Etiket arşivi: Cemil Tokpınar

Kabir Karanlığını Aydınlatan Bir Nur: Teheccüd Namazı

Abdullah bin Ömer (r.a.) gençlik yıllarında geceyi mescitte geçirir ve orada uyurdu. Bir gece rüyasında iki melek onu yakalayarak Cehenneme götürdüler. Cehennem kuyu duvarı gibi taşla örülmüş olarak görünüyordu. İki boynuz gibi iki yanı vardı. Burada kendilerini yakından tanıdığı kimseleri de görmüştü. O anda:

— Cehennemden Allah’a sığınırım, demeye başladı. O sırada yanına başka bir melek gelerek ona:
— Korkma, sen buraya atılmayacaksın. Senin için tasa ve endişe yoktur, dedi.

Abdullah bu rüyasını Resulüllahın (s.a.v.) hanımı olan ablası Hz. Hafsa’ya (r.a.) anlattı. Hafsa Validemiz de Resulüllaha (s.a.v.) aktarınca Efendimiz şöyle buyurdu:

— Abdullah ne iyi adamdır. Keşke gecenin bir kısmında kalkıp da ibadet etmeyi âdet edinseydi.

Peygamber Efendimizin (s.a.v.) burada kast ettiği ibadet teheccüd namazıydı. Abdullah b. Ömer bunu öğrenince gecenin pek azında uyuyup kalan zamanını ibadetle geçirmeye başlamıştı.

Ömrünün büyük bir kısmı mescitte, namazda ve secdede geçen İki Cihan Serveri (s.a.v.), geceleri ayakları şişinceye kadar namaz kılardı. Zaten ümmetine sünnet olan teheccüd namazı, Rabbimiz tarafından ona özel bir farz olarak emredilmişti:
Gecenin bir kısmında sana mahsus bir nafile olan teheccüd namazı kılmak üzere uyan, böylece Rabbin seni övülmüş bir makam olan en büyük şefaat makamına ulaştırır.” (İsra Suresi: 79)

Peygamberimiz (s.a.v.) bu emri öylesine bir aşk ve şevkle yerine getiriyordu ki, onun namaza olan sevgisi, değerli hanımı Hz. Aişe Validemizi bile hayrete düşürüyordu. Onun anlattığına göre, Efendimiz (s.a.v.) bir gece namazında ayakta ve rükûda sakalı ıslanıncaya kadar ağlamıştı. Secdede de ağlamayı sürdürmüş, gözyaşıyla yer ıslanmıştı. Bu hâli gören Aişe Validemiz:

— Ya Resulallah, Allah sizin geçmiş ve gelecek günahlarınızı bağışladığı halde niçin ibadet konusunda kendini bu kadar zorluyorsun, diye sorunca şu cevabı almıştı:
Ben Allah’ın bu mağfiretine karşı şükreden bir kul olmayayım mı?

Teheccüd nimetlere karşı büyük bir şükür, kabir ve Cehennem azabına karşı bir zırhtır. Gece namazı, Allah’ın sevgisini kazandırır, insanı faziletli kılar, manevî zevklerin kaynağıdır, acı ve felâketlerden korur, bedenin şifasıdır, ruhî ve kalbî terakkiye vesiledir. Bediüzzaman Hazretlerinin ifadesiyle, “kabir gecesinde ve berzah karanlığında ne kadar lüzumlu bir ışık”tır.

Peygamber Efendimizin (s.a.v.) ibadet hayatını kendilerine rehber edinen sahabeler gece namazına da büyük önem verirlerdi. O kadar ki gece namazını, yolculuk, hastalık, savaş gibi ağır ve sıkıntılı durumlarda bile terk etmezlerdi. Bunu gösteren şöyle muhteşem bir hadise yaşanmıştı:

Zâtü’r-Rikâ” Savaşı’nda, ordu istirahata çekilince Peygamberimiz (s.a.v.),  Ammar bin Yasir (r.a) ile Abbâd bin Bişr’i (r.a.) nöbetle görevlendirdi.

İkisi aralarında anlaşarak ilk bölümde Abbâd’ın nöbet tutmasına karar verdiler. Bunun üzerine Ammar, kendi nöbeti gelinceye kadar arkadaşının yanında uyumaya başladı. Nöbete duran Abbâd da, çevrenin sakin olduğunu görünce vaktini değerlendirmek için gece namazına durdu.

Abbâd bin Bişr, gecenin sessizliğinin verdiği huzurla namaza kendini vermiş, bütün benliğiyle Allah’a ibadet etmenin hazzını yaşıyordu.

Bu sırada bir müşrik, çok uzak mesafedeki karaltıyı görünce, yayına bir ok yerleştirdi ve bıraktı. Ok eliyle koymuş gibi, Hz. Abbad’ın vücuduna saplandı. Bu sırada Abbad, on bir sayfalık Kehf Sûresi’nin ortalarına gelmişti. Eliyle oku çıkardı ve namaz kılmaya devam etti.

Biraz bekleyen müşrik, önceki okun yerini bulmadığını sanarak Abbâd’a ikinci okunu da fırlattı. İkinci ok da eliyle koymuş gibi namazda olan Abbâd bin Bişr’e saplanmıştı.

Bu oka da aldırmadan çıkardı ve namazına devam etti. Sanki atılan oklar onun vücuduna saplanmamış gibi huşû içinde namaz kılıyordu.

Büyük bir öfkeye kapılan müşrik, bu okun da isabet etmediğini düşünerek üçüncü bir ok fırlattı. Üçüncü okun da eliyle koymuş gibi isabet ettiği Abbâd bu oku da çıkardı. Bir müddet sonra arkadaşı uyandı. Müşrik, onların iki kişi olduklarını görünce kaçtı.

Ammar, saplanan üç oku ve arkadaşından akan kanları görünce şaşkına dönmüştü:

— Sübhânallah! Sana ilk oku atınca beni niye uyandırmadın, diye sordu. Hz. Abbâd, yaptığından gayet memnun ve huzur dolu bir sesle şu ibretli cevabı verdi:
— Öyle bir sûre okuyordum ki kesmek istemedim. Eğer Resulullah’ın verdiği görevin aksamasından korkmasaydım, ölünceye kadar namaz kılmaya devam ederdim, dedi.

Hz. Abbâd’ın tavrı öyle bir namaz aşkıydı ki, saplanan oklara bir diken kadar bile değer vermemişti. İşte onlar namazdan böylesine zevk alır, haz duyarlardı.

Gece İbadeti Bir Yıl Farz Kılınmıştı

Cenab-ı Hak, Müzzemmil Suresiyle Peygamber Efendimize (s.a.v.) ve bütün müminlere gece ibadetini bir yıl boyunca farz kılmıştı. Çünkü gece, sükûneti ve bir meşguliyetin olmayışı sebebiyle ruhî eğitim ve yükseliş için daha uygundu. Müminler müşriklerin tepkilerine ve işkencelerine, ancak gece ibadetindeki namaz ve dualarla karşı koyabiliyorlardı. Yine Bedir Savaşının gecesinde sabaha kadar namaz kılıp dua eden Peygamberimiz (s.a.v.), bu benzersiz namazın mahiyeti sorulunca şu cevabı vermişti:

—    Bu namaz, ümit korku ve yalvarma namazıdır.

Demek ki, başta İslâm davetçileri olmak üzere, zor imtihanlardan geçenler, olağanüstü sıkıntısı olanlar her şeyden önce geceleri teheccüd kılarak Allah’ın sonsuz hazinesinden istemeli, yardım ve desteğini talep etmelidir.

Teheccüd âdeta sevenin ezelî ve ebedî Sevgilisiyle buluştuğu, Onu tesbih ve tazim ettiği, derdini döktüğü, yardım istediği özel dakikalardır. Teheccüd namazı, maddî ve manevî sayısız dertlerle mahzun, birçok arzusu ve emeli bulunan, nihayetsiz ihtiyacı olan insana sunulan eşsiz bir hazinedir. Rabbimizin hazinesinden istifade etmenin tek şartı, bir zahmet kalkıp abdest alıp o yüce dergâha yönelmektir.

Ne Zaman Kalkmalı?

Teheccüd namazı, geceleyin bir müddet uyuduktan sonra kalkıp kılınır. Çünkü gece rahmet, mağfiret, feyiz ve bereketin coştuğu bir zaman dilimidir. Bir hadiste şöyle buyrulmuştur:

“Gecenin (üçte ikisi geçip de) son üçte biri kaldığında Rabbimiz dünya semasına inerek (rahmetiyle tecelli ederek) buyurur ki: Hani bana kim dua eder ki, duasını kabul edeyim! Benden kim istekte bulunur ki, dileğini vereyim! Benden kim mağfiret diler ki, onu bağışlayayım!” (Buharî, Teheccüd: 14)

İşte teheccüde kalkmak, Rabbimizin bu sorularına karşı, “Ya Rabbi, ben dua ediyorum. Ben istekte bulunuyorum. Ben mağfiret istiyorum” diyebilmektir. Bu hadisten anlıyoruz ki, teheccüd namazı kılarak kim ne isterse Rabbimiz onu verecektir. Dünya ve ahiret saadeti için tüm isteklerimizi sıralayabilir ve inşallah onlara kavuşabiliriz. Bütün bu hazineler için yapacağımız tek şey, “istemek”tir.

Teheccüdün vakti biraz uyuyup uyandıktan sonra başlayıp imsak vaktine kadar devam eder. En faziletlisi, gecenin son üçte biridir. Söz gelişi, sabah namazının vaktinin girdiği imsaktan bir müddet önce kalkıp teheccüdü kılmak, sonra bir müddet daha uyuyup güneş doğmadan sabah namazını kılmaya kalkmak mümkündür.

Sahabeler ve Allah dostlarının gece ibadeti uygulamaları çok farklıdır. Gecenin tümünü, yarısını veya son üçte birini ibadetle geçiren olmuştur. Bunlar içinde her gece yüz rekâttan bin rekâta kadar namaz kılanlar vardır.

Gecenin feyizli anlarından birkaç dakika bile olsa yararlanmak büyük bir nimettir. Bunun için herhangi bir vakitte uyanıp iki rekât namaz kılmak bile güzeldir.

Kaç Rekât Kılmalı?

Peygamberimizin (s.a.v.) teheccüd namazını ne kadar kıldığı konusunda farklı rivayetler bulunsa da, en kuvvetlisi sekiz rekât kıldığı şeklindedir. Efendimiz (s.a.v.) gecenin sonuna doğru, imsaktan önce, sekizi teheccüd, üçü de vitir olmak üzere 11 rekât namaz kılardı.

Herkes yaşı, işi, zamanı ve şartlarına göre bir miktar belirlemeli, her gün ona titizlikle uymalıdır.Allah’a en sevimli olan amel, az da olsa devamlı olandır hadis-i şerifini esas alırsak, zor şartlarda bile bunu uygulamak gerekir. Meselâ, yolculukta, misafirlikte, aşırı sıcak ve soğukta, dar zamanda, uykusuzluk, yorgunluk, hastalık gibi hallerde bile teheccüdü terk etmemek büyük bir fazilet ve muhteşem bir kârdır.

Bu tür olumsuzluklar teheccüdü terk etmeye değil, belki bazen rekâtını azaltmaya, sure ve dualarını kısaltmaya sebep olabilir. Bu şekilde teheccüd kılan bir kimse, “Ya Rabbi, her şeye rağmen Senin huzuruna bu gece de çıktım. Belki hakkıyla kılamadım. Ama Seni ve Seninle birlikte olmayı, huzuruna gelmeyi unutmadım, ihmal etmedim” demiş olmaktadır. Cenab-ı Hak Kendisini unutmayan bu kimseye öyle yardımlar eder ki, belki yıllarını harcasa onları elde edemez. Bu yüzden teheccüd kılan kimsenin, yüzü nurlu, hal ve tavrı sempatik, işleri hayırlı ve başarılı olur. Çünkü kendisine yapılan hayırlı bir amele, en güzel karşılık verenlerin en hayırlısı ve cömerdi Cenab-ı Allah’tır.

Neler Okumalı?

Teheccüd namazı kılarken en kısasından en uzununa kadar bütün sureler okunabilir. Herkes kendi durumuna göre bir seçim yapmalıdır. Peygamber Efendimiz (s.a.v.), bazen çok uzun okuyuşlarda bulunurdu.

Onun arkasında bir gece namazı kılan Hz. Huzeyfe (r.a.) anlatıyor:

Bir gece Peygamber (s.a.v.) ile birlikte namaz kıldım. Bakara suresini okumaya başladı. Ben yüz âyeti bitirince rükûya varacak dedim, sonra devam etti. Ben Bakara sûresini bir rekâtte bitirecek dedim, devam etti. Ben sureyi bitirince rükû edecek derken, Nisa suresine başladı, onu okudu. Sonra Al-i İmran suresine başladı, onu okudu… Sonra rükûya gitti. Rükûda ayaktaki kadar kaldı. Secdede rükûdaki kadar durdu.

Tabiî ki bu ona mahsus muhteşem bir namazdır. Belki de Rabbimiz Miraç’ta olduğu gibi zaman içinde zaman yaratarak onu bast-ı zamana mazhar etmişti. Sahabeden ve onlardan sonra gelen salih kimselerden çok uzun kıraatleri olanlar çıkmıştır. Bunlar yerine göre, bir rekâtta bir, beş, on, yirmi… sayfa okumuşlardır.

Burada da ölçü şu olmalıdır: Her zaman uygulayabileceğimiz, zamanımıza ve imkânımıza uygun bir okuyuş seçmeliyiz. Ama her zaman yapamasak bile çok müsait olduğumuz zamanlarda uzun sureler okuyabiliriz. Meselâ, her rekâtta kısa bir sure veya birkaç ayet okunabileceği gibi, müsait olunduğunda her rekâtta bir sayfa ya da Yasin, Fetih, Rahman, Tebâreke, Amme gibi sureler okunabilir.

Teheccüde Nasıl Başlamalı?

Bugün beş vakit namaz gibi kesin farz olan bir ibadet bile büyük bir ihmale uğramaktadır. Bu yüzden nafile namazlardan önce farz namazları tavizsiz bir şekilde uygulamak gerekir. Ancak beş vakit namazını kılanlardan müsait olanların da teheccüde sarılmaları çok önemlidir.

Ne var ki, bir web sitesinde yapılan ankete göre, ülkemizde teheccüd kılanların oranı sadece yüzde 4’tür. (www.namazladirilis.com) Demek ki, ferdî, ailevî, millî ve dinî hayatımızda muhtaç olduğumuz İlâhî destek ve yardıma karşı gerektiği gibi istekli ve gayretli olamıyoruz.

Eğer henüz teheccüd namazı kılmıyorsanız, nasıl başlamak gerekir?

Hiç şüphesiz namaz kılanların yüzde 70’inin sabah namazına bile kalkamadığı bir ülkede teheccüde kalkmak kolay değildir. Çünkü her şey, geç yatmaya ve geç kalkmaya göre ayarlanmıştır. Ne yazık ki, geç vakitlere kadar süren boş sohbetler ve misafirlikler, TV dizileri ve tartışma programlarına bol bol zaman ayırtan nefis, teheccüd için 15 dakikayı çok görür.

Her şeye rağmen şartlara teslim olmamak, şartları teslim almak gerekir. Eğer teheccüdün sonsuz feyiz ve bereketinden faydalanmak isterseniz şu hususlara dikkat edin:

1.    Teheccüde başladığınız zaman mümkün mertebe erken yatmaya gayret edin. Normalden bir sat önce yatmanız size kalkmada kolaylık kazandıracaktır.

2.    Eğer öğleden biraz önce başlayıp ikindi öncesine kadar devam eden vakitte kaylûle denen uykuyu alışkanlık haline getirebilirseniz gece uyanmanız daha kolaydır. Çünkü yarım saatlik öğle uykusu iki saatlik gece uykusuna bedeldir.

3.    İlk günlerde iki veya dört rekâtla başlayın. Alıştıkça arttırabilirsiniz.

4.   Eğer aile fertleri veya arkadaş grubundan birkaç kişiyle birlikte başlarsanız, teşvik, dua ve uyarma imkânı olacağından daha iyi olur. Mesela, bu hususta sözleşen dört kişilik bir arkadaş grubundan her gün bir kişi uyarma görevini üstlenebilir. Her ne kadar saat veya telefon alârmıyla kendi başınıza uyanabilirseniz de, arkadaşınızın sizi uyarması daha etkileyici olur.

5.   Teheccüde başlamak için özellikle imsakın geç olduğu kış ayları ve Ramazan ayı önemlidir. Zaten sahura kalkacağınız için birkaç dakikanızı teheccüde ayırır, arkasından yemeğinizi yersiniz. Bayramdan sonra da devam etmeniz mümkündür.

6.    Uykusuzluk, yorgunluk, hastalık, yolculuk, zaman darlığı gibi durumlarda, eğer teheccüdün tehlikeye gireceğini tahmin etmişseniz, yatmadan önce veya imsaktan biraz önce kılıp arkasından sabah namazını kılabilirsiniz. Böylece âdet hâline getirdiğiniz bir ibadeti terk etmeyip sürdürmüş olursunuz. Eğer terk ederseniz nefsin eline büyük bir fırsat vermiş olursunuz ki, nefis her fırsatta, “” diyerek her gün bir bahane bulur.

7.    Teheccüde kalkmak, sabah namazını asla engellememeli. Ne kadar faziletli olsa da hiçbir sünnet, farzın yerini tutamaz.

8.    Her ne kadar namaz eşsiz dualarla süslenmiş muhteşem bir ibadet olsa da, teheccüdün arkasından mutlaka dua edin. Çünkü namazın peşinden yapılan dualar kabul edilir.

Cemil Tokpınar / Moral Haber

Risale-i Nur’daki incelikleri keşfetmeye çalışın!

Risale-i Nur’u okuma ve anlama teknikleri-19

Risale-i Nur’u anlamaya çalışırken dikkat edilecek mühim noktalar vardır.  Diyebiliriz ki, “bu eserlerde fazladan ve gereksiz hiçbir kelime, cümle, tabir, terim ve misal yoktur.” Her şey yerli yerinde, bir maksat için ve genel mânânın bir unsuru olarak zikredilmiştir.  Bu bakımdan hiçbir kelimeyi atlamamak, anlamadan geçmemek gerekir.

Sözgelişi; Yirmi Üçüncü Sözün Birinci Noktasının sonunda, “İşte, küfür böyle mahiyet-i insaniyeyi yıkar, elmastan kömüre kalb eder” cümlesindeki elmas-kömür benzetmesi rast gele söylenmemiştir.  Bununla çok uzun bir hakikat özetlenmiştir.  Çünkü, elmas ve kömürün ana maddesi karbondur.  Ancak tonlarca kömür, bir gram elmas etmez.

İşte mü’minle kâfir madde itibarıyla et ve kemikten meydana gelir.  Ancak iman, mü’mine Allah katında öyle bir değer kazandırır ki, hiçbir şeyle mukayese edilmez.

Yine aynı sözün üçüncü nüktesinde insanla hayvanın farkının anlatıldığı misaldeki, insafsız dükkâncının en çürüğünden bir kat elbise vermesi çok geniş bir mânâyı hatıra getirmektedir.  Demek ki insan, bin altınla ifade edilen harikulâde kabiliyetlerini sadece dünya hayatına sarf ederse, mutsuzlukla dolu bir dünya hayatı geçirir.

Risaledeki simetrilere dikkat etmek gerekir

Özellikle temsilî hikâyeciklerde ve misallerde çok güzel simetriler vardır.  O kadar ki, misalde ne varsa, en ince ayrıntısına kadar hakikatte de vardır.

Simetriyi, “misalle hakikat arasındaki benzerlik, cümlelerde arka arkaya gelen kelimelerin seçilişindeki ahenk” olarak kullanıyoruz.

Meselâ, Yirmi Birinci Sözün İkinci İkazında peş peşe gelen kelimeleri gruplandırırsak şöyle bir ahenk ortaya çıkıyor:

Ekmek, kalp, gıda, kapı, niyaz, elde etmek.

Su, ruh, âb-ı hayat, çeşme-i rahmet, namaz, içmek.

Hava, lâtife-i Rabbaniye, hava-i nesîm, teneffüs, pencere, nefes almak.

Görüldüğü gibi, maddî hayat için zarurî üç önemli ihtiyaç olan ekmek, su, hava ile üç manevî varlığımız kalp, ruh, lâtife-i Rabbaniye ve bunların fonksiyonları arasında irtibat kuruluyor, mukayese yapılıyor.  Bedene ekmek, su, hava nasıl gerekliyse, kalp, ruh ve lâtife-i Rabbaniye için de namazın o derece gerekli olduğu ispatlanıyor.  Ayrıca namazın manevî bir gıda, bir âb-ı hayat, bir hava-i nesim olduğu vurgulanıyor.

Daha burada çok mânâ cevherleri var.  Eğer imkân olsa, sayfalarca bu bölümün üzerinde durulabilir.  Bu kadarla yetiniyoruz.

Yine Münazarat’ın 46.  sayfasındaki ulema, meşayih ve hutebanın zikredildiği bölümde ahenkli bir şekilde dizilen sadef, mağara, kehf benzetmeleri, dimağ, kalp, fem ifadeleri ne kadar mükemmel bir şekilde uyumlu zikredilmiş… Misalle gerçek arasında tam bir benzeyiş var.

Sık geçen kelimeler iyi bilinmeli

Risale-i Nur’da çok sık kullanılan kelime ve terimlerin mânâlarını çok iyi bilmek gerekir; çünkü onlar, mânâların anahtarlarıdır.  Belki yüzlerce, binlerce defa karşımıza çıkacaktır.

Bu meyanda isim ve sıfat farkını bilerek okumak gerekir.  Meselâ, kerem, lütuf, ihsan, cemal, celâl sıfattır.  Bunların isimleri, Kerîm, Lâtîf, Muhsîn, Cemîl, Celîl kelimeleridir.

Vahidiyyet, Ehadiyyet, mânâ-yı harfî, mânâ-yı ismî, tesbih, vahdet, İsm-i Azam, arş, cüz, küll ve bunlar gibi daha sayabileceğimiz yüzlerce terim çok sık zikredilmektedir. Bunların anlamını biraz genişçe öğrenmek gerekir.  Maalesef, lügatlarda çok kısa olduğu için yetersiz kalıyor. Bu terimlerin, kavramların mânâlarını genişçe öğrenmek için Söz Basım Yayın tarafından hazırlanan külliyata başvurmak gerekir. Çünkü, bu ciltlerin sonunda kavramlar sözlüğü bulunmaktadır.

Kelime anlamları verilmiş

Risale-i Nur’un birçok yerinde Arapça veya Farsça bir kelimenin mânâsı aynı satırda verilmiştir.  Bunun için biraz dikkatli olmak yetecektir.

İşte, Sözler’de yaptığımız araştırmada bulduğumuz bazı örnekler ve sayfa numaraları:

O Sultana muhâtab ve halil ve dost ol! (10)

O rahmetin kuvvetidir ki, zîşuurun nazarlarını celb eder, kendine çeker. (12)

Nihayet ihtilât içinde ve karışmış oldukları halde, nihayet derecede imtiyaz ve farkla birbirinden ayrılıyor. (55)

…Sâni-i Zülcelâl, onun mukàbilinde zîşuurdan marziyyatı ve arzuları ne olduğunu bir elçi vasıtasıyla bildirmesin. (55)

Hakikî istib’ad, hakîkî muhaliyet ve akıldan uzaklık. (59)

Her şeyde maslahat ve fâidelere riâyet etmesidir. (61)

…Iztırar lisaniyle sual edilen ve istenilen her şeye dâimî cevap vermek… (60

…Vazifedar mevcûdâtın gelmesine yer hazırlamaktır ve ihzarattır. (69)

Mahşer ise bir beyderdir, harmandır. (75)

…Bütün kat’iyetle açtıkları âhiret yolunu ve küşad ettikleri Cennet kapısını… (80)

Onu bütün hakàikına temel taşı ve üssü’l-esas yapıyor. (96)

…Yani mâzi, müstakbel, yani geçmiş ve gelecek mahlûkatın… (100)

Hem kendi mârifetinin garîbelerini izhar edip göstersin. (108)

Akıl alâkadarlığı ile ona zulmetler, karanlıklar veriyor. (131)

…Dükkân, şeksiz bir fevkâlâde iâşe ve erzak mâlikini ve sahibini ve memurunu bildirir. (142)

Levh-i mahv ve isbat namında yazar bozar tahtası hükmündedir.

(148)

Merdane kabre bak, dinle ne talep eder.  Erkekçesine ölümün yüzüne gül; bak ne ister. (155)

Cemil Tokpınar / moralhaber.net

Ömer Döngeloğlu: “Risale-i Nur okuyunca imanım artıyor!”

İstanbul Başakşehir’de bulunan Nur Vakfı’nın Risale-i Nur dersanesinde sohbete katılan siyer uzmanı ve televizyon programcısı Ömer Döngeloğlu, “Risale-i Nur öyle büyük bir ilim hazinesi ki, bir yere çekilip beş yıl sürekli Risale-i Nur okumak istiyorum” dedi.

İlahiyatçı-yazar Mehmed Paksu, siyer uzmanı Ömer Döngeloğlu ve Peygamber Efendimizle (s.a.v.) ilgili okuduğu şiirleriyle tanınan Dursun Ali Erzincanlı ve yazar Cemil Tokpınar Başakşehir’de Risale-i Nur dersine katıldılar. Haftalık derse gelen yaklaşık 150 kişinin heyecan ve gözyaşıyla takip ettiği program Mehmed Paksu Hocanın 24. Mektup’tan okuduğu dersle başladı. Mevlidle ilgili dersten sonra Dursun Ali Erzincanlı’nın, ağlayarak okuduğu “40 yaşındasın” şiiriyle devam eden program büyük ilgi gördü.

Çay ikramından sonraki bölümde Bediüzzaman Hazretlerinin ilk dönem eserlerinden Şuaat’tan Peygamber Efendimizin (s.a.v.) ahlâkın her dalında zirve olduğu belirtilen kısmı okumaya başlayan Mehmed Paksu, Ömer Döngeloğlu’ndan yer yer açıklama yapmasını istedi.

Okunan bölüme hayran olan ve Risale-i Nur’u iki yıldır okumaya çalıştığını belirten Döngeloğlu, şöyle dedi:

İki yıl önce Hacda iken Küçük Sözler’i iki defa okudum. İmanım arttı. Ne zaman Risale-i Nur okusam, çok açık bir şekilde imanımın arttığını hissediyorum. Çünkü bu eserler tam da bu zamanın ihtiyacına göre yazılmış. Bediüzzaman Hazretleri, Peygamber (s.a.v.)’in hayatını kendine rehber edinmiş, onu model almış. Çok farklı tefsirler ve irşad kitapları okudum. Fakat Risale-i Nur bambaşka. Bu asrın insanının imanla ilgili bütün ihtiyaçlarına cevap veriyor.

Keşke zarurî işlerimiz ve konferanslarımız olmasa, büyük bir ilim hazinesi olan Risale-i Nur’u bir yere çekilip beş yıl sürekli okumak isterdim. Çünkü bu eserler herhangi bir cemaatin kitabı değil, bütün İslâm âleminin, hatta insanlığın ihtiyacı olan kitaplardır.

Daha önce 19. Mektup’ta bulunan, “Bu Parça Altın ve Elmasla Yazılsa Liyakati Var” başlıklı bölümü de okuduğunu belirten Ömer Döngeloğlu, bunun “muhteşem bir el tarifi olduğunu” belirterek, “30 yıldır siyer okuyorum, vallahi böyle bir el tarifi görmedim. Bu ne muazzam bir el tarifi” dedi.

Programın sonunda Dursun Ali Erzincanlı, “Sen Yoktun” şiirini okurken dinleyenler göz yaşlarını tutamadılar.

Kaynak: Risalehaber

Risale-i Nur Sistemli ve Yazarak Okunmalı!

Eşsiz bir imanî hakikatler hazinesi” olan Risale-i Nur’u okuyup anlamayı ve hayatınıza rehber yapmayı hedef edinmişseniz, şahsî okumayı en verimli hâle getirmek için geceyi gündüze katarak çırpınmalısınız.

İşte böyle kudsî bir gayenin heyecanıyla yanıp tutuşuyorsanız münferit okumada en üst verimi alabileceğiniz bir formül tavsiye edeceğiz.

Risale-i Nur’u, bir defter kalem alarak, lügat ve diğer yardımcı kaynaklarla birlikte, tıpkı bir okul dersi çalışır gibi okumalısınız.

Hatırlayın: Lisede, üniversitede iken yarınki imtihana nasıl delice çalışıyordunuz! Bazen tek derse günlerce çalışıyor, deftere problemler çözüyor, kitabın kenarına notlar alıyordunuz. Kim bilir kaç geceyi uykusuz geçiriyor, belki ders çalışırken kitabın üzerine uyuyakalıyordunuz. Ama kazanan siz oldunuz ve başardınız.

Risale-i Nur, bir ders kitabının size kazandırdığından çok daha fazlasını vereceği için tıpkı bir okul imtihanı gibi onu okuyup anlamaya çalışmalısınız.

KİTAP, DEFTER VE KALEM

Bunun için hemen bir defter edinin. Mümkünse kaliteli, ciltli ve okuduğunuz kitabın sayfa sayısıyla orantılı bir defter olsun.

Diyelim ki Sözler’i okuyorsunuz. Masanın başına geçtiniz. Şu anda dünyanın en mühim bir işini çalışıyorsunuz. Karşılığında para ve makam kazanmayacaksınız. Ama imanınızı kurtaracak ve Cenneti kazanacaksınız. Meseleyi olabildiğince ciddî tutun ve sıkı sarılın.

Kitabın ilk sayfasını açtınız. Birinci Sözden başladınız. Hemen defterinize de bu başlığı yazınız. Önce normal okuyup, anlamadığınız kelimeleri deftere kaydedin. Sonra lügat yardımıyla kelimelerin karşılığını bulup yerleştirin. Tekrar başa dönüp anlayarak okuyun. Okurken aklınıza gelen güzel mânâları defterinize yazın.

Eğer zaten sayfa altında kelime anlamları olan bir kitaptan okuyorsanız, buna gerek kalmayabilir. Ancak yine de bir kelimenin geniş mânâlarını öğrenmek istiyorsanız not alabilirsiniz.

Tabiî aklınıza gelen soruları ve anlamadığınız noktaları da not edin. Bunları çözmek için başka yardımcı kaynaklara yönelin. Çözemezseniz, daha çok okuyan, bilen birisine sorun. Müsaitseniz hemen o anda telefon açın ve cevabını kaydedin. Bu sırada yeni öğrendiğiniz kelimeleri kartlara yazın ve her gün birini, evinizin görebileceğiniz bir yerine asın. Girip çıkarken okuyun. Böylece her gün yeni bir kelime öğrenmiş olacaksınız.

BİR ÖRNEK: HURUF-U MUKATTAA

Elbette her okuduğunuz yer Birinci Söz gibi olmayacak. Daha ağır ve çetrefilli konulara gireceksiniz.

Sözgelişi; İşârâtü’l-İ’câz’ı okuyorsunuz. Huruf-u mukattaaya dair olan bölümdesiniz. Âdeta her kelime demir leblebi, metin içinden çıkılmaz bir zorlukta… Kim bilir şevkiniz kırılıyor, moraliniz bozuluyor, “İşte burayı anlayamam” diye düşünüyorsunuz.

Hayır! Yanılıyorsunuz. Okuma yazma bilen herkes, orayı anlayabilir. Yapacağınız şeyler şunlardır:

1– Önce Kur’an’ı açıp “Elif-Lâm-Mim, Yâ-Sin, Nun” gibi, mukattaa harflerini tek tek yazın. Kaç yerde ve ne şekilde geçiyor, kaydedin. Bunlar zaten surelerin başında olduğu için bulmak zor değildir. Yüz on dört surenin başına bakın, onları bulursunuz.

2– Anlamadığınız kelimeleri deftere yazın. Burada geçen, mehmuse, mehcure, şedide, rahve gibi harf grupları birer terimdir ve özel anlamları vardır. Bunlar Kur’an harflerinin özelliklerine göre gruplandırılmış hâlidir. Bunların mânâları ve hangi harfler olduğu lügatte açıklanıyor zaten. Oradan not edin.

3– Bundan sonra yapacağınız, risalede verilen hükümleri doğrulamak olacaktır. Yani orada anlatılan yönteme göre siz de harfleri sayacak, gruplandıracak ve Kur’an’ının bir mucizesine şahit olacaksınız.

AT SIRTINDA YAZILDI MASA BAŞINDA OKUYORUZ

Müthiş bir i’caz nüktesini, az bir gayretle keşfedeceksiniz. Belki biraz zamanınızı alacak, olsun! Bediüzzaman, bir bilgisayar yardımıyla yapılabilecek bir hesabı, savaşta, at sırtında yazmışken, bize ne oluyor ki masamızın başında okumayalım?

Günler geçecek ve peş peşe kitaplar bitecek, defterler dolacak. Sakın bu defterleri hor kullanmayın, bir kenara atmayın, iyi koruyun. Çünkü yıllar geçse de bunlara ihtiyacınız olacak ve belki de yararlanmak isteyenlere vereceksiniz. Meselâ, çocuklarınıza veya torunlarınıza… Çektiğiniz zahmete değmez mi?

Bu tür çalışmaya giriştiğinizde yine “kolaydan zora” doğru bir sıralama izleyebilirsiniz. Günler geçtikçe sizi hayran eden bir başarıyla karşılaşacaksınız. Artık bir merdiven çıkar veya tuğlaları üst üste koyar gibi bir gelişme izleyeceksiniz. Meselâ, bir kitap bitirdiğinizde artık bazı kelimeleri deftere hiç yazmayacaksınız; çünkü öğrendiniz! Belki de geçen yıllara yanacaksınız.

“Madem kendim bu kadar derin mânâları anlayabilecekmişim, neden bunca geçen zamanımı tam değerlendiremedim?” diye düşüneceksiniz.

Evet, ne kadar yansanız yeridir. Ama madem geçen geçmiş; siz bugüne ve geleceğe bakın… Hiç değilse bundan sonrasını hakkıyla değerlendirin.

“BİLEN ANLATSIN, ÖĞRENELİM” KOLAYCILIĞI

Genelde hazıra alışan bir yapımız var. Havalecilik, “Başkası düşünsün” anlayışı, sadece dünyevî işlerde değil, burada da geçerli… “Bir bilen anlatsın, biz de anlayalım” diye düşünürüz. Biz bilemeyiz, o daha bilgilidir. İyi de, daha iyi bileni her zaman yanımızda bulabilir miyiz? Kim her gün bize gelip ders verebilir, yardımcı olabilir? Hem daha iyi bilen kişi, bu seviyeye nasıl gelmiş, ne yapmış, nasıl okumuş?

Bazen de ciddî bir okuma anlama faaliyetine girişmek için birinin bizim elimizden tutmasını bekleriz. Belki aylar, yıllar geçer, o birisi gelip bizim elimizden tutmaz ve hakikatler denizine bizi uçurmaz.

Oysa şuna kesin inanın: Yaratıklar içinde size en büyük yardımı yine kendiniz edeceksiniz. En büyük desteği, kendinizden göreceksiniz. Sizin içinize yerleştirilen kabiliyetler öylesine güçlü ve değerlidir ki, onları iyi kullanırsanız, hayal edemediğiniz bir zirveyi zorlarsınız. Yapacağınız tek şey, ihlâsla girişmek; arkası gelir…

Cemil TOKPINAR

cemil@e-namaz.com

Teheccüt namazına kalkmak için ne yapmalı?

Efendimiz’in, “Ümmetime zor gelmeyeceğini bilseydim, onlara teheccüdü mecburi kılardım.” diye buyurduğu eşsiz davete icabet etmekte neden zorlanıyoruz? Geç vakitlere kadar süren misafirliklerden ya da televizyon izlemekten yorgun mu düşüyoruz? Rahmet kapılarının sonuna kadar açık olduğu saatlerde dünyevi bahanelerimize yenik düşmemek için neler yapmalıyız?

Teheccüt, maddî-manevî sayısız sıkıntıları, arzuları ve emelleri bulunan insanoğluna sunulan eşsiz bir hazine. Kulun, Rabb’ine derdini döktüğü, yardım istediği çok özel dakikalar. Tahmin edildiğinden çok daha derin manaları olduğu şüphesiz. Peki, bu eşsiz davete neden icabet etmiyoruz? Çok mu yoğunuz, çok mu yorgunuz? Geç vakitlere kadar süren misafirliklerden, dizi ve tartışma programları izlemekten ya da internette nasıl geçtiğini anlayamadığımız dakikalardan sonra yorgun düşüp bu nurlu zaman diliminden nasiplenemiyoruz ne yazık ki.

Oysa teheccüt, farz namazlardan sonra en kıymetli nafile namaz. İsra Sûresi’nde Resullullah’a (sas) hitaben, “Sana mahsus fazladan bir ibadet olarak teheccüt namazını kıl. Umulur ki Rabb’in seni övülmüş bir makam olan en büyük şefaat makamına çıkarır.” ayetiyle Kur’an-ı Kerim’de geçen tek nafile namaz.

Uyuduktan sonra uyanmak manasına gelen teheccüt, imsak vaktine kadar kılınan namazın adı. Sıcak yatağından ayrılarak secdeye varanlara da ‘müteheccit‘ deniliyor. Uykudan uyanıp namaz kılmak, müekked (Efendimiz’in devamlı olarak işleyip nadiren terk ettiği, farz ve vacib olmayan amelleri) sünnetlerin başında yer alıyor. Ancak tüm bunlara rağmen yorgunluk ve uykusuzluk bahanelerine sığınıyoruz. Resûl-i Ekrem (sas) bu halimizi şöyle anlatıyor: “Biriniz uyuduğu zaman şeytan onun ense köküne üç düğüm atar. Her bir düğümü attığı yere, ‘Gecen uzun olsun, yat uyu.’ diye eliyle vurur. Şayet o kimse uyanarak Allah’ı anarsa, düğümlerden biri çözülür. Abdest alırsa bir düğüm daha çözülür. Bir de namaz kılarsa şeytanın attığı bütün düğümler çözülür ve böylece huzurlu bir şekilde sabahlar. Allah’ı anmaz, abdest alıp namaz kılmazsa uyuşuk ve tembel bir şekilde sabahlar.

Peki, bugün kaç yuva gecenin en makbul vaktinde bu misafiri kabul edebiliyor? Kaç aile, Efendimiz’in izinden gidip gecesini Rabb’iyle geçirmeye niyetleniyor? Ne yazık ki ağır geliyor uykumuzu bölmek. Rahmet kapılarının sonuna kadar açık olduğunu, affedileceğimizi, duaların kabul olacağını bildiğimiz halde yenik düşüyoruz dünyevi işlerimize.

Teheccüde nasıl başlamalı?

‘Sabah Namazına Nasıl Kalkılır?’ kitabıyla tanıdığımız ilahiyatçı yazar Cemil Tokpınar’a göre, beş vakit namaz gibi kesin farz olan ibadet bile bugün büyük bir ihmale uğruyor. Bu yüzden nafile namazlardan önce farz namazları tavizsiz bir şekilde uygulamak gerekiyor. Ancak beş vakit namazını kılanlardan müsait olanların da teheccüde sarılmaları oldukça önemli. Namaz kılanların yüzde 70’inin sabah namazına bile kalkamadığı bir ülkede teheccüde kalkmak kolay değil hiç şüphesiz. Çünkü her şey, geç yatmaya ve geç kalkmaya göre ayarlanmış. Buna rağmen şartlara teslim olmamak, şartları teslim almak gerekiyor. Eğer teheccüdün sonsuz feyiz ve bereketinden faydalanmak isterseniz şu hususlara dikkat edilmeli:

-Teheccüde kalkacağınız zaman mümkün olduğunca erken yatmaya gayret edin. Normalden bir saat önce yatmanız size kalkmada kolaylık kazandırır.

-Eğer öğleden biraz önce başlayıp ikindi öncesine kadar devam eden vakitte kaylûle denen uykuyu alışkanlık haline getirebilirseniz gece uyanmanız daha kolay olur. Çünkü yarım saatlik öğle uykusu iki saatlik gece uykusuna bedeldir.

-İlk günlerde iki veya dört rekâtla başlayın. Alıştıkça artırabilirsiniz.

– Eğer aile fertleri veya arkadaş grubundan birkaç kişiyle birlikte başlarsanız, teşvik, dua ve uyarma imkânı olacağından daha iyi olur. Mesela, bu hususta sözleşen dört kişilik bir arkadaş grubundan her gün bir kişi uyarma görevini üstlenebilir. Her ne kadar saat veya telefon alarmıyla kendi başınıza uyanabilirseniz de, arkadaşınızın sizi uyarması daha etkileyici olur.

-Uykusuzluk, yorgunluk, hastalık, yolculuk, zaman darlığı gibi durumlarda, eğer teheccüdün tehlikeye gireceğini tahmin etmişseniz, yatmadan önce veya imsaktan biraz önce kılıp arkasından sabah namazını kılabilirsiniz. Böylece âdet haline getirdiğiniz bir ibadeti terk etmemiş olursunuz.

-Teheccüde kalkmak, sabah namazını asla engellememeli. Ne kadar faziletli olsa da hiçbir sünnet, farzın yerini tutamaz.

Uyumadan teheccüt namazı kılınır mı?

Teheccüt namazının, bir müddet uyuduktan sonra kılınması daha uygun. Ancak yorgunluk sebebiyle gece kalkamayacağından endişe eden kişinin uyumadan (gecenin üçte ikisi geçtikten sonra) kılması da mümkün. Peygamberimiz’in (sas) teheccüdü ne kadar kıldığı konusunda farklı rivayetler bulunsa da, en kuvvetlisi sekiz rekât kıldığı şeklinde. Ancak iki, dört, altı rekât da kılınabilir. Eğer gece teheccüt namazına kalkılacaksa vitir namazını geciktirip teheccüdün ardından gecenin son namazı olarak kılmak daha faziletli. Resûl-i Ekrem (sas), “Gecenin sonunda kılınan iki rekât namaz, dünyadan ve dünyadakilerden hayırlıdır. Ümmetime zor gelmeyeceğini bilseydim, onlara teheccüdü mecburi kılardım.” buyuruyor. Öyleyse, “Allah’a en sevimli olan amel, az da olsa devamlı olandır.” hadis-i şerifini esas alırsak, zor şartlarda bile bunu uygulamak gerekiyor.

Teheccüde kalkınca okunacak dua

İbn-i Abbas’tan rivayet olunduğuna göre Efendimiz, teheccüt için kalktığında şöyle dua ederlerdi: “Hamd olsun sana ya Rab! Sen bütün semaları, arzı ve onlardakileri ayakta tutansın. Hamd Sana mahsustur ey Rabb’im! Sen semalarda, arzda ve onlarda ne varsa hepsinin nurusun. Hamd Sana mahsustur ey Rabb’im! Sen semaların, arzın ve onlardakilerin malikisin. Ve Sana yine hamd olsun ki, Sen Hak’sın. Senin va’din de hak, Sana kavuşmak da hak, sözün de hak, cennet de hak, ateş de hak, nebiler de hak, Muhammed (sas) hak, kıyamet saati de hak. Sana teslim oldum ey Rabb’im! Sana iman ettim, Sana tevekkül ettim ve Sana yöneldim, inanmayanlara karşı, Sana dayanarak mücadele ettim ve neticede ancak Seni hakem olarak kabul ettim, benim evvelki yaptıklarımı da, sonradan yapacaklarımı da, gizli yaptıklarımı da açık yaptıklarımı da mağfiret et. Öne alan da Sensin, geriye bırakan da Sensin. Senden başka ilâh yoktur. Kuvvet ve kudret ancak Allah’a dayanmakladır.”

“Kim dua eder ki duasını kabul edeyim”

Gece rahmet, mağfiret, feyiz ve bereketin coştuğu bir zaman dilimi. Bir hadiste şöyle buyrulmuş: “Gecenin son üçte biri kaldığında Rabb’imiz dünya semasına inerek buyurur ki: Bana kim dua eder ki, duasını kabul edeyim. Benden kim istekte bulunur ki, dileğini vereyim. Benden kim mağfiret diler ki, onu bağışlayayım.” İşte teheccüde kalkmak, Rabb’imizin bu sorularına karşı, “Ya Rabbi, ben dua ediyorum. Ben istekte bulunuyorum. Ben mağfiret istiyorum.” diyebilmektir. Bu hadisten anlıyoruz ki, teheccüt namazı kılarak kim ne isterse Rabb’imiz onu verecektir. Dünya ve ahiret saadeti için tüm isteklerimizi sıralayabilir ve inşallah onlara kavuşabiliriz. Bütün bu hazineler için yapacağımız tek şey, ‘istemek’tir.

Peygamber Efendimiz (sas), “Kim geceleyin uyanır ve eşini de uyandırarak beraberce iki rekât namaz kılarlarsa, Allah’ı çok zikreden erkek ve kadınlardan yazılırlar.” buyuruyor. Böyle davrananlar neticede Allah’ın mağfiret ve mükâfatına nail olur. Kur’an-ı Kerim’de, “Allah’ı zikreden erkek ve kadınlar, işte Allah onlar için bağış ve büyük mükâfat hazırlamıştır.” buyuruluyor.

Fatma Turan / Zaman Gazetesi