Etiket arşivi: boş vakit

Boş Sözler, Boş İşler

“Kişinin İslâmî güzelliklerinden biri de, malayani şeyleri terketmesidir.” Hadis-i Şerif
Mağazalarda alıcıyla satıcı arasında yapılan kıyasıya pazarlıklar ne kadar ibretlidir!?.. Birisi malının kıymetini bilmektedir, beriki parasının değerini. Her ikisi de bu ticaretten mutlaka kârlı çıkmak için çalışırlar. Şimdi şu soruyu soralım kendi kendimize:
Paramız ve malımız için gösterdiğimiz hassasiyetin binde birini hayatımız, ruhumuz ve aklımız için gösteriyor muyuz? İşte bu büyük sermayelerin boşu boşuna harcanmasına “malayani” deniliyor.
“İki büyük sermaye ziyana uğratılmaktadır: Sıhhat ve boş zaman” Hadis-i Şerif
zaman akar giderMalayani, yani kendisiyle hiçbir hedef gözetilmeyen, iş olsun diye, lâf olsun, vakit geçsin, ömür tükensin diye yapılan boş konuşmalar ve faydasız işler … Malayaninin en yaygın tarifi, “ne dünyaya ne de ahirete yaramayan şeyler, işler, konuşmalar” şeklindedir. Bu tarif, şu dünyada yaşadığımız sürece bize bir şeyler verir. Ve ömrümüzü ya dünya için, yahut ahiret için faydalı olacak sahalarda geçirmemizi telkin eder. Aslında İslâm’da bu iki saha birbirinden ayrı değildir. Çünkü, İlâhî rızayı esas alan ve meşru dairede, istikamet üzere çalışan bir mümin, dünya işleriyle meşgul olduğunda da yine ibadet üzeredir ve ahiretine bir şeyler göndermektedir.
Şu var ki, ahirete göçtüğümüz zaman malayaniyi, her halde, biraz daha farklı anlayacağız. O zaman diyeceğiz ki, “ebedî âleme fayda sağlamayan ve meyveleri sadece dünyada kalan her şey malayanidir.”
Nur Külliyatında dünyanın üç yüzü olduğu ifade edilir. Birisi İlâhî isimlere ayna olma yönü, diğeri ahirete tarla olma ciheti, üçüncüsü de dünyanın zevk ve safa, oyun ve eğlence tarafıdır. İşte bu tasnifteki ilk ikiye girmeyen her iş, her faaliyet, her konuşma malayanidir. Şu var ki, ahiret denilince cennet ve cehennem birlikte düşünülecektir. Eğer bir iş, sadece cennete vesile olmamakla kalmayıp insanı cehenneme sürüklüyorsa, bunu malayani içinde değerlendiremeyiz. Böyle bir iş boş değildir; azap yüklü ve ceza doludur.
Malayani, ahiret namına bir faydası olmayan, ama günah yahut haram da sayılmayan meyvesiz işler demektir. Nur Külliyatında “malayani” konusu sıkça işlenir. Nur Müellifi iki risalesi hakkında özel birer not düşmüştür. Birincisi İhlas Risalesidir, düştüğü not ise “bu risale, lâakal,” yani en az, “on beş günde bir defa okunmalı” şeklindedir. Diğeri ise Meyve Risalesinin Dördüncü Meselesidir. Bu Risale için, “Meyvenin Dördüncü Meselesini çokça okuyunuz” tavsiyesinde bulunur.
Malayani hastalığının bir ilacı olan bu risalenin, en can alıcı paragrafını aynen aktarmak isterim: “Ömür sermayesi pek azdır. Lüzumlu işler pek çoktur. Birbiri içinde mütedâhil daireler gibi, her insanın kalb ve mide dairesinden ve cesed ve hane dairesinden, mahalle ve şehir dairesinden ve vatan ve memleket dairesinden ve Küre-i Arz ve nev-i beşer dairesinden tut.. tâ zîhayat ve dünya dairesine kadar, birbiri içinde daireler var. Herbir dairede herbir insanın bir nevi vazifesi bulunabilir. Fakat en küçük dairede, en büyük ve ehemmiyetli ve daimî vazife var. Ve en büyük dairede en küçük ve muvakkat, arasıra vazife bulunabilir. Bu kıyas ile -küçüklük ve büyüklük makusen mütenasib- vazifeler bulunabilir. Fakat büyük dairenin cazibedarlığı cihetiyle küçük dairedeki lüzumlu ve ehemmiyetli hizmeti bıraktırıp lüzumsuz, malayani ve âfâkî işlerle meşgul eder. Sermaye-i hayatını boş yerde imha eder. O kıymetdar ömrünü kıymetsiz şeylerde öldürür.” Şuâlar
İnsan kendi nefsiyle sürekli beraberdir. Bu beraberlik kabir âleminde ve ahiret hayatında da devam edecektir. İnsan, cüzi irade ve hürriyet nimetleri sayesinde kendi nefsini dilediği gibi yönlendirebiliyor. Bu en küçük dairede en büyük söz onundur. İstediği yere gitmekte, dilediği işi görmekte, arzu ettiği kitabı okuyabilmektedir. Ama bir sonraki daire için bunu söylemek çok zordur. İnsan, kendi aile fertlerini istediği gibi yönlendirme şansına çoğu zaman sahip olamaz. Çünkü onlar da insandırlar, onların da nefisleri ve cüzi iradeleri vardır. Şeytan onların da peşindedir; dünya, onları da durmadan kendine çağırmaktadır. İnsanın bu dairede yapabileceği tek şey, doğru ve faydalı olanı, onlara güzel bir şekilde anlatmaktan ibarettir.
Şehir dairesinde, insanın tesiri çok daha aşağılara düşer. Bütün şehir halkını istediği yöne sevk etme şansına sahip değildir. Memleket ve bütün bir insanlık âlemi için ise, insanın müessiriyeti sıfıra çok yaklaşır. Ama, insan, bu geniş dairelerde kendisine düşen vazifenin cüzi olduğunu çok iyi bildiği halde, onların cazibesine kapılır, onlara daha çok önem verir, onlar hakkında çok daha fazla konuşur, yahut kafa yorar. Bu, insan için büyük bir zarardır; ömür sermayesini boş yere harcamaktır.
İşte Nur Müellifi, insanın nazarını hayatın ve siyasetin geniş dairelerine çeviren malayani afetine, önemle dikkat çekmekte ve bu derdin devası olan söz konusu risalenin sıkça okunmasını tavsiye etmektedir. Bir başka risalesinde ise, bu afetin vahim neticesini şöyle nazara veriyor: “Lüzumsuz ve malayani bir surette vazife-i hakikiyelerini ve elzem işlerini bırakıp âfâkî ve siyasî boğuşmalara ve kâinatın hâdisatına merak ile dinleyerek, karışarak ruhlarını sersem ve akıllarını geveze etmişler.” Kastamonu Lahikası
İnsanın nefs-i emmaresi, malayaniye yatkındır. Çünkü onda ahiret için bir fayda yoktur. Şeytan da insanı küfür, şirk, günah şıklarından hiçbirine sevk edemediği taktirde, onu malayaniye sevk eder. Nefis ve şeytanın bu ortak arzusuna uyan insan, boş konuşmaları saatlerce dinlemekten zevk alır. Aynı insan ilmî bir eseri okuduğunda, yarım saat sonra sıkılmaya ve yorulmaya başlar.
Malayani konusunda, şu hususun da gözden uzak tutulmaması gerekiyor: Hayatın ve siyasetin geniş dairelerinde vazife almış kimselerin, bu konularla derinlemesine ilgilenmeleri, dünyaya çalışmak demektir ve malayani sayılmaz. Ama, dört senede bir defa oy vermekten öte, siyaset dairesinde hiçbir tesir gücü olmayan insanların, dört yıl boyunca bu konuya büyük zaman ayırmaları malayaninin tâ kendisidir. “Benim ve kardeşlerimin herbirimizin yüz derece aklı ve fikri ziyadeleşse, bu muazzam vazife-i kudsiyenin hizmetine ancak kâfi gelebilir. Sair mes’elelere bakmak, bize fuzulî ve malayani olur.” Sikke-i Tasdik-i Gaybî
Prof. Dr.  Alaaddin Başar

 

Dikkat! “Yaşantı” Çok önemli, “SÖZ” DEĞİL!..

(Lüzumsuz meşgûliyetler, âkıbetin kezzabıdır.)

Ziya Paşa’nın; “Âyinesi (aynası) iştir kişinin, LÂFA BAKILMAZ” sözünün, bir âyet meâli olduğunu ben yeni fark ettim. Dün bir mecliste Müddessir sûresi tahlil edilirken, âdetâ şok oldum. Çok muhtaç olduğumuz halde, “muhtaç olduğumuzun bile farkına varamadığımız” sermayeler yakaladım.

Hani ticaret hayatımızda keşfettiğimiz avantajlı bir malzemeyi, “şu çok kaliteli ve ucuz şeyleri, falan yerden % 50 iskontolu aldım, koş hemen sen de kaçırma” diyerek, hemen sevdiklerimize de haber veririz yâ, ben de yeni yakaladığım bu çok önemli sermayeleri, öncelikle sizlere haber veriyorum. Benim durumumda olup, iş-güç yoğunluğu nedeniyle, henüz bu sermayeyi yakalayamayanların da istifade etmesini arzu ediyorum…

Müddessir Sûresi:

39, 40, 41, 42. Âyetler: Amel defterleri sağ taraftan verilenler cennetlerde, mücrimlerin durumu hakkında, kendi aralarında konuşurlar. O suçlulara: “Neydi bu cehenneme sizi sürükleyen?” (yani, dünya hayatında ne yaptınız da bu acı âkıbeti hak ettiniz?) diye sorarlar.

43, 44. Âyetler: Onlar şöyle cevap verirler: “Biz namaz kılanlardan değildik. Fakirleri doyurmaz, onların ihtiyaçlarıyla ilgilenmezdik.

45. Âyet: Boş ve anlamsız şeylere dalıp gidenlerle, biz de dalar giderdik.

46. Âyet: Dilimizle hesap gününe İNANDIĞIMIZI SÖYLEDİĞİMİZ HALDE, YAŞANTIMIZLA o güne hazırlık yapmamak suretiyle, o günü yalanlamıştık.

47. Âyet: Ölüm bizi ansızın yakalayıncaya kadar hep böyle idik.”

48. Âyet: Bu hal ve sıfatları üzerinde bulunduranlara, (yani 43, 44, 45, 46. ayetlerde anlatılan kimselere) hiçbir şefaat edicinin şefaati, fayda vermeyecektir

Saygıdeğer dostlarım. Bu 10 âyeti bütün olarak hepimiz çokça dinledik. Ancak, 45 ve 46. Âyetlere ben bu güne kadar pek dikkat etmemiştim. Bana göre konunun, hatta yaşantımızın can alıcı noktası burada düğümleniyor.

Birçoğumuz bu şifreyi çözemediğimiz için, gaflet içinde yüzüyoruz.

47. Âyetteki ikaza toslayınca bu gafleti fark etmenin, hiçbir faydası olmayacağı için, bu gün bu konuya odaklanmaya çok önem veriyorum. Çünkü ölüm randevu vermez, ansızın gelir. Hem de hiç ummadığımız bir anda! Çevrenize bir bakıverin…

Şimdi lütfen 45. ve 46. Âyetlere odaklanalım:

Bakınız, Cehennem ehli “Allahın yasak ettiği şeylere” değil de, “..Boş ve anlamsız şeylere dalıp gidenlerle, biz de dalar giderdik” diyor. Yani ‘boş ve anlamsız işlerle vakit öldürmenin bile, acı bir âkıbete sebep olacağı’ vurgulanıyor. Dikkat ediniz, zorlama bir anlam çıkarmıyorum, sadece odaklanıp daha dikkatli okumağa çalışıyorum.

Hele hele, bir de 46. Âyete dikkat edelim!

Cehennem ehlinin itiraflarında:

“..Dilimizle, hesap gününe İNANDIĞIMIZI SÖYLEDİĞİMİZ HALDE, YAŞANTIMIZLA o güne hazırlık YAPMAMAK suretiyle, o günü yalanlamıştık” ..şeklinde cevap vereceklerini, Yüce Rabbimiz İlm-i Ezelîsiyle bizlere önceden haber veriyor.

Yani bizleri bu acı akıbetten kurtarmak için, âdetâ tüm insanlığa kopya veriyor.

Daha açık bir ifadeyle: Sizler dilinizle ne kadar “Biz de imanın 6 şartına inanıyoruz” deseniz de, yaşantınızda bunu uygulamadıktan sonra, âkıbetiniz çok acı olacak,deniliyor.

Meselâ: Bir çiftçiyi düşününüz. “Mümbit bir tarlayı, en güzel bir şekilde hazırlayıp ekersek, ziraatımız verimli olur, ben buna gerçekten inanıyorum” diye inandığını söyleyip hiçbir uygulama yapmazsa, o çiftçi kışı aç geçirmez mi? Hattâ, yarım-yamalak yapsa bile!…

Bir balıkçıyı düşünüz. “Mevsim zamanlamasına göre, en güzel ağ ve tekniklerle balık avlandığında, bereketli balık yakalanacağına gönülden inanıyorum” dediği halde, bu doğrultuda icraatı olmazsa, o balıkçı eli boş dönmez mi?… Bu örnekleri çoğaltabilirsiniz.

Demek ki “İNANDIK” demek, icraat olmadığı müddetçe hiçbir işe yaramıyor.

İşin çok daha da kötü ve daha da can alıcı tarafı da şu: “İnandık” diyerek “uygulamama”nın, FİİLEN YALANLAMAK anlamına gelmesidir.

46. Âyetteki itirafa tekrar bakar mısınız?

“..Dilimizle, hesap gününe İNANDIĞIMIZI SÖYLEDİĞİMİZ HALDE, YAŞANTIMIZLA o güne hazırlık yapmamak suretiyle, o günü YALANLAMIŞTIK.”

..Evet dostlar, mesaj çok net, değil mi? Gerisini, engin tefekkürünüze havale ediyorum…

***

Eyy Yüceler yücesi, Rahmân ve Rahîm olan Allahım. Sana sonsuz Hamd ve Senâlar olsun ki, Ezeli ilminle bildiğin akıbetleri, bizlere daha dünyada iken bildiriyor, âdetâ kopya vererek, Şeytanın aldatmacalarından bizleri koruyorsun.

Tâ ki uyanalım, ayılalım, inanalım ve inandıklarımızı çok iyi öğrenelim ve uygulayalım da o acı âkıbete düşmeyelim…

Tâ ki 45. Âyet-i Kerimede itiraf edilen; “BOŞ ve ANLAMSIZ şeylere dalıp gidenlerle, biz de dalıp gitmeyelim”…

***

TAC mesabesindeki son SÖZ: Benliğimizi, müsbet anlamda sarsan bir Hadîs-i Şerif.

İnsanlar helâk olur, Âlimler müstesnâ. (Yani, din âlimleri hâriçtir.)

Âlimler de helâk olur, Âmiller (bildiklerini uygulayanlar) müstesnâ.

Âmiller de helâk olabilir, Muhlisler (uyguladıklarını gösteriş için değil, sırf Allah rızası için uygulayanlar) müstesna. Muhlisleri de bazı tehlikeler bekliyor…”

Yâ Rabb. Bizleri, her türlü boş ve lüzumsuz meşgûliyetlerden de muhafaza eyle…

A.Raif Öztürk / moralhaber.net