Etiket arşivi: #BEDİÜZZAMANSAİDNURSİ

Doğru Bilgi Çerçevesinde Bediüzzaman

Doğru Bilgi Çerçevesinde Bediüzzaman

İzzetli-hürmetli bir insan için en ağır hâllerden biri de, maksadının zıddıyla itham edilmektir. Yani davasının esaslarına tamamen zıt olan şeylerle yad edilmesidir.

Bediüzzaman Said Nursi de bu isimlerden birisidir. Bu topraklarda bir asırdan fazla ismi yad edilmektedir. Kimi zaman hak ettiği gibi kimi zaman da maksadının tam tersi bir şekilde… Özellikle de Cumhuriyet, ümmetçilik ve milliyetçilik hakkındaki fikir ve kanaatleri itibariyle…

Mesela Cumhuriyet hakkında kendisini mahkemeye veren savcılara hitaben kullandığı ifadeler: “Ey müdde-i umûmi ve mahkeme azaları! Elli seneden beri bende bulunan bir fikrin aksiyle beni ittiham ediyorsunuz. Eğer laik cumhuriyet soruyorsanız; ben biliyorum ki, laik manası bîtaraf kalmak, yani hürriyet-i vicdan düsturuyla dinsizlere ve sefahetçilere ilişmediği gibi, dindarlara ve takvacılara da ilişmez bir hükûmet telakki ederim.”[1]

Burada şu da dikkatimi çekmedi değil. Üstad Bediüzzaman’ın imani ve İslami fikirleri hakkında değil, sosyal içtimai meseleler hakkında yanlış yorumlar yapılmaktadır. Yorumlamalar yanlış yapılsa da şunun altını çizmeliyim ki, Bediüzzaman’ın iman, amel ve insan bağlamındaki fikirleri, samimiyeti asla yanlış yorumlara açık değildir; çünkü hayatı samimiyet abidesidir. Bu da takdîre şâyân bir durumdur.

Üstad Bediüzzaman’ı Cumhuriyet düşmanı olarak görenler, hemen her mahkemede şu manada sorgulama yapmaktan geri durmadılar: “Cumhuriyet hakkında ne diyorsun, fikrin nedir?” şeklinde sürekli sual-cevap altına alarak bir maraz çıkartılmaya adeta zorlanmıştır. Fakat bu sıkıştırmalarla yapılmak istenen Menemen ve Şeyh Said hadiseleri gibi olayların çıkmasıdır.

“Şeyh Said ve Menemen hâdisesinin on misli bir hâdiseyi evhamla düşünmüşler.”[2]

Bunu bir eserinde şu şekilde ifâde etmektedir: “Gizli düşmanlarımız hükûmetin ehemmiyetli ve birkaç vazifedarlarını elde edip beni tazyikatla, Menemen ve Şeyh Said hâdisesi gibi bir hâdise çıkarmak için bütün kuvvetiyle en hassas damarlarıma dokunduracak tarzda her desiseyi istimal ettiler.”[3]

Şimdi Bediüzzaman’ın Cumhuriyet hakkındaki açıklamasına bakalım!

Benden sordular ki:

Cumhuriyet Hakkında Fikrin Nedir?

“Ben de dedim: Eskişehir mahkeme reisinden başka daha sizler dünyaya gelmeden, ben dindar bir cumhuriyetçi olduğumu elinizdeki tarihçe-i hayatım isbat eder.

Hülâsası şudur ki: O zaman şimdiki gibi, hâlî bir türbe kubbesinde inzivada idim, bana çorba geliyordu. Ben de tanelerini karıncalara verirdim, ekmeğimi onun suyu ile yerdim. İşitenler benden soruyordular, ben de derdim: Bu karınca ve arı milletleri cumhuriyetçidirler. O cumhuriyetperverliklerine hürmeten tanelerini karıncalara verirdim. Sonra dediler: Sen selef-i sâlihîne muhalefet ediyorsun?

Cevaben diyordum: Hulefa-i Raşidîn; herbiri hem halife hem reis-i cumhur idi. Sıddık-ı Ekber (RA) Aşere-i Mübeşşere’ye ve Sahabe-i Kiram’a elbette reis-i cumhur hükmünde idi. Fakat manasız isim ve resim değil, belki hakikat-ı adaleti ve hürriyet-i şer’iyeyi taşıyan mana-yı dindar cumhuriyetin reisleri idiler.”[4]

Şüphesiz ki meseleler kirli bilgiler altında çok farklı görünebilirler doğru bilgilerle her şeyin içyüzü, olduğu gibi doğru şekilde görülecektir. Her şey net bir şekilde görüldüğünde puslu hava, kör düğüm söz konusu olamaz.

Cumhuriyet konusunda Bediüzzaman şunu çok iyi biliyordu, İslamiyet’in doğuşu ile beraber İslam toplumunda meşveret meclisi kendisini göstermiştir. Bunu Efendimiz (asv) bizzat tatbik etmiş ve oligarşi, istibdat oluşmaması için tercih etmiştir. Böylece meşveret sistemine dayalı Cumhurî bir idare tesis edilmiştir. Kendinden sonrakilere misal teşkil etmiştir.

Hz. Peygamberin (asv) vefatından sonra Hulefa-i Raşidin de, devlet başkanlığına seçimle getirilmişlerdir. Yani istişare meclisiyle Hulefa-i Raşidin döneminden sonra seçime dayalı hilafet sistemi saltanata dönüşmüştür. O günün İslâm uleması, saltanatla İslamî yönetim esaslarının bağdaşabileceğine dair fetvalar verdiler ve yöntemlerini de gösterdiler.

Bediüzzaman, her ortamda, hayatının her döneminde, meşrutiyet, meşveret manalarını ifade etmiştir. Gerekçelerini de izah etmiştir.

Cumhuriyet devrinde, Cumhuriyetin ruhuna aykırı olarak sergilenen tutum ve davranışları, Bediüzzaman şiddetle kınamıştır. Şunu da ifade edelim ki, Bediüzzaman’ı birçok şablona oturtmak istedikleri gibi demokrasi havarisi şablonuna da oturtmak isteyen bir kesimin de olduğunu ifade etmek isterim.

Bediüzzaman, her şeyin ifrat ve tefritini eleştirir. Bunun içinde laiklik manası da vardır.

“Eğer laik cumhuriyeti soruyorsanız, ben biliyorum ki, laik manası, bitaraf kalmak, yani hürriyet-i vicdan düsturiyle, dinsizlere ve sefahetçilere ilişmediği gibi dindarlara ve takvacılara da ilişmez bir hükümet telakki ederim.”[5]

Burada sisteme dönüşen her şey aslından uzaklaşır ya tavizler verir ya da ya pasif ya da marjinal bir kisveye bürüneceğini anlıyoruz.

Bediüzzaman Said Nursi’nin hayatının ve fikirlerinin serencamı böyledir. Ya maksadının aksiyle itham edilmiş ya da konumu yanlış yorumlanmıştır.

Netice itibariyle, Bediüzzaman Said Nursi, ömrü boyunca insan hak ve hürriyetlerini üstün tutan, din ve vicdan hürriyetine mutlak manada saygılı, insanların hakkını aramasını savunmuş ve hürriyet mücadelesi vermiştir. Meşveret sistemine dayalı bir devlet anlayışını müdafaa etmiştir.

“Manasız isim”[6] peşinde değildir Bediüzzaman. Bu tarzda olan “mış gibi”lerin hep karşısındadır.

Bediüzzaman, sadece bir fikir adamı bir abid bir zahid değil aynı zamanda aksiyoner tarafını da görmek gerekir. Yoksa tek tarafını ele alırsak Bediüzzaman’ın doğru bir yaklaşım tarzı olmaz bizim için. Risaleleri okurken buna dikkat etmeliyiz. Yoksa Bediüzzaman’ı farklı tanıyan ve tanıtmak isteyenlerle yolumuzun kesişmesi kaçınılmazdır.

Doğru bilgi, bireylerin, toplumların ve kurumların sağlıklı kararlar alabilmesi, etkili ve verimli bir şekilde hareket edebilmesi için kritik bir öneme sahiptir. Etik değerlere uygun hareket etmenin ve güvenilir bir toplumsal yapı oluşturmanın anahtarıdır. Bilgi kirliliği ve yanlış bilgilendirme, toplumsal güveni sarsar ve etik dışı davranışlara zemin hazırlar. Bu değerlendirmelerim çerçevesinde yazma ihtiyacı hissetim.

Selam ve dua ile..

Muhammed Numan ÖZEL

[1] Tarihçe-i Hayat (480)
[2] Tarihçe-i Hayat (531)
[3] Emirdağ Lahikası-1 (147)
[4] Tarihçe-i Hayat (408)
[5] Şualar (363)
[6] Şualar (363)

Kaynak:RisaleHaber

www.NurNet.org

Risale-i Nur Külliyatına Sataşanlar

RİSALE-İ NUR’A SATAŞMALAR

Risale-i Nur, Kur’an’ın çok kuvvetli, hakikî bir tefsiridir[1]

“Risale-i Nur, Kur’an’ın bu asırda en yüksek ve en kudsî bir tefsiridir. Hakikatleri semavîdir, Kur’anîdir. O halde Kur’an okundukça, o da okunacaktır. Risale-i Nur, mücevherat-ı Kur’aniye hakikatlerinin sergisidir, pazarıdır. Bu ulvî pazarda herkes istediği gibi ticaret yapar. Uhrevî, manevî zenginliklere mazhariyeti temin eder.”[2]

“Risale-i Nur, Kur’an’ın[dır] ve Kur’an’dan çıkan bürhanî bir tefsir[idir.]”[3]

Risale-i Nur Külliyatı, bu asrın insanlarına adeta bir ihsan-ı ilahidir. Gerek şimdiki üslub farkı gerekse meseleleri ele alma tarzıyla insanların ruhuna cazip geliyor.

Önceki zamanlarda telif edilen eserler o dönemlerdeki kuşkulara ve tereddütlere cevap vermiştir. Zaman ilerlemesiyle var olan eserler kâfi gelmemeye başlamıştır. Bu yeni dönemde Risale-i Nur Külliyatı da insan, amel, Allah ve kâinat meseleleri üzerine gitmiş ve perspektifi genişletmiştir. Çünkü yeni şartlar yeni usulleri beraberinde getirir.

İslam dünyasında önceleri ya dışarıdan gelen veya dışarıya yakın kimselerden gelen bazı tereddütler artık kurdun gövde içine girmesiyle Müslümanlarda tereddütler başladı. Ehl-i bida ve ilhadın fikirlerinin karışmasıyla da kargaşa meydana gelmiştir.

Tablo bu şekli almışken mülhid ve mürtedlerin ortalığı imansızlık ateşine verdiği ve ehl-i bidanın[4] tereddütleri, vesveseleriyle insanları aldattığı yadsınamaz bir gerçektir.

Hak ve hakikatla meşgul olmak insanın kendini inşa teşebbüsüdür. Manevi birer terapi de diyebiliriz buna. Hak ve hakikat insanın halet-i ruhiyesine müdahale ederek adeta bir tamirci rolü üstlenir. Çünkü Risale-i Nur meşguliyeti “yaratan Rabbinin adıyla oku” hitabına “Lebbeyk!” demektir. Çünkü Risaleler alelade bir okuma işi değildir. Yaradanın esmasını, sanatını, fiilini okumak, anlamak ve tefekkür etmektir. Risalelerin önemi buradan gelmektedir.

Risale-i Nur Külliyatı tefekkür ve iman hakikatlerini ihtiva eden muhteşem bir külliyattır. Okurken insan dikkat ve tefekkürle okursa duygusal, zihnî ve ruhî sağlığını da beslediği hissetmektedir.

Risale-i Nur Külliyatı burada tefekkürün, dikkatin gücünü kullanarak insan aurasını arttırmaktadır. Maneviyatı yükselterek insan manevi korumasını/aurasını attıracağını tesbit ettiği için ne abesle ne de haramla meşgul olmasını istemez.

Bediüzzaman Said Nursî, sıcaklarla birlikte çöken rehavet ve tembelliğe karşı insanı ikaz eder “bu yaz mevsimi, gaflet zamanı”[5] diyerek, insanı azami dikkate davet eder. Bu gaflet mevsiminde okuma ve tefekküre teşvik eder.

Risale-i Nur’un burada bahsettiğimiz fayda ve tesiri ancak denizden damla nisbetindendir.

RİSALE-İ NUR VE BEDİÜZZAMAN’I

KİMLER ELEŞTİRMEYE ÇALIŞIR, SATAŞIR

Kısacası Risale-i Nur Külliyatı ve müellifi Bediüzzaman Said Nursi’ye üstünkörü bakmak, önemsiz görmek ve sıradan görmeye/göstermeye çalışmanın altında gurur, kibir, enaniyet, kıskançlık gibi hislerin ve kökü dışarıda gövde, dal budakları bu topraklarda olan komitelerin borazanlığını yapmaktan başka bir şey değildir.

Bu vatan bize piyangodan çıkmadı veya ortada ehemmiyetsiz olduğu için duruyordu da biz gelip imaret edip vatan yapmadık. Nice bedeller ödendi, canlar şehit oldu yanarak, donarak, parçalanarak. İşte Bediüzzaman hem talebeleriyle Kafkas cephesinde Albay rütbesiyle beraber savaşa katıldı Rus ve Ermenilere karşı savaştı, esir düştü.

Rusya’dan gelip Osmanlı İmparatorluğuna mücadelesinde silah yerine kalem eline alarak devam etti. Fikirleri, tefekkürleri, eserleri bugün vatan sathını da açıp altmıştan fazla dile tercüme edilerek İslamiyet’in fikrî cephesinde mücadeleye devam etmektedir.

Bediüzzaman ve eserlerine laf atmaya çalışanlar, eserleri tenkid etmeye yeltenenler önce nerede durduklarına kimin dolduruşuna geldiklerine bakmalı. Tabi bu söylediğimi anlayacak bir kapasitede olmadıkları için anlayamayacak ve görse de “hıh” deyip geçecektir. Çünkü menfaatleri ve başka hesap ajandaları olduğu var. İster yazar, ister vaiz, ister bilmem ne etiketi olursa olsun. Boş lakırdılarını burada yazmak bile zaman ve nefes israfı olduğu için yazmayacağım. Geneline baktığımızda hep basma kalıp birbirinden nakiller ve iftiralar şeklinde kendini göstermektedir. Ya Vehhabi/Selefi ya Şia ya muhtelif Bid’a fırkalarından kimseler olduğunu görüyoruz.

İman ve Kur’an düşmanlarından veya Mütekebbir ve Müteşeyyihlerden kendilerini dev aynasında görenlerden bazı sataşmalar laf atmalar görüyoruz okuyoruz. Ya gündeme gelmek ya da kendini bir yerlere göstermek rüştünü ispat etmek için yapılan bu çalışmalar, sataşmalar, laf atmaya çalışmalar ancak sataşanın kendi itibarına gölge düşürecektir.

Risale-i Nur Külliyatı, okka divitte değil; kelle koltukta ruhlardan gelen feveranla yazıldığı için tesiri azimdir. Bu tesiri kırmak ve yerine sahte kahramanlar türetmek isteyenler kimdir diye merak edip görmek isteyenler Risale-i Nur’a sataşanlara baksın.

Nurcular arasında işi boşaltılan ve sloganik bir hale gelen şu cümlenin bu zamanda artık geçerli olmadığını ve her şeye teşmil etmenin yanlış olduğunu belirtmemiz gerekir. Her şeye cevap verip atışı ağzının ortasına oturtmak gerekmektedir artık teknoloji asrında.

“لَوْ كُلُّ كَلْبٍ عَوَى اَلْقَمْتَهُ حَجَرًا ٭ لَمْ يَبْقَ فِى هذِهِ الْكُرَةِ اَحْجَارُ her üren kelbin ağzına bir taş atacak olsan dünyada taş kalmaz.” [6]

ŞAHSİ OKUMA YAPARKEN ŞURASI DİKKATİMİ ÇEKTİ PAYLAŞMAK İSTEDİR.

“Efendiler! Otuz-kırk seneden beri ecnebi hesabına ve küfür ve ilhad namına bu milleti ifsad ve bu vatanı parçalamak fikriyle, Kur’an hakikatına ve iman hakikatlarına her vesile ile hücum eden ve çok şekillere giren bir gizli ifsad komitesine karşı, bu mes’elemizde kendilerine perde yaptıkları insafsız ve dikkatsiz memurlara ve bu mahkemeyi şaşırtan onların Müslüman kisvesindeki propagandacılarına hitaben, fakat sizin huzurunuzda zahiren sizin ile birkaç söz konuşacağıma müsaade ediniz.

(Fakat ikinci gün beraet kararı, o dehşetli konuşmayı geriye bıraktı.)

Tecrid-i mutlakta ve haps-i münferidde Mevkuf Said Nursî[7]

 Selam ve dua ile..

Muhammed Numan Özel

[1] Şualar (515)
[2] İşarat-ül İ’caz (228)
[3] Şualar (81)
[4] ehl-i bid‘at, “aklı esas alıp nasları te’vil etmek suretiyle Hz. Peygamber’den sonra sünnete aykırı bazı inanç ve davranışları benimseyenler” şeklinde tarif edilebilir. https://islamansiklopedisi.org.tr/ehl-i-bidat#:~:text=Buna%20g%C3%B6re%20ehl%2Di%20bid,B%C4%B0D’AT).
[5] Tarihçe-i Hayat (314)

[6] İşarat-ül İ’caz (123)

[7] Şualar (288)

 

www.NurNet.org

 

ZAMANIN AHİRİNDE, SAADET-İ EBEDİYE SESİ

ZAMANIN AHİRİNDE,

SAADET-İ EBEDİYE SESİ

Kâinatta her şey insanın istifadesi için; insansa Hakk’a itaat u ibadet için yaratılmıştır. Kâinattan istifade için de aza ve duygularla teçhiz edilmişiz. Dil tattığını, burun kokladığını, kulak duyduğunu, göz şahit olduklarını kabullenir. Bir şekilde insanın dimağına giren şeyler insan farkında olsa da olmasa da yoluna çıkacaktır. Beşerin bulaşık eli karışmamak şartıyla istifademiz fıtridir.
İman ve Kur’an’a ve amele dair şeyler de aynı şekilde âlemimize girecektir. Çünkü giriş yolları aynı fakat giren şeyler farklıdır. Ama dimağın deposu hayal ve düşünce yani tahayyül ve tasavvur birimleridir. Bu kapılardan girenler akıl ve kalbimizde makes bulur.
Dalalete ait olan şeyler insanın dimağında sürekli olarak imana dair olan şeylerle çarpışır. Dalalet eline geçen şeyleri hak batıl fark etmeden batıla kullanmaya çalışır. İnsan, fıtrata uygun hareket ederse kendini dalalete düşmekten koruyabilir. Aksi takdirde hem dimağını hem de fıtratını bozarak hakkı da batılı da karıştırarak her şeyi batıla hizmet ettirecektir.
“Allah kimseyi şaşırtmasın, şaşırtırsa süründürmesin, süründürürse çektirmesin, çektirirse rezil etmesin, rezil ederse perişan etmesin, perişan ederse sersem âvâre etmesin.”[1]
Kâinat Hâlıkının emirleri; insanların kalp ve ruhlarını dalaletin pisliklerinden temizler ve fıtratları muhafaza edecektir. Ruhları tenvir edip aydınlatacakır. Dünyanın ve ukbanın selameti de bu yolla olacaktır. Hak ve hakikat nurdur, berekettir. Dalalet ise ateş ve nârdır.
Kur’an nuru hayatın her sahasına dair hükümler getirerek toplumu tenvir edip aydınlatmıştır. Bu nurdan mahrum kalanlarsa hem burada hem de ukbada pişmanlık yaşayacaktır.
Risale-i Nurların iman, hayat ve şeriat meselelerini halletmesi bu vaadin bir tezahürüdür.
Risale-i Nurlara bütün bakmak lazımdır. Bir meselenin izahı başka bir eserde bir kısmı da başka bir eserde geçmektedir. Bir nevi eserler birbirini ikmal etmekte ve tenvir etmektedir.
“..umum risalelerin her parçasına ihtiyacımız olduğu gibi, her parçayı da birden görmeye şiddetle ihtiyaç varmış.”[2]
Risalelerden bir meselenin her bir parçasını bir arada görmek ve müzakere ve mütalaa etmeye her nur talebesinin ihtiyacı vardır. Ahirzaman müceddidi olan Bediüzzaman Said Nursi’ye talebe olmak nurun her bir meselesine, yerine vakıf olmak ve basiretle tetkik edilmesi elzemdir.
Bediüzzaman Said Nursi ne klasik bir kelam hocası ne de medrese hocası değildir. Bediüzzaman, zamanın ahirine gelmiş ve tebliğ vazifesini ifa etmiştir. Eserleri üç beş talebesiyle buna başlamış ve eserleri elden ele dilden dile gezen ve insanları sırat-ı müstakim üzerine tutma gayretidir.
Bediüzzaman ömrünün gıdasını ilim, nefesinin ve nefsinin devamını ihlas ve rıza-yı ilahi olarak ilmek ilmek dokumuş ahirzamanda saadet-i ebediye sesinin aksidir. Bu sebeplerce Bediüzzaman sadece bir hoca değildir. Bir mürebbi, bir pedegog, bir sosyolog, bir iktisatçı, bir komutan, bir neferdir, bir hekimidir vehakeza.. fakat Bediüzzaman, bu vasıflarını bir tekebbür sebebi olarak görmemiş ve daima mahviyete, tevazuya, alçakgönüllülüğe vesile yapmıştır.
Burada geçenlerle alakalı bu mevzu hakkında bir mevzu bahis olmuştu. Bir insanda ihlas var ama yaptığı hizmetler, icraatlarda ki muvaffakiyetler, başarılar karşısında insan nasıl kendini muhafaza edebilir riya, ucb, kibirden?
Bunun çaresi, insanın hayatını sünnet-i seniyye dairesinde, rıza-yı ilahi hedefinde, mana-yı harfi çerçevesinde geçirmesidir. Aksi taktirde el ne der, dostlar çarşı pazarda görsün şeklinde manevi bir riyakarlıkla ömrünü tevazu perdesinde bir mütekebbir olarak devam ettirecektir.
Ey ehl-i iman! Bu müdhiş düşmanlarınıza karşı zırhınız: Kur’an tezgâhında yapılan takvadır. Ve siperiniz, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın Sünnet-i Seniyesidir. Ve silâhınız, istiaze ve istiğfar ve hıfz-ı İlahiyeye ilticadır.”[3]
“Aziz kardeşlerim! İşte böyle bir zamanda, bu dehşetli hâdisata karşı, ihlas kuvvetinden sonra bizim en büyük kuvvetimiz; iştirak-i a’mal-i uhrevî düsturuyla birbirimize kalemler ile, herbirinin a’mal-i sâliha defterine hasenat yazdırdıkları gibi, lisanlarıyla herbirinin takva kal’asına ve siperine kuvvet ve imdad göndermektir.”[4]
“Cenab-ı Hak bizi ve sizi tarîk-ı Hak’ta hizmet-i Kur’aniyede sebat ve metaneti versin, âmîn.”[5]
 
Selam ve dua ile..

Muhammed Numan ÖZEL

[1] Asar-ı Bediiyye (116)
[2] Barla Lahikası (194)
[3] Lem’alar (72)
[4] Kastamonu Lahikası (149)
[5] Barla Lahikası (330)
www.NurNet.org

Bediüzzaman ve Risale-i Nur Hakkında Yazmak ve Bediüzzaman’dan Ders Almak

Bediüzzaman ve Risale-i Nur Hakkında Yazmak ve Bediüzzaman’dan Ders Almak

Bediüzzaman ve Risale-i Nur Külliyatı ile alâkalı veya onun fikriyatı ve hatt-ı hareketi hakkında herhangi bir şey yazmak kolay olmadığının farkındayım.

Çünkü bir çok okuru, muhibbanı ve müntesibi ve münekkidi olan bir isim Bediüzzaman. Resmi tarih tarafından bir çok bilgi belge ya sümen altı edilmiş veya imha.

Çarpıtılmış bir yorum veya yazı veya iddia ortaya atıldığında buna cevap verecek her yerde, her şehirde ve meslekte ‘talebe-kardeş-dost’ sıfatlarına haiz, ehl-i tahkik bir okuyucu kitlesi mevcut.

Evet, Bediüzzaman hakkında yazılmış epey biyografi ve kitap var. Ancak daha kronolojik ve tarihî hadiseleri de nazara alarak bilinenlerden hareket ederek saklı ve sırlı kalan noktalara temas edecek bir çalışma ortada tam manasıyla bulunmamaktadır. Resmi tarihin hemen her günü zapturapt altındayken Bediüzzaman gibi bir dâhiyi adeta yok sayarak hareket etmesi de bazı parmaklar tarafından Bediüzzaman’ın tanıtılmak istenmemesi adeta hiç tarih sahnesine çıkmamış gibi gösterme gayretidir diye düşünmekteyim.

Abdulkadir Badıllı, Ahmet Akgündüz, Necmeddin Şahiner ve Ömer Özcan gibi ağabeylerimizin tahkikli olarak Tarihçe-i Hayat ve Risale-i Nur üzerine olan çalışmaları bu sahada en kapsamlı çalışmalardır. Neredeyse Anadolu’yu adım adım dolaşarak vücuda getirilen “Ağabeyler Anlatıyor” serisi ise en güncel çalışma olarak müdakkik nur talebelerini beklemektedir. Tabi tadat ettiğim eserler benim mesmuatıma göredir, bilmemem yoktur manasına da gelmemektedir.

Mesela, 31 Mart Hadisesi, İstanbul Hayatı, Esaret Günleri, Talebelik Yılları… Şu an için resmi tarihçe gün yüzüne çıkmayan ve hakkında da çok fazla malumat olmayan dönemlerdir.

Risale-i Nur sahasında da Hizmet Düsturları ve Risalelerin hayata tatbikinin ders verilmesi de gayet mühimdir. Nasıl ki, din camiye mahsustur anlayışını reddediyorsam, Risale-i Nur’un da sadece kıraat edilecek mübarek bir evrad kitabı anlayışını da reddediyorum.

Risale-i Nur bu zamanda bizlere dinin yaşanabilirliğini, iman ve İslam hakikatlerini tevhid ve istikametten sapmadan/saptırmadan bizlere ders vermektedir.

Bakın nur talebelerine almış oldukları nur dersleriyle içtimai hayatın her sahasında bulunup kendilerini muhafaza ederek çevrelerine elden geldiği kadar bu nurları anlatmaktalar.

Hülasa, Bediüzzaman ve Risaleleri hakkında yazmak kolay değildir. Ama nur risalelerinden istifade etmek kolaydır. Çünkü her an üstad Bediüzzaman Hazretlerinden ders alınabilir.

Bunun usulünü ve yolunu gelin Risale-i Nur’dan dinleyelim.

“Sureten görüşmediğimizden merak etmeyiniz. Bizler manen her zaman görüşüyoruz. Benim ehemmiyetsiz şahsıma bedel, Nurdan elinize geçen hangi risaleyi okusanız veya dinleseniz, benim âdi şahsım yerine Kur’anın bir hâdimi haysiyetiyle beni o risale içerisinde görüp sohbet edersiniz. Zâten ben de sizinle bütün dualarımda ve yazılarınızda ve alâkanızda hayalimde görüşüyorum ve bir dairede beraber bulunmamızdan her vakit görüşüyoruz gibidir.” (Şualar (489)

“Benim ile hakikat meşrebinde sohbet etmek ve görüşmek isteyen adam, hangi risaleyi açsa; benim ile değil, hâdim-i Kur’an olan üstadıyla görüşür ve hakaik-i imaniyeden zevkle bir ders alabilir.” (Tarihçe-i Hayat (285)

“Risale-i Nur’u okumak, on defa benimle görüşmekten daha kârlıdır. Zâten benimle görüşmek; âhiret, iman, Kur’an hesabınadır. Dünya ile alâkamı kestiğim için, dünya hesabına görüşmek manasızdır. Âhiret, iman, Kur’an için ise; Risale-i Nur daha bana ihtiyaç bırakmamış. Hattâ hizmetimdeki has kardeşlerimle de zaruret olmadan görüşemiyorum. Yalnız bazı Risale-i Nur’un fütuhatına ve neşriyatına ait bazı hizmetler için bazı zâtlarla görüşmek isterim. Ne vakit bu noktalar için görüşmek istesem o zaman görüşmek caiz olabilir ve bana sıkıntı vermez.

Bu noktayı bilmeyen ziyarete gelenlere haber veriyorum ki; birkaç senedir ceridelerle ilân etmişim ki, benimle görüşmek isteyenleri hususan uzak yerden gelerek görüşmeden gidenleri, hususî dualarıma dâhil ediyorum. Her sabah da dua ediyorum. Onun için de gücenmesinler…” (Tarihçe-i Hayat (703)

“(Benimle görüşen veya görüşmek arzu eden dostlara bir düsturdur ki, uzakta bulunan bir kısım kardeşlere yazılmıştır.)

Benimle görüşmek arzunuzu hissettim. Kardeşlerim, benimle görüşmek iki cihetle olur.

Ya dünya cihetiyle, yani hayat-ı içtimaiye-i insaniye itibariyledir. Şu cihetteki kapıyı kapamışım.

Veya hayat-ı uhreviye ve hayat-ı maneviye cihetiyledir.

O da iki vecihledir.

Biri: Şahsıma haddimden fazla hüsn-ü zan edip, şahsımdan bir istifade-i maneviyeyi niyet etmektir.

Şu vechi de kabul etmem. Çünkü ben Kur’an-ı Hakîm’in sırf bir hizmetkârıyım, o mukaddes dükkânın bir dellâlıyım. Şahsî dükkânımdaki perişan, ehemmiyetsiz şeyleri satışa çıkarmayacağım ve çıkarmak istemiyorum. Çünkü Kur’an-ı Hakîm’in kudsî elmaslarının kıymetlerine şübhe îras etmemek için, perişan ve şahsî dükkânımda bulunan kırık cam parçalarını satsam; hakikî sarraf olmayan müşteriler, dellâllık vaktinde elimde gördükleri elmaslara da şişe nazarıyla bakabilirler, zihinlerine bir iltibas, bir şübhe gelir. Onun için şahsî dükkânımı kat’iyyen kapamışım. Bana o mukaddes dükkânın hizmetkârlığı yeter. Müflis bir hizmetkâr olsam, daha hoşuma gidiyor.

İkinci vecih şudur ki: Kur’an hesabıyla ve dellâllığı ve hâdimliği noktasında benimle görüşmektir. Şu vecihte gelenleri alerre’si vel’ayn kabul ediyorum. Fakat bu görüşmek için şark ve garb mâni olmaz. Belki yerin üstü ve altı dahi birdir. Sureten görüşmeye o kadar lüzum yok.

Şu münasebetin de ve manevî görüşmenin de üç meyvesi var:

Birincisi: Dellâllık ettiğim mukaddes dükkânın mücevheratını benden almaktır. İşte o dükkândan şimdilik oniki küçük cevherleri size gönderdim.

İkinci meyvesi: Beş farz namazını kılan ve yedi kebairi terk eden zâtları şu manevî münasebet ve görüşmek neticesi olarak âhiret kardeşliğine kabul ediyorum. Ben her sabah manevî kazancım ne ise, o âhiret kardeşlerimin sahife-i a’maline geçmek için Cenab-ı Hakk’ın dergâhına niyaz edip hediye ediyorum. Onlar dahi beni manevî hayratlarına ve dualarına hissedar etmelidirler. Tâ hisselerini kazancımızdan alsınlar.

Üçüncü meyvesi: Onları yanımda -ya hakikaten veya hayalen- hazır edip beraber dergâh-ı İlahîye el açıp dua ederek ve Kur’anın hizmetine dair el-ele, kalb-kalbe verip gayet ciddî bir surette rabt-ı kalb etmektir. İşte kardeşlerim size şu üç meyve şimdiden hâsıldır. (Said Nursî (Barla Lahikası (270)

* * *

“Risale-i Nur’un esas mesleği hakikî ihlas olmak cihetiyle şimdiki tezahür, sohbet etmek, fazla hürmet etmek; bu enaniyet zamanında bir nefisperestlik, riyakârlık, tasannu’ alâmeti olmak cihetiyle ona şiddetle dokunuyor. Çünki der: “Benimle görüşmek isteyen, eğer âhiret için, Risale-i Nur için ise; Risale-i Nur bana kat’iyyen ihtiyaç bırakmamış.

Milyonlar nüshası her birisi on Said kadar faide veriyor. Eğer dünya cihetiyle ve dünyaya ait işler için görüşmek ise: O, dünyayı şiddetle terkettiği için, dünyaya dair şeyleri malayani, vakti zayi’ etmek olduğu için cidden sıkılır.

Eğer Risale-i Nur’un hizmetine, intişarına ait olsa; bana hizmet eden hakikî fedakâr talebelerim ve manevî evlâdlarım ve kardeşlerim benim bedelime görüşmeleri kâfi, bana hiç ihtiyaç yok. Uzun yerlerden uzak memleketlerden gelenlerle beraber başka kardeşlerimizin de hatırları kırılmasın. Çünki, on seneden beridir her sabah okuduğu ve başkaları onu tevkil ettiği evrad okumasında sevabı bağışladığı vakit der ki:

“Ya Rabbi! Benimle görüşmek için gelip görüşmeden dönenlerin defter-i a’maline de yazılsın.” diye ruhlarına hediye ediyor. Üstadımızın bu halini kardeşlerimize beyan ediyoruz.” (Emirdağ Lahikası-2 (214)

Selam ve dua ile..

Muhammed Numan ÖZEL

Kaynak: RisaleHaber

NURLAR ŞİİRİ

NURLAR ŞİİRİ

Nurları aldım elime,
Hakikat oldu ayan.
Okudum kelime kelime,
Dedim ne güzel bir beyan. 

Nurlar ile biz, cihad ederiz.
Fethedip kalpleri, ferah ederiz.
Nurları okur, rahat ederiz.
Niza’ değil ikna ederiz.

Nur-u Kur’ân elimizde,
Özümüzde, sözümüzde.
Tefsir-i Kur’ân’dır bu,
Risale-i Nur gönlümüzde.

Aldım elime Sözler’i.
Hep hakikat özleri.
Besmele ile başlayıp,
İhya etti bizleri.

Aldım elime Kastamonu.
Baktım içi hep dopdolu.
Her mektup ayrı feyiz,
Ayrı bir nurla dolu.

Aldım elime Şualar’ı,
Serâser Nur Deryaları.
Savunmayı öğrendim,
Okumakla müdafaları.

Aldım elime Barla.
Şerefyâb etti Hak Teâlâ.
Mütalaa ve talim ile,
Çeşme-i Nur gibi çağla.

Aldım elime Mektubat’ı.
Okudum sual cevapları.
Kalbimi ve nefsimi,
İkna ediyor izahları.

Aldım elime Emirdağ’ı.
Gördüm çalkantılı zamanı.
Üstâd vermiş talebelerine,
İz’an ile mizanı.

Aldım ele Lem’alar’ı.
Hak affede biz kulları.
Kıssa-i Yunus ve Eyyub ile,
Sardı Nurlar yaralarımı.

Aldım elime Tarihçe-i Hayat’ı.
Tanıdım Üstâd-ı Hayatı.
Asrın vekilini ve hizmetini,
Ders verdi bana hayatı.

Aldım elime Sikke’yi.
Gördüm dest-i gaybî’yi.
Tevafuklu kerametlerle,
Etti bu davaya tasdiki.

Aldım elime Mesnevi-i Nuriye.
Nurları derc etmiş i’lemler ile.
Gel ey kardeşim sen de,
Nur fidanlığını görmeye.

Aldım elime İşârâtü’l-İ’caz’ı.
Tefrik ettim îcaz ile i’cazı.
At üstünde yazmış Aziz Üstâd’ım,
Gördüm Kur’ân’daki ince i̇’cazı.

Aldım elime Asâ-yı Mûsa.
Fışkırır ab-ı hayat nereye vursa,
Kemâl-i imanı kazanır,
Bu Nurlar’ı anlarsa.

Aldım elime İman ve Küfür Müvazeneleri.
Hidayet ve dalâlet mukayeseleri.
İmandaki cennet çekirdeğini,
İspat ediyor Kur’ânî hakikatleri.

Aldım ele Muhâkemat’ı.
Eski Said’in mülahazâtı.
Nebeân etmiş akabinde,
Nur-efşan Risalâtı.

Abdulkadir Çelebioğlu