Etiket arşivi: bekir berk

Avukat Bekir Berk’le alakalı bir sual

Hatıralarda ve cemaat içinde nakledilen beyanlarda Avukat Bekir BERK Ağabeyin ismi çok geçmekte olmasına rağmen,

Üstad’dan kendisi hakkında bir beyan var mı? Şayet yoksa Üstadımızın böyle bir şahsiyete karşı ketum kalmasının hikmeti ne olabilir?

1926 OR­DU do­ğum­lu olan Av. Be­kir Berk Ağa­bey, 1951’de İs­tan­bul Hu­kuk Fa­kül­te­si’ni bi­tir­di. 1973 se­ne­si­ne ka­dar İs­tan­bul Ba­ro­su’na ka­yıt­lı ola­rak avu­kat­lık yap­tı. 1958’de Is­par­ta mil­let­ve­ki­li Dr. Tah­sin To­la’nın tek­li­fiy­le ilk de­fa bir Nur da­va­sı­nın ve­kâ­le­ti­ni al­dı. Hem de “Zü­be­yir, Sun­gur, Ta­hi­ri, Bay­ram, Cey­lan…” gi­bi 12 ağa­be­yin maz­nun ol­du­ğu An­ka­ra da­va­sını…

Daha son­ra­la­rı Üs­tad Haz­ret­le­ri­ni zi­ya­ret eden Be­kir Ağa­bey, Üs­tad’dan bü­yük il­ti­fat­lar gör­dü.

O gün­den son­ra, Be­kir Ağa­bey dün­ya­da eşi ben­ze­ri gö­rül­me­yen re­kor­la­ra im­za at­tı, meş­hur “163. mad­de”nin tam bir uz­ma­nı ol­muş, bin­ler­ce Nur da­va­sın­da bin­ler­ce maz­lu­mun im­da­dı­na ye­tiş­miş­ti. He­men hep­sin­de de be­ra­at­lar al­dı. Be­kir Ağa­bey gir­di­ği da­va­lar­dan kat’iyen mad­dî bir men­fa­at gör­me­di.

“Bel­ki sus­tu­ru­ruz” di­ye, meş­hur “1971 İz­mir Sı­kıy­ö­ne­tim Mah­ke­me­si”nde onu da tu­tukla­mış­lar­dı. Fa­kat ya­nıl­mış­lar­dı… O sus­ma­dı, bi­lâ­kis mah­ke­me­nin sey­ri­ni de­ğiş­tir­di. Ora­da da be­ra­at al­dı.

Ka­de­rin sev­kiy­le 1974 yı­lın­dan iti­ba­ren “Cid­de Rad­yo­su”n­da pro­gram­cı ve spi­ker ola­rak hiz­met et­ti. 1989 yı­lın­da yaş had­din­den emek­li ol­du. 14 Ha­zi­ran 1992’de ter­his tez­kere­si­ni alıp ebe­dî âle­me in­ti­kal et­ti. Al­lah rah­met et­sin!

Maz­lum­la­rın ve Ma­sum­la­rın Avu­ka­tı Be­kir Berk

Maz­lum­la­rın ve ma­sum­la­rın avu­ka­tı Be­kir Berk Ağa­bey, An­ka­ra’da kal­dı­ğı­mız ders­hane­ye sık sık ge­li­yor­du. Bu gün­ler­de, onun ça­lış­ma tar­zı­na ve iş di­sip­li­ni­ne ya­ki­nen şa­hit oluyor­duk.

Ken­di­si­ne bir oda tah­sis eder­dik. Sa­at­ler­ce dak­ti­lo­suy­la ça­lış­tı­ğı­nı ha­tır­lı­yo­rum. Er­te­si gün gi­re­ce­ği mah­ke­me­le­re ha­zır­la­nı­yor­du. Çok ti­tiz, çok dü­zen­li ve en kü­çük ay­rın­tı­la­rı bi­le ih­mal et­me­den ha­zır­la­nı­yor­du.

Ka­tıl­dı­ğı mah­ke­me­le­re te­miz kı­ya­fet­ler­le din­le­yi­ci ola­rak bi­zim de iş­ti­rak et­me­mi­zi ister­di; biz de ka­tı­lır­dık… Sa­de­ce “Al­lah’ı ve iman ha­ki­kat­le­ri”ni an­la­tan “Nur Ri­sa­le­le­ri”ni oku­duk­la­rı için hap­se atı­lan, cep­le­rin­de ça­kı bi­le ta­şı­ma­yan, asa­yi­şi bo­zu­cu hiç­bir ey­lem­le­ri ol­ma­yan, saf, ma­sum ve va­tan­la­rı­nı çok se­ven bu in­san­la­rı mah­ke­me­le­rin so­ğuk ve so­luk salon­la­rın­da gö­rün­ce çok üzü­lür ve ses­siz­ce ağ­lar­dık.

Fa­kat! Bu sa­hip­siz, hâ­mi­siz gi­bi gö­rü­nen ve bu ka­sa­vet­li mah­ke­me sa­lon­la­rı­na ge­ti­ri­len ga­rip in­san­la­rın ya­nın­da bir­den cüb­be­li bir zat be­li­ri­ve­rir; ra­hat ve ne­ti­ce­den emin ha­re­ket­ler­le çan­ta­sı­nı açar, dos­ya, bel­ge ve do­kü­man­la­rı­nı ma­sa­sı­na yer­leş­ti­rir; san­ki ken­di evin­dey­miş de mah­ke­me he­ye­ti mi­sa­fir­miş gi­bi sa­lo­na bir­den hâ­kim olu­ve­rir; müt­hiş bir vu­ku­fi­yet, bil­gi ve hi­ta­bet ile ka­sa­ve­ti tam ter­si­ne çe­vi­ri­ve­rir­di…

Ço­ğu za­man yu­mu­şak bir dil­le, öğ­re­ti­ci-eği­ti­ci bir tarzda, Ri­sa­le-i Nur­la­rın mak­sat ve ma­hi­ye­ti­ni açık­lar ma­hi­yet­te, ba­zen de eğer sav­cı za­lim­ce it­ham­lar­da bu­lu­nu­yor­sa ye­ri gö­ğü in­le­te­rek, şid­det­li ve hid­det­li ih­tar­lar ya­pa­rak sa­vun­ma­sı­nı ya­par­dı. Biz­ler de bu se­fer se­vinçten ağ­lar­dık… Mah­ke­me­yi daha mu­nis gör­me­ye baş­lar­dık, ra­hat­lar­dık. Böy­le bir ağa­be­yi­miz bu­lun­du­ğun­dan do­la­yı if­ti­har eder, san­ki ken­di­miz sa­vun­ma yap­mı­şız gi­bi me­s’ud olur­duk…

Mah­ke­me­ye Mut­la­ka Ye­ti­şi­yor­du

Be­kir Ağa­bey bu şe­kil­de yüz­ler­ce bin­ler­ce mah­ke­me­ye ye­ti­şi­yor­du. Ta­bir caiz­se ef­sa­ne­vî bir avu­kat­tı. Her tür­lü zah­met ve zor­luk­la­ra rağ­men Tür­ki­ye’nin her ye­ri­ne, her Nur da­va­sı­na ye­ti­şi­yor­du. Kar yağ­dı­ğın­da kı­zak­la, yol ka­pan­dı­ğın­da eşek­le, bi­sik­let­le git­ti­ği­ni du­yu­yor­duk. Ama son an­da, ne­fes ne­fe­se bi­le ol­sa mah­ke­me sa­lon­la­rın­da be­li­ri­ve­ri­yor, Al­lah’ın lüt­fuy­la mu­hak­kak da­va­ya ye­ti­şi­yor­du. 60’lı ve 70’li yıl­lar­da o ka­dar çok Nur da­va­sı açı­lı­yor­du ki, Bekir Ağa­bey ba­zen sa­at far­kıy­la bi­rin­den öbü­rü­ne ye­ti­şi­yor­du…

Mü­da­fa­a­la­rı­nı, hiç ta­viz verme­den, “Oku­mu­yo­ruz, oku­ma­ya­ca­ğız” de­me­den, de­dirt­me­den, bi­lâ­kis “Âhi­ret ha­ya­tı­mı­zı kurta­ran Nur Ri­sa­le­le­ri­ni oku­yo­ruz ve oku­ya­ca­ğız” di­ye sa­vu­na­rak hep be­ra­at­lar alı­yor­du. Binler­ce ke­re be­ra­at al­dı. Âde­ta Üs­tad’ımı­zın “Se­ni ba­na Al­lah gön­der­di!” il­ti­fa­tı­na maz­har oluyor­du.(1)

Bekir Berk Ağabeyle ilgili herhangi bir ağabeyimizin menfi manada bahsettiğine bu kadar yıllık hizmet hayatımızda şahit olmadık. Bekir Ağabeyin ismi herhangi bir mecliste veya sohbette geçtiğinde, kadim ağabeylerin hepsi muhabbetle ve güzellikle yad ederlerdi. Bu noktadan isminin ağabeylerin hatıralarında geçtiği halde risalelerde geçmemesinin bazı hikmetleri olabilir. Şöyle ki;

1. Risaleler bu haliyle 1956 yılında tamamlanmış olmasına rağmen, Bekir Ağabey, 1958 yılında hizmetlerle tanışmıştır.

2. Üstadımızın vefat yıllarına yakın tanıştığı için fazla birliktelik veya yazışma olmamıştır.

3. İsmi Risalelerde geçmemesine rağmen, hatıralarda hemen hemen bütün kadim ağabeylerin ifadelerinde yer almış bir kahramandır.

4. Üstadımızın -Risalede geçmediği halde- “Se­ni ba­na Al­lah gön­der­di!” il­ti­fa­tı­na maz­har oluyor­du. Ki bu iltifat ve hitap herkese yapılmamıştır.

Durum ve hâl böyleyken Bekir Berk Ağabeyin isminin Risalelerde geçmemesinin arkasında farklı manalar ve mülahazalar aramak, iyi niyetle bağdaşmaz.

(1) bk. Ömer ÖZCAN, Ağabeyler Anlatıyor-I, BEKİR BERK (AVUKAT).

Selam ve dua ile…
Sorularla Risale Editörü

Bir büyük karakter: Bekir Berk

Bediüzzaman’ın etrafında davasının oluşum döneminde büyük karakterler yer almış.

Karakter diyorum, çünkü karakterler kimsenin yapmadığını, hatta anlayamadığı şeyi yapan, beklenmedik özellikleri olan, sabırlı inadına inatçı, dirençli, sıradan insanların iptilalarına sahip olmayan kişilerdir.

Mesela Allah Resulünün etrafında yer alanlar hep karakterlerdir. Bedirdeki üç yüz kişi karakterdir, hiçbir dünyevi beklentisi olmadan, küfrün azameti karşısında canlarını hiçe sayarak Allah Resulünün etrafında yer almışlar.

ALLAH TARAFINDAN HİMAYE EDİLENLER

Eğer bir beklentinin arkasından gidiyorsanız, hareketleriniz bir beklentinin çirkin bir beklentinin ipuçlarını veriyorsa sizden karakter olmaz, siz ancak sıradan bir tip olabilirsiniz. Etrafınızda hep tipler, menfaat beklentileri için bekleyenler varsa siz onların arasında enayi diye itilir kakılırsınız, çünkü tipler karakterleri kaldıramaz ve ezerler, tarih bunu böyle göstermiş.

Menderes bir karakterdi, ama saf bir karakter, bu yüzden darağacına gitti.

Bediüzzaman hiç örneği olmayan bir karakterdi eğer Allah’ın özel korumasında olmasaydı , bu kurtlar sofrası olan hayatın içinde gidemezdi, ama hayatındaki bütün tıkanma noktalarını ilahi bir ferasetle açan , büyük tıkanmalarda ise Allah tarafından sigortalı muamelesi gören insandı.

Küfür ile iman davasında

Allah kendi davası için davanın kopma noktalarında yukardan müdahale etmese dünyada imanın başarısı imkânsızdır.

Peygamberimize sabotaj düzenleyeceklerini Cebrail söyler ve Allah resulü anında müdahale eder ve onları yakalatır. Böyle onlarca olay var.

Allah resulünün dayanacağı olaylarda ise müdahale etmez, bir nevi “Resulüm sen onlara dayanabilirsin” der. Sırtına ölü hayvan cesedini koyarlarken müdahale etmez, ama secdede iken bir büyük taşı başına vurmaya kalkınca Allah o haine peygamberi göstermez. Nasıl dengeli bir koruma.

Bekir Berk de Üstadı gibi büyük bir korumadaydı, çünkü onun avukatlığı sayesinde hukuk denen guguk kuşlarının şarkısı velveleye döner onu bastırırdı. Kutlular, onun için “biz böyle bir adamı yetiştiremezdik Allah yetiştirdi ve gönderdi” der. Bediüzzaman ona çok özel bir ilgi gösterir. Bütün servetinin Bediüzzaman’ın kendisine verdiği vekâlet belgeleri olduğunu söyleyen, her zaman hassas ama kimsenin varamadığı derecede bir büyük adamdı. Vahdet Ağabey onunla çok seyahatlerde bulunmuş, onun de kendini sevdiği bir büyük insandı. Onunla bir iki davanın arifesinde görüşmüştük, Vahdet ağabeyinin sürdüğü arabanın arkasında oturur ve sürekli omuzuna “ulen vahdet” diye sataşır şaka ederdi. Vahdet abi ise “hep buyur ağabey “ diye mukabele ederdi. Hayatı boyuna korumada olduğunu gösteren büyük olaylar dinlemiştim, bir keresinde bir yol yapımında dinamit patlatılan yerdedirler, eğer patlamayı bekleseler mahkeme kalacak, o kıl payı patlamadan kurtulur ve öteye geçer.

ADAM GİBİ BİR ADAM

Diyarbakır’da Ali Köprücü unun o bölgelerdeki gezilerini mahkemelerini finanse eden adamdır. İstanbul’dan bir dostu ile selam gönderir Bekir Bey ona ve der ki “ orada adam gibi bir adam var köprücü ona selam” söyle. Adam sorar abi ne demek “ adam gibi adam, o da sen ona sor söyler sana” Köprücü bilinmez bir büyük adamdı, her şeye Bediüzzaman’ın gözüyle bakan saf ve fedakâr bir insandı. Kimse onun kadar Bediüzzaman’a saygı ile bağlı olabilir mi idi?

Adam ona sorar o da sadece başını sallar cevap vermez. Çok büyük zengin bütün servetini Bediüzzaman’ın davasına harcamış ömrünü de harcamış kalelerin yanında küçük tepeler olduğu bir insandı.

Benim izahlarımı dinlerken mutlu olur dersin sonunda illa söz ister heyecanını gösterirdi.

Bekir Berk bini aşkın davanın savunucusu bir büyük avukat.

Bayburt’ta öğrencilik yıllarımda küçük kutu gibi bir dershanede risale okuyoruz, iki ayda iki defa külliyatı okuduk. Kimin kolunu tuttuksa Bediüzzaman’ın mıknatısiyeti onu bu tarafa çekti.

O sırada Gümüşhane’de öğretmen okulunda bir öğrenci risale yakalatmış, onun mahkemesine geldi Bekir Abi. Dershaneye geldi, onun âdeti gittiği yerde muhakkak o üniversal yere, mekâna uğrar.

Birlikte bir arabada Gümüşhane’ye mahkemeye gittik. Birlikte Çoruh’un kıyısında fotoğraf çektirdik. Daha sonra Bursa müftülüğü yapan Zeki Hoca orada imamdı. Daha kimler yoktu ki,Vahdet Abi de oradaydı.

Daha sonra Mehmet Akay Abi Erzurum ‘da Mareşal Hastanesinde sürgün doktorken Bekir Abi bazı vesilelerle civardaki vilayetlerdeki mahkemeler için Erzurum’a geldiğinde bizim ilk dershanelerimizden Taş mağazalardaki bir eve gelmişti.

Allah onu işine göre heybetli bir adam olarak yaratmıştı. O nasıl ses tonu, onunla mahkemelerde adeta muterizlerin fikirleri boğazında kalırdı. Çok insan, hâkimler onu dinlemek için büyük saygı gösterirdi. Fırtına, velvele gibi bir adam! Ne gariptir ki büyüklüğün yanında çukur olan bu büyük adam da İlahi bir tecelli ile ömrünün son demlerini Resul-i Kibriya’ya mücavir olarak geçirdi.

Bekir Berk ve Mahkemeleri Bedir, Uhut gibi büyük savaşlara benziyordu, çünkü “ ahir zamanda harpler harflerle olacak “ demiş Allah Resulü.

Bugün yeni Bekir Berk’ler gerekir mi, evet gerekir, kalplerde akıllarda sıkışmış genişlemeyen iman çekirdeklerini savunan büyük akıllar lazım değil mi, evet lazım. Ama büyük adamlar büyük olaylar ve büyük fırtınalarla oluyor.

Bekir Berk tek başına bir davayı savunarak onu toprak altından yeryüzüne çıkardı, onun savunmaları sayesinde jurnalciler ve onların kiralık savunucuları bezdiler, o görevini yaptı ve gitti. Yaptığı iş bir büyük karakterin gayreti idi, başka türlü olamaz.

Onun filmi çekilse ne kadar harika olur, gayret ey ehli himmet ve ehli sanat.

Prof. Dr. Himmet Uç

Av. Bekir Berk’in sırrı inancıydı

Vefat yıldönümünde Avukat Bekir Berk

Gördüğüm ilk büyük şehir (tabii çocuk dünyamın ölçülerine göre büyüktü) Samsun’dur. Babamın çalıştığı “taka” ile gitmiştim. Babamla birlikte makine dairesine iner, saatlerce onu izlerdim. Bu bir nevi hasret gidermekti: Diyebilirim ki babamı bu sefer sayesinde daha yakından tanıma fırsatı buldum. Haşin görünüşünün içinde yumuşacık bir kalb saklıyordu. Fakat deniz tuttu beni, yolculuğun tadına pek varamadım.

İlk kez büyücek bir şehir görüyordum. Ne Pazar’a (bizim ilçe), ne Rize’ye (ilimiz) benziyordu. Caddeler araba karmaşasıydı. Çok şaşırmıştım.

Ben ki, ayda-yılda bir kamyon geçecek de göreceğim diye, saatlerce Kvacoli (Lazca bir yer ismi) yolunda bekleyen nesle mensubum; arabaların vızır vızır (şimdi düşünüyorum da o kadar da vızır vızır değilmiş) geçmesi karşısında şoke olmuştum.

Hele gece bastırıp etraf ışıl ışıl olunca, şaşkınlığım büsbütün katlandı. Gözlerimi sokak lambalarından alamadım. İskele babasına oturup saatlerce izledim. Babam gelip almasaydı, belki sabaha kadar seyredecektim.

İstanbul’u ilk görüşüm ise 1957 başlarına rastlar. İstanbul’a ilk yolculuğum, bizim akrabaların da ortak olduğu “Haydar” isimli bir motorla (Karadeniz’e has bu tür motorlara “çektiri”den bozma olduğunu sandığım “çektirme” denirdi) bir haftada gerçekleşti. Yine deniz tuttu, yine içim dışıma çıktı.

Seyahat boyunca ilkleri yaşadım. Gördüğüm her şey benim açımdan son derece şaşırtıcıydı. Kendimi büyülü bir masalın içinde gibi hissediyordum. Boğaz’dan girişte düştüğüm şaşkınlığı unutamam. Bu nasıl bir kanaldı? Balıkçı teknelerinin, boğaz vapurlarının arasından süzülüp gidiyorduk. İlk kez boğaz vapurunun bana son derece tuhaf gelen düdüğünü duydum. Bakışlarım büyük bir merak içinde bir noktaya yapışıyor, gördüklerimi çözemeden başka bir yere dönüyordu.

Din mazlumlarının avukatı Bekir Berk’le bu gelişimde tanıştım.

Bürosu Çarşıkapı’da Kiğılı Pasajı’nın içindeydi. Başka davalara bakmadığı için dış duvara büyük bir levha asmamış, sadece penceresine küçücük bir tabela koymuştu: “Bekir Berk, Avukat“…

Sinan Omur, Eşref Edip (hicran devrinin gazetecileri, yazarları), Sudi Reşat Saruhan (avukat, sonra milletvekili), Ayhan Songar (Psikiyatrist), Osman Yüksel (Serdengeçti) ve daha pek çok önderi o büroyu ziyaretlerim sırasında tanıdım.

İlk daktilomu rahmetli Avukat Bekir Berk armağan etmişti bana: “S” harfi basmayan bir Remington… Köyüme götürmüş, ilk amatörce yazılarımı o daktiloda yazmıştım. Bir süre sonra da kullanılamaz hale geldi.

Yeni Asya Gazetesi’nde yıllarca birlikte çalıştık. Daha sonra Yeni Nesil Gazetesi’ni kurduk: O sahibi, ben Genel Yayın Yönetmeni idim.

İnandığı gibi yaşamasına, asla pes etmemesine, doğru bildiği yolda ölümüne yürümesine defalarca şahit oldum. Öyle disiplinli çalışıyor ve işini o kadar ciddiye alıyordu ki, hayatında disiplin olmayanlar onu anlayamazdı. Nitekim anlayamadılar: “Uyumsuz” dediler, “sinirli” dediler.

Ben ise çeşitli vesilelerle hep derin şefkatine şahit oldum. Belki biraz sert, ama son derece mertti. Hata etse bile fark eder etmez hatadan dönüyor, tereddütsüz özür diliyor, kırdığı insana sarılıp helâllık istiyordu.

Enerjisine hayran kaldım. İleri derecede kanser olmasına rağmen, yılmamasının, yıkılmamasının sırrını çözdüm: Sırrı inancıydı: Ona tutunup diri kalıyordu.

Korkusuzluğu, pervasızlığı da inancının sağlamlığından geliyordu. Bir temyiz duruşması sırasında öfkelenip “Neyine güveniyorsun Avukat?” diye bağıran Yassıada Savcısı Egesel’e (Menderes’in idam hükmünü veren başsavcı) çantasından hızla çıkardığı kefeni fırlatmış, “Buna güveniyorum” diye bağırmıştı.

Mazlumlar için ölümün bir güvence olduğunu ondan öğrendim.

Vefat yıldönümünde (14 Haziran 1992) onu rahmetle, minnetle anıyor, her gün biraz daha özlüyor, artan bir ihtiyaç içinde arıyorum.

Yavuz Bahadıroğlu / Haber Vaktim

Londra’dan Kâbe’ye Gitti

Ya Rabbi, ben Sana secde etmek istiyorum, ama yapamıyorum. Yoksa beni huzuruna kabul etmiyor musun, diye içinden geçirdi.

Bediüzzaman Hazretleri´nin avukatı Bekir Berk, vefatından önce çok ağır bir hastalığa yakalanmış, 95 kilodan 52 kiloya düşmüştü. Namazlarını güçlükle kılıyordu. O kadar ki, bazen abdest alırken ve namaz kılarken defalarca bayılıyordu.

Ayıldığı zaman ilk sözü, “Namaz vakti geçti mi?” veya “Namaza kaç dakika var?” oluyordu. Hatta namaz vaktini izlemek için sürekli bir masa saati taşıyordu.

Kendisine hizmet eden bir genç, “Niçin bu saati karşısına koyup bakıyor? Zaten sürekli hasta ve belki de son günlerini yaşıyor…” diye içinden geçirmişti.

Az sonra gür bir sesle o gence şunları söyledi:

– Bak kardeşim, namaz çok önemlidir. Ben bu saatle namaz vakitlerini takip ediyorum.

Londra’da tedavi gördüğü yıl ilginç bir hadise yaşamıştı. Namaza durmuş ve iki rekâtını güçlükle kılmıştı. Üçüncü rekâtın secdesine giderken, ne kadar uğraştıysa başaramamış, takati kesilmişti.

Bu duruma çok üzülerek:

– Ya Rabbi, ben Sana secde etmek istiyorum, ama yapamıyorum. Yoksa beni huzuruna kabul etmiyor musun, diye içinden geçirdi.

Bunun üzerine Allah’ın inayetiyle, alnının Kâbe’deki soğuk mermerlere değdiğini, oraya secde ettiğini gördü. Bu şekilde namazın iki rekâtını Londra’da, iki rekâtını Mekke’de eda etti.

Böylece Cenab-ı Hak, onu Kâbe’ye getirerek huzuruna kabul ettiğini göstermişti…

KAYNAK : Namazı yaşayanlar – Said Demirtaş

Hayatını Davasına Adayan Adam!

‘Sır kapı’lık olaylar dizisi diye tarif edilen avukat Bekir Berk‘in yaşadığı yüzlerce olaydan birkaç özet arz ediyoruz ki, bu hizmet insanının fedakarlığı nerelere kadar varmış daha net anlayalım :

Balıkesir’in Dursunbey’indeki bir davaya trenle gitmektedir. Ne var ki yavaşlayan tren istasyonda inmeye fırsat vermeden tekrar hızlanır. Bekir Bey’i tutmak mümkün değildir.

“Ben davam için varım, davama giremeyeceksem hayatın ne değeri vardır!” diyerek önce çantasını fırlatır yere, arkasından kendini atar aşağıya. Düştüğü yerden sağ salim kalkar. Toz toprağını silerek mahkemeye nefes nefese erişir. Hapisteki mazlumları kurtarır, okudukları Risale-i Nurların iadesini sağlar. Ancak onu mutlu eden düştüğü yerden bir yeri kırılmadan kalkması değil, davasına erişerek mazlumları kurtarıp Risale-i Nurların iadesini almasıdır.

Bekir Bey için durmak yoktur. Yeni bir dava için yine bir arabada dağ yolunda ilerlemektedir. Trafik polisi önlerine dikilir : “Yolda dinamit patlatılacaktır, bekleyin, birkaç dakika sonra geçin!” Bekir Bey saatine bakar. Polisin başka tarafa bakması üzerine şoförüne ısrar eder : “Gaza bas kardeşim, vakit yok. Dağdan kopan taşlar üzerimize düşerse dava yolunda şehit oluruz, düşmeden geçersek davaya yetişiriz. Her iki halde de biz kazanırız…

Namludan çıkan kurşun gibi ansızın fırlayan araba, dinamitin kopardığı havada uçuşan kayaların altından geçer, toz toprak içinde mahkemeye erişirler. Kitaplar iade edilir, okuyanlar da serbest bırakılır. Onu mutlu eden ise kayaların altından geçerek kurtulmak değil, kitapların iadesini sağlayarak, okuyanların tahliyesini temin etmektir.

Yine yoldadır Bekir Bey. Ama bu sefer doğunun en şiddetli bir kış günü akşamı geç vakit rastladığı bir tankerin şoför mahallinde. Adilcevaz’a sabaha mahkemeye erişecektir. Bu defa yanına iki arkadaşı da biner ki, yolda bir tehlikeyle karşılaşmak mukadder gibi görünmektedir. Nitekim sabaha karşı tanker kara saplanır. Şoför mahallinde dondurucu soğukta beklemeye mecbur kalırlar. Bekir Bey’le arkadaşı Nazım Gökçek birbirine sarılarak donma belirtisi gösterirler. Arkadaşları Hakkı Bozkurt, sabaha kadar ikisini de tokatlayarak uyumalarını, yani donmalarını önler. Sabah tankerden boyunu aşan karın içine atlayarak Adilcevaz’a ulaşır, yol açma makinesiyle gelip kendilerini alır. Bekir Bey’i mutlu eden donmaktan kurtulmak değil, kitapların iadesini alıp mahkumların beraatını sağlamaktır.

Evet, yaşanmış tam bir sır kapısı dizisidir “hayatını davasına adayan adam!”.

saidnur.com