Etiket arşivi: bediüzzaman

Risale-i Nurları neden tekrar tekrar okuyoruz? (1)

RİSALE-İ NUR ESERLERİNİ TEKRAR TEKRAR OKUMAYA NEDEN İHTİYAÇ DUYUYORUZ ?

Ben her zaman Risale-i Nur eserlerinin okunmasını tavsiye etmişimdir. Çünkü bu eserlerden 50 senedir çok istifade ettim. Kendimde tecrübe edip faydasını gördüğüm için size de tavsiye ediyorum. Buna mukabil biliyorum ki, çeşitli sebeplerle bu eserlerin kıymetini öğrenemeyenler veya herhangi bir sebeple yanlış bilgi alma neticesinde onlara karşı önyargılı davrananlar diyebilirler, “Başka kitap yok mu ki devamlı onları tavsiye ediyorsunuz”.

  • Muhterem Kardeşlerim! Risale-i Nurlara, Uluslararası kariyere sahip çeşitli dallarda ihtisas yapıp bin civarında ilim adamı, hayran kaldıkları için tavsiye ediyoruz.
  • Risale-i Nur külliyatı, 50 yabancı dile tercüme edilmiş eserlerdir. Dünyada Kur’an-ı Kerimden sonra en çok satılan eserler seviyesine ulaştıkları için tavsiye ediyoruz.

Memleketimizdeki profesörlerden Nevzat Tarhan Bey bir sempozyumda demişti ki: “Araştırdık, on milyon kişi bu eserleri okuyormuş“. Ülkemizde fen felsefe tahsil edip, şüphe ve inançlarını muhafaza edebilenlerin % 90′ ının bu eserlerden yararlandıklarını biliyoruz.

Çünkü bu eserler materyalist felsefeye fikren karşı gelebilen tek dini eserlerdir. Şimdi bu eserlerin tekrar tekrar okunmasının ana sebeplerini 20 madde de sıralamaya çalışacağım:

1) Kaynağı dışta olan ve Müslümanların çoğunu imansız bırakan ateist felsefe karşısında bugünkü insanlar ancak Risale-i Nur sayesinde imanlarını kurtarabiliyor. İnsanları çeşitli şüphelerden kurtarıp, ikna ettiği gibi, inkar rüzgarlarına karşı de insana dayanma kuvveti bu eserler temin eder.

Bugün toplum hayatına karışanlar ancak bu eserler sayesinde hakiki imana sahip olabiliyor. Yine o cevher sayesinde insan Allah’ın rızasını kazanarak bu dünya büyüklüğünde bir cennete sahip olma lütfüne mazhar olur. Böylece cennette ebediyen mutlu yaşama şansını kazanır.

Yanmaya başlayan bir evin sahipleri canlarını kurtardıktan sonra, onların ilk yapacakları iş mevcut olan paralarını veya altınlarını kurtarabilmektir. Öteki eşyaların sırası sonra gelir. Bir adamın parası çok azsa, o adam parasını ancak gıdası için koruyacağı muhakkaktır. Aynen bunun gibi, İman da gıda hükmünde olduğu için, ayırabileceğimiz en kıymetli vaktimizi imanımızın takviyesine harcayacağız. Bugün vaktimiz abluka altına alınmıştır. Kitap okumaya çok az vakit ayırabiliyoruz. Ayırdığımız o vakti, ancak imanımızı kurtarmak için Risale-i Nur eserlerini okuyabilme imkanını elde edebiliyoruz. Bu sebepten onları okuyoruz. Çünkü “İlimlerin şahı ve padişahı iman ilmidir”.

2) Pozitivizmin hakim olduğu bu devirde, taklidi imana sahip olanlar, imana saldıran felsefe karşısında dayanamıyor. Çünkü Allah’ın (c.c) Âyet-i Kerimeleri ve Peygamberimizin (a.s.m.) Hadisi Şeriflerini doğrudan doğruya anlama imkanımız olmadığı için maneviyattan haberi olmayıp, okullarda yalnız materyalist felsefe ile yoğrulanlara, Kur’an ve Hadis-i şeriflerin ve Allah’ın büyük kitabı olan kâinat kitabı ile birlikte tefsir ve izah edilmesi gerekir. Bu işi de bugün 14 cilt ve 6000 sahifeden ibaret olan Risale-i Nur külliyatı, kâinat kitabından delil toplayarak imanın altı esasını, en inatçı inkarcılara da ispatlıyor.

3-Risale-i Nurlara olan okuma ihtiyacının bir sebebi de, üç asra yakın bir zamandır Müslümanların imanlarının zayıflaması neticesinde, hocalar, tarikatçılar ve fenciler biri diğerine küs bir vaziyette olmalarıdır. Risale-i Nur okuyucularına, ihtiyaç duyulan dini ilimleri, tarikatçıların ibadetlerinin özünü ve lazım olan fen bilgileri ile birlikte değerlendirerek ilmin özünü veriyor.

Rahmetli Ali Ulvi Kurucu Hoca efendi bir ifadesinde, tarikatçılarla hocaların neden araları açık olduğunu bir zata sormuş? O da: Ali Ulvi Efendiye: “Hocalar Peygamberimizin (a.s.m.) ilmini, tarikatçılarda amelini aldıkları içindir, halbuki bu iki haslet bir bütünün iki parçasıdır, ayrılmamaları lazım” demiş. Onlardan her iki gurup, tamamını değil yarısını aldıkları için bu hale düşmüşlerdir. İşte Risale-i Nur ilim ile ameli birleştirerek okuyucusunu her iki konuda doyurmuştur.

4- Bediüzzaman Said Nursi hazretleri daha 14 yaşında iken o zamanın âlimleri tarafından ona zamanın harikası manasında, Bediüzzaman ünvanı verilmesidir. Bu ünvanı alan bir alimin eserleri elbette çok okunmalıdır.

5- İlmin hakim olduğu bu devirde, o eserler sayesinde Müslümanlar, entelektüel tabakayla da rahat konuşabiliyorlar. Çünkü Bediüzzaman Hazretleri din ve fen ilimlerin tümünü tahsil etmiş bir şahsiyettir. Hatta İstanbul’un o zamanki Şekerci Hanı’nın dış duvarına “Burada her soruya cevap var, kimseden soru sorulmaz” yazarak, sorularına cevap almak için gelen tüm ilim adamlarına müspet cevap verince, ilim dünyası görülmemiş bir hadise ile karşılaştıklarını, o zaman ki gazeteleri baş yazıları ile ilan etmişlerdir. Böyle bir zatın eserleri tekrar tekrar okunmaz mı hiç?!

Abdülkadir Haktanır

www.albnur.com

Hür Adam Filmi en çok izlenen film olmalı!

Yeni Şafak yazarı Ali Murat Güven, Bediüzzaman’ın hayatını anlatan Hür Adam filmini yazdı…

Ali Murat Güven’in yazısı

Zâlimler için, yaşasın cehennemin o güzelim alevleri!

Genç aktör Mürşit Ağa Bağ’ın, İstiklâl Mahkemeleri tarafından “çok sağlam gerekçelerle” (!) asılmış din adamları ve dindarların cansız bedenlerinin sallandığı darağaçları önünde durup onlara hüzünle baktığı, ardından da sağ yumruğunu havaya kaldırarak “Yaşasın zâlimler için cehennem!” diye haykırıp yoluna devam ettiği o tüyler ürpertici sahneyi sinemaseverlerle ilk kez paylaşmak, geçen ay düzenlediğimiz “Beyaz Sinema’nın 40 Yılı” festivalinde bana nasip oldu ne mutlu ki…

“Hür Adam” filminin yapımcı ve yönetmeni sevgili Mehmet Tanrısever’in festivalimize konuşmacı olarak katılırken dinleyicilere jest olarak yanında getirdiği, kurgu masasından yeni çıkmış fragmanların kaydını Galatasaray-Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi’nin projeksiyon odasından perdeye yansıtırken, bütün hayatımın anlamı ve özeti kabul ettiğim o ünlü bedduayı duyduğum an, “Allah’ım, sana şükürler olsun ki sonunda böyle bir günü de gördüm!” diye mırıldandım gözlerim dolarak…

“Bediüzzaman’ın örnek hayatı, kudretli şahsiyeti ve bu ülkedeki pek çok toplumsal sorun karşısında ilaç mahiyetindeki fikriyâtı sinemada mutlaka işlenmeli… Fırsat buldukça ilhamlarını onun hayat felsefesinden alan gösterişli dramatik filmler yapmalıyız; yanı sıra yine ona adanmış festivaller, belgesel ve kısa film yarışmaları düzenlemeliyiz” diye diye bu sütunlarda yıllarca kendimi yırttıktan sonra, Üstad’ın aziz hatırasının beyazperdeye öyle-böyle değil, en az 4-5 milyon dolarlık bir projeyle, gümbür gümbür gelişine tanıklık eden ayrıcalıklı bir kuşağa mensubum artık…

“Hür Adam” projesi, koşullar uygun olup da bundan bir yıl kadar önce gündeme gelebilseydi, Türk sinema tarihi boyunca içinde Bediüzzaman’a dair kişisel canlandırma ve fikrî değinmelerin yer aldığı ilk uzun metrajlı film unvanını elde edecekti. Gerçi işin “canlandırma” boyutu itibarıyla bu unvanı şimdiden kazanmış durumda; ancak yönetmen Mahsun Kırmızıgül’ün “New York’ta Beş Minare”sinde usta aktör Halûk Bilginer’in müthiş bir performansla oynadığı Bitlisli Hacı Gümüş karakterinin ağzından dökülen Bediüzzaman tespitleri ve Hacı’nın da bizzat şanlı hemşehrisinin yolundan ilerleyen bir gönül adamı şeklinde tasvir edilişinin ardından, “Hür Adam”, meselenin “değinme” boyutunda bu önceliği artık Kırmızıgül’ün yapıtına kaptırmış bulunuyor.

Öyle ya da böyle, vefâtından tamı tamına 60 yıl sonra, ardarda iki Türk yönetmenin bu büyük İslâm bilgesini beyazperdede anlattıkları hikâyelere taşıması, dahası taşımakla da kalmayıp bu millete verdiği hizmetler nedeniyle ona kendi meşreplerince saygılarını sunması, bırakın anılan filmlerin sinemasal niteliklerini, ideolojik yaklaşım olarak bile başlıbaşına birer “devrim”dir. Nitekim, söz konusu cesur çıkışların kültür ve sanat tarihimiz içindeki devrimci anlamı ilerleyen yıllarda çok daha serinkanlı yaklaşımlarla değerlendirilip yerli yerine oturtulacaktır.

Ülkemizde faaliyet gösteren en büyük Amerikan dağıtım şirketlerinden biri olan UIP’nin (United Pictures International) medya ilişkileri direktörü, aynı zamanda da yetkin bir sinema yazarı/habercisi olan değerli dostumuz Hakan Sonok, e-kolay haber sitesinin sinema bölümündeki köşesinde aylardan bu yana “Hür Adam”ın hem gişe başarısı, hem de politik içeriği itibarıyla gerçek bir sinema olayına dönüşeceğini yazıp duruyor. Böyle bir filmin yapılıyor oluşunu ta proje aşamasından itibaren samimiyetle destekleyen Sonok, bizim mahalleyle uzaktan yakından ilişkisi bulunmayan sosyal demokrat görüşlü bir meslektaşımız olarak, şimdiye kadar konuya ilişkin geniş kapsamlı beş makalesiyle Tanrısever’in çabasına sahip çıktı.

Sonok’un “Hür Adam”a yönelik bu ilgisinin ardında, UIP gibi bir dünya devinde uzun yıllardır stratejik bir görevde bulunmasının ve sektörde neyin “yenilikçi” neyin “mevcudun devamı” olduğunu önceden sezebilmesinin de büyük etkisi var elbette… Olaylara komplekssiz bir biçimde, “sektörel profesyonellik” dahilinde yaklaşmasını bilenler için son derece heyecan verici bir proje bu; hem ticarî açıdan, hem de ardarda bir sürü fasa fiso Türk filminin gösterime girdiği bir dönemde nihayet kitlesel tartışma yaratacak potansiyelde bir gösteri olması açısından heyecan verici… Bundan dolayıdır ki bir başka büyük film yapım-dağıtım şirketimiz, Özen Film’in yetkilileri de iki ay kadar önce kaba kurgusu üzerinden izledikleri “Hür Adam”ın Türkiye dağıtımına derhal talip oldular. Özen’in tecrübeli ekibi bu filmi 700 kopyayla dağıtmak üzere Tanrısever’le el sıkışıtı.

20 Ekim Çarşamba günü “Beyaz Sinema’nın 40 yılı” festivali kapsamında konuşmacı olarak ağırladığım Tanrısever’e, “Bu noktadan sonra, sinema yazarları ve sinemaseverler olarak bizlerden ne istiyorsunuz hocam?” diye sorduğumda, “Allah’a şükür, elimdeki sermaye yetti ve bu filmi en yüksek standartlarda tamamlamayı başardım. Çekimlerde dünyanın en iyi kameralarından birini kullandık, bini aşkın oyuncu ve figüran görev yaptı, müzikleri Prag Senfoni Orkestrası tarafından çalındı, ses miksajı ve özel görsel efektleri Londra’da yapıldı. Bütün bu yapım sürecinde hiç kimseden tek kuruş para istemedim, şimdi de istemiyorum. Fakat, geride bıraktığım bir yılın sonunda gerçekten çok yoruldum. O yüzden bana yalnızca dua edin, dualarınızda sevginizi gönderin, bu benim için yeterlidir” demişti.

Yazının Orjinal Metni : Yeni Şafak

Bediüzzaman’ın gençliğe hitabesi

Sevgilinin köyü aşığa güzel gelir. Bir kara gözlünün hatırı için, çok gözler sevilir derler. Darülhikmet’il İslamiye’nin aşağıya bir perde sadeleştirerek aldığım beyannamesini görünce ister istemez heyecanlandım! Nede olsa  Darülhikmet’il İslamiye üstadın köyü. Ve onu seviyoruz. Onu bize hatırlatan yerlerin ayrı bir değeri ve güzelliği var.

Bu beyannamenin hazırlanmasında Üstad’ın katkısı ne kadar onu bilmek zor. Ama o dönemde hazırlanmış. Ve o kurumda çalışan çok muhterem alimlerin bu günlere dair endişelerini taşıyor. Şimdi hepsi ahiret yurdundalar. Bir kısmı şehitler zümresinde, bir kısmı kahraman mücahidlerin, şehit evliyaların başlarında! Allah (C.C) cümlesini cennetü’l-firdevsinde cem eylesin!

Bu yazının başlığı Darülhikmet’il İslamiye’nin Beyannamesi şeklinde de olabilirdi. Ama yukarıdaki başlık daha dikkat çekici! – eh artık gazetecilik huyu bulaşmaya başladı demek ki- Hem Üstad’ımız dememiş mi ki “Şöhret insanın malı olmayanı da ona mal eder” diye! Bu iki nükteden sonra gençliğe hitabeyi okuyup, o muhterem üstadların bizim için çektikleri ıztırabı anlamaya çalışalım.

GENÇLİĞE HİTABE

Darülhikmet’il İslamiye’nin Beyannamesi
Darülhikmet’il İslamiye’den tebliğ edilmiştir.

Din-i Mübin-i Muhammedî din-i fıtridir. Fıtrat-ı selime sahibi olan şuurlu hiç bir fert bu hakikati inkar edemez. İnkar edecek olursa ya fikrinde selamet yoktur, ya nazarında isabet. İslamiyet’in meziyetlerini araştıran hiçbir akl-ı selim sahibi yoktur ki İslam’ın gerekli güzellikleri içeren bir din-i âli olduğunu teslim etmesin. İslam demek insanlık nurunun süzülmüş özü demektir. O nurun cazibekar renkleri ancak o menşurdan geçtikten sonra görülür. Zat-ı insaniyet demek olan ruhun bi‘l-kuvve tazammun ettiği bütün güzellikler ve yüksek hasletler ancak İslam’ın kalplere nüfuz etmesi ve vicdana hâkim olmasıyla anlaşılır. Âlemde hiçbir hayır yoktur ki İslam onu himayesine alıp gerek ferdi gerek içtimai bir saadetin husulüne hadim kılmasın. Fakat bu hakikatin tereddütsüz kabul edilmesi için kalbin kin ve inkar gibi çirkinliklerden uzak olması lazım gelir. Eğer kalp bu illetler ile hasta ise fikirde selamet, nazarda doğruluk kalmaz. Kâffe-i evamir-i ilahiyenin dünyevi uhrevi nice nice faydaları içerdiğini kim inkar edebilir?

Cenab-ı Hak bize emreylediği bir şeyde bazısını aklen idrak ettiğimiz, bazısını akıl erdiremediğimiz birçok fayda derc etmiştir. Bazı kimselerin akıl zannettikleri dalalet rehberine uyarak her şeyi kendi heva ve heveslerine göre tefsir ve tevile kıyam etmeleri, en parlak hakikatleri inkara, hatta inkar değil Allah saklasın bazı kere de hakarete yeltenmeleri, dine karşı bir hıyanet olduğu gibi insaniyete karşı da pek büyük bir cinayettir. İşte dimağı akıl geriliğinden uzak olan her anlayış sahibinin, din-i mübinimizin her emrini gönül rahatlığı ile yapmakta tereddüt etmez. Halimizi ıslah, istikbalimizi temin edecek yegâne çare budur. Bu yoldan sapılacak olunursa akıbetimiz pek karanlıktır. Milletimizin kurtuluşunu ise bilhassa vatan gençliğinin ıslahında aramak lazım geldiğinden her işin başından sonunu gören basiret sahipleri, daima geçlerimizin hareketlerine dikkat çekmektedirler. Millet ve vatan duygusundan nasibi olan herkes, nesl-i âti dediğimiz bu vatan yavrularını maddi manevi pek yüksek bir mertebede görmek ister. Milletin âtisini ancak bu mefkurenin hayata geçirilmesinde görür.

Gençlerimiz her şeyden evvel dindar olmalıdır. Fakat bu dindarlık lafızda kalmamalıdır. Bu lafzın tazammun ettiği mana kalbe nüfuz etmelidir. Hayrat-ı saire dinin olmazsa olmaz tamamlayıcısıdır.  Kalp nur-u iman ve İslam ile tenvir edilince gidilecek yol görülür,  nefis tehlikelerden korunur. Şurasını söylemekte zerre kadar tereddüt caiz değildir ki el-yevm medeniyet hayatı denilen hayat-ı sefilane, insaniyeti temelinden yıkacak sayısız rezillikler ihtiva etmektedir. Bu söz yalnızca iddia değil, yine Avrupa’nın faziletli âlimlerince neşredilen eserlerde görülen sabit bir hakikattir. Fakat ne faide ki nefislerine esir olan batılıların, hak ve hakikate yönelme kabiliyeti kalmamıştır. Avrupa ulemasından hangisiyle samimi bir hasbihal edilecek olsa onlar da halkın bu suretle sapkınlığa düşkün olmasından şikayetçi olmakta,  hepsi yaşanan feceati takdir etmektedir. Fakat dalaletin sersemliği arasında hakikati işitmek mümkün olmadığını üzülerek tekrar ediyorlar. Bunu bırakalım kütüphaneler dolusu ciddi batılı eserler meydandadır. Bu eserlerin hangisi bu rezillikleri tavsiye etmektedir? İşte gençlerimiz bu konuda gayet uyanık hareket etmeli Allahın yardımı ile elimizde kalacak olan yerlerin kapılarını tamamıyla bu çirkinliklere karşı kapalı bulundurmalıdır, amma buna taassup denilecek imiş, varsın denilsin. Bu tabir insan olmak arzusundan sıyrılan sefihlerin manasını bilmeden her yerde kullanmak istedikleri bir yalan aletidir.

Gençlerimiz her şeyden evvel dindar olurlarsa hiçbir tavsiyeye hacet kalmaksızın bu hakikatleri görüp gereği gibi hareket ederler. Bununla beraber genç oğullarımızla, genç kızlarımızın sefihane hayatın yalancı güzelliklerine kapılmayıp her hal ve işlerinde dinin sağlam itikadına dayanan bir yol seçmeleri samimiyetle ve şefkatle tavsiye olunur.

Zira maddi ve manevi saadetimiz felah ve kurtuluşumuz ancak bu yola uymak ile temin edilir. Eğer gençler sefil arzuların peşinde koşacak olursa felaketin son çığlığı olarak “vay bizim halimize” demekten başka söyleyecek söz de kalmaz. Zamanın şakası yoktur. O kahır ile (bela ve musibet ile) terbiye eder. Cümlemiz o terbiyenin tadını tattık, bu felaketler inşallah uyanmamıza başlangıç olur. Felaketler ümitsizlik sebebi olursa netice vahim olur. Cenab-ı hakkın lütfuna mazhar olmaktan ümit kesilmez, fakat o lütfun gelmesine yol açacak istidadı elde etmek şarttır. Yüce Rabbimiz cümle ümmet-i Muhammed’i karşılıksız lütuflarına mazhar buyursun.
15 Haziran 1336 İkdam/ 15 Haziran 1920”

Bu feryadın içinde Üstad’ın sesini duymamak mümkün değildir. Şairlerin hiss-i kable’l-vukuu olur da  alimlerin olmaz mı? Cihan harbinden sonra ümmeti, hususan gençliği bekleyen tehlikeyi görmüşler, son bir çığlıkla onları uyarmak istemişler.

Heyhat! Sonra gençliğe hitabe yazanlar  her şeyi taklide yöneldiler. Hem de batının en çirkin adetlerini güya medeniyet adı altında millete zorla kabul ettirdiler.

Bu gün istikbal için hala bir umut taşıyabiliyorsak, bunu Asrın İmamı Bediüzzaman ve arkadaşlarının selden kapıp kurtardıkları bir neslin varlığına  borçlu değil  miyiz?

Ramazan Balcı

Kaynak: Risale Haber

Bediüzzaman’ın mutluluk formülleri

 Florida State Üniversitesi’nden Furkan Aydıner ve Eron Manusov’un, mutluluk kavramını Risale-i Nur okuyanlar üzerinde sorguladığı ankete göre Bediüzzaman’ın eserlerini okudukça, insanların hayattan memnun olma seviyeleri yükseliyor.

Bediüzzaman Said Nursi’nin meşhur sözlerinden biri şöyle: “Güzel gören güzel düşünür, güzel düşünen hayatından lezzet alır.” Nursi, insanoğlunun var olduğu günden bu yana aradığı mutluluğu bulmanın yolunu sanki bu tek cümle ile özetler. ‘Güzellik’ kavramını âdeta üç boyutlu gözlük hâline getirir ki, onu takanlar yaşadıkları her olayın sonucunda mutluluk görüntüsünü yakalayabilsin. Bediüzzaman, insanın fıtratı gereği mutluluk arayışının hiç bitmeyeceğini hatta bu arayışın hem bu dünyayı hem de ahireti kapsadığını bildiği için belki de gerçek mutluluğun formüllerini müellifi olduğu Risale-i Nur külliyatının pek çok yerine serpiştirir. Mesela Sözler’de mutluluğun kaynağının sınırsız olmadığını vurgular: “Helâl dairesi geniştir, keyfe kâfi gelir. Harama girmeye lüzum yoktur.” gibi. 

Bediüzzaman’ın mutluluk formülleri, ABD Florida Üniversitesi’nde Nöroiktisat dersleri veren Furkan Aydıner ile aynı üniversitede tıp alanında öğretim görevlisi olan Eron Manusov’un ilgisini çeker. Nöroiktisat, beyindeki faaliyetlere dayalı olarak insanların acı duyusunu, lezzet algısını ve taleplerini ölçmeye çalışan bir bilim dalı. Manusov ve iki senedir Florida Üniversitesi’nde çalışmalar yapan Aydıner, farklı hayat tarzına sahip ve değişik yöntemlerle mutluluk arayan insanlar üzerinde bir araştırma yapmaya karar verirler. Ekim ayında düzenlenen Uluslararası Bediüzzaman Sempozyumu’nun ‘İnsanlık Onuruna Layık Bir Gelecek İçin İlim, İman, Ahlak’ söylemi de çalışmak istedikleri alanla örtüşünce Risale-i Nur okuyanların hayattan memnuniyetlerini ölçecek bir anket yaparlar. 2010 yılının yaz aylarında 1.523 Risale-i Nur okuyucusuna e-posta yoluyla mesaj gönderen ikili, yüzü aşkın sorunun yarısından fazlasına cevap vermeyenleri dikkate almaz. Sonuçta 341 kişinin anket sonuçlarını değerlendirerek bir tebliğ hazırlar ve sempozyuma katılırlar. 

Furkan Aydıner, bugüne kadar Batı’da mutluluk konusunda yapılmış pek çok çalışmada, daha fazla tüketim ve eğlenceye dayalı hayat tarzının insanlara mutluluk değil, psikolojik ve sosyal sorunlar getirdiğinin ortaya çıktığını vurguluyor. Ona göre Said Nursi, eserlerinde bu sonucu manevi değerler ve moral değerlerinden uzaklaşıp hazcı ve materyalist değerlere yönelmeye bağlıyor. İnsanın beşerî ihtiyaçlarının ötesinde manevi, sosyal, zihinsel ve vicdani ihtiyaçlarının olduğuna dikkat çekiyor. Hakiki ve daimi huzurun, bu ihtiyaçları dengeli bir şekilde karşılamakla mümkün olabileceğini söylüyor. Materyalist ve hazcı hayat tarzlarını benimseyen insanların bu dünyada inşa etmeye çalıştıkları yalancı cennetlerin aslında bir nevi cehennem olduğunu, öte yandan hayatını manevi değerler ve moral değerleri üzerine inşa eden insanların daha dünyada iken bir nevi cenneti yaşamaya başladıklarını iddia ediyor. İşte Aydıner ve Manusov yaptıkları ankette Said Nursi’nin bu mutluluk tezinin doğru olup olmadığını Risale-i Nur okuyanların hayat görüşleri üzerinden anlamaya çalışıyor. 

Ankette Risale-i Nur külliyatında yer alan pek çok eserden faydalanılsa da en fazla başvurulan kaynak Gençlik Rehberi oluyor. Yaşam Memnuniyeti Skalası, Aspirasyon İndeksi ve Lezzetler Skalası şeklinde üç bölümden oluşan anket sonrası yapılan analizde Risale-i Nur okuyanlar başlangıç, orta ve ileri seviye diye gruplara ayrılıyor. Bu gruplar Risale-i Nur külliyatını bitirme, günlük okuma, tesbihat yapma ve haftalık sohbetlere katılma sıklıklarına göre belirleniyor. 

Yaşam Memnuniyeti Skalası’nda başlangıç düzeyindekilerin yüzde 62’si, orta düzeydekilerin yüzde 82’si ve ileri düzeydekilerin yüzde 93’ünün hayatlarından memnun olduğu ortaya çıkıyor. Bu oranları Türkiye İstatistik Kurumu’nun bu yıl yetişkin nüfus için ölçtüğü yüzde 54’lük yaşam memnuniyeti oranıyla kıyaslayınca başlangıç seviyesindeki Risale-i Nur okuyucuları yüksek memnuniyet kategorisinde, orta ve ileri düzeydekiler ise en yüksek memnuniyet kategorisinde yer alıyor. 

Aspirasyon İndeksi’nde ise Risale-i Nur okuyanların hayata dair pozitif ve negatif değerlerinin Bediüzzaman’ın fikirleriyle ne oranda örtüştüğü ortaya çıkarılıyor. Bu sebeple katılımcılara 14 farklı alanda 86 soru yöneltiliyor. Çıkan sonuçlara göre maneviyat, dürüstlük ve hakkaniyet, aile ve arkadaşlık bağları, entelektüel faaliyetler, kişisel gelişim, estetik deneyim, çevreye uyum, yardımlaşma ve fedakârlık, sağlık gibi pozitif değerlerin yanı sıra hazcılık, şan-şöhret, para, imaj, endişe ve korku gibi negatif değerlere belli puanlar veriliyor. Sonuçta Risale-i Nur okuyucularının pozitif değerleri önemsediği ölçüde, negatif değerlerden uzaklaştığı görülüyor. 

Lezzetler Piramidi’ne gelecek olursak, Aydıner, Maslow’un meşhur ihtiyaçlar piramidinin dışında yaptıkları çalışmanın alanında belki de ilk olabileceğini düşünüyor. Risale-i Nur okurlarının en çok nelerden lezzet aldıklarının bulunmaya çalışıldığı bu bölümde manevi yaşam, zihinsel faaliyetler, sevgi ve şefkat gibi duygusal lezzetler piramidin zirvesinde yer alırken, yeme-içme gibi duyusal lezzetlerin en alt sırada olduğu görülüyor. 

Furkan Aydıner, anket sonuçlarında içsel değerlere ağırlık verenlerin en yüksek seviyede olmasını, günümüzde insanların çoğunun mutluluğu yanlış yerde aradığının göstergesi olarak yorumluyor: “Bediüzzaman’ın ‘meşru daire’ diye tarif ettiği manevi değerler ve moral değerlerine dayalı hayatın en yüksek mutluluğu sağlaması, söz konusu meşru dairenin keyfe kâfi olduğunu gösteriyor.” 

Eron Manusov da maneviyatın mutluluk getirdiği görüşünü destekliyor: “Özellikle, ‘Ne kadar okur, öğrenir, maneviyatta güçlenirsen, o derece hayatından keyif alırsın’ diyor bizim çalışmamız. Şu gayet açık ki, Risale-i Nur, okuyucularına hayattan memnun olmanın yolunu gösteriyor. Daha ötesi, ne kadar çok kendini Risale-i Nur öğretisine adarsan, o kadar çok mutlu oluyorsun.” Ama Manusov, bunun genel olarak maneviyata yoğunlaşmaktan da kaynaklanabileceğine, bu sebeple başka gruplar üzerinde benzer çalışmalar yapılırsa, Risale-i Nur’un spesifik etkisinin daha iyi anlaşılabileceğine dikkat çekiyor. “Bir âlimin insanların hayatı üzerinde bu denli tesirli olabileceğine şaşırmadım.” diyen Manusov, Türkiye dışında insanların Nursi gibi bir âlimin öğretisinden haberdar olmayışını ise şaşkınlıkla karşılıyor. 

Aydıner’e göre, Said Nursi’nin anlattığı şeyler evrensel değerler ve bunlar bütün dinlerde hatta Aristo gibi filozofların söylemlerinde bile ortak: “Herkes dürüstlük, dostluk, samimi arkadaşlık gibi değerlerin iyi olduğunda hemfikir. Ancak mesele bunları hayata geçirmek. Özellikle bireyselliğin, hazcılığın, egoistik tatminin, gösterişin, şan ve şöhretin bütün cazibesiyle insanları kendine çektiği bir asırda moral değerlerine ve manevi değerlere dayalı hayat tarzı hayli zorlaşmış. Nursi, okuyanlarını bu zoru başarmaya teşvik ediyor.” Bu sebeple Aydıner ve Manusov, anket sonucunda elde ettikleri bulguların evrensel geçerliliğe sahip olduğunu ve benzer manevi değerleri tatbik eden herkes için geçerlilik arz ettiğini düşünüyor. Bunu ispatlamak içinse geriye, çalışmalarını farklı ülkeler ve sosyal gruplar üzerinde de uygulamak ve karşılaştırma yapmak kalıyor. Zaten ikili de bu konu üzerinde çalışıyor. 

Risale-i Nur okuyanların pozitif ve negatif değerleri Bediüzzaman’ın fikirleriyle örtüşüyor 

Furkan Aydıner, Aspirasyon İndeksinde ortaya çıkan tablonun Risale-i Nur’da yazılan fikirlerle nasıl örtüştüğünü bazı maddeleri Bediüzzaman’ın düşünceleriyle kıyaslayarak şu şekilde yorumluyor: 

Pozitif Değerler 

Nursi, delil ve bürhana dayalı tahkiki iman esaslı bir manevi hayata eserlerinde vurgu yapıyor. İbadet kavramının manasını geniş tutup, okuyucularını öğrenmeye ve tefekküre teşvik ediyor. Tahkikî imanın verdiği nurla okuyucularını huzuru aramaya davet ediyor. Dolayısıyla, Risale-i Nur okuyanların dünyasında maneviyatın en yüksek öneme sahip olması şaşırtıcı değil. 

Sigmund Freud’daki ‘süperego’ya denk gelen vicdan olgusuna dikkat çekip, okuyucularını dürüst ve hakkaniyetli yaşamaya teşvik ediyor. Tahkikî imanla, Allah’ın her yerde hazır ve nazır olduğunu görürcesine iman eden için yalana ve hileye yer olmadığını ısrarla vurguluyor. Bunun içindir ki, anketin sonuçlarına göre, katılımcıların Risale-i Nur okuma seviyeleri arttıkça dünyalarında dürüstlük ve hakkaniyete verdikleri önem artıyor. 

Entelektüel hayat, aile ve arkadaşlık bağları ile kişisel gelişim puanlarının yüksek çıkması Risale-i Nur öğretisiyle paralellik arz ediyor. Risale-i Nur söz konusu değerlere büyük vurgu yaptığı gibi okuyucuları da yoğun entelektüel ve sosyal aktivitelerle bu değerleri öne çıkarıyor. 

Estetik deneyim için hesaplanan pozitif değer, Nursi’nin eserlerinde kâinatın estetik boyutundan Allah’ın isimlerinin tecellisi olarak söz etmesiyle uyumluluk gösteriyor. Nursi, okuyucularına bu güzellikleri görüp, onların sanatkârını tespih etmeye davet ediyor. 

Nursi eserlerinde okuyucularını herkesle hatta her şeyle olan kardeşliği görmeye teşvik ediyor. İnsanı da söz konusu evrensel harmoniye katılmaya çağırıyor. 

Fedakârlık ve yardımlaşma için pozitif puanın çıkması da, Nursi’nin gerçek arkadaşlığı, sahabelerde olduğu gibi, ihtiyacın karşılanmasında kardeşinin ihtiyacını kendi ihtiyacının önünde tutmak ve kardeşinin başarısına kendi başarısı kadar sevinmek gibi fedakârlık değerlerine dayandırmasıyla açıklanabilir. 

Negatif Değerler 

Hazcılığın en kötü puan alması şaşırtıcı değil. Çünkü Nursi eserlerinde hazcılığa karşı kuvvetli argümanlar ortaya koyuyor. Gayrimeşru lezzetleri zehirli bala benzeten Nursi, insanların onlardan sadece sahte ve elemli lezzet aldıklarını ifade ediyor. Ayrılık, yokluk, kıskançlık gibi elemleri içerdiği için uzun vadede insana öldürücü zehir tesiri yapar. İnsana layık olan, meleki ve insani lezzetlere talip olmaktır. Nursi, okuyucularını hazcılık ve sefahetten uzaklaştırmaya çalışırken, alternatif olarak, ‘daha yüksek lezzetler’ diye tarif ettiği, manevi, entelektüel, sosyal, vicdani, özverisel, estetik lezzetleri öneriyor. Bundandır ki, insanlar Risale-i Nur okudukça hazcılıktan nefret edip uzaklaşıyor ve içsel değerlere yoğunlaşıyor. 

Şan, şöhret ve imaj değişkenleri için hesaplanan yüksek negatif değerler, Nursi’nin enaniyeti ‘en tehlikeli tuzak’ olarak tarif etmesinden kaynaklanabilir. Nursi’ye göre, benlik, şan ve şöhret, bir nevi ilahlık iddiasıdır. Oysa, insan, fıtraten sonsuz acizlik ve fakirlikle yoğrulduğu için şirk olan enaniyeti bırakıp hakiki kulluğa bürünüp kendisine verilenler için şükretmeli. 

Para ve materyalist değerler için hesaplanan negatif değer, Nursi’nin dünyevi serveti amaç değil sadece araç olarak görmeye insanları teşvik etmesiyle açıklanabilir. Nursi, ‘bir lokma bir hırka’ felsefesini kabul etmiyor, aksine maddi servetin araç olarak gerekli ve faydalı olduğunu; ancak, maddiyatı amaç olarak görmenin çok büyük hata olduğunu söylüyor. 

Endişe ve korku için hesaplanan negatif puan, Nursi’nin her şeyi her an tasarrufu altında tutan ve bizatihi kendisi yapan mutlak iyilik sahibi bir ilah anlayışını anlatmasıyla açıklanabilir. Çünkü, böyle bir Allah’a iman eden, imanının derecesine göre, O’na teslim olarak tevekkül edeceği için korku ve endişelerden uzak olur. Üzerine düşeni fiilî dua kabilinden yapar, gerisi için endişe etmez. 

15.11.2010

ELİF NESİBE ÖZBUDAK / Aksiyon

Bediüzzaman’ın Kronolojisi

Bediüzzaman’ın hayat seyri ve safahatından mü­him bir kısmının tarihleri:

1877

Said Nursî Hazretlerinin Bitlis Vilayeti Hizan İlçesi Nurs Köyü’nde doğumuştur.

1885

Yaş 9

Said Nursî ilk tahsile başlamak için ailesinden ay­rılıp Tağ Köyü Medresesine gelmesi… Burada çok az bir süre kalıp tekrar köyüne dönmüştür.

1891

Yaş 14

Hz. Üstad’ın Resulullah’ı (A.S.M.) rüyasında gör­mesi ve em­salsiz üç aylık tahsilini yaptığı yer olan Doğu Beyazıt’a gitmesi… Bu sıralarda kendisinin lakabı, Molla Said-i Meşhur’dur.

1892

Said Nursî Hazretleri, görülen hârika haller ve za­mana uy­mayan durumlar karşısında Bediüzzaman ünva­nının kendisine verilmesi ve böyle anılmaya baş­lanması

1893

Yaş 16

Bitlis ve Siirt civarında çeşitli yerlerde bulunup, daha sonra Siirt’in Tillo kasabasında bir kubbede inzi­vaya çe­kilmesi… Karınca ve arı milletlerinin cumhuri­yetçi olduk­larını söylemesi…

1894

Bediüzzaman Hazretleri, Abdülkadir-i Geylanî Hazretlerinden rüyasında aldığı emir üzerine, Cizre’de aşiret reis­lerinden Mustafa Paşa’yı ikaz için Cizre ve Mardin taraflarında bulunması…

Mardin’de siyaset-i İslâmiye ve içtimaî mes’ele­lerle ilgilen­mesi…

1895

Mardin’den nefiy ile Bitlis’e gelmesi ve iki yıl orada valinin ilme hürmetinden dolayı tahsis ettiği odada kal­ması…

1897

Van Valisi Hasan Paşa’nın daveti üzerine Van’a git­mesi ve Valinin konağında kalması

Müsbet ilimlerle meşgul olarak hârikulâde bilgi sa­hibi olması

Bu zamana kadar hıfzına aldığı 80-90 cild kitabı, üç ayda bir ezberden devretmesi

1900

İngiliz Müstemlekât Nâzırı Gladiston’un gazete­lerde çıkan beyanatı üzerine Bediüzzaman o zamana ka­dar elde ettiği bütün ilimleri, Kur’anın hakikatlerine çıkmak için basamak yapmaya karar verir ve der:

“Kur’anın sönmez ve söndürülmez manevî bir gü­neş hük­münde olduğunu, ben dünyaya isbat edece­ğim ve göstereceğim!”

1907

Din ilimleriyle fen ilimlerinin beraber okutulacağı ve Arapça, Türkçe, Kürtçe tedrisat yapabilecek bir İslâm Üniversitesi’nin Şark’ta tesisi için İstanbul’a gelmesi

Kaldığı yerin kapısına “Her suale cevab verilir” lev­hasını asıp, âlimleri sual sormaya daveti

Sultan Abdülhamid’e Şark’ta üniversite açılması için müra­caatı

Yıldız Divan-ı Harbi’ne verilmesi

1908

Meşrutiyete, yani seçim ve meclis sistemine (tam meşruiyete istinadı için) sahip çıkması

1909

31 Mart’ta Bediüzzaman’ın yatıştırıcılığı

İsyan etmiş olan sekiz taburu itaata getirmesi

Bediüzzaman’ın Divan-ı Harb’e verilişi

Divan-ı Harb’de beraet edişi ve serbest bırakılması

1910

Divan-ı Harb’den beraet eden Bediüzzaman’ın Van’a gitmek üzere İstanbul’dan ayrılması

Şark’ta aşiretleri dolaşarak hürriyeti, meşrutiyeti anlatması ve içtimaî dersler vermesi

1911

Şam’a gelişi ve Câmi-i Emeviye’de muhteşem bir hutbe ile İslâm Âleminin dertlerini ortaya koyması ve hal çarelerini gös­termesi

Sultan Reşad’la beraber Rumeli seyahatine çık­ması

1913

Van’a gitmesi ve Şark Üniversitesinin temelini at­tır­ması

1915

Milis Kumandanı Bediüzzaman, Pasinler cephe­sinde Ruslarla çarpışıyor

1916

Bediüzzaman’ın Ruslara esir düşmesi ve iki yıl esaret hayatı

1918

Bediüzzaman’ın Kosturma’dan firar edişi

17 Haziran 1918: Bediüzzaman’ın Varşova, Viyana ve Sofya üzerinden İstanbul’a avdeti

Enver Paşa’nın vazife teklifini kabul etmeyen Bediüzzaman’a, Harbiye Nezareti ikramiye ve harb ma­dalyası veriyor

13 Ağustos 1918: Ordu-yu Hümayun’un tavsi­ye­siyle Dâr-ül Hikmet’e âzâ oluşu

1919

19 Nisan 1919: Bediüzzaman’ın Dâr-ül Hikmet’ten altı ay izne ayrılması

Sultan Vahdeddin, Bediüzzaman’a “Mahreç” pâ­yesi veriyor

1920

İngiliz işgaline karşı “Hutuvat-ı Sitte”yi neşrede­rek mücadele etmesi

1921

Bediüzzaman’ın Anglikan Kilisesi’ne cevabı

Bediüzzaman, Kuvâ-yı Milliyeyi destekliyor

1922

Bediüzzaman davet üzerine İstanbul’dan Ankara’ya geliyor

9 Kasım 1922: Bediüzzaman’a Meclis’de hoşâ­medî yapıl­ması

1923

19 Ocak 1923: Bediüzzaman Meclis’de mebuslara hi­taben bir beyanname neşrediyor

17 Nisan 1923: Ankara’da umduğunu bulama­yan ve kendi­sine yapılan bütün teklifleri reddeden Bediüzzaman’ın Van’a git­mek üzere yola çıkması

1925-1927

Bediüzzaman’ın Van’dan nefyi

Bediüzzaman Van’dan İstanbul’a oradan da Burdur’a getiri­liyor

Isparta’da bir müddet kalan Bediüzzaman, önce Eğridir ora­dan da Barla’ya getiriliyor

Başta Sözler, Mektubat, Lem’alar’ın bir kısmı ol­mak üzere Risale-i Nur’lar te’lif edilmeye başlanıyor

1934

Barla’dan alınan Bediüzzaman’ın Isparta’ya getiri­lişi

27 Nisan 1935: Dâhiliye Vekili Şükrü Kaya ve Jandarma Umum Kumandanı askerî bir kıt’a ile Isparta’ya geliyor ve Bediüzzaman tevkif olunuyor

Tevkif edilen Bediüzzaman ve talebeleri, muha­keme edilmek üzere Eskişehir’e götürülüyor

Tesettür âyetinin tefsirinden dolayı Bediüzzaman’a 11 ay ceza veriliyor

1936

Temyiz edilen mahkûmiyet kararının neticesi Temyiz’den gelmeden hapis müddeti tamamlandığı için Bediüzzaman tahliye ediliyor

27 Mart 1936: Tahliye edilen Bediüzzaman, Kastamonu’da ikamete mecbur ediliyor

Üç ay karakolda kalan Bediüzzaman, karakol kar­şı­sında bir eve yerleştiriliyor. Burada da bir kısım insan­lar ona talebe oluyor­lar. Âyet-ül Kübra ve bir kısım risa­lele­rin telifi yapılıyor. Başka yer­lerdeki talebele­riyle, Kastamonu Lâhikası adıyla toplanan kitap­taki mektub­larla haberleşiyor ve hizmet metodları hakkında ikaz­larda bulunuyor.

1943

20 Eylül 1943: Bediüzzaman’ın tevkif edilerek Ankara, Isparta ve oradan Denizli’ye getirilmesi

1944

Denizli mahkemesinin başlaması

15 Haziran 1944 Denizli Ağırceza Mahkemesi Bediüzzaman’ın beraetini ilân ediyor

Ağustos 1944 sonlarında Ankara’dan gelen emirle Bediüzzaman Emirdağ’da ikamete mecbur edili­yor

1948

23 Ocak 1948 Emirdağ’da kış ortasında Bediüzzaman ve ta­lebelerinin tevkif edilişi ve Afyon mahkemesine sevki

6 Aralık 1948 Afyon Mahkemesinin mevhum ve mesnedsiz iddialarla Bediüzzaman ve talebelerine mah­kûmiyet kararı verişi ve temyiz

1949

20 Eylül 1949 Yirmi ay mevkuf tutulan Bediüzzaman Hazretleri, halkın tezahüratına mâni ol­mak için Afyon hapishane­sinden şafak vakti tahliye edi­liyor

20 Kasım 1949 Bediüzzaman’ın tekrar Emirdağ’a getirilişi

1952

Ocak 1952’de Gençlik Rehberi mahkemesi için Bediüzzaman İstanbul’a geldi.

22 Ocak 1952 Salı Gençlik Rehberi mahkemesi­nin ilk du­ruşması

5 Mart 1952 Salı: Bediüzzaman’ın Gençlik Rehberi dâva­sından beraeti

1953

Nisan 1953: Bediüzzaman tekrar Emirdağ’a geldi

Mayıs 1953: İstanbul’a gelen Bediüzzaman’ın üç ay kadar kalması

Bediüzzaman’ın Patrik Athenagoras’la görüşmesi

Onsekiz yıllık ayrılıktan sonra Barla’ya gelişi

1956

23 Mayıs 1956: Sekiz senedir devam eden Afyon Mahkemesinde Risale-i Nurların beraeti ve iade edil­mesi

1957-1958
Nur Risalelerinin ve bu arada Tarihçe-i Hayat’ın matba­alarda neşredilmesi

1960

23 Mart 1960 Çarşamba: Bediüzzaman, Ramazan’ın 25. günü gece saat 03.00 civarında bu fani âleme veda etti

12 Temmuz 1960 Salı: Mezarı açılan Bediüzzaman’ın naaşı çıkarılarak askerî bir helikop­terle meçhul bir istika­mete götürülü­yor.

Kaynak: Bediüzzaman Said Nursi- Mufassal Tarihçe-i Hayat, Abdülkadir Badıllı