Etiket arşivi: burçlar

Burcum burç

Yıl 2048 olmuş.
Yıl 2048 olmuş ama bazı şeyler hiç değişmemiş insan hayatında.
“Oğlum otuz yaşına geliyorsun evlen artık.” “Bir torun sevemeden göçüp gideceğim bu dünyadan.” “Akranlarının çocukları ilkokulu bitirdi, sen daha uyu uyu!” şeklinde bitmeksizin devam eden anne baskısı sonucu altı ay önce yuvasını kurmuştur Yunus.
Anne baskısıyla başlamış da olsa bu evlilikten memnundur Yunus. Eşini çok sever, eşi de onu. Hem bu altı aylık zaman içinde birbirlerini iyiden iyiye tanımış, birbirlerinin keyifli ve katlanılması gereken yönlerinin birçoğunu öğrenmeye başlamışlardır.
Meselâ Burcu, Yunus maç izlerken bir şey anlatmaması gerektiğini çabucak keşfetmiştir.
– Hayatım hani benim çocukluk arkadaşım Şeyda var ya…(10 dakika izah)
– Evet
– … (10 dakika daha)
– Hı hı!
– … (5 dakika daha)
– Tabii ki!
– Sen ne dersin? Gitmeli miyim sence?
Bu sırada maçta devre arası olduğundan Yunus konuya dâhil olur.
– Nereye?
– Bir saattir anlatıyorum ya. Hani Şeyda’nın,
– Şeyda kim ya?
– Ooo hoooo!
O günden sonra Burcu maç saatlerinde kendine başka meşgaleler bulmuştu. Bunun yanında Yunus da Burcu’nun astroloji takıntısı konusunda bir şey söylememesi gerektiğini öğrenmişti.
– Aşkım senin doğum tarihin 21 Mart’tı değil mi?
– Evet.
– O zaman sen Koç burcusun. En önemli özelliklerin de,
– Ya bırak bu safsataları. İnanma öyle şeylere.
– Ne demek inanma? Bak şimdi gökyüzünde gördüğümüz yıldızlardan bazıları karakterlerimizi belirliyor…
Şeklinde başlayan konuşma kırk beş dakika kesintisiz devam edince Yunus da bu konuda direnç göstermemesi gerektiğini anlamıştı.
Ama Burcu vazgeçmemişti. 45 dakikalık seansta kocasını burçlar konusunda yeteri kadar aydınlatamadığını düşünmüş ve bir uzmandan yardım almaya karar vermişti.
Kocasını aydınlatma konusunda kararlı olan Burcu, daha önce kaynanasının yaptığına benzer bir baskı uygulayarak Yunus’u bir astroloğa gitmeye ikna etti.
Ve bir Cumartesi öğle vakti astroloğun kapısındaydılar.
– Buyurun hoş geldiniz.
– Hoş bulduk.
– Nasıl yardımcı olabilirim?
– Eşim burçlara, astrolojiye falan inanmıyor. Kendisine konu hakkında biraz bilgi vermenizi istiyorum.
– Tabii. Neden olmasın?
– Aslına bakarsanız burcunun ve yükseleninin tüm özelliklerini de taşır kendisi.
– Öyle mi?
– Yunus Bey, nedir burcunuz?
– Yunus Koç burcudur. 21 Mart. Yükseleni de Oğlak. Gece on iki buçukta doğmuş.
– Burcu Hanım bir hayli ilgilisiniz bu konuya sanırım.
– Evet, biraz merakım var.
– O halde özelliklerini biliyorsunuzdur. Koç burcu olduğu için sıcakkanlı ve cevval, cesur ve özgürlüğüne düşkün olmalı Yunus Bey. Yükseleni de kendisine güvenilir, kararlı ve disiplinli olma özelliklerini getiriyor. Sabırlı olma konusunda iki burç çatışıyor ama yükseleninin etkisiyle sanırım oldukça sabırlı biridir kendisi. Biraz bencil, kötümser ve cimri olması da beklenen özellikleri arasında. Yalnız insanlarla alay etme huyunu bırakması gerek.
Yunus araya girmeye çalıştı:
– Ama hanımefendi,
Fakat Burcu sözü eşinin ağzına tıkadı:
– Yanlış mı söyledikleri Yunus? Baksana resmen seni tarif etti. Ne kadar özelliğin varsa saydı hanımefendi. Profil çıkardı, profil. Bana, tarif et deseler bu kadar iyi tarif edemezdim seni.
– Orası muhakkak. Şimdi müsaade edersen hanımefendiye bir şey sormak istiyorum.
– Sor tabii ki. Sor da öğren!
Ve Yunus astrolog hanıma dönerek sordu:
– Hanım efendi bakın ben bu söylediklerinize inanmıyorum. Bunlar her insanın hayat serencamı içinde yaşayacağı durumlar. Bunların yerine tam terslerini de söyleseydiniz eminim uyan bir şeyler olacaktı.
– Yani karakter üzerinde tek belirleyicidir demek zor olabilir ama etkisi de büyüktür burçların.
– Peki, bana söyler misiniz, benim burcum, meselâ Balık olsaydı, yükselenim de Yay olsaydı eminim yine bana uyacak bir şeyler çıkardı.
– Yani bazı ortak özellikler olsa da bu durumda oldukça farklı bir karakter çıkardı ortaya.
– Meselâ?
– Meselâ şu anda daha çok beyninizle hareket ederken o zaman daha duygusal olurdunuz? Şimdi ne kadar kararlıysanız, o zaman da o kadar dengesiz davranışlar sergilerdiniz. Disiplininizin yerini sorumsuzluk alırdı. Bunlara karşılık da mevcut kötümserliğinizin yerini aşırı iyimserlik alırdı.
Burcu atıldı:
– Gördün mü bak! Aman iyi ki öyle olmamışsın.
– Bayanlar ben Burcu’nun da söylediği gibi 21 Mart 2018 günü gece yarısını yarım saat geçerken doğmuşum. Bununla birlikte o yıl hükümet yıl boyu yaz saati uygulamasının devam etmesine karar verdiği için aslında o an olması gereken tarih ve saat 20 Mart 23.30 olmalıymış. Yani aslında burcum Balık ve yükselenim Yay. Şimdi buyurun çıkın işin içinden.

Muhiddin Yenigün

Bediüzzaman’ın Penceresinden “Burçlar ve bir dünya gününün anlamı”

Dünyanın kendi etrafında dönmesiyle gece gündüz, Güneş’in etrafında dönmesiyle de mevsimlerin meydana geldiğini, bugün herkes biliyor. Dünya yaratıldığından beri bu kanunlar geçerli olmasına rağmen, insanların bu bilgiye ulaşmaları için maalesef çok uzun yılların geçmesi ve teleskopların icadını beklemek gerekmiştir.

Astronomi, gökyüzüyle ilgilenmiş, yıldızların hareketlerini dünya ve güneşin durumlarını gözlemlemeye başlamıştır. Ancak Orta çağda Kilise; dünya merkezli bir evrene inandığı ve dünya sabittir dediği için, uzun yıllar kilise bilimle kavgalı olagelmiştir. Güneş’in Dünya etrafında dönerken her otuz derecedeki yıldız topluluklarının meydana getirdiği yıldızlar topluluğuna Burç adı verilmiştir ki bunların sayısı 12 dir. Sonunda gerçek ortaya çıkmış, 16.yüzyılda Kopernik, güneş merkezli evren teorisini ortaya atmış, Dünya’nın Güneş’in etrafında döndüğünü iddia etmiş ve sonra da Galile, bunu desteklemişti.

İslam dünyası, ellerinde Dünya-Güneş ilişkilerine ışık tutacak bir hadisi şerif olduğu halde, gökbilim henüz gelişmediğinden bunun anlamını uzun yıllar anlayamamıştı. 16.yüzyıl, Osmanlının zirveye ulaştığı ve rasathanelerin de kurulduğu bir asır olmasına rağmen Kopernik ve Galile’nin bilimsel görüşlerine karşıt veya taraftar fikirlerini bilmiyoruz. Galile, teleskopla gözlemler yaparak bilimsel görüşleriyle kiliseyi karşısına alma cesaretini gösterirken, Osmanlıda medrese hocaları daha çok takvim ve imsakiye hazırlamakla vakitlerini geçirmişlerdir.

Müslümanlar için “Rabbüssemavatı vel arz” olan Allah’ı bilmek için Astronomi bilmek bir basamak olabilecekken İslam dünyası başlangıçta gösterdiği ilgiyi ileriki asırlarda maalesef batı dünyası kadar gösterememiştir.

Aşağıda sorulan bir soruya Bediüzzaman cevap verirken dünya, güneş ve yıldızların ilişkisinden meydana gelen burçlarla ilgili ve içinde çok anlamlı mecaz ifadeler barındıran bir hadisin, açıklamasını yapmıştır.

Bu hadisin ifade ettiği gerçek mana anlaşılabilseydi çok önceleri Dünyanın güneş etrafında döndüğü ve her ay bir burcun gölgesinin altına geldiği de anlaşılacaktı. Ancak bu hadisin işaret ettiği derin manayı anlayamayan bazı din bilginleri ise bu hadisi, hadis olarak bile kabul etmemişlerdi.

*İbni Abbas (r.a.) gibi zatlara isnad edilen sahih bir rivayet var ki, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmdan sormuşlar:”Dünya ne üstündedir?” Ferman etmiş: – Dünya, öküz ve balığın üzerindedir.

Bir rivayette, bir defa -Öküz üzerindedir. – demiş, diğer defada -Balık üzerindedir – demiştir.

……Eski kozmoğrafya nazarında güneş gezer. Güneşin her otuz derecesini bir burç tabir etmişler. O burçlardaki yıldızların aralarında birbirine raptedecek farazî hatlar çekilse, birtek vaziyet hâsıl olduğu vakit, bazı esed (yani arslan) suretini, bazı terazi mânâsına olarak mizan suretini, bazı öküz mânâsına sevr suretini, bazı balık mânâsına hût suretini göstermişler. O münasebete binaen o burçlara o isimler verilmiş. Şu asrın  kozmoğrafyası nazarında ise, güneş gezmiyor. O burçlar boş ve muattal ve işsiz kalmışlar. Güneşin bedeline küre-i arz geziyor. Öyleyse, o boş, işsiz burçlar ve yukarıdaki muattal daireler yerine, yerde arzın medar-ı senevîsinde, küçük mikyasta o daireleri teşkil etmek gerektir. Şu halde, burûc-u semâviye, arzın medar-ı senevîsinden temessül edecek. Ve o halde küre-i arz her ayda burûc-u semâviyenin birinin gölgesinde ve misalindedir. Güya arzın medar-ı senevîsi bir ayna hükmünde olarak, semâvî burçlar onda temessül ediyor.

İşte bu vecihle, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, sabıkan zikrettiğimiz gibi, bir defa ‘’Öküz üzerindedir’’ bir defa ‘’Balık üzerindedir’’demiş. Evet, mu’cizü’l-beyan olan lisan-ı Nübüvvete yakışır bir tarzda, gayet derin ve çok asır sonra anlaşılacak bir hakikate işareten, bir defa ‘’Balık üzerindedir’’ demiş. Çünkü küre-i arz, o sualin zamanında Sevr Burcunun misalindeydi. Bir ay sonra yine sorulmuş, ‘’Öküz üzerindedir’’ demiş. Çünkü o vakit küre-i arz Hût Burcunun gölgesindeymiş.

İşte, istikbalde anlaşılacak bu ulvî hakikate işareten ve küre-i arzın vazifesindeki hareketine ve seyahatine imâen ve semâvî burçlar, güneş itibarıyla muattal ve misafirsiz olduklarına ve hakikî işleyen burçlar ise küre-i arzın medar-ı senevîsinde bulunduğuna ve o burçlarda vazife gören ve seyahat eden küre-i arz olduğuna remzen,’’Balık ve öküz üzerindedir’’demiştir. (LEMALAR,14.Lema)

Dünyanın her tarafında güneş; her gün ve her mevsim doğudan doğar, yükselir, alçalır ve batıdan batar. İnsan da önce; ana rahmine düşer, burada belli bir süre kaldıktan sonra doğar, büyür, genç olur, olgunluğa erişir, ihtiyarlar ve bir gün gelir ölür. Yaptığı tüm iyilikler ve eserler de onun ardından unutulur. O, artık kabirde kıyameti beklerken oranın karanlığını aydınlatacak bir ışık beklemektedir. Bir gün gelecek, dünya da ölecek ve haşir sabahında herkes birden uyanacaktır.

Dikkatle bakıldığında Dünyanın hareketiyle oluşan gece, gündüz, sabah, öğle, ikindi, akşam, yatsı, gece vakti ve dört mevsimdeki değişimlerle insanın yaşam serüveni arasında, birçok ortak benzerlikler görmek mümkündür. Aşağıda bu benzerliklere bakın nasıl dikkat çekilmiştir.

Güneş doğarken ufukta meydana gelen kızıllığa şafak vakti denir. Bu andan tam doğuş anına kadar geçen zaman; baharın ilk zamanını, insanın ana rahmine düştüğü anları, yer ve göklerin altı devirde yaratılışının ilk aşamasını insanlara hatırlatır. Ve bunları yüce bir yaratıcının yaptığının düşünülmesine dikkatleri çekerler.

*Meselâ fecir zamanı-tulûa kadar-evvel-i bahar zamanına, hem insanın rahm-ı mâdere düştüğü âvânına, hem semâvât ve arzın altı gün hilkatinden birinci gününe benzer ve hatırlatır ve onlardaki şuûnât-ı İlâhiyeyi ihtar eder.

Öğle vakti ise; yaz mevsiminin ortasını, gençliği en olgun zamanını, dünyanın ömrü içinde insanın yaratılma devrini hatırlatır ve sanki onlarla aralarındaki benzerliklere dikkat ettirir. Ve o dönemlerde kendini gösteren ilahi merhamet ve nimetlerle, Allah’ın nasıl bir Rahman olduğunu hatırlatır.

Zuhr zamanı ise yaz mevsiminin ortasına, hem gençlik kemâline, hem ömr-ü dünyadaki hilkat-i insan devrine benzer ve işaret eder. Ve onlardaki tecelliyât-ı rahmeti ve füyüzât-ı nimeti hatırlatır.

İkindi vakti; sonbaharı, insanın ihtiyarlık vaktini ve Hz. Muhammed’in ve sahabelerin yaşadığı saadet asrını hayal ettirir. Ve o devirlerde Allah’ın kullarına sunduğu nimetleri hatırlatır.

Asr zamanı ise güz mevsimine, hem ihtiyarlık vaktine, hem âhirzaman Peygamberinin (Aleyhissalâtü Vesselâm) Asr-ı Saadetine benzer. Ve onlardaki şuûnât-ı İlâhiyeyi ve in’âmât-ı ,Rahmâniyeyi ihtar eder.

Akşam vakti; sonbaharın sonunda birçok canlının ölümünü, insanın ölümünü ve dünyanın da kıyamet denilen günün başlangıcında yıkılacağını anlatır. Ve Allah’ın Celal sıfatıyla kendini göstereceği o günü hatırlatır ve insanı gaflet uykusundan uyanmaya çağırır.

Mağrib zamanı ise, güz mevsiminin âhirinde pekçok mahlûkatın gurûbunu, hem insanın vefâtını, hem dünyanın Kıyâmet ibtidâsındaki harâbiyetini ihtar ile tecelliyât-ı Celâliyeyi ifham ve beşeri gaflet uykusundan uyandırır, ikaz eder.

Yatsı vakti; karanlıklar aleminin; gündüz yapılan bütün işleri siyah bir kefen gibi örtüşüne benzer. Beyaz bir kefen, kış mevsiminde sanki ölmüş gibi olan yeryüzünü kaplamaktadır. Ayrıca ölen kişilerin arkasında bıraktığı eserlerin de birgün unutkanlık perdesi altına gireceğini hatırlatır. İnsanlar için bir sınav yeri olan dünyanın, zamanı gelince kayıtsız şartsız galip ve her an kahretmeye gücü yeten büyüklük sahibi olan Allah’ın tasarrufuyla kapanacağını hatırlatır.

İşâ vakti ise, âlem-i zulümât, nehar âleminin bütün âsârını siyah kefeni ile setretmesini, hem kışın beyaz kefeni ile ölmüş yerin yüzünü örtmesini, hem vefât etmiş insanın bakıye-i âsârı dahi vefât edip nisyan perdesi altına girmesini, hem bu dâr-ı imtihan olan dünyanın bütün bütün kapanmasını ihtar ile Kahhâr-ı Zülcelâlin celâlli tasarrufâtını ilân eder.

Gece vakti; hem kışa benzer, hem kabri ve kabir hayatını anlatır. İnsan ruhunun rahmeti bol merhametli bir Allah’a nekadar da muhtaç olduğunu anlatır. Ve gecenin ortasında teheccüd namazına kalkıp kılmak ise, kabir hayatında ve karanlık gecelerinde ona gerekli nasıl bir ışık olacağını bildirir. Gerçek nimetleri veren Allah’ın bütün bu değişimler içinde kullarına sonsuz nimetler verdiğini ve sonsuz şükür ve hamde layık olanın ancak O olduğunu ihtar eder.

Gece vakti ise hem kışı, hem kabri, hem âlem-i berzahı ifham ile, ruh-u beşer rahmet-i Rahmâna ne derece muhtaç olduğunu insana hatırlatır. Ve gecede teheccüd ise, kabir gecesinde ve berzah karanlığında ne kadar lüzumlu bir ışık olduğunu bildirir, ikaz eder. Ve bütün bu inkılâbât içinde, Cenâb-ı Mün’im-i Hakikînin nihayetsiz nimetlerini ihtar ile ne derece hamd ve senâya müstehak olduğunu ilân eder.

İkinci sabah; Öldükten sonra diriliş gününün sabahına benzer. Geceden sonra sabahın geleceği, kıştan sonra baharın olacağı ne kadar kesin ise haşrin sabahı ile kabir hayatından sonra bir baharı geleceği de o kadar aşikârdır.

İşte beş vaktin her biri kendi başına insanlara önemli değişimleri çağrıştırır. Günlük, yıllık ve yüzyıllık değişimler Allah’ın kudretinin mucizeleri ve rahmetinin hediyeleridir. İnsanlar üzerine kesinlikle borç olan beş vakit namaz; yaratılışın asıl gayesi ve kulluğun esası olarak bilinmelidir. Ve şu vakitlere layık bir şekilde yerine getirilmelidir.

İkinci sabah ise, sabah-ı haşri ihtar eder. Evet, şu gecenin sabahı ve şu kışın baharı ne kadar mâkul ve lâzım ve kat’î ise, haşrin sabahı da, berzahın baharı da o kat’iyettedir.

Demek bu beş vaktin herbiri, bir mühim inkılâb başında olduğu ve büyük inkılâbları ihtar ettiği gibi, kudret-i Samedâniyenin tasarrufât-ı azîme-i yevmiyesinin işaretiyle hem senevî, hem asrî, hem dehrî Kudretin mu’cizâtını ve Rahmetin hedâyâsını hatırlatır. Demek asıl vazife-i fıtrat ve esâs-ı ubûdiyet ve kat’î borç olan farz namaz, şu vakitlerde lâyıktır ve ensebdir. (SÖZLER,9.Söz)

Selçuk Eskiçubuk

 

Burçlarla Uğraşmak İmana Zarar Verir mi?

Fal ve Burçlar insanları tarih boyu meşgul etmiştir. Gazeteler, Dergiler, Televizyonlar ve Sinemalarda burçların insanları nasıl etkilediği anlatılır. Acaba gerçekten böylemidir? İslam’ın bakışı nasıldır?

”Burçlara nasıl bakmalıyız? Örneğin evleneceğimiz bir kişi hakkında, önceden doğum tarihini öğrendiğimizde o aya tekabül eden burca bakmak sakıncalı mıdır? Eğer kendi burcumuzda yazılan özelliklerin birçoğunu taşıyorsak nasıl yorumlamalıyız? (Abdullah Tuğlu)”

Konunun iyice anlaşılması için sorunuzun cevabına şöyle bir açıklama getirmek mümkün.

Kur’ân, kâinatın muhteşem düzenine, Güneş, Ay ve yıldızlara sürekli olarak dikkatleri çeker. Buradan Allah’ın varlık ve birliğine kapılar açar.

Yeryüzündeki bütün varlıklar Allah’ın emriyle hareket eder. Hiçbir varlığın yaratıcı, etkileyici ve yönlendirici bir gücü yoktur.

İslâm’ın özü olan tevhid inancı, Allah’tan başka hiç kimsenin gaybı bilemeyeceğini ders verir.

Bu açıdan İslam, insanın kendi geleceği konusunda yıldız ve burç falına itibar etmeyi, onlara bir anlam ve ümit yüklemeyi kabul etmez.

Toplumumuzda bu tür uğraşıların ilgi görmesi ise dini eğitim ve yaşantıdaki boşluklardan kaynaklanıyor.

Bundan dolayı burçların insan üzerindeki etkisine inanmak, İslam’ın, Allah’ın yüce iradesine verdiği mutlak hâkimiyet prensibine aykırı düşer.

Bunun için İslam âlimlerinin çoğunluğu, Güneş, Ay ve yıldızların hareketlerine bakarak bunlardan dünyadaki olayların ve insanların geleceğine ilişkin sonuç çıkarmanın aldatmaca olduğunu, dini bilgi ve inançla çeliştiğini belirtirler.

Dolayısıyla insanın geleceğini, onu Yaratan Yüce Allah belirler, bunları yıldızlar ve burçlar dahil hiçbir varlığa havale etmez. (DİB İslam Ansiklopedisi)

Kur’ân-ı Kerimde “burçlar” anlamına gelen bir sûre ile birlikte, bazı âyetlerde burçlar hakkında bilgi verilir.

Gökte burçları var eden, onların içinde bir kandil (güneş) ve nurlu bir ay barındıran Allah, yüceler yücesidir.” (Furkan, 25:61)

And olsun biz, gökte birtakım burçlar yarattık ve bakanlar için onu süsledik.” (Hicr, 15:16)

Âyetlerde anlatılan burçlar, yıldız topluluklarıyla gökyüzünün süslenmesidir ve İlâhi kudretin bir haşmet gösterisidir.

Yoksa burada sözü edilen burçların astroloji burçlarıyla, hele o burçlara izafe edilen esrarengiz güçlerle bir ilgisi yoktur.

Bu âyetlerden sonra gelen âyetlere bakınca anlaşılacağı gibi, Kur’ân, kâhinlik, medyumluk, falcılık türünden şeyleri bütünüyle bir şeytan işi olarak kabul eder.

Bu açıdan insanların karakterleri veya geleceği üzerinde burçların birtakım etkilerinin olabileceği şeklinde yapılan yorumlar bütünüyle bir aldatmaca, insanların gelecekle alakalı meraklarını istismar etmekten başka bir şey değildir.

Yüce Kudret bütün insanların parmak uçlarına ayrı ayrı imza basarak müthiş bir farklılık ve zenginlik ortaya koymuşken, aynı burçtan olan veya belli tarihlerde dünyaya gelmiş insanların psikolojik yapılarının ortaya bir karbon kağıdı konulmuş gibi hep aynı özelliklerde olmasına neden müsaade etsin.

Milyarlarca insanın yapısını ve karakterini, kaderini ve geleceğini on ikiyle burçla sınırlamak ne bilimsel olarak, ne mantık açısından, ne de dini bakımdan bir değer taşımıyor.

Bunun için doğum tarihlerine bakarak burç belirlemek ve o burçta yazılan özelliklere bakarak bir kanaate varmak ve hüküm vermek ciddiyetten uzak bir bakış açısı olarak değerlendirilmelidir.

Kaldı ki, zaman içinde aldığı eğitimle insanın ahlaki değerleri ve karakteri değişebiliyor, farklı bir yere gelebiliyor.

Mehmet PAKSU