Etiket arşivi: Bediüzzaman Said Nursi

Bediüzzaman Said Nursi ve Gazetecilik

Bediüzzaman Said Nursi ve Gazetecilik

Bediüzzaman Said Nursi, insanların hayatına dokunmak ve toplumun nabzını tutmak için hemen hemen her yola müracaat etmiştir. Gençliğinde hem aşiretleri dolaşmış tebliğ ve irşat faaliyetlerini yapmış hem de bunun için Bitlis’ten kalkmış tâ Şam’da Emevi Camiinde soluk almıştır.

Bediüzzaman sadece derin bir itikad sahibi âlim değil fikirlerini geniş kitlelere ulaştırmak için çaba gösteren bir mütefekkirdir. Gazeteciliği, bu amacına ulaşmak için önemli bir araç olarak görmüştür.

Bediüzzaman’ın Gazeteciliğe Bakışı

Bediüzzaman, gazetecileri “huteba-i umumî”[1] yani topluma hitap eden hatipler olarak nitelendirir.

Gazeteleri, fikirlerin kılavuzu ve yol göstericisi olması gerektiğini ifade eder. Bu düşüncesi, gazeteciliğin toplum üzerindeki büyük etkisinin farkında olduğunu gösterir. Şayet Bediüzzaman bugün olsaydı bu faaliyetlerini sosyal medya üzerinden de yapardı. Belki her saat bir lâhika yayınlardı.

Said Nursi’nin Gazetelerle İlişkisi

Farklı Yayın Politikası Olan Gazetelerde Yazılar: Bediüzzaman, farklı siyasi görüşlere sahip gazetelerde makaleler yayınlamıştır. Bu durum, onun fikirlerinin herkese ulaşması için çaba gösterdiğini gösterir. Çünkü herkese ulaşmak bir hedefidir. Bu gazetelere bakalım.

Şark ve Kürdistan Gazetesi: Bediüzzaman, Şark ve Kürdistan gazetesinde de yazılar yazmıştır. Bu gazete, o dönemde önemli bir yayın organıydı. Bölgesel etkisi büyüktü.

Kürt Teavün ve Terakki Gazetesi: Bediüzzaman’ın ilk Kürtçe makalesi, Kürt Teavün ve Terakki gazetesinde yayınlanmıştır.

Yazmış olduğu diğer gazetelerin isimleri: Mizan Gazetesi, Volkan, Sebül-ür Reşad, Misbah, Şûra-yı Ümmet, Kürt Teavün ve Terakki, Serbestî, İkdam..

Yeni Said Dönemi ve Gazeteler

Yeni Said döneminde Bediüzzaman, içtimai ve siyasi hayattan çekilerek daha çok tefekküre ve yazmaya yönelmiştir. Bu dönemde gazetelerle olan ilişkisi azalmış olsa da, yine de gazeteleri takip etmiştir. Mesela İşarat-ül İ’caz eseri sonundaki “Ecnebi Feylesofları” kısmı medyayı takip ettiğinin bir delilidir. Aynı zamanda “Musa Bekuf”tan bahsetmesi de bunu gösteriyor. Ama bir haberkolik gibi her şeyi takip etmemiştir.

“Günlük İçtimaî Hadiselerle Meşguliyet:

Çünkü talebelerinden Zübeyir Gündüzalp’in ifade ettiği bakış açısı Bediüzzaman’ın düşüncesini de gösteriyor:

“Günlük içtimaî hadiselerle meşgul olmak, kabiliyet ve İstidatlarımızın Risale-i Nur hizmetinde inkişafına mani olur. Çünkü menfi gazete veya içtimaî hadiselerle meşguliyet, bir dava adamının, davasında yetişmesine engeldir. Nur talebesi gazeteye, müsbet veya menfi olarak kendilerini ilgilendiren bir hadise var mı, diye bakar.”[2]

“Benim siyasilerle geçirecek vaktim yok. Gazeteye, “Mesleğe uymayan yerleri var mı?” diye bakıyorum.”[3] Yani İslamiyet’i alakadar eder bir gelişme var mı şeklinde bakıyor.

Risale-i Nur’da Gazetecilik

Risale-i Nur’da gazetecilik hakkında önemli tespitler bulunur. Bediüzzaman, gazetecilerin sorumluluklarını ve gazetelerin toplum üzerindeki etkilerini detaylı bir şekilde analiz eder:

GAZETECİYE KISA BİR DERS

“İ’lem (Bil) ey hitabet-i umumiye sıfatı ile gazete lisanıyla konferans veren muharrir!

Sen, kendi nefsini aşağı göstermeye ve nedamet ederek kusurlarını ilân etmeye hakkın var.

Fakat şeair-i İslâmiyeye zıd ve muhalif olan herzeler ile İslâmiyeti lekelendirmeğe kat’iyyen hakkın yoktur.

Seni kim tevkil etmiştir? Fetvayı nereden alıyorsun?

Hangi hakka binaen milletin namına, ümmetin hesabına İslâmiyet hakkında hezeyanları savurarak dalaletini neşr ve ilân ediyorsun?

Milleti, ümmeti kendin gibi dâll zannetme.

Dalaletini kime satıyorsun?

Burası İslâmiyet memleketidir, Yahudi memleketi değildir.

Cumhur-u mü’minînin kabul etmediği bir şeyin gazete ile ilânı, milleti dalalete davettir, hukuk-u ümmete tecavüzdür.

Bir adamın hukukuna tecavüze cevaz-ı kanunî olmadığı halde, koca bir milletin belki âlem-i İslâmın hukukuna hangi cesarete binaen tecavüz ediyorsun?

Ağzını kapat!”[4]

Gazeteciliği sadece bir meslek olarak değil, aynı zamanda bir hizmet olarak görmüştür. Fikirlerini geniş kitlelere ulaştırmak için gazeteleri kullanmış ve gazetecilere önemli görevler yüklemiştir. Bediüzzaman’ın gazetecilik anlayışı, günümüzde de hem gazete hem de sosyal medya olarak geçerliliğini korumaktadır.

Bediüzzaman Said Nursi’nin gazetelerde yazmış olduğu tüm yazılara “Asar-ı Bediiyye” isimli eserde “Makâleler” bölümde görüp okuyabilirsiniz.

Selam ve dua ile..

Muhammed Numan ÖZEL

[1] Hutbe-i Şamiye (87)

[2] Bir Dava Adamının Notları (104)

[3] Bir Dava Adamının Notları (125)

[4] Bediüzzaman Cevab Veriyor (211)

Kaynak: RisaleHaber

www.NurNet.org

Bayramlar: şükrün zirvesi mi, gaflet tuzağı mı?

Bayramlar: şükrün zirvesi mi, gaflet tuzağı mı?

Bayramlar, İslam’ın müminlere bahşettiği ilahi birer lütuftur. Ramazan’ın bereketiyle kavuşulan bayram, yalnızca bir tatil veya dünyevi sevinç anı değil, ibadetin kemale erdiği, şükrün zirve yaptığı ve kardeşliğin pekiştiği mübarek bir fırsattır. Ne var ki, bu mukaddes zamanlar, gafletin gölgesinde hakiki manasından uzaklaşabiliyor. Oysa bayram, “Allah’ın bizlere verdiği nimetlere şükür, ibadete devam ve uhuvvet bağlarının güçlenmesi” için bir vesiledir.

GAFLETİN BAYRAMI ÇALMASINA İZİN VERMEYELİM!

Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri, bayramlarda gaflete düşmenin tehlikesine şu sözlerle dikkat çeker:

Bayramlarda gaflet istilâ edip gayrimeşru daireye sapmamak için, rivayetlerde zikrullaha ve şükre çok azim tergibat vardır.”

Gaflet bayramlarımızı nasıl çalar hiç düşündük mü acaba?

ŞÜKÜRSÜZ SEVİNÇ: NİMETİ UNUTMAK

Bayram, Allah’ın “verdiği nimetlere şükür[1] zamanıdır. Fakat şükürsüz bir neşe, nimeti unutturup gaflete sürükler insan hiç farkında bile olmaz.

Kur’ân-ı Kerîm’de buyrulur:

Öyleyse beni anın ki, ben de sizi anayım. Bana şükredin, sakın nankörlük etmeyin.”[2]

Bugün bayramlar, lüks sofralar, israf ve nefsani eğlencelerle dolduruluyor. Oysa gerçek bayram, fakirin hatırlandığı, şükrün arttığı ve Allah’ın verdiği her nimetin farkında olunan bir gündür.

İsraf ve haramla zayi edilen bayramlar şüphesiz ki kaçırılmış büyük fırsatlardır.

Allah Teâlâ, israf edenleri “şeytanın kardeşleri” olarak nitelendirir:

Çünkü israf edenler, şeytanların kardeşleridir.”[3]

Maalesef bazıları için bayram, gösterişli harcamalar, haram eğlenceler ve namazın terk edilmesi, gıybetlerin havada uçtuğu gibi günah panayırlarına dönüşebiliyor. Hâlbuki Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bayramı şöyle tarif eder:

Bayramlar, yeme, içme ve Allah’ı zikretme günleridir.”[4]

Bayramı haramla kirletmek, onu gaflet çukuruna atmaktan başka nedir?

AKRABALIK BAĞLARINI KOPARMAK: BAYRAM RUHUNA İHANETTİR

Bayram, kırgınlıkların silindiği, aile ve dostluk bağlarının güçlendiği bir fırsattır. Hâl böyle olunca akraba u taallukat çok rahat unutulmuyor. Hayatın koşuşturmacası içinde insan neredeyse kendini unutuyor. Fakat bugün bazıları da çeşitli dünyevi kırgınlıklar yüzünden akrabalık bağlarını koparıyor. Hâlbuki Resûlullah (asv) şöyle buyurur:

Akrabalık bağlarını kesen kimse cennete giremez.”[5]

Bayram, kin ve nefreti terk edip, kardeşliği tazelemek için en güzel zamandır. Bu fırsatı heba etmek, ebedi bir kayıptır.

Gerçek Bayram Nasıl Yaşanır? diye hemen aklımıza geliyor.

1.Şükür ve Zikri Artırın:

Bayram sabahı namazla başlayıp, Kur’an’ı Kerim, Evrad u Ezkâr, Risale-i Nur, Tefsir, Hadis Kitapları okunmalıdır.

2.İsraftan Kaçının:

Lüks sofralar kurmak yerine, fakirleri sevindirin.

3.Haramlardan Uzak Durun:

Gösteriş, haram eğlence ve gıybetten sakının.

4.Akraba ve Komşuları Ziyaret Edin:

Bayram, muhabbeti artırma günüdür.

5.İbadetle İhya Edin:

Bayram gecesini dua ve Kur’an’la değerlendirin.

6. Cemaatle Bayramlaşın:

Beraber hizmet ettiğiniz kimseleri veya uzakta olan hizmet kahramanlarını mümkünse fiziken değilse telefonla arayarak bayramlaşın. İnsan kendi gibi düşünenlerden pozitif enerji aldığı unutulmamalıdır.

7. Üzerinizde Emeği Olanları İhmal Etmeyin:

İnsan bir yolcudur. Sabavetten gençliğe, gençlikten ihtiyarlığa, ihtiyarlıktan kabre, kabirden haşre, haşirden ebede kadar yolculuğu devam eder.”[6]

Sermayesi yolculuk olan bu insan sürekli yeni yol arkadaşları edinir. Onları ara ara arayarak hal hatır sormak insan olmanın bir şiarıdır.

HAKİKİ BAYRAM, EBEDÎ SAADETİN MÜJDESİDİR!

Bayram, dünyevi neşelerle yetinmek değil, ahiret bayramını kazanmak için bir fırsattır. Gaflete düşmeden, şükürle, ibadetle ve kardeşlikle geçirilen bayramlar, gerçek sevinci yaşatır.

Cenâb-ı Hak, bizleri bayramın ruhunu idrak eden ve onu hakkıyla yaşayan kullarından eylesin! Âmin.

Bu manalarla Bayramınızı tebrik ederim.

Selam ve dua ile..

Muhammed Numan ÖZEL

[1] Mesnevi-i Nuriye (31)

[2] Bakara s, 2 (152)

[3] İsrâ s, 17 (27)

[4] Ebû Dâvûd, Savm (49)

[5] Buhârî, Edeb (11)

[6] Mesnevi-i Nuriye (223)

Kaynak: RisaleHaber

www.NurNet.org

Bediüzzaman’ın Bayramları Nasıldı?

Bediüzzaman’ın Bayramları Nasıldı?

Gün ışığı, demir parmaklıkların ardından süzülürken, hapishane koğuşunun rutubet ve küf kokulu duvarlarına vuruyordu. Dışarıda, bayram namazına koşan çocukların neşe çığlıkları, içerideki mahpusun kulaklarında hüzünle yankılanıyordu. Çünkü büyük bir neşe ile bayram namazına gitmekten mahrumdu mahpuslar.

Mahpuslar içinde bir Gönül Sultanı vardı: Bediüzzaman Said Nursi.. Son Devrin Din Mazlumlarından. Yokluk içinde varlığı bulmuş. Gönüllerde taht kurmuş. Ayine-i Samedin yolunu insanlara açmak için tüm enerjisini sarf etmiş.

Bediüzzaman, köşesine çekilmiş, elinde okumak için Kur’an’ı Kerim bile verilmemiş ama o çocukken zihnine yazmıştı her bir Kur’an harfini. Zihni herbir mana ile meşguldü. İlham ile telif edilen Risale-i Nur eserleri an be an vücut buluyordu. Âlem-i ilimden âlem-i şehadete çok zor şartlar altında geliyordu. Kimi zaman sigara kağıdı kimi zaman çimento kağıdına damlıyordu mürekkepler. Afyon zindanlarının soğuk taşları, onun bayram şenliğinin sessiz şahitleriydi. Istırap dolu Afyon hapsi… Koğuşuna cezaevinin lağım suyu bağlanmış, elli kişilik koğuşta tek başına hem yalnız hem soğuk hem yokluk ve zor şartlardaydı. Ama o bundan şikayetçi olmamış ve Şualar isimli eserinde şunları yazmıştı:

Komşudaki haylaz gençlerin kapıda gürültüleri akşam yatsı ortasında bana zarar ederdi, fakat az idi.

O kapıyı da aynı gün bir bahane ile kapattılar.

Hem fena koku menzilimde ziyadeleşti, hem o haylazların kapıma yakın gürültüleri ziyade bana zarar verdi.”[1]

ZİNDAN BAYRAMLARI: DEMİR KAPILAR ARDINDA KUDÜS

Eskişehir’de bir Ramazan Bayramı

Gardiyanlar, mahkûmlara bir lokum uzattığında, o “benim bayramım, iman-ı tahkikî ile olur” diyerek tebessüm etmiş, sonra dönüp kırık bir tahta masanın üzerinde kibrit kutusuna Esma-i Sitte Risalesi’ni yazmaya devam etmişti…

Denizli Hapishanesi’nde Kurban Bayramı

Dışarıda kurbanlar kesilirken, o en büyük kurban nefistir diyerek kendi nefsini terbiye etmenin derdindeydi. Çünkü nefis yılkı atı gibiydi. Onu ehlileştirirse çok daha kazançlı çıkacağını biliyordu. “Şarkın Yalçın Dağlarında Doğan Güneş” çocukluğunda atlarla haşir neşir olmuştu.

Talebelerine yazdığı mektupta: Bizim bayramımız, küfrün kal’asını zapt etmektir şiarıyla satırlarına not düşmüştü.

Sürgün Evlerinde Tek Başına Bir Bayram

Emirdağ’da, tek odalı kerpiç evinin penceresinden, uzaktaki minarelerin bayram ışıklarını seyrederken, “bu dünya misafirhanesinde garip bir yolcuyum” diye mırıldanıyordu. Kapısını çalan köylüler, “Hocam, bayramınız mübarek olsun!” dediklerinde, onlara Risaleden bir bahis okuyarak mukabele ediyordu. Bayramlaşma, onun için iman kardeşliğini tazelemek demekti.

Bayram Namazı: Zincirler Altında Bir Direniş

Afyon Mahkemesi’nden çıkarken, jandarmaların nezaretinde bayram namazına götürüldüğünde, cemaatin şaşkın bakışları arasında, secdeye varırken “Ya Rabbi, bu millete hakikî bayramı, Kur’an’ın zaferiyle nasip eyle!” diye dua etmişti.

Namazdan sonra, “Bizim bayramımız, hürriyet-i şer’iyyedir” diye haykıracaktı ama jandarmanın sert bakışları, sözünü boğazında düğümlemeye yönelikti ama o asla korkmadı çekinmedi.

Mektuplar: Hapishaneden Taşan Bayram Tebrikleri

Hücresinde, bayram sabahı kağıda düşürdüğü mürekkep lekeleriyle yazılmış bir mektupta şöyle diyordu:

“Aziz kardeşlerim! Hakikî bayram, ölümü öldüren Haşir Risalesi’ni anlamaktır. Sizin bayramınızı, binlerce kilometre öteden, bu zindanın karanlığında yüreğimle hissediyorum.”

Son Söz: Bayramsız Bir Bayram Kahramanı

O, ne çocuklar gibi şeker topladı, ne de sofralarda bayram yemeğinin tadına baktı.

Ne talebeleriyle sohbet meclisleri kurdu ne bir vaiz gibi kürsülerde halka hitap edip gönüllerden dimağlara girdi.

Onun bayramı;

Hapishane avlusunda tek başına kılınan bir namaz,

Sürgün evinin duvarına vuran gölgelerle yapılan muhasebe,

Kur’an’ın ayetlerinden fışkıran ebedî saadetin müjdesiydi.

Bediüzzaman’ın şu ifadesi her şeyi tüm çıplaklığıyla gözler önüne seriyor.

Bu yirmi sene kırk bayramımı münzevi, yalnız geçirdim.”[2]

Risale-i Nur eserlerinin neşredilmesi, talebelerin tesânüt içerisinde Risale-i Nur külliyatının düsturları müvacehesinde hizmet etmeleri Bediüzzaman için bir bayramdı.

Bunu şu mısralardan çok rahatlıkla anlayabiliriz

“Risale-i Nur’un kıymetdar hâsiyeti ve şakirdlerinin şahs-ı manevîsinin kemal-i sadakatı bu manevî Nur bayramına vesile oldu.”[3]

Bu betimleme, Bediüzzaman Said Nursi’nin mücadele dolu hayatına bayramlar kısmına edebî bir bakış açısıyla yazma denemesidir.

Vefatının 65. Rahmet, minnet ve şükran ile yad ediyorum.

Aziz üstadının Aziz ruhaniyeti için el Fatiha.

Selam ve dua ile..

Muhammed Numan ÖZEL

[1] Şualar (303)

[2] Emirdağ Lâhikası-1 (77)

[3] Emirdağ Lâhikası-2 (232)

Kaynak: RisaleHaber

www.NurNet.org

Bediüzzaman ve Gassallık

Bediüzzaman ve Gassallık

Son zamanlarda gassallığa bir alaka var. Bu mesleğimizde nasıl olabilir diye düşündüm.

Bediüzzaman Said Nursi’yi bir gassala benzetmek, onun toplumun ruhunu ve kalbini temizlemeye, ruhları arındırmaya yönelik hizmetini hatırlatıyor.

Ruhları ve Kalpleri Temizlemek: Gassal, bir bedenin dünyevi kirlerden temizlenmesine vesile olduğu gibi, Bediüzzaman da toplumun ruhunu ve kalbini temizlemeyi hedeflemiştir.

Çünkü Bediüzzaman biliyor ki; “günah kalbe işleyip, siyahlandıra siyahlandıra tâ nur-u imanı çıkarıncaya kadar katılaştırıyor.”[1] Bu sebeple insanlara Kur’an ve sünnet-i seniyye içinde sırat-ı müstakim üzere bir hayat tavsiye ediyor ki kalbin kirini pisi temizlensin.

Risale-i Nur Külliyatı, insanların yanlış düşüncelerini ve manevi hastalıklarını tedavi etmeye yönelik bir rehberdir.

Kur’an’ın Bir Dellâlı, Temsilcisi: Gassal, yıkama işini şefkat ve titizlikle yapar. Bediüzzaman da tebliğ görevini aynı hassasiyetle, insanlara zarar vermeden, kırmadan yapmıştır. Onun hayatındaki sabır, şefkat ve incelik bu yönüyle benzerlik taşır.

Kalbinin feryadını ve ruhunun münacatını dinlemek için mağaralara kapandığı günlerde bile, ibadet ve taattan, tefekkür ve murakabelerden feyiz ve huzur almanın zevkine ermiş olan bir “Ârif-i Billah” idi.

Hazret-i Üstad’ı bu müdhiş cihad meydanlarına sevkeden, hep bu eşsiz şefkat ve merhameti olmuştur.”[2]

Bu şefkati değil mi zaten “Başkasının Günahına Ağlayan Adam” yapan vasfı.

Bir insanda şefkat hakimse şehvet de, kin de söner.

Manevi Ölümden Dirilişe Vesile Olma: Gassal, bir cesedi son yolculuğuna hazırlar. Bediüzzaman ise insanları manevi ölümden dirilişe, ahiret şuuru ve iman nuruyla gerçek hayata hazırlamıştır.

Risale-i Nur, insanlara bu dünyadan sonra gelen ebedi hayat için gerekli hazırlıklarını hatırlatır.

Nurlar tesellileriyle ve imanın hakikatlarıyla sizi bu .. sıkıntılarından ve dünyevî çok zararlarından ve boşu boşuna gam ve hüzün ile giden hayatınızı faydasızlıktan, bâd-i heva zayi’ olmasından ve dünyanızın ağlaması gibi âhiretinizi ağlamaktan kurtarıp tam bir teselli size vermektir.” (Sözler – 153)

Madem dünyanız ağlıyor ve tatlı hayatınız acılaştı; çalışınız, âhiretiniz dahi ağlamasın ve hayat-ı bâkiyeniz gülsün..” (Şualar – 481)

Farkındalık: Gassal, işini Allah için yapar ve kutsî bir görevi yerine getirir. Bediüzzaman da Risale-i Nur hizmetini hiçbir dünyevi çıkar beklemeden, yalnızca Allah rızası için sürdürmüştür.

Hüner, rıza-yı İlahîyi kazanmakladır.”[3]

“İhlas ve rıza-yı İlahî yolunda zerre, yıldız gibi olur.

Vesilenin mahiyetine bakılmaz, neticesine bakılır.

Madem neticesi rıza-yı İlahîdir ve mâyesi ihlastır; o küçük değildir, büyüktür.”[4]

İhlası kaçırdığınızdan ve rıza-yı İlahîyi münhasıran gaye-i maksad yapmadığınızdan, ehl-i hakkın bu zillet ve mağlubiyetine sebebiyet verdiniz.

Umûr-u diniye ve uhreviyede rekabet, gıbta, hased ve kıskançlık olmamalı ve hakikat nokta-i nazarında olamaz.”[5]

Bediüzzaman’ı bir gassala benzetmek, onun insanların manevi dünyalarını temizleme, tebliğ ve irşatla Allah’a yakınlaştırma vazifesini anlatan çok manidar bir teşbih olur. Bu benzetme, onun hizmet anlayışını ve sorumluluk bilincini derinlemesine kavramaya da vesile olabilir.

Selam ve dua ile..

Muhammed Numan ÖZEL

[1] Lemalar (9)

[2] Asa-yı Musa (261-2)

[3] Lemalar (152)

[4] Lemalar (156)

[5] Lemalar (156)

Kaynak: RisaleHaber

www.NurNet.Org

Bediüzzaman Said Nursî’nin Hadis-i Şeriflere Yaklaşım Tarzı

Bediüzzaman Said Nursî’nin Hadis-i Şeriflere Yaklaşım Tarzı

Bediüzzaman hadis ilmi konusunda derin bir vukufiyet sahibidir.

Onun eserlerinde hadislerin tefsiri, hikmetleri ve iman hakikatleriyle bağlantıları geniş bir şekilde ele alınmıştır. Ancak kendisi, hadis ravisi veya muhaddis sıfatıyla değil, daha ziyade hadislerin imanî, ahlâkî ve Kur’ânî hakikatlerle irtibatını kuran bir müfessir ve müceddid olarak tanınmıştır.

Risale-i Nur’da hadisler, 1071 tane mükerrerler hariç geçmektedir. Sadece nakil olarak değil, aklî ve mantıkî delillerle teyit edilerek ele alınmış, izahları yapılmış ve zamanımızın anlayışına uygun bir tarzda şerh edilmiştir. Özellikle “Mu’cizâtı Ahmediye Risalesi” bunun en güzel misalidir. Efendimiz’in (asm) mucizelerini hadis kaynaklarından aktararak iman hakikatlerine delil getiren mühim bir risaledir.

Bediüzzaman, hadislerin sıhhat derecelerine de önem vererek, mevzu (uydurma) hadislerden kaçınmış, sahih ve hasen hadisleri esas almıştır. Bazı hadislerin, zayıf dahi olsalar, manalarının hakikate mutabık olduğunu ifade etmiştir. Ayrıca, bazı müteşabih hadisleri tevil ederek mana derinliğini ortaya koymuştur.

Risale-i Nur’da geçen şu vecize de onun hadis ilmine verdiği ehemmiyeti gösterir:

“Sünnet-i Seniyye, saadet-i dâreynin temel taşıdır ve kemâlâtın madeni ve menbaıdır.”

Bu ifadeden de anlaşılacağı üzere, Bediüzzaman, hadisleri sadece rivayet boyutuyla değil, onların hayata tatbik edilmesi gereken birer nurlu rehber olduğunu da vurgulamaktadır.

Velhasıl, Bediüzzaman Hazretleri, hadis ilmine vukufiyeti ve onları iman hizmetine bir esas olarak işlemesiyle, hadisleri en kuvvetli delillerle savunan bir ilim adamı ve müceddid olarak temayüz etmiştir.

Cenâb-ı Hak, Sünnet-i Seniyye’yi en güzel şekilde yaşamayı ve yaşatmayı bizlere nasip eylesin. Âmin.

Selam ve dua ile..

Muhammed Numan Özel