaman onlara:
– Etraftan kaçıp gelen ahalinin ve hem de Bitlis halkının malları, çoluk ve çocukları düşman eline düşecek; biz mahvoluncaya kadar dört-beş gün mukavemete mecburuz, demesi üzerine onlar:
– Muş’un sukut etmesi dolayısıyla otuz topumuzu askerler bu tarafa kaçırmaya çalışıyorlar. Eğer sen, o otuz topu gönüllülerinle ele geçirebilirsen, birkaç gün o toplarla mukabele ederiz ve ahali de kurtulur, dediler.

Bedîüzzaman:
– Öyle ise ben, ya ölürüm veya o topları getiririm, diyerek üçyüz gönüllünün başına geçti. Geceleyin, Nurşin tarafına, topların getirildiği cihete gitti.
Topları takib eden bir alay Rus Kazağına kendi muhbirleri: “Bitlis’i müdafaa eden gönüllü kumandanı üç bin adamla ve dağdaki meşhur Musa Bey bin kişi ile topları kurtarmaya geliyorlar.” diyerek pek ziyade mübalağa ile ihbar etmeleri üzerine, Kazak kumandanı korkmuş, ilerleyememişti.
Bedîüzzaman da, beraberindeki üçyüz gönüllüyü rastgeldikleri toplara birer ikişer taksim edip Bitlis’e gönderir; kendisi ise ilerleyerek topları birer birer kurtarıp, en son topu da üç arkadaşıyla birlikte ele geçirir.
Bu şekilde, otuz topun Bitlis’e gelmesini temin eder. O toplarla üç-dört gün asker ve gönüllüler düşmana mukabele edip, bütün ahali ve cihazat ve mallar kurtulur.

Bu vaziyette bile ihlası düşünmesi
Bedîüzzaman, o harbde gönüllülere cesaret vermek için sipere girmeyerek avcı hattında dolaşırdı. Avcı hattında en ileride atını sağa sola koştururken, birden hatırına gelir ve ruhuna ilişir ki: “Şu anda şehid olsam; bu vaziyetim, yani en ilerde göze çarpan şu halim, sakın mertebe-i şehadetin bir esası olan ihlasıma zarar vermesin, bir hodfüruşluk manası olmasın” diyerek, birden atını döndürür ve arkadaşlarının yanına gelir.

(Haşiye): İşte muharebenin şiddetli ânında, hayat-memat mes’elesi vaktinde “Benim zahiren kahramanlık gibi görünen bu vaziyetim hakikî ihlasa aykırı olmasın?” diye düşünmesi kemalât-ı insaniyenin bir misalidir, denilebilir. Meydan-ı harbde, düşman karşısında, gülleler içerisinde; talebelerine cesaret vermek için en elzem bir kahramanlığı fiilen göstermek emeliyle avcı hattında atını sağa sola döndürürken, bu suretle cesaret-i imaniye ve şehamet-i İslâmiyeyi en a’lâ bir derecede bir kumandan manasıyla îfa ederken, ruhunda ve niyetinde en âlî ve safî bir mertebe-i kemal olan sırr-ı ihlası kaçırmamayı ehemmiyetle düşünmesi ve dikkat kesilmesi; onun zahiren takdire şâyan hizmet-i diniyesi, fedakârane mücahedesi kadar, belki daha ziyade, ruhunun kemaline de delalet eder.
İşte Molla Said bütün hayatının şehadetiyle gerçi beyn-el İslâm “Bedîüzzaman“, “Sahibüzzaman“, “Fahrüddeveran“, “Fatîn-ül Asr” ünvanlarıyla yâdedilmiş; fakat bu hiçbir zaman hakikatsız ve bir sözden ibaret değildir. Risale-i Nur ile yaptığı muazzam hizmet-i imaniye ve Kur’aniyesi ve teşkil ettiği hamiyet-i diniye ile serfiraz milyonlar fedakâr talebelerin kudsî şahs-ı manevîsi, bir şahid-i sadık ve bir delil-i katı’dır.

Avcı hattında dolaşırken vücuduna dört gülle isabet etmiş, fakat geri çekilmemiş ve gönüllülerin cesareti kırılmaması için sipere dahi girmemiştir.
Hattâ bunu işiten vali Memduh Bey ve kumandan Kel Ali, “Aman geri çekilsin!” diye haber gönderdikleri zaman, demiş:
– Bu kâfirlerin güllesi beni öldürmeyecek…
Hakikaten üç gülle, ölecek yerine isabet ettiği halde; biri hançerini, diğeri tütün tabakasını delip geçmiş ve kendisine bir zarar vermemiştir.
Tarihçe-i Hayat (RNK)

Avukat Hulusî-i Bitlisi Anlatıyor
… (Bitlis’teki ahalinin) ikinci hicret başlamadan evvel Bediüzzaman Talebeleriyle Van cephesinden Bitlis merkezine dönmüş; halkı takviye ile terğibe, nasihata koyulmuştu.
Ben fahri vezifemi bitirerek adliye kuyûdatını Diyarbakır’a sevk ve nakline memur edilmiştim.
Bitlis’ten ayrıldığım sabahı takip eden günün gecesinde, hain Ermenilerin rehberliği ile düşman Dideban eteklerindeki nehir boyundan Bitlis’e akarken, Bediüzzaman şehir içinde göğüs göğüse düşman süvarileriyle çarpışmış, bir ayağından yaralanıp esir edildikten sonra Mahallebaşı’ndaki kışlaya, oradan Rusya’ya, sonra Sibirya’ya kadar sürülmüş olduğunu işittim. (Ehl-i Sünnet mecmuası 2:47-27, 1948)

Ali Aras anlatıyor
Bediüzzaman’ın harpteki çalışmalarını ve Ruslara esir oluşunu 1965 kışında Van’da vefat eden, Van’ın Çoravanis köyünden Ali Çavuş namındaki Haci Ali Aras hatıratında şöyle anlatıyor:
“Biz Muş’a varmadan Ruslar Muş’u istila etmişti. Muş’u boşaltan halkla yolda karşılaştığımızda onlar bütün mühimmatın, bu arada on dört parça topun kaldığını söylediler. Üstad
Bediüzzaman Hazretleri bu 300 kişilik kuvveti on dört parça topa taksim
edip altı kişilik bir müfrezeyi de cephane kaçırmaya memur etti.
Biz top ve cephaneleri kaçırıp Bitlis-Tatvan yolu üzerinde mevzi almış bir nizamiye alayına teslim ettik. Bu arada Ruslar üç koldan taarruza geçip bizi Bitlis boğazında mahsur bıraktılar. Yedi gün Ruslara karşı geceli gündüzlü müdafaa yapıldı.

Hz. Üstada üç mermi isabet etti. Bunlardan biri hançerinin kabzasına, diğeri sigara tabakasına, bir diğeri de sağ omuzuna isabet etti. O zaman bu hale şahit olan Nizamiye Alayı Kumandam Kel Ali, Üstad’a:
“Bediüzzaman! Size kurşun da tesir etmiyor!”
Hz. Üstad: “Allah muhafaza ederse, top mermisi de insanı öldürmez.

“Bir haftalık şiddetli bir mukavemet sonunda Bitlis’e giremeyen Ruslar Bitlis-Tatvan yolu üzerinde bulunan Papşin Hanını tahliye edip geri çekildiler. Ermenilerin rehberliği ile Bitlis’in güneyindeki Güzeldere yolundan Simek nahiyesi üzerinden
Bitlis-Siirt yolunu kesip, Arap Köprüsünü tuttukları görüldü. Gece yarısından sonra Bitlis’e taarruza geçtiler. Şiddetli muharebeler cereyan etti. Bu arada Üstadın çok sevdiği yeğeni Ubeyd ve bir çok kıymetdar talebe arkadaşlarımız şehid oldular.

Yeşilay’ın kuruluşu ve Bediüzzaman

Babrâli’deki Nallı Mescid yanındaki binada Matbuat Cemiyeti, yani bugünkü adı ile Gazeteciler Cemiyeti bulunuyordu.

5 Mart 1920’de istanbul mütarekenin acı günlerini yaşıyor. Avrupa ve Amerika’dan fıçılarla getirilen alkollü içkiler istanbul’un hem ciğerini, hem de beynini yakıyordu.

İşte bu acı günlerde mezkûr binada “Hilâl-i Ahdar” yani, Yeşilay Cemiyeti kuruldu.

Bu toplantıya Şeyhülislâm Haydarizade ibrahim, Darü’l-Hikmeti’l-İslâmiye azasından Bediüzzaman Said Nursî, Dr. Tevfik Rüştü Aras, H. Tarık Us, Hamdullah Suphi, Dr. Emin Paşa, Velid Ebüzziya, Eşref Edip, Müderris Mustafa Şekip, Dr. Süheyl Ünver, Mazhar Osman ve Fahreddin Kerim gibi zatlar da katılmışlardı.

İlk toplantıya katılanların imzaları tarihi defterde bulunmaktadır.

Yeşilay’ın ilk toplantı günlerine ait imza ve hüviyet defterinden birinde Bediüzzaman’ın imza ve hüviyeti vardır.

Cemiyetin fahrî reisliğine Haydarizade İbrahim Efendi, birinci reisliğe Dr. Hacı Emin Paşa, ikinci reisliğe Mazhar Osman, umumî kâtipliğe Dr. Şükrü Hazım Bey seçildi.

Yeşilay’ın zabıt defterinde not düşülen Bediüzzaman’ın beyatları:

Said Efendi: Şeriatta ahkâm var. Tabiblerin beyan ettiği, hikmettir. Hamr, kumar, bunlar nehy-i anil münkerdir ve bunlar kebairdendirler.”

“Said Kürdî Efendi: -en ziyade matbuat meselesine ehemmiyet verelim.”

Kaynak: Yeşilay, sayı: 392, 1966

Medrese Talebelerinin Mitingi (1909)

27 Şubat 1909 Cumartesi –  Beyazıt’ta Medrese talebelerinin bir miting teriplemeleri ve Bediüzzaman’ın kargaşayı önlemesi

Osmanlılarda “ilmiye sınıfı”, yani medrese talebeleri askere alınıyordu. II. Meşrutiyetin ilanından sonra Harbiye Nezareti bu imkanın kötüye kullanıldığı gerekçesiyle medrese talebelerini imtihana tabi tutmaya karar verdi. İmtihanı kazananlar askere gitmekten muaf tutulup ilmî çalışmalarına devam edecek, kazanamayanlar ise askere alınacaktı.

Talebeler imtihana hazırlanmak için kendilerine tanınan sürenin kısa olduğu gerekçesiyle 27 Şubat 1909 Cumartesi günü Bayazid’de bir miting tertip ettiler.
Bu heyecanlı topluluğa yetişen Bediüzzaman yaptığı bir konuşma ile heyecanı teskin etti. Bediüzzaman, şeriatla meşrutiyetin hakikî münasebetini ve istibdadın şeriatla hiç bir ilgisinin olmadığını izah ederek, kalabalığı yatıştırdı. Daha o gün çıkması muhtemel bir kargaşalığı da böylece önlemiş oldu.

Bediüzzaman “İki Mekteb-i Musibetin Şehadetnamesi“nde konuyla ilgili olarak,

BİRİNCİ CİNAYET: Geçen sene bidayet-i hürriyette elli-altmış telgraf umum şark aşîretlerine sadaret vasıtasıyla çektim. Meali şu idi:
Meşrutiyet ve kanun-u esasî işittiğiniz mes’ele ise; hakikî adalet ve meşveret-i şer’iyeden ibarettir. Hüsn-ü telakki ediniz. Muhafazasına çalışınız. Zira, dünyevî saadetimiz meşrutiyettedir. Ve istibdaddan herkesten ziyade biz zarardîdeyiz.

Her yerden bu telgrafların cevabı, müsbet ve güzel olarak geldi. Demek vilayat-ı şarkıyeyi tenbih ettim, gafil bırakmadım. Tâ yeni bir istibdad onların gafletinden istifade etmesin. Neme lâzım demediğimden cinayet işledim ki, bu mahkemeye girdim…

Divan-ı Harb-i Örfi – 13