Etiket arşivi: bediüzzaman

Bediüzzaman’dan Teyakkuz Çağrısı

Bediüzzaman’dan Teyakkuz Çağrısı

“Ehl-i dalalet… her vasıtayı istimal ederek ehl-i iman taburunun kuvve-i maneviyesini bozmak ve efradının tesanüdünü kırmak için her vesileyi kullanır. Ehemmiyetli bir istinadgâhını kendine temayül ettirerek ihtiyat kuvvetini dağıtır. Müslüman taburunun herbir neferine karşı, cem’iyet ve komitecilik ruhuyla mütesanid bir cemaat gönderir.” (Kastamonu Lahikası, 55)

Kastamonu Lahikasını okurken burası hemen herkesin olduğu gibi benim de dikkatimi celb etti. İslam ümmetine yönelik tehditlerin nasıl işlendiğini ve bu tehditlere karşı nasıl dikkatli olunması gerektiğini okuyoruz.

“Her vasıtayı istimal ederek ehl-i iman taburunun kuvve-i maneviyesini bozmak ve efradının tesanüdünü kırmak için her vesileyi kullanır.”

İslam ümmetine ve iman ehline yönelik çok ciddi bir saldırının olduğunu anlıyoruz. İslam düşmanlarının her türlü araç ve yöntemi kullanarak Müslümanların manevi kuvvetlerini zayıflatmaya çalıştığını buradan anlıyoruz.

Bu saldırı, zayıflatma ve yıkma operasyonlarına Şualar’da da dikkat çekiliyor.

“Efendiler! Otuz-kırk seneden beri ecnebi hesabına ve küfür ve ilhad namına bu milleti ifsad ve bu vatanı parçalamak fikriyle, Kur’an hakikatına ve iman hakikatlarına her vesile ile hücum eden ve çok şekillere giren bir gizli ifsad komitesine karşı, bu mes’elemizde kendilerine perde yaptıkları insafsız ve dikkatsiz memurlara ve bu mahkemeyi şaşırtan onların Müslüman kisvesindeki propagandacılarına hitaben, fakat sizin huzurunuzda zahiren sizin ile birkaç söz konuşacağıma müsaade ediniz.” (Şualar, 288)

  • Kuvve-i maneviyeyi bozmak: İslam toplumunun inanç, moral ve dayanıklılığını yani salabetini hedef almaktadır. Bununla birlikte, toplumun inanç temelinde birleşmesini engellemeye yönelik hareketler kastedilir.
  • Tesanüdü kırmak: Tesanüd, İslam toplumunun birlik içinde hareket etmesini sağlayan önemli bir unsurdur. Düşman, bu dayanışmayı bozarak Müslümanları parçalamayı ve bölmeyi amaçlamaktadır. Bazı hizmet hareketlerinin farksiyonlara, meşreplere, guruplara ayrılıp gücünü birbirine sarf etmesi bu operasyonların etkili olduğunu göstermektedir.

“Ehemmiyetli bir istinadgâhını kendine temayül ettirerek ihtiyat kuvvetini dağıtır.”

Bu ifadede, Müslümanların dayandığı, maddi ve manevi olarak beslendiği önemli kurumların veya şahısların, çeşitli aldatma ve manipülasyonlarla İslam düşmanlarının lehine hareket etmeye ikna edildiği belirtilir. Bu da Müslümanların moralini bozup kuvve-i maneviyesini dağıttığını anlıyoruz.

  • Ehemmiyetli bir istinadgâh: Burada, bir lider, âlim, toplumun güvendiği bir kurum dayanak noktası olduğunu anlıyoruz. Eğer bu dayanak noktası zaafa uğratılırsa veya yanlış bir tarafa çekilirse, toplumun savunma hattı zayıflar. Bu konuda nice tarihi misaller görülebilir. Toplumun bir şekilde desteğini alıp sonra toplum aleyhine hareketlere, kalkışmalara yeltenen stk’ler, şahısları tarihten okuyabiliriz.

İslamiyet düşmanları Bediüzzaman’ın şu sözünü çok iyi anlamışlar.

“Din âlimleri İslâmiyetin direkleridirler.” (Asar-ı Bediiyye, 397) Bu sebeple insanlara manen kuvvet veren manevi lider olabilecek kimselerin itibarsızlaştırılması, devşirilmesi için çok ciddi çalışmaktadır.

  • İhtiyat kuvvetini dağıtmak: Müslümanların ortak hareket etmesini sağlayan gücü dağıtmak ve toplumu etkisiz hale getirmek için bu yöntemi tatbik etmektedir.

“Mukavemetlerini ve kuvve-i maneviyelerini zîr ü zeber ederek gözleriyle beraber ruh, kalb, akıl gibi bütün letaifini dahi öyle ağlattıracak, ya mahvolup veya divane bir bedbaht hayvan olacaktı.” (Sözler, 96)

“Müslüman taburunun herbir neferine karşı, cem’iyet ve komitecilik ruhuyla mütesanid bir cemaat gönderir.”

Burada, düşmanın organize bir şekilde hareket ettiği vurgulanmaktadır. Her bir Müslüman karşısına, organize olmuş bir grup çıkarılır. Müslümanlar az, zayıf, ferdi bireysel hareket etmesi de mağlubiyeti peşinen getirmektedir.

  • Cemiyet ve komitecilik ruhu: Düşman, organize yapılar kurarak stratejik hareket eder. Bu, bireysel Müslümanların karşısında daha güçlü bir görünüm sergiler.
  • Mütesanid bir cemaat: Düşmanın, birlik içinde hareket eden bir topluluk oluşturduğu ve Müslümanların fert fert direnişini kırmaya çalıştığı ifade ediliyor.

Ehl-i dalaletin komite halinde saldırısı karşısında çözümün Risale-i Nur’da şöyle okumaktayız.

“Şu zaman, cemaat zamanıdır; şahıs zamanı değil! Şahıs ne kadar dâhî ve hattâ yüz dâhî derecesinde olsa, bir cemaatın mümessili olmazsa, bir cemaatın şahs-ı manevîsini temsil etmezse; muhalif bir cemaatın şahs-ı manevîsine karşı mağlubdur.” (Mektubat, 439)

Mektubun geneline baktığımızda:

İman ehline yönelik tehditlerin sadece fiziksel saldırılar olmadığını, manevi, fikri ve sosyal saldırılarla da Müslümanların zayıflatılmaya çalışıldığını anlıyoruz.

Burada şunların da altını da çizmek isterim.

  1. Birlik ve Tesanüdün Önemi: İslam ümmeti, sadece bireysel ibadetlerle değil, aynı zamanda dayanışma ve birlik içinde olarak da güçlenir. Yani cemaat halinde hareket etmelidir.
  1. Dayanak Noktalarına Dikkat: Müslüman toplumun önderlerine ve kurumlarına yönelik tehditlerin farkında olunmalı ve bunların düşman tarafından kullanılması engellenmelidir. Yani kendi kaynaklarımıza sahip çıkmalıyız. Ötekileştirip yalnızlaştırmamalı birlik ve beraberlik içinde hareket edilmelidir.
  1. Organizasyon ve Stratejik Hareket: İslam düşmanları organize bir şekilde hareket ederken, Müslümanların da kendi aralarında daha sağlam organizasyonlar kurması ve stratejik düşünmesi gerekir.

“İşte bu esaslara binaen
ehl-i İslâm, dünyaya ve hırsa sevk olunmaya ve teşvik edilmeye muhtaç değildirler.
Terakkiyat ve asayişler, bununla temin edilmez.

Belki mesaîlerin tanzimine ve mabeynlerindeki emniyetin tesisine ve teavün düsturunun teshiline muhtaçtırlar.

Bu ihtiyaç da, dinin evamir-i kudsiyesiyle ve takva ve salabet-i diniye ile olur.” (Mesnevi-i Nuriye, 161)

Bu mektubu okuyunca İslam ümmetine yönelik stratejik bir uyarı niteliğinde olduğunu ve manevi bir teyakkuz çağrısını işitiyoruz gözümüzle.

Her daim müteyakkız olabilmek duasıyla

Selam ve dua ile..

Muhammed Numan ÖZEL

Kaynak: RisaleHaber

www.NurNet.org

Bediüzzaman ve Siyaseti

Üstad Bediüzzaman hazretleri tek parti zihniyeti hakimken siyasetle alakadar olmamış ve şeytan vb şeklinde tasvir etmiş. Ama alternatifi çıkınca da Alternatifi açıkça desteklemiş. Kastamonu lahikasina bakınca şeytan, Emirdağ Lahikasına bakınca siyasette aktif bir Bediüzzaman görüyoruz. Hatta gençlik yıllarında da siyasi aktif bir Bediüzzaman. Şimdi biz Bediüzzaman ve siyaseti nasıl değerlendirmemiz gerekiyor?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

Evvela şunu ifade edelim Nur talebelerinin en temel vazifesi ve birinci önceliği iman hizmetidir siyasette dahil hiç bir vazife ve meşguliyet bu vazifenin önüne geçemez. Nur talebesi siyasetle meşgul olacak şahsi olarak meşgul olabilir cemaat adına siyasetle meşgul olması doğru değildir.

“Fakat siyaset hesabına değil, belki Nur’ların intişarı ve maslahatı hesabına, bazı kardeşler, Nurlar namına değil, belki kendi şahısları namına girebilir…”

Görüldüğü gibi siyasete şahsi olarak giren Nur talebesi de siyaset adına değil Nurların intişarı adına girebilir deniliyor.

İkincisi Nur talebelerinin bir siyasi partiye oy vermesi ve o partiyi oyu ile desteklemesi aktif siyasetçi olduğu anlamına gelmiyor vatandaşlık görevini ifa etmiş oluyor.

Üçüncüsü Üstadımızın çok partili sürece geçildikten sonra Demokrat partiyi desteklemesi tek parti diktatörlüğünün bitirilip demokratik bir düzenin tesis edilmesi içindir. Yoksa bir parti bağnazlığı ya da bir parti taraftarlığı anlamında değildir. Kaldı ki o dönemde iki ana parti var en uygunu da Demokrat partidir.

Dördüncüsü Nur talebeleri içtimai ve siyasi konularda temel ilkeler üzerinden hareket eder ve etmelidir. Bu temel ilkeler ise cumhuriyet ve demokrasi, hukuk, adalet ve hürriyettir. Bu temel ilkelere bağlı olan ve hizmet eden partilere destek verir tek adam, otoriter siyaset, meşverete aykırı müstebid anlayışlara da karşı durur ve durmalıdır.

Beşincisi Üstatta siyaseti dine alet etme ve ona hizmetkar kılma anlayışı hakimdi ve bu şekilde mücadele etti ama kendininde de itiraf ettiği gibi beyhude yoruldum dedi sonra bütün dikkat ve enerjisini iman hizmetine teksif etti ve Nur talebelerininde bu şekilde hareket etmesini şiddetle istidi.

Altıncısı Nur cemaatinin bir partiye eklemlenmesi iman hizmetine büyük zarar verir ve diğer partilileri Risale-i Nura düşman eder bu sebeple Nur talebelerinin bir parti adına hareket etmesi büyük bir hata ve cinayettir.

Bu zamanda insanların ekserisinin imanı tehlike içindedir. Onun için ebedi saadetlerinin vesikası olan sağlam imanı telkin etmek ve ders vermek vazifesi, neticesi şüpheli siyasi mücadeleden daha ehemmiyetlidir. Bundan dolayı Nur talebelerinin en mühim görevi; önce kendisi tahkiki imanı elde etmek, sonrada bir başkasının tahkiki imanı elde etmesine ve kurtulmasına vesile olmaktır.

Siyaset yolu ile yapılan hizmet, halkın yüzde seksene fayda vermesi meçhul olmakla beraber, neticeye ulaşmak da şüphelidir Türkiye’deki siyasi tarih buna şahittir. En güzel siyaset; kafası karışık olan yüzde seksene iman ve nuru göstermek ile terbiye ve irşat etmektir. Zaten yüzde sekseni hakikatleri görünce, siyasette ona uyum sağlamak zorunda kalır.

Selam ve dua ile…
Sorularla Risale Editörü

Bediüzzaman ve Ledün

Bediüzzaman, Risale-i Nur Külliyatını telifle toplumda İslâm medeniyetini ihya ve inşa edecek dirayete, kudrete ve ilme sahiptir.

İnsanın iradesine kullanması neticesi hasıl olan ilim denizindeki bilgi ve ilmin iki mehazı vardır.

1-Kesbi: Allah’ın kâinata koyduğu “kevnî/tekvinî kanunlar, adetullah” çerçevesinde çalışarak çabalayarak elde edilebilecek ilimde kesin bilgi manasında “ilmelyakîn” mertebesi.

Müşahede seviyesinde -yani Gözle Görür gibi- kesin bilgiye “Aynelyakîn” denilmektedir.

“Hakkal-yakîn” ise, kalbi sezgi, tecrübe ve kanaat-i katiye seviyesinde kesin bilgi manasına gelmektedir.

“1- İlmelyakîn: İlim ile yakîn hasıl etmek. Yani, bir şeyin vücudunu emareleriyle bilmek.

2- Aynelyakîn: Göz ile yakîn hasıl etmek. Yani, bir şeyi göz ile görerek bilmek.

3- Hakkalyakîn: Hakikatı ile yakîn hâsıl etmek. Yani, içine girmekle bilmek.

Sevgili Üstadımız, Bedîüzzaman Hazretlerinden aldığımız ders ile şu üç kelimeyi şöyle izah ederiz: Meselâ uzaktan bir duman gördük. Orada bir ateşin yandığını biliriz. İlmelyakîn buna denilir. O dumana yakınlaştık, ateşi gözümüz ile gördük; aynelyakîn buna denilir. Ateşin nuru içine girip derecesini anladık. Hakkalyakîn buna denilir.”[1]

2-Vehbî: Bâzı mânevîyatı kavi hususiyetlere haiz şahsa, hususi olarak Hak Teala tarafından bir hibe-mevhibe olarak ve “ilm-i ledün” olarak da tabir edilen hâfî, bâtın, gaybî/metafizik bir bilgidir. Ledünniyat olarak da tabir edilir.

Ledün ilminin hakikati, Kehf Sûresinde, 60-82. âyetlerinde, Hz. Mûsâ-Hz. Hızır’ın (as) arasında geçen olayda dikkate sunulur. İsmini de 65. Âyettinde geçen “ledün” kelimesinden alır.

Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri, dönemine kademini basmış ve ilmi olarak rüştünü isbat edip irşad hırkasını giyip, sarığını saran Osmanlı erbab-ı ilmince, Kur’ân ilimlerindeki vukufiyeti, ilmi, irfanı, ahlakı büyük bir hayranlık ve hürmetle te’yid ve tasdik edilmiştir.o zamanki telifatı aranır, sorulur olmuştur. Eserleri de dönemiyle sınırlı kalmamış ve hem ülke hem de zihin sınırlarını aşmıştır.

Bugün kaderine terk edilmiş bir halde olan İstanbul’/Fatihte kaldığı ‘Şekercihanı’ndaki odasının kapısına, “Her suâle cevap verilir, her müşkül halledilir, fakat, suâl sorulmaz!”[2] diyerek dönemin ilim dünyasına dünyanın payitahtına haykırmıştır 1907’de.

Yaşı henüz otuzlara yeni gelen Bediüzzaman, şarktaki erbab-ı ilme rüştünü isbat edip, Payitaht’a kadar her dağı aşıp her engeli geçip gelmiştir. Bir alanda ihtisas şartı koymadan kim ne ilimden olursa olsun diyerek meydana atılmıştır. Bu işte Vehbilik kokusu gelmektedir. Kimisi ilminin derinliğine kimisi de bunu mecnunluğuna delil olarak saymıştır. Dönemin erbabı bunu hatıratında nakletmiştir. İlminin vukufiyetine ve ihatasına şehadet ettiklerini. Ona, gruplar halinde gelip kendi âlemlerindeki zor soruları, müşkillerini, hakikat-i halini merak ettikleri şeyleri hazırlayıp yine gruplar halinde gidip sorarlar.

Bediüzzaman, gelenlerin suallerinin tümünü cevaplandırır… Bugün git yarın gel, hele bakarız gibi bir metodu izlememiş sor sualini al cevabını şeklinde hazır cevap olmuştur.

Mesela, “Aldıkları cevaplar çok harika ve acâip olur. Sanki o akşam berabermişler ve kitaba beraber bakıyormuş gibi sorularının cevaplarını tam olarak alır. Kesin olarak anlar ki, onun ilmi bizimki gibi kesbi değil, aynı zamanda vehbîbidir.”[3]

Ord. Prof. Ali Fuat Başgil’in de Bediüzzaman Said Nursi’nin ilmi hakkında  hayranlığını itiraf edenler arasındadır. Başgil’in tahsil ettiği ilimle, Üstadın ilmi mukayese edilemeyeceğini şu şekilde ifade etmektedir;

  • “ona Cenab-ı Hakkın öyle bir ilim nasib etmiş ki; umman gibi, aştıkça kabardığını; bir deniz ki içine girdikçe girildiğini, ilminin ucu bucağının olmadığını” söyler.

Gerek çağdaş, gerekse yaşayan âlimlerin dehasına; fen, sosyal ve mânevî ilimlerdeki otoritesini, rüştünü kabul ettiren Bedüzzaman Said Nursi’dir.

Bediüzzaman için Alay müftüsü Osman Nuri Efendi de, “sizler Üstadı tek taraflı anlıyorsunuz. Üstadı sizin hâfızalarınız anlamaz! Üstad acaip bir insan. Sizler Risale-i Nur’u anlayarak okuyun. İşte görüyorsunuz. Fevzi Çakmak’la her gün beraberiz. Çeşitli mevzuları, hattâ dünya ahvalini görüşüyoruz. Sizin Üstadınızda öyle bir deha, öyle bir kabiliyet var ki, dünyadaki devletlerin siyaseti Üstada verilse hepsini idâre eder.”[4] diyor.

 


[1] Miftah-ul İman (93)

[2] Tarihçe-i Hayat (52)

[3] Hasan Fehmi Başoğlu/Uhuvvet gazetesi, 11 Aralık 1964

[4] Aydınlar Konuşuyor (303)

RİSALE-İ NUR HİZMETİNDE NASIL EHİLLEŞİRİM!

RİSALE-İ NUR HİZMETİNDE NASIL EHİLLEŞİRİM!

İşin ehli, işini kural kaideye göre yaparak ehilleşmiştir. İşin kaçamaklarına uyarak veya üstün körü suhre gibi yaparak değil!

“NE GELİYORSA BAŞIMIZA SAFDİLLİKTEN, SAFDİLLERDEN GELİYOR!

 Üstadımız, Risale-i Nur’un meslek ve meşrebini lahikalarda sarihan ve vazıhan ve mücmel olarak yazmıştır. Meslek ve meşreb düsturlarıyla kâlen, hâlen, ilmen ve kalemen meşgul olan ve ihlasla cehd eden, vartaya düşmez. Sair usullerle çalışılırsa varta-i azime düşebilir.

Kâlen meşguliyet: Konuşmalarımızın Risale-i Nur’a uygun olmasına cehd etmeliyiz.

Fiilen meşguliyet: Hatt-ı hareketimizin Risale-i Nur’a muvafık olmasına cehd etmeliyiz.

Kalemen meşguliyet: Risale-i Nur’u medh ederek, kalemle yazmalıyız.”[1]

Her işin bir ehli vardır. Şayet usulüne uygun olarak yapmak istiyorsa bir insan ehlini arar, kendi felsefesine, düşüncesine göre hareket etmez. Nitekim hevaya göre hareket mesuliyet getirir insanın başına.

“Eğer bilmiyorsanız ilim sahiplerine sorun.”[2] (Nahl Suresi, 43.) İlim sahipleri, “Verrasihune fil ilmi/İlimde derinlik sahibi” (Al-i İmran Suresi, 7.) ve “Muhakkak ki Allah, bu ümmete her yüz sene başında dinini yenileyen bir müceddid gönderir.” (Ebû Dâvûd, Melâhim, 1.) hadis-i şerife göre müçtehid ve müceddidlerdir. Öyle ise, hakiki, sadık, samimi, dürüst, müttaki bir dindar, içtimai, siyasi yol haritasını kendisi belirlemez, ilim sahibine, otoritesine, yani müceddide sorar.

  • “Eğer bilmiyorsanız ilim sahiplerine sorun.” (Nahl Suresi, 43.)
  • İlim sahipleri, “Verrasihune fil ilmi/İlimde derinlik sahibi”[3] ve
  • “Muhakkak ki Allah, bu ümmete her yüz sene başında dinini yenileyen bir müceddid gönderir.”[4] hadis-i şerife göre müçtehid ve müceddidlerdir.

Öyle ise, hakiki, sadık, samimi, dürüst, müttaki bir dindar bir insan içtimai, siyasi meslelerde kendi başına hareket edemez meselelerini, ilim sahibi olan müceddide sorar. Tabi herkesin gözünde kendi âleminde bir müceddid / müçtehidi vardır. Maddi meseleler bir şekilde hal olur; ama manevi meselelerdeki hata / ihmaller manevi mesuliyetleri de akabinde getirecektir. Yani kimi manevi önder seçeceğine insan hassas olarak davranmalıdır. Bir yerden peynir bile alacakken bazı yerlere içeriğine bakıp hassas davranan insan manevi meselelerde cesur davranıp başına buyruk hareket etmesi tam bir felakettir.

  • Risale-i Nur Külliyatı “bir mürşid-i a’zam, bir müceddid-i ekber olarak konuşuyor…”[5]

Buna biz safdiline inanmış da değiliz. Bunu makamı ve ilmi olan bir çok kimse de ifade etmektedir. Mesela Eski fetva Emini Ali Rıza Efendi[6] şunu ifade etmektedir.

  • “Bedîüzzaman, şu zamanda din-i İslâma en büyük bir hizmet eylediğini ve eserlerinin tam doğru olduğunu; ve böyle bir zamanda ve mahrumiyet içinde tam bir feragat-ı nefs ettiğini ve onun Risale-i Nur’u müceddid-i din olduğunu kat’iyyen tasdik ederim. Cenab-ı Hak onu muvaffak eylesin, âmîn!”[7]
  • Risale-i Nur, bu zamanın bir mehdisi ve müceddididir.[8]

Biz Risale-i Nur Külliyatını okuyanlarca Bediüzzaman Said Nursi ahirzamanın fıkh-ı ekberini elinde tutacak olan Mehdi-i Azamdır. Eserleri olan Risale-i Nur külliyatı namındaki telifatı sadece iman dersi değil, içtimai meselelerde de ders verir ve bir muslih olarak ders verir. Bu suretle Bediüzzaman hazretlerinin tebliği eserleri durana dek devam edecektir. Zaten fertler gelip geçer eserleri baki kalmaz mı? Derler ya sen kuşu değil uçuşunu hatırla.

Bediüzzaman Hazretlerinin;

İmani ve İslami eserleri: Sözler, Lemalar, Mektubat, Şualar, Mesnevi-i Nuriye, İşarat-ül İ’caz olarak..

İçtimai Hayata dair: Münazarat, Hutbe-i Şamiye, Divan-ı Harb-i Örfi, Sünuhat, Tuluat, İşarat, Emirdağ, Kastamonu, Barla lahikaları ve bunlardan terkip edilmiş olan Beyanat ve Tenvirler, Şualar. Ve bu reçetelerin yekünu Eski Said Dönemi Eserleri olarak Asar-ı Bediiyye namıyla tab edilmektedir.

  • “Risale-i Nur talebesi; imanî bahisleri okur, ehl-i salat ve takva olur, fakat başka cereyanlara aldanabilir. Eğer, meslek ve meşrebe dair mevzuları, lahikaları okursa, aldanmaz.”[9]

Sadece imani bahisleri okuyanlarda çeşitli içtimai meselelerde keşmekeşler olabilir çünkü üç sac ayaklı olan hizmetin sadece bir kısmını esas alarak hayatına devam ediyor. Böyle bir keşmekeş yaşamaması ancak keramet olur zaten. Bu sac ayak İmani bahisler, Lahikalar ve Müdafaalardır.

İmani ve İslami meselelerde Risale-i Nur Külliyatının bahislerine kimse itiraz etmemektedir ve edemezde, çünkü iman, mâl-i umumîdir. Her taifede muhtaçları ve sahipleri vardır.”[10]

  • Bizlerin bu zamanda ihtiyacı, tahkik-i imandır. Akıl, ruh ve kalbimizi, bütün manevi cihazatımızı nur-u imanla doldurmalıyız. Çünkü insanın 30-40 yaşlarına kadar kabiliyet ve istidatları alışkanlık haline gelir. Bu yaşa kadar nur-u imanla meşgul olmak elzemdir.”[11]
  • “Lâhika Mektupları: Lâhikalarda geçen siyasi mektuplar, şahsa değil umuma yazılmıştır. Üstadımızın hususi neşrettiklerine nazaran, çok kısa, hatta bir satır olarak umuma neşrettiği mektuplar vardır. Mektuplar ihtiyaca binaen yazılmıştır.”[12]
  •  Lahikalardaki mevzuular, aynen bu zamandakilere de hitap eder.”[13]
  • Üstadın Mektupları: Üstadın 2 çeşit mektupları vardır. Biri hususi… Diğeri: Kıyamete kadar Nur talebelerini herbir mes’elede tenvir edecek mektuplardır.

Üstad bu ikincileri ayırmış ve neşretmiştir. Bu mektupları kim okursa, ona hitap ediyor, yoksa eskiden yazılmış, hususi mektup değildirler. Onun için, Nur Talebelerine hitap ederken “Aziz, Sıddık,.. kardeşlerim” diyor. Ben de bu mektupları okuduğumda veya okunduğunda “Lebbeyk Üstadım” diyorum.”[14]

  • “Üstadımız Bediüzzaman Said Nursi; Risale-i Nur eserlerinde ve Lahika mektuplarında, Risale-i Nur’un meslek ve meşreb düsturlarını sarihan, vazıhan, mücmelen vâ’z ve beyan etmiştir.
  • Nur Talebeleri; Risale-i Nur eserlerini ve Lahikaları devamlı okuyarak ve bilhassa ameli ve tatbiki hakikatları not edip (halen, kalen, fiilen ve kalemen) bu Kur’anî düsturlarla amel ederse veya ihlasla amil olmaya cehd ederse; Kur’anî, imanî ve mücahidane (Nur-u Kur’an hizmeti) olan Risale-i Nur hizmetinde, ömrü boyunca muvaffak olur. Ve bu muvaffakiyetinde bilerek veya bilmeyerek herhangi bir varta’ya düşmez. Sair şeylerin usulleriyle hareket etme varta-i azimine düşerek, ömür dakikalarını zayi etmez ve ettirmez…”[15]
  • “Hiçbir müfsid [bozguncu, yoldan çevirici] ben müfsidim demez. Daima suret-i haktan görünür. Yahut bâtılı hak görür [veya gösterir cerbeze sahibi olduğu için]. Evet, kimse demez ayranım ekşidir. Fakat siz mihenge vurmadan almayınız. Zira çok silik söz ticarette [hayatta, hizmette..] geziyor…”[16]

Siyasi ve içtimai meselelerde ortaya çıkan keşmekeşlerin en temel sebebi bu kaideleri tatbik etmemektir.

Hülasa: Hiç kimse kendi indi, hissi, şahsi, hevesi, nefsi, nakıs, konjonktürel, siyasi görüş ve yaklaşımlarını Risale-i Nur Hizmetine, Bediüzzaman Hazretlerine izafe etmeye, amiyane tabirle yamamaya sahip değil! Hizmetin prensipleri hizmet içindedir. Harici metodlarda aramak veya ihdas etmek nurculuktan feragat etmek demektir. Ben bu sözleri yazıyorum gene mihenge vuracak olan bu satırları okuyanlara aittir.

Selam ve dua ile..

Muhammed Numan ÖZEL


[1] Bir dava adamından notlar (118)
[2] Nahl Suresi (43)
[3] Al-i İmran Suresi, (7)
[4] Ebû Dâvûd, Melâhim (1)
[5] Tarihçe-i Hayat (60)
[6] Son dönem Osmanlı ulemasının önde gelen isimlerindendir. Medrese eğitimini en üst seviyeye kadar tamamlandıktan sonra birçok görevde bulunmuş ve İstanbul’da Fetva Eminliği de dahil, çok önemli mevkilerde hizmet vermiştir. O da çağdaşları gibi tarihimizin üç önemli devrini yaşamıştır. (1861-1943)
[7] Tarihçe-i Hayat (307)
[8] Barla Lahikası (146)
[9] Bir dava adamından notlar (130)
[10] Emirdağ Lahikası-1 (180)
[11] Bir dava adamından notlar (101)
[12] Bir dava adamından notlar (102)
[13] Bir dava adamından notlar (116)
[14] Bir dava adamından notlar (148)
[15] Bir dava adamından notlar (127)
[16] Münâzârât (49) / Hizmet Rehberi (161)

Hangi Vadidesin?

Hürriyet, cumhuriyet, adalet, eşitlik gibi içtimai, siyasi ve felsefi mefhumlarda da kargaşa yaşadığımız malum. Aynı kelimeleri kullanarak o kelimenin tam aksi manaya gelecek işlere imzalar atılıyor.

İşte bu hakikatleri İslam medeniyetinin telifatıyla insan ruhlarını ve toplumu ihya ve inşa etme hedefiyle ele almaktadır.

Bediüzzaman Said Nursi, telifatı olan Risale-i Nur Külliyatında temelde bu mevzuları ele alarak sonrasında yaratılış, sevgi, şefkat gibi duygular, hürriyet, din, iman ve ibadet, aile ve toplum, içtimai, siyasi mefhumların sistemi ve mantığı gibi meseleleri en yüksek seviyede ele alarak inşa ve ihya hizmeti yapmıştır.

Geçmiş asırlardan gelen tecrübe, bu asırda tekrar Kur’an nuruyla yoğrularak imani, itikadi ve toplumsal olarak buhran geçiren insanlığa Kur’an nuruyla mihmandarlık yapmaktadır.

Risale-i Nur, skolastik anlayışla asla insana yaklaşmamaktadır. Risale-i Nur sadece İslami mevzularda söz sahibi değildir. Kur’an nuruyla her sahada kaideleri göstererek bihakkın mihmandarlık vazifesini ifa etmektedir. Bediüzzaman, insanları kendisine bağlayıp bir tarikat sistemi tesis etmeyi tercih etmeyerek hizmetin şahıs merkezli değil kitap merkezli olmasını ihtiyar etmiştir. Çünkü şunu ferasetiyle keşfetmiş ki, kendisinden sonra yerine bir postnişin geçse desiselerle onu iğfal edebilirler, müntesiplerini dağıtabilir veya çok farklı mecralara sürükleyebilirler.

Ama kitap merkezli bir hizmet tesis ederek talebelerin arasına ihtilaf girse de kitaptan ayrılmayacağını görerek postnişin yerine kitaplarını bırakmıştır.

“Kur’ân’a mahsus bir sırrı anlamıştır ki, bu dehşetli zamanda hadsiz ehl-i inadın hücumlarına karşı mağlûp olmayıp galebe etmiş.”[1] Belki de şu hakikat Risale-i Nur Hizmetinin sırrıdır.

“Nurcular, üstadlarıyla içtima etmiyorlar ve etmeye de mecbur değiller. Kendilerini üstadlarıyla içtimaa mecburiyet hissetmiyorlar. Ders almak için beraber bulunmaya lüzum görmüyorlar. Belki koca bir memleket, bir dershane hükmünde. Risale-i Nur kitabları onların eline geçmekle, üstad yerine onlara bir ders verir. Herbir risale, bir Said hükmüne geçer.”[2]

“Herbir risale, kendi âleminde ve kendine mahsus sema-i hakikatta birer güneştir.”[3]

Risâle-i Nur, baştan sona hayat ve İslâm felsefesidir. Risale-i Nur Külliyatını ciddi manada tetkik edenler bunu buhranlardan asgari seviyede etkilenerek müşahede etmektedir.

Bediüzzaman’ın tesbit ettiği ve çözüm olarak sunduğu hakikatleri hem şahsi hayatında hem içtimai hayatında tatbik etmek isteyenlere duyurulur.

“Risâle-i Nur’u anlamıyorlar yahut anlamak istemiyorlar. Beni skolastik bataklığı içinde saplanmış bir medrese hocası zannediyorlar. Ben, bütün müsbet ilimlerle, asr-ı hâzır fen ve felsefesiyle meşgul oldum. Bu hususta en derin meseleleri hallettim. Hattâ bu hususta da bâzı eserler telif eyledim.”[4]

Hiçbir filozof Bediüzzaman’ın ve eserlerinin karşısına çıkamamış, çıkanlar ya ilzam olup susmuş veya teslim-i silah etmiştir. Tarihçe-i Hayatını okuyanlarca malumdur.

“Büyük şâirimiz, edebiyatımızın medâr-ı iftihârı merhum Mehmed Akif, bir üdebâ meclisinde, Victor Hugo’lar, Shakespeare’ler, Descartes’lar, edebiyatta ve felsefede Bediüzzaman’ın bir talebesi olabilirler’ demiştir.”[5]

“Kur’ân-ı Hakîmin kuvvetiyle, sizin dinsizleriniz dahil olduğu halde bütün Avrupa’ya meydan okuyorum. Bütün neşrettiğim envâr-ı imaniye ile, onların fünun-u müsbete ve tabiat dedikleri muhkem kalelerini zir ü zeber etmişim. Onların en büyük dinsiz filozoflarını hayvandan aşağı düşürmüşüm.”[6]

Bediüzzaman, şu alemde kuru kuruya namım duyulsun diye hareket etmemiştir. Buhranlar asrında bir münci olarak insanlığa adeta manevi bir serdar olmuştur.

Hassasiyetle altını çizmek lazım ki: Bediüzzaman, ahir zamanın müceddididir. Elbette iman, ibadet, ahlak, içtimai, siyasi bütün meseleleri yeni izah ve anlayış tarzına göre yeniden ele almış ve altı boşalan kavramları inci gibi işleyerek manaların hakiki değerini göstermiştir.

“Risale-i Nur, hükema ve ulemanın mesleğinde gitmeyip, Kur’ân’ın bir i’câz-ı mânevîsiyle, her şeyde bir pencere-i marifet açmış, bir senelik işi bir saatte görür gibi Kur’ân’a mahsus bir sırrı anlamıştır ki, bu dehşetli zamanda hadsiz ehl-i inadın hücumlarına karşı mağlûp olmayıp galebe etmiş.”[7]

İşte Risale-i Nur Külliyatının muvazafferiyetinin sırrı budur.

Selam ve dua ile

Muhammed Numan ÖZEL

[1] Mesnevi-i Nûriye (8)
[2] Emirdağ Lahikası-2 (168)
[3] Sözler (792)
[4] Tarihçe-i Hayat (628)
[5] Sözler (764)
[6] Mektubat (74)
[7] Mesnevi-i Nûriye (8)