Etiket arşivi: boş zaman

“Oğul, sigaraya himmet olmaz!…” (1)

… Yine böyle bir sohbette Hulusi Efendi(*):

—Oğul, Mustafa Efendi (başkâtip) gelmiyor mu? Sohbette gözükmüyor, diye sordu.

Orada bulunanlar:

—Geliyor, fakat sigara içtiği için bazen gelemiyor, dediler.

Hulusi Efendi:

—Oğul, Pir Efendimiz buyurdu ki; “Bizim ihvanımız sigara içmez. Oğul, söyleyin ona ya sigarayı bıraksın ya da bizi bıraksın.” dedi.

Mustafa Bey’i bir daha sohbette göremediler. Bir gün vefat ettiğinde de arkadaşlarının bundan haberi olmadı. Vefatından uzun süre geçtikten sonra duyduklarında ise, “Demek ki sigarayı bırakamadı.” diye çok üzüldüler. (Raziye Sağlam, Gül Kokusu, Nasihat Yayınları, Ankara,2010)

 Gelişim ve değişimlerin baş döndürdüğü bu yüzyılda insanlar, zamanla yarıştıklarını zannederler. Zamanının olmadığını ya da zamanların yetmediğini ifade etmek için de “Başımı kaşıyacak zamanım yok.” sözünün arkasına sığınmaktadırlar. Oysa insanoğlunun zamanı o kadar çok ki; işine gelmediği ya da yapmak nefsine ağır geldiği zamanlar “Zamanım yok” bahanesinin arkasına sığınmaktadırlar.

Bir gün bir arkadaş; “Hocam bana Kur’an-ı öğretebilir misiniz?” dedi. Ben de kendilerine seve seve öğretebileceğimi söyleyince birlikte kitapçıya giderek bir tane elif cüzü aldık, bir plan dahilinde okumaya karar verdik. Okumanın üçüncü gününde arkadaşımız, zamanının olmadığı, çok yoğun çalıştığı ve çok yorulduğu gibi mazeretler üretmeye başladı.

Bunun üzerine ben de yukarıdaki Hulusi Efendinin Pir Efendimiz: “Bizim ihvanımız sigara içmez. Oğul, söyleyin ona ya sigarayı bıraksın ya da bizi bıraksın.” olayının hikâyesini o anlattıktan sonra buradaki “Ya sigarayı ya da bizi bıraksın” cümlesindeki görünen anlamından çok görünmeyen ve gönüllere hitap eden anlamına bakmak lazım geldiğini ve günlük hayatta bağdaştırarak düşünmesini istedim.

Hulusi Efendi’nin bize sigara içmekten öte bir mesaj vermek istediğini düşünüyorum. Birçok Müslüman kardeşimizde sigara içme alışkanlığı olmasına rağmen bu insanlar sigaraya ayırdıkları zamanı kendilerini geliştirmeye ayıramamakta ve zamanın yetmediğinden şikâyet etmektedirler.

İsterseniz zamanımızın olup olmadığına birlikte karar verelim. İnsanoğlu bir tek sigaraya aşağı yukarı 5 dakika zaman ayırabilmektedir. Eğer bu insan günde 10 tane sagara içiyorsa 50 dakika, günde bir paket sigara içiyorsa 100 dakika yapıyor. Bunun gerçekten de bir insan için azımsanmayacak ve değerlendirildiği takdirde yeterli bir zaman dilimi olduğunu düşünüyorum.

Yine bunların dışında millet olarak günde en az 2–3 saatimizi televizyon ve bilgisayar karşısında geçirmekteyiz. Bu sebeple televizyon seyretme konusunda dünya sıralamasında ilk beşin içerisinde yer almaktayız.

İnsanın zamanını nasıl harcadığı konusunda örnekleri çoğaltabiliriz. Fakat buna imkân olmadığı gibi gerek de yoktur. Sadece zamanı değerlendirme şekli kişiden kişiye değişebilmektedir. Değişmeyen tek şeyde günün 24 saat olduğudur. Peki, günün 24 saatinde 8 saatini mesaiye, 8 saatini uykuya ayıran insanoğlunun geri kalan 8 saatine ne oluyor?

Günde sigaraya ayrılan zamanın yarısı, Kur’an-ı Kerim okumaya veya dini bilgileri öğrenmeye ayırmış olsaydı insanın, hayatta öğrenemeyeceği hiçbir şey kalmazdı. Fakat insanın öğrenmeye niyeti olmadıktan sonra suçlu her zaman “zaman” olacaktır. ” Zamanım yok, çok yoğunum.”

Gerçekte günlük hayatımızda bu böyle değil mi? O kadar yoğun olduğumuzu düşünürüz ki sürekli zamanın yetmediğinden şikâyet ederiz. Oysa başımızı ellerimizin arasına alıp gerçek manada ne yaptığımızı bir düşünebilsek faydalı bir iş yapmadığımızın farkına varabileceğizdir. Yoğunluğun hayatımızdan daha çok beynimizde olduğu gerçeğinin farkına varabileceğizdir.

M. Emin Karabacak

Geyik Muhabbeti!

Geçtiğimiz hafta ısrarlı talepler üzerine, bir yakınıma misafirliğe gitmiştim.

Misafirliklerde; genellikle geyik muhabbetleri revaçta olduğu için, hem vaktimizin boşa geçmesi, hem de zaman zaman gıybete girilmesi sebebiyle, bu tür misafirliklerden soğumuştum. Çünkü; müdahale edip faydalı konulara yönlendirdiğim zaman, ev sahibinin veya oradaki diğer davetlilerin “..yâ hocam, şimdi ağır konuların zamanı mı? Kaçıncı asırdayız? Zaten ayda yılda bir araya geliyoruz. Ne güzel vakit geçiriyoruz işte!” gibi şuursuz tepkilerle karşılaşıyordum.

geyikOysa vakit geçirmek için illâ gıybete, film veya maç izlemeye, münakaşalara ve geyik muhabbetlerine hiç gerek yoktu. Hatta hiçbir şey yapmasanız da vakit zaten geçip gidiyordu. Hâlbuki vakit sermayesi bizlere, GEÇİRMEK İÇİN değil, en güzel bir şekilde değerlendirilmek ve onunla ebedî hayat için kazançlar elde etmek için veriliyordu. Eninde sonunda gideceğimiz ve sınırsız olan o ebedi hayatımızın, makam ve mevkileri, şu kısacık sermaye ile kazanılacaktı…

Evet; altın, para, arsa, mal, mülk, gayrimenkuller, antika eşya v.s birçok sermayeler, bekletildiği zaman değer kazanabilir, hatta değer kazanmasa bile, stok edilebilir. Fakat zaman, yani vakit, asla STOK edilemediği gibi, bekletildiği zaman da böylesine kıymetli olduğu halde, tamamen boşa akıp gider. Bizlere sayılı olarak ve zimmetli veriliş gayesinin dışında harcandığı için de, bizlere bu sermayenin hesabının verilmesi kalır. Bizlere bahşedilen zaman, o kadar çok kıymetlidir ki, Yüce Rabbimiz bunu vurgulamak için “zaman” üzerine yemin bile etmiştir. Zamanımızı, boşa harcadığımız zaman bile, bunun hesabını vereceğimize dâir birçok îkaz ayetleri vardır. (Aşağıda birkaçını arz edeceğim, inşallah.)

***

Bu kez, bu misafirlikte sükût durmayı, sadece dinlemeyi ve pek müdahale etmemeyi kararlaştırmıştım. Aslında, müdahale edilmeyince, “acaba % kaç oranında ciddi ve faydalı konulara girilecek” diye de merak ediyordum.

Bu duygularla diğer konukları izlemeye başladım:

Nasılsınız, iyi misiniz?” .. gibi klasik muhabbetler, 3 buçuk saatin sadece beş dakikasına sığdırıldı. Futbol, maç veya siyaset muhabbeti (muhabbeti yerine, münakaşaları demek daha doğru olur) buradaki zamanın % 70’ten fazlasını kapsadı. Bir hayli canım sıkıldı. Çünkü; bizlere, Yüce Rabbimiz tarafından yaratılış gayelerimiz “.. İnsanları ve cinleri ancak ve ancak Rablerini tanıyıp kulluk etsinler diye yarattım” ve “..sizi, hanginiz daha güzel ameller işleyeceksiniz diye, imtihan ediyoruz” ve “şu kısacık fâni ömrünüzde, sakın gafillerden olmayın!” gibi ifadelerle bildirildiği halde, bu sorumluluk ve mükellefiyetin, hiç kimsenin UMURUNDA BİLE OLMAMASI çok ağırıma gidiyordu.

Bu kadar da lüzumsuz konuşmalara, daha fazla tahammül edemezdim.

Bir ara konuyu değiştirmek istedim:

-“Bugün, sabah namazımı Ataşehir’deki Mimar Sinan camiinde kıldım. Mısır’dan gelen dünya birincisi hafızlar Kur’ân ziyafeti verdiler. Binlerce kişi vardı. Hattâ bazı milletvekilleri ve bürokratları da vardı. Hârika oldu..” Gibi açış cümleleri kurdum, fakat sadece hatır için bir dakika kadar üzerinde duruldu. Ve hemen “keçiboynuzu” kabilinden boş konulara geçiliverdi. Böylesine gaflet içinde zaman harcanan bir odadan, başka bir odaya HİCRET zorunda kaldım.

Bunları niçin sizlere anlattım? Kısaca arz edeyim:

Saygıdeğer dostlarım. Her insan ölecek yaştadır, sadece yaşlılar değil.

Bakınız şair bu gerçeği, ne güzel ifade etmiş:

Bu günü düşünürüm, dün geçti, yârın var mı?

Gençliğe de güvenmem, ölen hep ihtiyar mı?…

Aslında tüm geyik muhabbetleri veya masiva denilen Allah’ın c.c. (ve rızasının) dışındaki her şey, lânete uğramış şeytanın, nefret ettiği şu insanlar için hazırladığı planları ve uygulamalarıdır.

İşte Nisa S., 118, 119. Âyetler: O şeytan ki: (Allahın lâ’netine uğrayınca) “Ya Rabbî, Senin kullarından mutlaka bir pay edineceğim (onları kendi tarafıma alacağım). Mutlaka onları saptıracağım, onları (şunu da edineyim, bu işimi de tamamlayayım, şöyle neşeli vakit geçireyim gibi) birtakım temennilerle oyalayacağım. ………” dedi. Kim ki Allah’ı bırakıp şeytanı dost edinirse, apaçık bir hüsrana uğramış olur…

Oysa; Tekâsür suresinin sekizinci ayet-i kerimesinde:

Sonra o gün (yani kıyamet günü) her türlü nimetten mutlaka hesaba çekileceksiniz” buyrulmaktadır.

Bir hadis-i şerifte de şöyle buyruluyor:

“Ademoğluna kıyamet günü şunlar sorulmadıkça, asla yerinden ayrılamaz: Ömrünü nerede ve ne şekilde geçirdiğinden, İlmi ile ne yaptığından, Malını nerede kazanıp nereye harcadığından ve Bedenini nerede yıprattığından” [Tirmizî]

Evet dostlarım. Geyik muhabbetlerinden bile sıkılmakta haklıymışım, değil mi?

Diğer yandan Yüce Yaratıcımız Mü’minleri şöyle tanımlıyor:

O mü’minler ki, faydasız işlerden ve boş sözlerden yüz çevirirler.” [Mü’min S., 3. Âyet.] Aslında sadece bu Âyet, Mü’minin davranış biçimini çok net anlatıyor.

Hz. Ebu Bekir de bu konuda şunları bildiriyor:

“Allahın c.c. Gazabını ve azabını, ancak Allaha c.c. itaat etmek ve emirlerini yerine getirmek önleyebilir”. (!) Yani geyik muhabbetleri değil…

NETİCE:

Cehennemle sonuçlanacak olan, mutlu bir hayatta hayır yoktur.

Cennetle sonuçlanacak olan, sıkıntılı bir hayatta dahi ŞER yoktur…

A. Raif Öztürk / moralhaber.net

İnsan, ebediyete meb’ustur (gönderilmiş, yollanmıştır) ve saadet-i ebediyeye (ebedî Cennetlere) ve şekavet-i daimeye (sürekli azâba) namzeddir (adaydır). Küçük-büyük, az-çok her amelinden (her türlü yaşantısından) muhasebe görecek. Ya taltif (iltifat ve mükâfat) veya tokat yiyecek. ..Artık, sen bilirsin…