Etiket arşivi: bismillah

Biz dahi başta onunla mı başlarız?

“Bismillah her hayrın başıdır.”

Bu cümle Risale-i Nur’un omurga ifadesidir. Felsefi tabirle ‘tractatus’udur. Eksen cümledir. Nüve fikirdir. Öyle ki, Risale-i Nur’un binlerce cümlesini bu sözün ipine dizebiliriz ve Risale-i Nur’un her cümlesine buradan hareketle varabiliriz. Hakikatin her cümlesi bu omurga cümleye bağlanır ve hakikat buradan hareket alır.

Google’a “‘Bismillah her hayrın başıdır’ ne demek?” diye yazarsanız, şöyle bir cevap düşer önünüze: 

“… hayır olmayan şeylere başlarken “besmele” çekilemez. Mesela, bir hırsız yaptığı soyguna “besmele” ile başlayamaz. O halde, insan öyle işler yapmalıdır ki onlara “besmele” ile başlayabilsin; bunlar da ancak hayırlı işlerdir.”

Bu tür bir açıklama yanlış değil ama işi zahirinde bırakıyor, yüzüne hapsediyor.  Gerçeği yüzünden ibaret sanırsak, gerçeğin kalbine giden yol kapanır, özüne varan yürüyüş biter. Risale-i Nur’un kronolojik olmasa da metodolojik başlangıcı olan bu cümle, zahiren anladığımız gibi olsaydı, müellif bir sonraki cümleyi şöyle kurardı: “Biz dahi başta onunla başlarız.” Neredeyse ezbere biliyoruz ki öyle değil o cümle: “Biz dahi başta ona başlarız…”

Yakın geçmişte malum örgüt, elebaşının 70’li yıllardan beri kursağında sakladığı kültürel ihanet hamlesini, gücü ele geçirdiğini sandığı anda, “Risale-i Nur’u sadeleştirme” başlığı altında Risale-i Nur’u sahteleştirmeye ve gözden düşürmeye kalkarak başlatınca, ilk işim, rengini sarıya açtıkları ‘imitasyon Sözler’in ilk cümlelerine bakmak oldu. Tahmin ettiğim üzere ukala projeciler ‘düzeltmişti’ metni. “Biz de onunla başlarız” diye konuşuyordu güya Said Nursi ‘sarı kitaplar”da. Güya Risale-i Nur anlaşılsın diye çırpınan ama aslında Risale-i Nur’u  miadı geçmiş diye paketleyip kendi ‘büyükleri’ne alan açmaya çalışan bu muhteris ve hasudlar, kaderin cilvesine bakın ki, Risale’nin henüz ikinci cümlesinde savruluyor, niyetlerini ele veriyordu. (Belki de Üstad’ın ne yapmak istediğini çok iyi biliyorlardı da, taklidi tahkike yoğuran bu esaslı metni pasifize etmek istiyorlardı. Tek parti döneminde Mevlana’nın Mesnevi’sine de aynı şey, Abdulbaki Gölpınarlı’nın sadeleştirmesi’ ile yapılmış ve Mesnevi-yi Şerif tüm Kur’ânî telmihlerinden arındırılmıştı.) 

Müceddid diye bildiğimiz Said Nursi’nin “Bismillah her hayrın başıdır” sözünü, hem de henüz ilk temel cümlede, öteden beri bilinen anlamıyla, hep söylenegelmiş imasıyla anlıyorsak, ‘müceddid’den, yani ‘yenileyiciden,‘yeni bir şey’ anlamıyoruz demektir.  Böyle anlıyorsak, yazarı ‘müceddid’ biliyoruz ama yazdığını ‘müceddid’/’yenileyici’ saymıyoruz demektir. Yazdığını yorumlarken yazdığında tecdid bulmayı ümit etmiyoruz demektir. (Kabul edelim ki yine de Üstad zahirin hatırını gözeterek iner derine. Batını anlatırken zahire takılanları incitmeyecek bir şefkatle konuşur.)

Şu cümleleri şuraya mıh gibi çakalım:

Bediüzzaman Said Nursi, Sözler’i zaten bilinenleri tekrarlamak için yazmadı. Risale-i Nur’u öteden beri söylenenleri yinelemek için kaleme almadı. Yeni şeyler söylemekti Said Nursi’nin muradı… Yeni şeyler duyacak muhataplar aradı. “Acele ettik kışta geldik…” derken, gelecek baharın kuşaklarından, belki de bizden, umutlandı.

İşte o Said Nursi, “onunla başlıyoruz” değil de, “ona başlıyoruz” demeyi tercih ederken, ne dediğini bilir. Dalgın değildir. Kafası karışık değildir. Türkçesi kıt değildir. Özensiz yazıyor değildir. Şimdiye kadar söylenenleri tekrarlamakla yetinecek de değildir.

Birinci Söz’den başlayarak, muhatabına şu gerçeği hatırlatır Said Nursi. Dile gelen her ayetin bir varoluş karşılığı vardır.  Kur’ân’ı, kâinat kitabının tercümesi olarak okuyacağımız bir dergâha çağırır bizi. Her hecesinde şu gerçeği belletir: “Kevn”de/varoluşta karşılığı olmayan hiçbir şey söylemez Kur’ân. Varoluşsal temeli olmayan hiçbir şeyi dilimize yerleştirmez, ağzımıza koymaz.

Mesela, ben şimdi buraya şunu yazabilirim: “Ben usta bir terziyim.” İnanın, hiç zorlanmadım yazdım bu cümleyi. Hatta bu cümle makalenin en kolay cümlesi oldu diyebilirim. Ne var ki, bende bu cümlenin varoluşsal karşılığı yok. Terzi değilim. Terzi olmayanın terziyim deme hakkı yoktur.

“Terziyim” cümlesini kevnî karşılığı olmadan ağzıma almama razı olmayan Allah, her defasında dilimde olmasını istediği, ‘vird-i zeban’ diye öğrettiği “Bismillah” cümlesinin kevnî karşılığını bende var etmiş olmalı değil midir? Ben “Allah adına…” demesi gereken bir halde olmayayım! Laf olsun diye “Terziyim” dememi istemeyen,  laf olsun diye “Allah adına başlarım…” dememi ister mi hiç? Nerede o varoluşsal/kevnî karşılık?

Birinci Söz, bizi, tam da, o varoluşsal gerçeğimizle tanıştırır, anlayana eşsiz bir iyilik yapar. “Dünya çölü”ndeki konumumuzu açık eder. Hadsiz acz, nihayetsiz fakr içinde olduğumuzu hatırlatır. Hadsiz düşmana ve sınırsız türden engele karşı elimizden bir iş gelmiyordur. Sınırsız ihtiyaç ve isteklerimize karşılık elimizde de bir şey yoktur. İşte bu varoluşsal gerçeğimizi açıklarken, dilimize “Bismillah” demeyi bir ihtiyaç olarak koyar.

Bu dünya çölünde, kendi başına ‘düşmanlar’ına karşı koyamayan, kendi imkânlarıyla temel ihtiyaçlarını karşılamayan insan başına buyruk yaşamayı mı tercih edecektir? Eğer tercihi bu olursa, kendi gerçeği hakkında aldanır. Birinci Söz’de bu aldanış ‘mağrur’ kelimesiyle kodlanır. Yoksa insan aciz ve fakir olduğu gerçeğini kabullenip Bir Başkası adına hareket etmeyi mi tercih edecek? Eğer tercihi bu olursa, kendisini doğru yere koyar, olması gereken yerde olur. Birinci Söz’de bedevi Arap çöllerinde seyahat eden iki adamdan ikincisini  ‘mutevazı’ diye nitelenmesi bu esasa dayanır. (Bu yüzden “tevazua niyet tevazuu bozar” Tevazu biricik gerçek halimizdir zaten; ayrıca tevazu yapmaya gerek duyan, kendini yanlış yerde görüyor demektir. )

Bir parantez daha açayım izninizle.

(Farkında değilizdir belki ama Said Nursi, vahyi anlama çabasındaki aklımıza iki Kur’ân kavramı ‘gurur’ ve’ tevazu’yu adeta yedirir. O ‘iki adam’dan biri olmaya çağırır bizi. Varoluşsal bir tercihin eşiğine getirir. Bu tercihin eşyaya bakışımızı da belirlediğini ima eder. Taş ve ateşin de hal diliyle ‘başlarına buyruk olmadığı’ dersini ‘aza-yı İbrahim [as] ve Asa-yı Mûsa [as] mucizelerinin şimdi ve buradaki yorumu olarak takdim eder. Artık taşa ve ateşe bakışımız dönüşmelidir. Artık, İbrahim Aleyhisselâm’ın hatırına ateşin serin ve selametli olmasına ve Mûsa Aleyhisselâm’ın asâsıyla taşların yumuşamasına dair algımız ebediyen değişmelidir. Demek ki Birinci Söz dersi, taşa her bakışımızda, ateşin yakıcılığını her tadışımızda yenileniyor, yeni baştan başlıyor. Ateş kendi adına mı yakar? Taş kendi başına mı katıdır? Bakın işte, ‘Allah adına…” başlama bilincinin bizi getirdiği bıçak sırtı çıktı ortaya… Ne sadece “Bismillah” deyince biter sınavımız ne İkinci Söz’e geçince geride kalır Birinci Söz dersimiz.)

Deyişimizin hakkını verecek bir oluş bekler bizden Allah. Tıpkı “terziyim” diyenden “terzi olma”yı beklemesi gibi.

“Bismillah” sadece bir işe başlarken söylenip geçilecek bir lafız değildir. Sadece sevap alalım şevkiyle tekrarlanması mecburi olan bir söz değildir. Kendi gerçeğimizin dillendirilmesidir. Biricik hakikatimizin itirafıdır.  Söylenip geçilmez Bismillah. Geride bırakılamaz; hep önümüzde bekleyen bir sınamadır.

“Bismillah” diyerek kendi varlığımızı Allah’ın gerisinde tutarız. Varlığımızın bize ödünç verildiğini hatırlar ve hatırlatırız. Varoluşumuzun çerçevesini çizer, başına buyruk olmadığımızı seslendiririz. Bismillah, hayat tarzımızın özetidir. Varoluşsal bir ‘oruç tutma’dır. Var olunan her alanda var olma hakkını Allah’a teslim etmektir. Eşya üzerindeki tasarrufumuzun kendi adımıza olmadığına, Allah adına olduğuna dair kavlimizi tazelemektir. Ezelî akdi yenilemektir, yeni vesilelerle yeniden yazmaktır.

Eğer bize “Bismillah”ı demek yetseydi , “Bismillah’la başlardık…” Hayır, Bismillah’a başlarız sadece…

Bütün başlamalarımız Bismillah’ın ifade ettiği, “Allah adına” var kılınan varlık alanına girmek içindir. Aciz ve fakir olan insan, hiçbir işini sonuçlandırma kudretine sahip değildir. İnsan bir iş’te iken, her an’ında yeniden başlar; çünkü an’ı an’a ulama yetkisi yoktur. Bir an’dan bir sonraki an’a Allah’ın izniyle geçebilir. Şu an’da da bir sonraki an’da da Allah adına var olabilir. İki an arasında göç ederken Allah’lıdır, Allah’ladır. Bir an’dan bir sonraki an’a varlığını aktarırken Allah’a tutunur. Kendisi de var edilmektedir, içine geçtiği, içinde kaldığı zaman, mekân ve imkân da var edilmektedir. Sadece Var Edenin var etmesiyle an’larda ve mekânlarda bir bütün olarak var olabilir.

En kritik düğümü açma vakti geldi. “Hayır” kelimesini, Risale-i Nur’da ‘vücud’/’varoluş’la denk anlamda kullanır Said Nursî. Kur’ân’a talebe olanın emin olduğu bir gerçeğin izdüşümüdür bu: “Halk-ı şer şer değil, kesb-i şer şerdir!” Âlemde her ne varsa hayırdır. Çünkü var olan her bir şey var edilmektedir. ‘Şey’ dediklerimiz Var Eden’in dilemesinin, yani ‘şae’sinin göstergesidir. Var Edenin her tercihi ise hayırdır, hayırlıdır. Şer bile görünse bir ‘şey’, o şer halk edenin ‘şae’si, dilemesi olduğu için hayırdır. Şer gözükenin var edilmesi değildir şer olan, insan tarafından tercih edilmesidir.

“Bismillah her hayrın başıdır” cümlesinde ‘hayır’ yerine ‘var’ı koyarsak, şöyle anlamaya başlarız: “Allah adına vardır her var olan. Allah adınadır var olan her şeyin varlık sebebi/başlangıcı…”  O halde biz de var olduğumuz her alanda, Allah adına varız. Her varlık alanındaki çabamıza Allah adına başlarız.

“Bismillah” demek, Bismillah’ın kapı olduğu hayat tarzına dâhil olma niyetinin ifşasıdır.

Bu yüzden “Biz dahi hep baştayız…”, “Biz dahi hep başlamalardayız.” “Biz dahi Bismillah’ın ifade ettiği varoluşa adım atmaktayız.”

“Biz dahi başta ona başlarız.”

 

Senai DEMİRCİ – risalehaber.com

Bismillah nasıl her hayrın başı?

İyilik varoluşsal, kötülük ise eylemseldir.” Markar Esayan, İyi Şeyler’den…

Tezekkür, tefekkürü terketmişse, nihayeti ülfettir. Risale-i Nur’da bazı vecizeler var, tırnaklamayı/söylemeyi çok sevdiğimiz halde, hakikatinin peşinde koşmayı bırakmışız. Meraksızlık, bir nevi ölüm, hayretin ölümü. Merak, hayattan bir cüz, en az hareket etmek kadar emaresi. Gaflet hayretin intiharı. Bunlardan en öne çıkanı, kanaatimce: “Bismillah her hayrın başıdır…” cümlesi. Şiddet-i zuhur her zaman görmek sebebi olmuyor maalesef. Bazı zaman da, tam tersi, körlük sebebi. Gözlüklü gözle gözlük aramak gibi. Aczin iki ucu var: Birisi yapamamak’a bakıyor, diğeri ise kuşatamamak’a. Yapamasan da acizsin, yaparken kuşatamasan da.

“Bismillah her hayrın başıdır.” Acaba öyle midir? Bediüzzaman’ın hiçbir cümlesi yoktur ki, sınamaktan korkayım onu. Korkmam çünkü sınanmayı seven birisidir. Metinlerini benim için karşıkonulmaz kılan zaten sürekli sınanıyormuş gibi yazmasıdır onları. Burhan üstüne burhan, delil üstüne delil eklemesidir. Eğer, bir yerde delillendirmediğini görürsem, bunu o cümleye güvensizliğe hamletmem bu yüzden. Belki de tefekkürün kapısını açmış ve yolculuğun devamını ise takipçisine bırakmıştır? Öyle ya, her soruya bizzat kendisi cevap verse, yazdığı yine kitap olur; ama sormayı öğretenin yazdığı ancak ekoldür. Farkını soruyorsan: Birisi, kendinde bitmiş olan. Diğeri, kendiyle birlikte başlayan.

“Bismillah her hayrın başıdır.” Bu cümlenin birkaç sorusu var ortaya konması gereken. Doğru soruları bulduğunuzda doğru cevaplar da başlıyor ortaya çıkmaya. Birinci soru: Hayr nedir? Yalnız faydalı olan mı? İşe yarayan mı? Yetmiyor bu anlamlar ‘hayr’ı tartmaya. Neyse ki 13. Lem’a yetişiyor imdadımıza: Ekseriyet-i mutlaka ile dalâlet ve şer, menfidir ve tahriptir ve ademîdir ve bozmaktır. Ve ekseriyet-i mutlaka ile hidayet ve hayır, müsbettir ve vücudîdir ve imar ve tamirdir. Demek, hayrı tarif ederken vücudî olana, yani varoluşsal olana bakacağız. Parçaya değil bütüne daha çok. Hem bütüne, hem bütünlüğe (onun zamanı aşmış boyutuyla sonsuzluğa) hizmet edene. Vücudî, doğrudan varoluşu; imar ve tamir ise varoluşun bizim nazarımızda eksik gözüken yanlarının tamamlanmasını ifade ediyor sanki.

Bu arada şerre de bir yer bulalım: Şer, varoluşu kesintiye uğratan, eksik bırakan, yıkan, belki de sonlandıran. Şer, bu pencereden bakınca eylemsizlik değil, bir çeşit eylem. Ama varoluşa hizmet etmeyen eylem. Sonuçları, varolanın devamına ve bütünlüğüne hizmet etmiyor. Demek eylemler de ikiyi bölündü şimdi: Varoluşsal ve yıkımsal. Vücudî veya ademî. Peki insanın elinde var etme ve yok etme gücü var mı? Yok. Ama nazarında/kesbinde var kılmak veya yok kılmak?

Var. Bediüzzaman’ın “Halk-ı şer şer değildir, kesb-i şer şerdir” sözünü de anımsayalım burada. Yaratılan şer değil aslında. Bizim eksik bakışımız/bırakışımız şer. Şer bireysel bu yüzden. Hayır ise kapsamlı. Hayrı görmek bütüne bakmayı gerektiriyor daha çok. Şerri kazanan danesinde boğuluyor. Gözünü kapamakla yalnız kendine gece ediyor. Hayrı arıyorsan hep açını genişleteceksin. Daha geniş bakmak boğulmayı engeller. Gel, istersen Muhakemat’a götüreyim seni: Ukul-ü selime yanında muhakkaktır ki: Hilkatte hayır asıl, şer ise tebeîdir. Hayır küllî, şer cüz’îdir.

Şimdi yeni suallerin peşine düşmeli: “Neden Allah’ın ismi, varlıksal olanın herşeyin başıdır?” Ama bunun cevabı malum. Vareden Oysa elbette varoluşsal herşey Onun ismine bağlı. Bu kolay oldu. Yeni bir sual soralım o zaman: “Neden başka bir isim değil de Allah ismi varoluşsal herşeyin başı?”

İşte bu soru içinde güzel bir ders var. Allah ismi, Esma terminolojisinde, aslında bütün isimlerin manalarını kendinde derceden, toplayan, kapsayan bir kuşatıcılığa sahip. Ondan gayrı hangi ismi zikretsen, evet yine Allah’ın ismidir ama, Allah ismi değildir. Çünkü onun kuşatıcılığına sahip değildir. Allah ismini zikrettiğin zaman bütün esmayı ve sıfatı, bütün kuşatıcılığı ve dengesiyle zikretmiş sayılırsın. Bakma, şimdilerde onu söylerken yalnız aklımıza Halık isminin manası geliyor. O bizim hatamız. Aslında Allah ism-i celili bütün esmanın başıdır ve hepsinin manasını kuşatır.

Hatırlıyor musun, yukarıda, şerrin cüz’î olduğunu öğrenmiştik? Hayrın ise geniş bakmakla kendini gösterdiğinden bahsetmiştik. Şimdi farklı bir şekilde bakmayı teklif ediyorum “Kâfirler Allah’ı inkâr etmiyorlar, yalnız sıfâtında hatâ ediyorlar…” cümlesinden hareketle: Sakın bizim şer sandıklarımız, yahut kesb ile kendimize şer kıldıklarımız, işte böyle isimlerin tamamını kuşanamayışımızdan, tamamının denge halinden meselelere bakamayışımızdan olmasın? Mesela: Musibeti Allah’tan bilip de Allah’ı Hakîm bilmemek; Onun celalini en küçük hücremize kadar hissedip cemalini görememek, eksik nazarımızda, bizim için hayrolanı, bize şer kılmaz mı? Başka versiyonlarıyla da bu tehlike geçerli:

Madem perdelerin birbirine temâşâ eder pencereleri var (…) elbette gerektir ki: Cenab-ı Hakkı bir isim, bir ünvan ile; bir rubûbiyetle ve hâkezâ, tanısa, başka ünvanları, rubûbiyetleri, şenleri, içinde inkâr etmesin. Belki, her bir ismin cilvesinden sair esmaya intikal etmezse, zarar eder. Mesela, Kadîr ve Halık isminin eserini görse, Alîm ismini görmezse, gaflet ve tabiat dal düşebilir.[1]

Bu açıdan bakınca “Bismillah her hayrın başıdır…” çok kapsamlı bir hakikatin anahtarı gibi görünüyor. Şöyle: Varlıksal olan denge ister. Denge ise kuşatıcılık. Kuşatıcılık ise bütün esmayı bilmekle olur. Esma ise Allah ism-i celilinin içinde deruhte. Onun kuşatıcılığını yakalarsan hayatı hayırla yaşarsın. Varlık da sana hep hayır yüzünü gösterir. Bismillah, Allahın ismiyle başlamak herşeye, belki bu yüzden İslam nişanı. Buradan nişan alırsan hakikati ıskalamazsın. Hiçbir yerde, şen’de, isim’de, cilve’de, ünvan’da, rububiyet’te takılmazsın. “Alanı her yerde selametle gezdi!” cümlesi hakikatin olur. Bu arada: Ene Risalesi’nin ahirindeki üç yolu düşün. Neden en makbul olan yol, göğe yükseldiğinde, yani herşeyi kuşbakışı/kuşatıcı seyrettiğinde aldığın yol?

[1] İlginçtir, bu metnin devamında, Bediüzzaman’ın, okuruna tembih ettiği her Kur’anî cümle ‘Allah’ lafzını içeriyor.

Ahmet Ay – hicbisey.com

Her Hayrın Başı

İslam alimleri Kuranı Kerimin bütün sırlarının Bismillah lafzında Bismillah lafzının ise B harfinde olduğunu söylemişlerdir.Bediüzzaman Hazretleri’de Sözler eserinin başına Birinci Söz olan Bismillah her hayrın başı dersini koymuştur.

 

“Bismillah her hayrın başıdır.” Bismillah’la başlanan işler hayırla başlar, hayırla biter. Bismillah İslâm’ın nişanı olduğu gibi bütün mevcudatın, canlı cansız her yaratılmışın lisan-ı haliyle, kendine mahsus diliyle devamlı okuduğu mübarek bir kelimedir. Bismillah tükenmez bir kuvvet, bitmez bir berekettir. Allah’ın sonsuz rahmetine yetişmek için bir mi’rac, bir yol vardır. O da “Bismillâhirrahmanirrahim” dir.
Bismillah’ta Rabbimizin en büyük ismi olan lafza-i Celâl ile beraber Rahman ve Rahîm sıfatları da vardır. İşârâtü’l-İ’câz tefsirinde izah edildiği üzere Bismillah güneş gibi nur kaynağıdır. Başkalarının tenvir ettiği gibi kendini de gösteriyor.

Bismillah’ın faziletini Resûl-i Ekrem Efendimiz (sav) bakınız ne güzel ifade etmiştir: “Bismillâhirrahmânirrahîm miftâhu külli kitabin.” Yani: “Besmele her kitabın anahtarıdır. Besmele Allah’ın isimlerindendir. Besmele’yle Allah’ın ism-i âzami arasında gözün beyazıyla siyahı arasındaki gibi yakınlık vardır.” (Müstedrek) “Her mühim iş ki, Bismillah’la başlanmamıştır; o işin sonu yoktur! Kapılarınızı Besmele’yle kapatınız. Çünkü şeytan kilitlenmiş kapıyı açamaz.” Bir sahabeye hitaben, “Evlâdım, Besmele çek! Sağ elinle önünden ye!” buyurdular.

Besmele’nin fazilet ve esrarı o kadar çoktur ki, kalemler onu yazmaktan acizdir. Besmele sûrelerin tacıdır, dertlerin ilâcıdır. Fâtiha’nın fihristesi ve Kur’ân’in mücmel bir hülâsasıdır.
Birinci Söz’de ifade edildiği gibi, “Bütün mevcudat lisân-ı hal ile Bismillah der. Öyle mi? Evet, nasıl ki görsen bir tek adam geldi; bütün şehir ahalisini cebren bir yere şevketti veya cebren işlerde çalıştırdı. Yakinen bilirsin, o adam kendi namıyla, kendi kuvvetiyle hareket etmiyor. Belki o bir askerdir. Devlet namına hareket eder, bir padişah kuvvetine istinat eder. öyle de, her şey Cenâb-ı Hakk’ın namına hareket eder ki, zerrecikler gibi tohumlar, çekirdekler başlarında koca ağaçları taşıyor; dağ gibi yükleri kaldırıyorlar. Demek her bir ağaç Bismillah der, hazine-i rahmet meyvelerinden ellerini dolduruyor, bizlere tablacılık ediyor. Her bir bostan Bismillah der, matbaha-i kudretten bir kazan olur ki, çeşit çeşit pek çok leziz taamlar içinde beraber pişiriliyor. Her bir inek, deve, koyun, keçi gibi mübarek hayvanlar Bismillah der; rahmet feyzinden bir süt çeşmesi olur, bizlere Rezzak namına en latif, en nazif âb-ı hayat gibi bir gıdayı takdim ediyorlar. Her bir nebat ve ağaç ve otların ipek gibi yumuşak kök ve damarları Bismillah der, sert olan taş ve toprağı deler geçer. Allah namına, Rahman namına der, her şey ona müsahhar olur. Madem her şey manen Bismillah der, Allah namına Allah’ın nimetlerini getirip bizlere veriyorlar. Biz dahi Bismillah demeliyiz, Allah namına vermeliyiz, Allah namına almalıyız, öyleyse Allah namına vermeyen gâfil insanlardan almamalıyız.

Tablacı hükmünde olan insanlara bir fiyat veriyoruz. Acaba asıl mal sahibi olan Allah ne fiyat istiyor?

Evet, o Mün’im-i hakikî bizden o kıymettar nimetlere, mallara bedel istediği fiyat ise üç şeydir: Biri zikir, biri şükür, biri fikirdir. Başta Bismillah zikirdir, âhirde Elhamdülillah şükürdür, ortada bu kıymettar hârika-i sanat olan nimetlerin Ehad, Samed’in mûcize-i kudreti ve hediye-i rahmeti olduğunu düşünmek ve derketmek fikirdir.

Bir padişahın kıymettar bir hediyesini sana getiren bir miskin adamın ayağını öpüp hediye sahibini tanımamak ne derece belâhet ise, öyle de, zahirî mün’imleri medih ve muhabbet edip Mün’im-i hakikîyi unutmak ondan bin derece daha belâhettir. Böyle ebleh olmamak…” isterseniz Allah namına veriniz, Allah namına alınız. Allah namına başlayınız, Allah namına işleyiniz. Her işte Bismillah’ı dilinizden düşürmeyiniz. Rahmet hazinelerinin en kıymetli ve en birinci anahtarı Bismillâhirrahmânirrahîm olduğunu unutmayınız. (Birinci Söz’den)

Besmele Mucizesi

Araştırmacılar hayvan kesiminde Besmelenin bir tıbbi mucizesini keşfettiler .(http://www.gidaraporu.com/besmele-nin-mucizesi_g.htm)

Besmele ile kesilen hayvan etiyle besmelesiz kesilen hayvan eti üzerinde yapılan bilimsel araştırmalar sonunda bilim adamları, Besmelenin tıbbi bir mucizesini ortaya çıkardılar. http://us.moheet.com sitesinde yer alan habere göre, Suriye’nin muhtelif üniversitelerinde tıbbın farklı alanlarında uzman 30 profesörden oluşan bir araştırma grubu, Şam’da üç sene süreyle Besmeleyle kesilen,  hayvan etleriyle Besmelesiz kesilen hayvan etleri arasındaki farkı ortaya koymak üzere laboratuar  ortamında deneysel incelemelerde bulundular.Bu incelemelerin sonuçlarını 2003 yılında açıladılar.Bilim adamları, hayvan ve kuş kesimi esnasında dinen yerine getirilmesi zaruri olan “Bismillahi Allahu Ekber” sözünün, kesilen etler üzerindeki etkisini araştırırken, tam manasıyla mucize denilebilecek sonuçlarla karşılaştılar.

Bilimsel Bir Devrim

Grup adına Kuveyt Haber Ajansına bir açıklama yapan Prof. Dr. Halid Halave, incemeler esnasında laboratuar ortamında yapılan deneylerde, besmelesiz kesilen sığır, küçük baş hayvan ve kuşların et dokularında pıhtılaşmış kan, çoğalmaya müsait bakteri ve mikroplar tespit edilirken, Besmele ile kesilen hayvan et dokularında ise kan, mikrop ve bakterilere rastlanmadığını ifade ederek, araştırmanın bu sürpriz sonucunun insan sağlığı açısından tıpta bilimsel bir devrim olduğunu belirtti.

Gruptan, söz konusu araştırmaya öncülük eden başka bir araştırmacı olan Dr. Abdulkadir Dirani, Araştırma ve sonuçları konusunda şunları söylüyor:

“Kur’an’da Allah adı zikir edilmeden kesilen hayvan etini yemeyin” şeklindeki İlahi emre rağmen ve hayvan kesiminde çekilen Besmelenin ardındaki hikmeti bilmeyen insanların, hayvan kesiminde besmeleyi ihmal etmeleri, beni bu konuyu bilimsel olarak araştırmaya sevk etti. Besmele ve tekbir ile hayvan kesimi konusunu araştırmaya başlarken ekipteki bir kısım arkadaşlar konuya ilk önceleri soğuk baktılar, ancak araştırmalar esnasında her safhada çarpıcı sonuçlar ortaya çıkınca ekibin konuya olan merak ve ilgisi artmaya başladı. Besmele ve tekbirle kesilen hayvan etlerinde, Besmelesiz kesilen hayvan etlerinin aksine, et dokularında kan ve mikropların bulunmaması Besmelenin bir büyük mucizesi olarak karşımıza çıktı.”

Araştırma grubun başka bir üyesi, Şam Üniversitesi Eczacılık eski dekanı Prof. Dr. Nebil Şerif şu açıklamada bulundu:

“Besmele ile kesilen kuş, sığır ve küçük baş hayvanların etlerinden ve besmelesiz kesilen aynı hayvanların etlerinden numuneler alarak özel laboratuarlarda mikroskopik incelemelerini yapmaya koyulduk. Bazı icraatlarla her iki numune etleri kuru bir ortamda 48 saat beklettik. 48 saatlik zamanın sonunda Besmele ile kesilen hayvan etleri numuneleri açık kırmızı gül rengini alırken, besmelesiz kesilen et numuneleri ise, siyaha yakın koyu kırmızı bir renk aldı. Buna ilaveten Besmeleli etlerde her hangi bir mikroba da rastlanmadı. Besmelesiz etlerin teşhisinde ise, sürekli çoğalan, çokça zararlı mikrop ve bakteriler tespit edildi. Ayrıca ikincisinin dokularındaki kanlarda sağlıksız akyuvarlar tespit edilirken birinci grup et dokularında ise, buna benzer herhangi bir tespit yapılmadı.”

İnsan Sağlığına Etkisi

Besmele çekilmeden kesilen hayvan etlerindeki kan ve mikropların insan sağlığına olan olumsuzlukları konusunda yine ekip doktorlarından biri olan, veteriner fakültesi et sağlığı Profesörü Fuad Nima ise şu açıklamalarda bulunuyor:

“Kesim anında çekilen besmele ve tekbirin, hayvana yaptığı tesir ve heyecan, hayvanın organ ve adalelerinde meydana getirdiği hareket, hayvanın vücudundaki kanın azami miktarını dışarıya atmasına yol açıyor. Kesim anında besmelenin terk edilmesi halinde bu kanın önemli bir miktarı vücutta kalıyor. Bu da, daha önce vücutta var olan mikropların çabuk gelişip çoğalmasını sağlıyor. Kanda hızlı bir şekilde çoğalan ve hastalıklara yol açan muhtelif mikroplar, insan midesine girdikten sonra, bütün vücuda yayılıp, kalbe ulaşabiliyorlar. Kalp hastalıklarından ölümlerin %20’sinin hayvan kanından oluşan ve sonra ağız yoluyla insana geçen bu mikroplardan kaynaklandığı bilinmektedir.”

Araştırmada İslami usule göre kesilen hayvanların daha az eziyet çektiği ve etlerinin de daha sağlıklı olduğu belirtilirken, Batıda uyuşturularak öldürülen hayvanların kanı vücutta kaldığı için, bu tür etlerin daha çabuk bozulduğu, bu nedenle etler hemen donduruculara konularak muhafaza edildiği, Besmele ile kesilen hayvan etlerinin ise hemen kasaba gönderilip akşama kadar bozulmadan durabildiği ifade edildi. (Ahmet Altun, Hz. Peygamber Sünnetinde Sağlık Mucizeleri, Ensar Neşriyat, 3. Basım, Istanbul 2012, sayfa 158-163.)

Bismillah keremi mutlak ve ganiyi mutlak olan Zatın hazinelerinin kapısını açtığı için bitmez ve tükenmez bir berekettir. Bismillah bütün hayırlı kapıların anahtarı ve bütün hayırların başıdır.

Bismillah ile başlanılmayan bütün işler kesik ve güdük kalırken Bismillah ile başlanılan işler bereketli ve hayırlı olur. Bismillah bütün hakikat ve hikmetli ve sırlı kapıları açan bir şifredir.

Bismillah diyen insan keremi, inayeti, rızkı, rabbine verdiği için nefsini mağrurluktan kurtarıp mütevazı yapar. Bismillah diyen insan, hadsiz düşmanın şerrinden bu sözün korumasıyla emin olur.

Bismillah diyen insan bütün nimetlerin Allah’ın hazinesinden çıktığını bilip ilan eder. Bismillah diyen insan bütün kâinatın dilencisi olmaktan kurtulup her olay karşısında titremez. Bismillah diyerek emniyet bulur.

Bismillah bütün mahlûkatın virdi ve zikridir. Bütün harika rızıkları bizlere bismillah diyerek verirler. Bismillah demezlerse o mevcudat bize o harika rızıkları gönderemezler. Kendi lisanıyla Bismillah demediği takdirde hayvanlar süt yapamaz, bostanlar sebze vermez, tohumlar ağaç olamaz,

Bismillah diyen bir insan asıl mal sahibi olan Rabbine küçük bile olsa bir fiyat ödemiş olur.

Bismillah diyen insan, Mün’im-i Hakikî, olan rabbinin gönderdiği o kıymettar nimetlere, malların bedelini bismillah ile öder. Bismillah diyen mün’im-i hakikiyi hatırladığı için asıl nimet sahibinden gaflet etmez.

Bismillah diyenler Allah namına alıp Allah namına verirler. Çünkü mevcudatın Allah namına Allahın nimetlerini getirip bizlere verdiğini bilirler. Bismillah denilmediği zaman nimetin asıl sahibi akla gelmez unutulur.

Bismillah ile başlar Kuranlar. Bismillah ile kesilir adak, akika ve kurbanlar. Bismillah ile yemeye başlanır yemek ve rızkılar. Bismillah ile açılır oruçlar ve iftarlar. Bismillah ile atılır bütün hayırlı ve mübarek işlerin temeli. Bismillah ile başlayıp kolaylaşır zor bütün işler. Bismillah bereketlenir hayvanlar ve mahsuller. Bismillah ile verilir, sadakalar, zekatlar, yardımlar. Bismillah ile aşılır, kaygılar, endişeler ve korkular, Bismillah ile yapılır hayırlı nikâhlar ve izdivaçlar. Bismillah ile aşılır yollar ve dağlar.

Bismillah diyen ipek gibi kök ve damarlar nasıl ki toprak ve taşları deler geçerler, sigara kâğıdı gibi ince ve nazenin yapraklar ateş saçan hararete karşı solmadan ve kurumadan kalırlar, çekirdek ve tohumlar başlarında koca ağaçları dağ gibi yükleri taşırlar. Öylede insan bismillah dediği zaman bela, musibet, hastalık ve sıkıntıların hararetine, kasavetine, acısına ve baskısına karşı dayanır. Bismillah ile o ağır yükleri kaldırır.. Bela, musibet ve hastalıkların hararetine karşı, ” Ey ateş! Serin ve selâmetli ol. ” (Enbiyâ Sûresi: 69.) ayetiyle dayanır.

Mehmet Abidin Kartal

www.NurNet.org

Besmelenin Sırrını Bu Hadisede Görelim

Saliha bir hanımın cahil ve münafık bir kocası varmış. Bu kadın Bismillahirrahmanirrahim demeden hiçbir iş başlamazmış. Kocası hanımın bu halına kızarak zavallı hanımcağıza yapmadığı zül umu bırakmamış. O Saliha kadın ise kocasının yaptıklarına sabredermiş, ve ıslah olması için  devamlı Allaha dua ederek yalvarırmış.

Kocası başkalarına açıkça söyleyemediği inkârcılığı, çirkinliği yaptığı ile açıkça ortaya çıkıyor.

Bir gün kadına iyice öfkelenmiş. Hanımına daha fazla eziyet  vermek için bir bahane arar ve kendi kendine der. Şuna bir oyun yapayım de görsün onu kim kurtaracak? Kendi kendine söyleniyor. Hanımını çağırdı ve bir kese altın ona verir. Bunu iyice sakla diye sıkı sıkı tenbih eder. Hanım da keseyi alarak gider yatak odasında besmele çekerek sandığı açar ve tekrar besmele çeker sandığın bir yerinde onu yerleştirir. Bunu da kocası nereye koyduğunu gizlice iyi takip eder. Birkaç gün geçtikten sonra, geceleyin, karısı uyurken adam kalkar keseyi alır. Kesedeki altınları boşaltarak keseyi bahçedeki kuyuya atar.

Aradan çok geçmeden adam hanımını çağırıp altınla dolu keseyi ister. “Sana verdiğim altınları getir bakalım” diyor. Hanım hemen yatak odasına koşarak gider. Hanım Bismillahirrahmanirrahim diyerek sandığın kapağını açtı. Kocası da yetişti, fakat ikisi de şaşırdılar. Kocası şaşkınlıktan dona kaldı. Çünkü kuyuya attığı keseyi hanımın elinde ıslak görünce hanımda kocası da  şaşırdılar. Kocası yaptığı hileyi biliyordu ama zavallı hanım keseden su damlayınca çok şaşırdı. Onunla beraber kuru sandık içerisinde sırıl sıklam olan keseye hayret etti sebebini bilemiyordu.

Allah besmele hürmetine hanımı mahcup olmaktan kurtardı. Adam bunu görünce şaşırdı ve hanımından özür dileyerek dedi. Hanım hakkını helal et sana çok zulmettim. Ondan sonra adam istiğfar etti ve ibadetlerine devam eden biri oldu. O günden sonra adam dua ve yakarışlarında şöyle derdi: “Ya Rabbi bana böyle bir hanımla evlenmeye nasip ettiğin için Sana ne kadar şükretsem azdır. Beni hakki ile şükredenlerden eyle diye duada bulunuyordu.”  Saliha hanım ise Şöyle dua ediyordu: “Ya Rabbi sana ne kadar şükretsem azdır kocamı ibadet edenlerden eyledin. Bana yaptığın bu iyiliğe karşı Sana şükürden âcizim de”

Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:

1-   “Besmele her kitabın anahtarıdır.” (Feyzu’l-Kadir,ııı,191)

2-   “Her mühim iş ki bismillah ile başlanmamıştır, bereketsizdir vesselam.” (Müsned 2/259)

Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.org

Bismillah, Rahman ve Rahim’deki Hazineye Bakınız!..

kainatBismillah Allah’ın adı ve sikkesidir. Yani o’nun mührüdür. Bir Ayet olduğu halde Neml (karınca) süresinin içinde de bir defa geçtiği için Kur’an-ı Kerimde yüz on dört defa besmele geçmektedir. Bütün kâinatın mecmuundaki yardımlaşma, dayanışma, kucaklaşma ve cevap vermeyi tezahür eden ve koruyanıdır. Arşı ferşe bağlayan ve kâinatı ışıklandıran her dakika herkes ona muhtaç olan bir hakikattir.”Her hayrın başıdır.” “hayır”, öyle bir şey olmalı ki; o hayra Bismillah’la başlandığında bereketlensin, o iş daha kolay yapılabilsin, zor işler kolaylaşsın, onun için Cenab-ı Allah’ı (cc) şefaatçi yapıp hayır işlerde kullanıldığı zaman kolaylığa, berekete ve hayra vesile olur. Aksi takdirde Allah’ın rızası olmayan şeylere vesile edip işin kolaylığı dilenmez. Besmele ayni zamanda bir “meşruiyet ve helallik” garantisidir. Besmeleyi şuurlu olarak kullanırsak hem bir ibadeti kazanır hem de gafletten kurtuluruz.

Bediüzzaman, “…Cenâb-ı Hak bir şeye emreder, sonra hasen olur. Nehyeder, sonra kabih olur.” Demek emirle güzellik, nehiyle çirkinlik tahakkuk eder.”Diyor. 1

Demek ki, Allah’ın rızası hayır ve güzellikte var, yasakladığı şeyler de rızası yok, o’nun ismiyle başlanmayan iyi bir amel dahi olsa hayır yoktur. Çünkü o mübarek isimde kolaylık ve bereket vardır.

Bediüzzaman,“… bu kelam güneş gibidir. Yani güneş başkalarını gösterdiği gibi, kendini de gösterir, başka bir güneşe ihtiyaç bırakmaz. Bismillah başkalarına yaptığı vazifeyi, kendisine de yapıyor; ikinci bismillah daha lazım değildir.”Diyor. 2

Bismillah’taki :”be” cardır. “İsm” ise mecrurdur. Yani “be” kelime başına getirilerek ile manasında kullanılır. Mesela: Rahman ve Rahim olan Allah’ın adı ile… Derken “ile” kelimesi “be” ile temin ediliyor. Yani “Rahman ve Rahim olan Allah’ın adı ile “De ki” söyle manasınadır. Bu konuya Bediüzzaman şöyle bir açıklık getiriyor: De ki” “kelimesi mukadderdir. Yani:  “Ya Muhammed! Bu cümleyi insanlara söyle ve talim et.”

Demek besmelede İlahi ve zimni bir emir var. Binaenaleyh, şu mukadder olan “de ki” emri, risalet ve nübüvvete işarettir. Çünkü Resul olmasaydı, tebliğ ve talime memur olmazdı. Kezalik, haşrı ifade eden câr ve mecrurun takdimi, tevhide imadır.”  2

Yani, “de ki” bir emir kipidir. Cenab-ı Allah (cc) Peygamber efendimize (asv) hitap ve beyanda bulunmaktadır. “de ki” hem tevhit hem de nübüvvette işarettir.

Rahman sıfatı yardıma, rızka muhtaç olan bütün mahlûkatına hiçbir ayrım yapmadan merhamet etmesidir.  “Rahman Rezzak manasınadır. Rızık, bekaya sebeptir. Beka, tekerrür-ü vücuttan ibarettir. Vücut ise, birincisi mümeyize, ikincisi muhassısa, üçüncüsü müessire olmak üzere, “ilim, irade, kudret” sıfatlarını istilzam eder.

Beka dahi, semere-i rızık mahsulü olduğu için, “basar, sem, kelam” sıfatlarını iktiza eder ki, merzuk, istediği zaman ihtiyacını görsün, istediği zaman işitsin, aralarında vasıta bulunduğu takdirde o vasıta ile konuşsun. Bu altı sıfat, şüphesiz, birinci sıfatı olan “ hayat”ı istilzam ederler.” 3  

Demek ki “Rahman” hayatı gerektirdiği gibi şeriat ve adaleti de iktiza eder.

Rahim sıfatı ise, “Zat-ı zül cemalin “fiili sıfat-ı gayriyeye işarettir.” . Cenab-ı Allah’ın (cc) insan camiasına şefkat ve merhameti Rahim sıfatının tecellisidir. Rahim sıfatı tüm mahlûkatın her birine ayrı ayrı tecelli ettiğini ve tek tek ilgilendiğine işarettir. Bu da haşre delâlet eder.  Rahman sıfatı büyük nimeti, Rahim sıfatı ise küçük nimeti gösteriyor. Yani, Vahdet ve Tevhit gibi. Vahdet külli ihata eder, Tevhit ise tek tek mahlûkat üzerinde tecelli eder. Mesela, güneş bir iken etrafı külli bir şekilde aydınlatması Vahdete,  denizdeki kabarcıklar üzerinde güneşin tek tek görünmesi ise Tevhide örnek gösterilebilir,  

Netice-i kelam, Kur’an’ın dört esası olan; Tevhit, Nübüvvet, Şeriat ve adalet ile Haşir, Bismillahirrahmanirrahim’de de ima edilmektedir, şöyle ki: Bismillah, car ve mecrur kaidesince: “de ki” Tevhit ve Nübüvveti, Rahman: şeriat ve adaleti, Rahim ise haşrı işaret eder.

Yâ Rabbi ve yâ Rabbe’s- Semavati ve’l’- Aradin! Yâ Halıki ve yâ Hâlık-ı Külli Şey!

Gökleri yıldızlarıyla, zemini müştemilâtıyla ve bütün mahlukatı bütün keyfiyetiyle teshir eden kudretinin ve iradetinin ve hikmetinin ve hakimiyetinin ve rahmetinin hakkı için…….Bediüzzaman Sad Nursi Hazretleri ile  tüm Risale-i nur talebelerini nefis ve şeytanın şerrinden ve kabir azabından ve cehennem ateşinden muhafaza  eyle ve cenetü’l- Firdevste mes’ut kıl. Âmin,âmin,âmin….

Rüstem Garzanlı /DİYARBAKIR

Kamu Yöneticisi

 

KAYNAKLAR

1- Sözler, 21. Söz

2- işaratü’l i’caz fatiha süresi

3- 14.Lem’a,2 makam