Etiket arşivi: Cemil Tokpınar

Tesbih Namazı Nedir? Tesbih Namazı Nasıl Kılınır? Dinde Yeri Nedir?

Öyle dehşetli bir zamanda yaşıyoruz ki, geçmiş devirlerde bir asırda işlenen günahlar, şimdi belki bir dakikada işleniyor. Kendini günahtan muhafaza etmeye çalışan bir mü’min bile hiç istemese de birçok günahla karşı karşıya kalıyor.

Zira Hz. Âdem (a.s.)’dan kıyamete kadar gelmiş ve gelecek bütün peygamberlerin, evliyaların, salih insanların bile Allah’a sığındığı dehşetli ahir zamanın tam ortasında yaşıyoruz. Her taraf günah denizi olmuş; günaha götüren vasıtalar en güvenilir sığınaklara, kuytu köşelere ve bir kale sandığımız aile cennetine kadar girmiş.

Diyebiliriz ki, Rabbimizin Afûv ve Gafûr gibi isimlerinin tecellisine, Onun af ve mağfiretine hiç bu kadar muhtaç olmadık. Sanki bir günah yağmuru altında yürüyor ya da bir günah denizinde yüzüyoruz. Bizlere koruyucu bir şemsiye, bir yağmurluk ve kurtarıcı bir can yeleği, bir filika lâzım olduğu gibi, ister istemez bulaşan günahlardan arınmak için de kuvvetli bir temizleyiciye muhtacız.

İşte tesbih namazı, günahları yok eden, insanın manen yıkanıp temizlenmesine vesile olan muhteşem bir arınma denizidir. Âdeta en derin ve inatçı günah kirlerini bile söküp atan çok kuvvetli ve faydalı manevî bir deterjandır ki, temizleyicisi, yumuşatıcısı, mis gibi parfümü içindedir. Bu yüzden kendisi cazip, kılması tatlı, manası derin, neticesi muhteşem bir ballar balıdır. Böylesi harika bir namazı bize ihsan ettiği için Rabbimize ayrıca şükretsek yeridir.

On çeşit günahı affettiriyor

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) amcası Hz. Abbas’a (r.a.) tesbih namazını tavsiye ederken şöyle buyurmuştur:

— Bak amca, sana on faydası olan bir şey öğreteyim. Bunu yaparsan günahlarının ilki-sonu, eskisi-yenisi, bilmeyerek işlediğin-bilerek işlediğin, küçüğü-büyüğü ve gizli yaptığın-açıktan yaptığın on türlü günahını Allah bağışlar.

Bu muazzam namazın sağlayacağı müjdeli sonuçları öğrenen Hz. Abbas (r.a.):

— Bunu her gün yapamayız, deyince âlemlere rahmet olan Güzeller Güzeli şu kolaylığı müjdeledi:

Dilersen bu namazı her gün bir kere kıl. Her gün yapamazsan haftada bir kere, haftada yapamazsan ayda bir kere, o da olmazsa yılda bir kere yap. Yılda bir kere de kılamazsan hiç olmazsa ömründe bir kere yap.” (Ebû Dâvud, Tatavvu’: 14; Tirmizî, Vitr: 19)

Efendimizin tesbih namazı kılanlar için verdiği af ve mağfiret müjdesi çok büyük bir nimet, buna karşılık harcayacağımız zaman ve zahmet pek azdır. Hadiste, “bütün günahlar” ifadesi de kullanılabilirdi. Bunun yerine “on türlü günah” ifadesinin yer alması, tesbih namazının günahların affı konusundaki benzersiz üstünlüğünü gösterir. Demek ki, Rabbimiz tesbih namazını çok önemsemekte, çok büyük değer vermektedir.

Tesbih namazına anlam katan sırlar

Dört rekât olan tesbih namazının her rekâtını 75 kez süsleyerek toplam 300 defa tesbih etmemizi sağlayan “sevabı çok, manası derin” olan ifadeler şudur:

“Sübhanallâhi ve’l-hamdülillâhi velâ ilâhe illallâhü vallahü ekber.”

Konuyla ilgili bir hadiste bu ifadeler “bakiyat-ı salihat” olarak bildirilir. (Müsned, 3: 75) Yani bu kelimelerle Rabbimizi zikretmek, bâkî âlemde sevap kazandıran önemli amellerdendir.

Bu namaza tesbih namazı denmesinin sebebi, bu ifadelerin tesbihle başlamasıdır. Ancak tekrar edilen bu ifadelerden dolayı diyebiliriz ki, tesbih namazı, aynı zamanda bir tahmid namazı, bir tehlil namazı ve bir tekbir namazıdır. Sübhanallah demek, tesbih; elhamdülillâh demek, tahmid; lâilâheillâllah demek, tehlil; Allahüekber demek ise, tekbirdir.

Tesbih namazının vesile olduğu af ve mağfiret çok büyük olduğuna göre, onu kılarken dikkat edeceğimiz mühim hususlar olmalıdır. Bunlar, ihlâs, samimiyet, tâdil-i erkân, huşû ve manasını kavramaktır.

Allah’ı tesbih etmenin önemi

Peygamber Efendimizin (s.a.v.), hırka-i şerifini miras bıraktığı Veysel Karanî Hazretleri, gecelerini ibadetle geçirir, neredeyse hiç uyumazdı. İbadete âdeta âşık, namazdaki huşûu zirvede yaşayan yüce bir şahsiyetti.

Bir gece, “Bu gece kıyam gecesidir” diyerek sabaha kadar ayakta ibadet etmişti. Bir başka gece, “Bu gece rükû gecesidir” buyurarak, gece boyu uyamadan rükûda bulunmuştu. Asla ibadete doymayan bu yüce zat, ertesi gün de, “Bu gece secde gecesidir” diyerek sabaha kadar secdede ibadet etmişti.

– Ey Üveys, bu kadar uzun geceyi sadece secdede geçirmeye nasıl katlanıyorsun, diye sormuşlardı.

Gerçekten de, tesbih namazı kılarken secdede on tesbihi söylerken sanki nezle olmuş gibi burnu tıkanan biz ibadet tembelleri için onun o hâlini anlamak zordur.

O muhteşem Allah dostu, bu soruya şu ibretli cevabı vermişti:

– Secdede, sabah olur da ben hâlâ bir kere Sübhâne Rab-bi-ye’l-A’lâ diyemem. Hâlbuki üç tesbih, sünnettir. Bunu yapamamamın sebebi, meleklerin ibadetini yapmak istememdir. Buna ise gücüm yetmiyor.

Hz. Üveys bu cevabıyla meleklerin söylediği tesbihin daha derin, daha kuşatıcı, daha anlamlı olduğunu söylemek istemişti.

Tesbihin derin anlamını kavramaya çalışmak ve hissederek söylemenin ne büyük bir fazilet olduğunu anlamak için Bediüzzaman Hazretlerinin yaşadığı şu olaya dikkat edelim:

“Bir zaman kalbime geldi, ‘Niçin Muhyiddin-i Arabî gibi hârika zâtlar Sahabelere yetişemiyorlar?’ Sonra, namaz içinde ‘Sübhanerabbiyelâlâ’ derken, şu kelimenin mânâsı inkişaf etti, tam mânâsıyla değil, fakat bir parça hakikati göründü. Kalben dedim: ‘Keşke, bir tek namaza bu kelime gibi muvaffak olsaydım, bir sene ibâdetten daha iyi idi.’ Namazdan sonra anladım ki, o hâtıra ve o hal, Sahabelerin ibâdetteki derecelerine yetişilmediğine bir irşâddır.” (Sözler, 27. Söz’ün Zeyli)

Onun açıklamasına göre, sahabeler bütün dua ve tesbihleri, tamamen manasını anlayarak ve hissederek söylerdi.

Kur’an’da tesbih ve tahmid

Tesbih, tahmid, tehlil ve tekbir o kadar önemlidir ki, bunlarla ilgili yüzlerce ayet vardır. Kur’an’da yüzlerce ayette Allah’ın birliği (tevhid) ve büyüklüğü (azamet ve kibriya) vurgulanır; tesbih, hamd ve şükür birçok ayette emredilir.

“Ondan başka ilâh yoktur”, “Sizin ilâhınız, bir tek ilâhtır” meâlindeki ayetler defalarca zikredilir; küfür ve şirke şiddetle karşı çıkılır. Tesbih namazındaki dört cümleden biri olan “Lâilâheillâllah” ifadesi, tevhidi ilân eder. Bunun fazileti hususunda Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:Benim ve benden önceki peygamberlerin sözleri içinde en faziletlisi Lâilâheillâllah’tır.” (Muvatta’, Hac:26)

Rabbimiz, Kur’an’da hamd ve tesbihi defalarca vurgulamış ve bizlere emretmiştir. İşte bunlardan bazıları:

O, yaratan, yoktan var eden, şekil veren Allah’tır. Güzel isimler O’nundur. Göklerdeki ve yerdeki her şey O’nu tesbih eder. O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Haşir: 24)

Sen, o ölümsüz ve daima diri olan Allah’a tevekkül et. O’nu her türlü övgüyle yücelterek tesbih et. Kullarının günahlarından hakkıyla haberdar olarak O yeter!” (Furkan: 58)

Melekleri de, Rablerini hamd ile tesbih edip yücelterek Arş’ın etrafını kuşatmış halde görürsün. Artık kulların arasında adaletle hüküm verilmiş ve ‘Hamd âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur’ denilmiştir.” (Zümer: 75)

Öyleyse yüce Rabbinin adını tesbih et.” (Vakıa: 96)

O halde onların söylediklerine sabret ve güneşin doğuşundan önce de, batışından önce de Rabbini hamd ederek tesbih et.” (Kaf: 39)

Rabbinin hükmüne sabret. Çünkü sen gözlerimizin önündesin, kalktığında Rabbini hamd ile tesbih et.” (Tur: 48)

 “Allah’ın yardımı ve fetih geldiğinde ve insanların bölük bölük Allah’ın dinine girdiğini gördüğünde, Rabbine hamd ederek tesbihte bulun ve O’ndan bağışlanma dile. Çünkü O tövbeleri çok kabul edendir. (Nasr: 3)

Namazın üç esası

Biraz da tesbih namazında tekrar edilen cümlelerin anlamı üzerinde duralım. Bediüzzaman Hazretlerine göre, “Namazın mânâsı, Cenâb-ı Hakkı tesbih, tâzim ve şükürdür.” Bu ifadeden anlıyoruz ki, namaz âdeta tesbih, tâzim (tekbir) ve tahmid (şükür) iplikleriyle işlenmiş manevî bir kanaviçedir. Nasıl ki, un, şeker, yağ bütün tatlıların ana maddesidir; Kur’an’ın manevî mutfağında imal edilen ruhumuzun gıdası namazın üç ana maddesi de, tesbih, tekbir ve tahmiddir.Bu üç kelimenin açılımı da şöyledir:

Yani, celâline karşı kavlen ve fiilen sübhânallah deyip takdis etmek; hem, kemâline karşı lâfzen ve amelen Allahu ekber deyip tâzim etmek; hem, cemâline karşı kalben ve lisanen ve bedenen elhаmdülillâh deyip şükretmektir. Demek, tesbih ve tekbir ve hamd, namazın çekirdekleri hükmündedirler. Ondandır ki, namazın harekât ve ezkârında, bu üç şey her tarafında bulunuyorlar. Hem ondandır ki, namazdan sonra, namazın mânâsını te’kid ve takviye için, şu kelimât-ı mübareke, otuz üç defa tekrar edilir; namazın mânâsı şu mücmel hülâsalarla te’kid edilir.” (Sözler, s.40)

Rabbimiz, sonsuz celâl ve büyüklük sahibidir; yücedir, eşi benzeri yoktur. Sübhânallah diyerek tesbih etmek, Onun her türlü acz, kusur ve eksikten münezzeh olduğunu ifade etmektir.

O, kemal sahibidir; her bakımdan eksiksizdir, mükemmeldir. Allahüekber diyerek tâzim etmek, Onun yüceliğini ve büyüklüğünü belirtir.

Allah, cemal sahibidir; son derece güzeldir ve bütün güzellikler Onun sonsuz güzelliğinin bir tecellisidir. İşte elhamdülillâh diyerek hamd etmek, Onu övmek ve minnettarlığımızı bildirmektir.

Tekbir, tesbih ve hamd namazın her yerinde bulunur. Namaza tekbirle başlarız ve bütün rükünler arasında “Allahüekber” deriz. Arkasından “Sübhaneke” duasıyla tesbih başlar, rükû ve secdelerde üçer defa tesbih ederek Rabbimizin münezzehliğini dile getiririz. Bütün rekâtlarda okuduğumuz “Fâtiha”nın başında Allah’a hamd vardır. Rükûdan kalkınca yine Ona hamd ederiz.

İşte tesbih namazı, bu muazzam üç ifadenin normal namaza göre çok daha yoğun kullanıldığı muhteşem bir namazdır. Eğer namazı manevî bir süte benzetirsek, tesbih namazı, namazların âdeta kaymağı gibidir.

Bu kelimelerle bezenmiş tesbih namazı, günahların affına vesile olduğu gibi, duaların da kabul edilmesini sağlar. Allah’tan izin almadan kavmini bırakıp gidince denize atılıp balık tarafından yutulan Yunus (a.s.)’ı anlatan Rabbimiz, şöyle buyurmuştur: “Çok tesbih edenlerden olmasaydı, kıyamete kadar balığın karnında kalacaktı.” (Saffat: 143-144)

Demek ki, çok tesbih etmek duanın kabulüne ve kurtuluşa vesiledir. Hakkıyla kılınan tesbih namazı da, inşallah çok hayırlara vesile olur.

Tesbih Namazı Nasıl Kılınır?

Tesbîh namazının kılınışı şöyledir: Namaz kılmaya niyet edilerek iftitah tekbîri ile namaza başlanır. Sübhâneke duasını okuduktan sonra 15 defa “Sübhanallâhi ve’l-hamdü lillâhi velâ ilâhe illallâhu vallâhu ekber” denir. Sonra eûzu besmele çekilerek Fâtiha ve bir sûre okunduktan sonra 10 defa daha bu tesbîh okunur. Daha sonra rukûa eğilip ve üç defa “Sübhâne Rabbiye’l-Azîm” dedikten sonra 10 defa aynı tesbih okunur. Rükûdan doğrulunca “Semiallahü limen hamideh” ve “Rabbenâ leke’lhamd” dedikten sonra 10 defa, secdede “Sübhâne Rabbiye’l-A’lâ” dedikten sonra 10, iki secde arasında 10 ve ikinci secdede 10 defa aynı şekilde tesbih okunur. Böylece bir rekâtta 75 defa tesbih tamamlanmış olur. İkinci rekâta kalkınca 15 defa tesbîhle başlar ve kalanını birinci rekâtta olduğu gibi kılar. İkinci rekâtta Tahiyyattan sonra Salli-Bârik okunur ve üçüncü rekâta Sübhaneke’yle başlanır.

Bu şekilde dört rekât namaz kılınır. Tesbih namazı nafile bir namaz olduğundan, teravih dışındaki diğer nafilelerde olduğu gibi tek başına kılınması gerekir. Ancak kılmayı teşvik etmek için bilhassa mübarek gecelerde, camilerde veya evde bir imam tarafından cemaatle kılınması mümkündür. Çünkü birçok kimse nasıl kılındığını tam bilmemekte, tek başına kaldığında da başka şeylere dalıp tesbih namazını ihmal etmektedir.

Tesbih namazı kılarken mutlaka tâdil-i erkâna dikkat etmek, tesbihleri çok hızlı söylememek gerekir. İmam tesbihleri söylerken cemaatin de içinden söylemesi, tesbihlerin sayısını parmağıyla sayması mümkündür. Cemaatle kılarken orta bir yol izleyebilir, yalnız kılarken müsaitsek tesbih namazını daha yavaş ve uzun sureler okuyarak kılabiliriz.

Tesbih namazı duaların kabulüne vesile olacağı için Tahiyyat’tan sonra Salli-Barik okuyup Kur’an’dan dua ayetleriyle hâlimizi Rabbimize arzedebiliriz.

Cemil Tokpınar / Moral Haber

Teravih 20 Değil 20 Bin Rekâttır!

Teravihi cazip hale getirmenin yolu, hızı arttırmak mı? Neredeyse hiçbir İslâm ülkesinde görülmeyen bir hızda kılınan teravih namazları, adeta bir akrobasiye dönüşüyor. Peki, Sevgili Peygamberimiz “rahat rahat kılınan namaz” anlamına gelen teravihi böyle mi kılıyordu? Ramazan’da her rekâtına bin rekât sevabı verilen teravihi çabucak “aradan çıkarmak”, belki kurtuluşumuz olacak yirmi bin rekatlık namaz sevabını önemsememek anlamına gelir.

Ramazan’da teravihle ilgili birçok fıkra duyarız. Akşamki maça yetiştiren teravih fıkraları, dakikada 4 rekat hızıyla ilerleyen imamların öyküleri, çeşit çeşit söylentiler dolaşır. Belki hiç yaşanmaz bu tür hadiseler ama bu rivayetlerin toplumumuzdaki bir gerçeği yansıttığı aşikâr.

Cemaatin yoğun denetiminde olan bazı imamlar, insanları bıktırmamak, zaten zorla bir araya gelen cemaati kaçırmamak için elinden geleni yapıyor.

Amma yavaş kıldırdın hocam”, “Çok uzun okudun, neredeyse uyuyacaktım” gibi tepkiler imamları üzüyor. Zaten Ramazan’ın ilk günü tıklım tıklım olan camilerde cemaatin önce yarıya, sonra da üçte bire düşmesi “mesaj” olarak yetiyor.

Peki, teravihi cazip hale getirmenin yolu, giderek hızı arttırmak mı? Neredeyse hiçbir İslâm ülkesinde görülmeyen bir hızda kılınan teravih namazları, adeta bir akrobasiye veya 19 Mayıs hareketlerine dönüşüyor.

Oysa teravih, en kuvvetli sünnetlerden. Peki, böyle mi kılıyordu Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.)?

Teravih zaten kelime olarak “istirahat ederek, rahat rahat kılınan namaz” demek. Öyle ki, sahabeler ve onları izleyenler, her rekâtta bir sayfa okuyarak Ramazan boyunca bir hatim yapıyorlarmış.

Şimdi yanlışlıkla hatimle kıldırılan bir camiye girenler, iki rekât kıldıktan sonra çareyi kaçmakta buluyor.

Ülkemizin birçok şehrinde hızlı teravih kılınan camilere akın ediyor gençler. Hatta hızlı kılınan cami daha uzak olduğu için namazda geçen zamandan daha fazlasını yol yürüyerek kaybetseler bile.

Teravih kaç rekat?

Her Ramazan bir tartışma başlar.

— Teravih sekiz rekât mı, yirmi rekât mı?

Tartışmalar gazete köşelerinden televizyon ekranlarına kadar taşınır. Bana:

— Sekiz rekât kılsak olur mu hocam, diye sorduklarında hemen cevap veririm:

— Hiç kılmasan da olur. Ama kılarsan, çok iyi olur, muhteşem olur, sevabı ve fazileti muazzam olur.

Yine imam olduğum zaman gençler sorar:

—    Hocam, kaç rekâtta bir selâm vereceksiniz?

—    Çok sevap alalım diye iki rekâtta bir selâm vereceğiz, derim.

— Dört rekâtta bir versek…

Niçin böyle istiyorlar? Çünkü iki selâmla bir salâvat kârları olacak! Bunun her biri yaklaşık on saniye sürse, beş kez tekrarlanacağı için 50 saniye daha erken bitecek namaz.

Oysa bir bilsek bunun faziletini… Öncelikle iki rekât kılmak daha faziletli, daha sevaplı. Selâmı iki tarafımızdaki hafaza meleklerine veriyoruz. Hatta bazı Allah dostları, sağ tarafa verirken peygamberlere, sol tarafa verirken de evliyalara selâm verdiğini söylüyor.

Salâvat ise Efendimizin (s.a.v.) bize şefaat etmesine vesile olacak. Hem bizim için ömür boyu dua eden, mahşerde “Ümmetim” diye yalvaracak olan Güzeller Güzeline bu kadar nankör ve vefasız olmakla ne kazanacağız?

Teravihler bizim için can simidi

Ramazan’da işlediğimiz her iyiliğe, yaptığımız her ibadete bin kat sevap veriliyor. Cehennem kapıları kapanıp Cennet kapıları açılıyor ve şeytanlar zincire vuruluyor. Af ve mağfiretin coştuğu, günah hamalı olan biz ahir zaman Müslümanları için kârlı bir ticaret mevsimi ve adeta kurtuluşumuz için bir can simidi olan Ramazan’ın müstesna bir ibadeti teravihi yeniden keşfetmek ve tavizsiz olarak uygulamak zorundayız.

Zaten ümmet olarak birçok nafile namazın hakkını veremiyoruz. Hiç değilse her bir rekâtı bin rekât olarak yazılan teravihe sarılalım. Her gün yirmi bin rekât namaz kılmış gibi sevap almayı kim istemez?

Hiç kılmayıp terk etmekle ya da kabul olmayacak derecede hızlı kılmakla Allah’ın rızasını reddettiğimizin farkında mıyız?

İhmal ettiğimiz her bir teravih, Cennetteki bahçemizi küçülten, köşklerimizi azaltan bir hatadır. Belki de Cehennemin yollarını tıkayacak güzelim rekâtları, heba ediyoruz, heder ediyoruz…

Haşirde bizi kurtaracak bir yiğit

Teravih, haşir meydanında hesap görülürken terazimizin sevap kefesini ağırlaştıracak muhteşem bir ibadettir. Kim bilir, tam da sevaplarımız az geldiğinde, Cehennem korkusundan zangır zangır titrerken, kalbimiz heyecandan gümbür gümbür atarken, güzel gökçek, dırahşan çehreli bir yiğit gibi teravih namazımız gelecek, hafif gelen sevap kefesine kurulacak ve bir anda her şey tersine dönecektir.

Hiç kimsenin hiç kimseye bir katkısı olmadığı o dehşetli günde bize şefaat edecek, elimizden tutacak olan teravihe niçin dört elle sarılmıyoruz?

Bakın ne diyor Sevgili Efendimiz (s.a.v.):

Kim Ramazan ayının şeref ve faziletine inanarak, Cenab-ı Hakkın rızasını gözeterek Ramazan hatırası için teravih namazını kılarsa, geçmiş günahları affedilir.” (Buharî, Savm:69)

Kim bu müjdeye kavuşmak istemez? Ya şu müjdeye nail olmak için 20 rekât namaz az bile gelmez mi?

Teravih namazını imamla birlikte sonuna kadar tamamlayan kimse o geceyi bütünüyle ibadetle geçirmiş olur.” (Tirmizî, Savm:61)

“Nasıl olsa sünnet” demeyin

Teravihi, “nasıl olsa sünnet” düşüncesiyle asla hafife almamak gerekir. Hatta her zamanda ve her şartta tavizsiz bir tavrımız olmalı. Çünkü, yolculuk, hastalık, misafirlik, iş yoğunluğu gibi bir mazeretle kılmadığımız zaman nefsimiz alışkanlık kazanacak, hafife alacak ve önemsemeyecektir.

Ne zaman ki bir gün kılmayıp ihmal ettiniz; ertesi gün nefis şunu söylemeye hazırdır:

— Canım ne olacak kılmasan? Dün de kılmamıştın. Hem zaten farz bile değil. Üstelik birkaç kez 20 rekât kıldın. Oysa sekiz bile kılınırmış. Fazla kıldıklarını kılmadıklarına say.

Bazen de çok masum bir mazeretle geliyormuş gibidir nefis. Gün boyu Allah yolunda bir hizmet için koşturmuşsunuzdur.

— Bugün teravihi kılmasan da olur. Zaten hizmet için koştun. Onun sevabı sana yeter de artar bile, diyerek kandırmaya çalışır.

Eski asırların insanları çok ibadet eder, tavizsiz yaşarlardı. Ara sıra gerçek mazeretleri olduğunda kılamaz, buna bile üzülürlerdi. Günümüz Müslümanları ise, bir bahaneyle teravihten kaçmak için fırsat kolluyor. Mazeretinin birisi gerçekse, birçoğu asılsız bahanelerden ibaret. Bu yüzden nefse karşı tavizsiz olmak, meydan okumak ve hiçbir bahanesine yüz vermemek tek çözümdür.

Nefisle teravih tartışması

Ben bunun yolunu tavizsizlikte buldum. Teravihle ilgili yıllar önce nefsimle bir tartışma yaşadım. Bunu özet olarak yazmak istiyorum. Aramızda şöyle bir konuşma geçti:

— Ey nefis! Sakın ola bana teravih için bir bahaneyle gelme. Hiçbir sözünü dinlemem.

— Estağfirullah efendim, elbette senin gibi bir namaz sevdalısına ben ne diyebilirim? Ancak sünnettir, hasta veya yorgun olunca ne yapacaksın?

— Yine kılarım, teravih bu. Bire bin yazılıyor. Ya bir dahaki Ramazan’a erişemezsem?

— Ama ayakta duramazsanız?

— Direnirim, dururum. Ama duramazsam, oturarak kılmak da caiz.

— Peki, Ramazan’da sık sık konferanslara gidiyor, namazı anlatıyorsun. Yolculukta kılmazsan bir şey olmaz. Zaten Allah için çalışıyorsun.

— Öyle mi? İnsanlara tavsiye ettiğimizi kendimiz yapmazsak doğru olur mu? Seyahatlerde çoğu kez gittiğimiz beldede fırsat oluyor, camide kılıyoruz. Pek azı yolculuk anına rastlıyor. O zaman da molalarda pekâlâ kılabiliyorum.

— Haklısın ama hiç değilse iftara gittiğin misafirliklerde kılmasan… Çünkü Allah yolunda çok tatlı sohbetler oluyor…

— Yine yanıldın nefis, Ramazan sohbetten çok ibadet zamanı. Hele hele boş geziler, eğlenceler, lüzumsuz sohbetler sevap yerine günah getirir. Misafirliklerde ya camiye gitmek gerekir ya da evdeki çoluk çocuk kimse varsa cemaat yapıp yine teravihi kılmak lazımdır.

— Yani bu teravihi engelleyen hiçbir şey yok mu? Farzın bile bazen mazereti oluyor…

— Teslim olursan bahane çok. Ancak kim bahanelere aldırıp her gün en az 20 bin rekât sevabı kazandıran 20 rekatlık teravihi ihmal ederse, adeta 20 bin adet beşibiryerde altını kaybetmiş olur. Bu yüzden hiç karşıma çıkma, beni kandıramazsın.

Bu tür uzun münazaralardan sonra nefsim anladı ki, boş yere uğraşmaya gerek yok, bu adam ikna olmaz.

Teravihin feyzinden hissesiz kalmayın

Tabiî diyeceksiniz ki:

— Yoğun koşturmacalar içindeyken hiç mi kaçırdığımız teravih olmayacak?

O sizin teravihe verdiğiniz öneme ve değere bağlı. Camide cemaatle kılmak daha faziletli olduğu halde fırsat bulamadıysak yalnız kılacağız, ama terk etmeyeceğiz. Gece kılmaya imkân bulamadık veya uyku ve yorgunluk galip geldiyse, sahura biraz erken kalkıp yine kılacağız. Çok uğraştık, ama zaman daraldıysa hiç değilse sekiz rekât kılacağız, ama o feyiz deryasından hissesiz kalmayacağız.

Tabiî asla içindeki dualardan eksiltmek, hızlı kılmak gibi bir nefis oyununa mağlup olmamalıyız. Eğer olağanüstü meşgulsek veya zamanımız darsa, terk etmek yerine daha kısa surelerle yine kılıp o muazzam hazineden nasipsiz kalmayalım.

İhmal eden, hafife alan, küçümseyen ya terk eder ya birkaç teravihle yetinir. Ama önemseyen, değer veren, hassas ve tavizsiz olan ya tümünü kılar ya da birkaç tane ancak kaçırır.

Bize tümünü kılmak yakışır. Çünkü ahir zaman Müslümanıyız, çok günahkârız, affa ve sevaba çok muhtacız.

Selatin camilerde teravih ayrı zevktir

Teravih her yerde her zaman güzeldir. Ama camilerde, hususan büyük veya tarihî camilerde, bilhassa İstanbul’da Sultanahmed, Süleymaniye, Fatih, Eyüp Sultan gibi camilerde; Edirne Selimiye’de, Bursa Ulucami’de, Ankara Kocatepe’de, Şanlıurfa Dergâh Camii’nde kılmak daha güzeldir.

Özellikle güzel sesli hafızların imamlığında kılmak, her biri farklı makamdaki salâvatları dinlemek, enfes ilâhîlerle coşmak insanı dünyadan koparıp lâhutî ve uhrevî âlemlere götürür. Böyle güzellikler varken, teravihin nurlu deryasından mahrum olmak doğru olur mu? Son yıllarda müminler teravih kılarken camilerin çevresinde kurulan dükkânlarda dolaşmak büyük bir zarardır. Çünkü içerde hazineler paylaşılmaktadır. Teravihi kılıp alışverişe gitmek her zaman mümkündür.
Tabiî teravihin tüm faziletlerini, sevaplarını kazanmak, ancak beş vakit namazı kılmakla mümkün. Zira hiçbir sünnet namaz, farz namazın yerini tutamaz.

Ramazan’da beş vakit namazla birlikte orucunu tutan, teravihini kılan, istiğfar, salâvat ve Kur’an’la meşgul olan kişi, bayrama erdiğinde annesinden doğduğu gün gibi tertemiz olacaktır inşallah.

Cemil Tokpınar / Moral Haber

Türkiye, Karış Karış!..

Türkiye’yi karış karış gezerek farklı konularda konferanslar veren eğitimci yazarların hızına yetişmek ne mümkün! Aralarında, bir günde 5 konferans verip konuşma rekoru kıran da var, aynı gün Afyon’dan Eskişehir’e geçtiğini unutup, “Nasılsınız Afyonlular?” diyerek konferansa başlayanlar da!

Vehbi Vakkasoğlu, Halit Ertuğrul ve Cemil Tokpınar’ın bugüne kadar konferans vermedikleri il neredeyse yok. Onlar, haftanın sadece bir ya da iki gününü ailelerine ayırıyor. Hayatları hep yollarda, havaalanlarında, otobüs ve tren garlarında geçiyor. ‘Lüks otellerde kalırım, uçak olmazsa gelmem, ferah bir konferans salonu isterim‘ gibi şartları yok. Bazen bir esnafın evine konuk oluyorlar bazen de bir öğrenci yurduna. Kendilerini ‘eğitimci-yazar’ olarak tanımlayan bu isimler, farklı alanlarda uzmanlaşmış.

Vehbi Vakkasoğlu; Çanakkale, Mevlânâ, Yunus Emre ve Mehmet Akif Ersoy konulu konferanslara ağırlık veriyor.

Halit Ertuğrul daha çok hidayet öykülerini dinleyicileriyle buluşturuyor.

Cemil Tokpınar ise namaz konusunu işliyor.

Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in hayatı, aile içi huzur ve Risale-i Nur kitapları üçünün de ortak konusu olabiliyor. Onların bu yoğunluğuna eşleri de alışmış. İki gün üst üste evde kaldıklarında eşleri hemen, “Hayırdır ters giden bir durum mu var?” diye soruyormuş. Hatta Vehbi Vakkasoğlu’nun eşi, “Bey evde olduğun zamanlar namazlarını seferi kıl!” şeklinde espri yapıyormuş.

Eğitimci-yazarların aralarında bir rekabet olabileceğini düşünmüştük ilkin. Bir araya geldiklerinde öylesine samimi bir hava oluştu ki görülmeye değer. Birbirlerine sarıldılar, el ele tutuştular ve dostça sohbet etmeye başladılar. Hepsi de Anadolu’daki ilgiden çok memnun. Ama bazı illerdeki boşanma oranlarının artması onları çok endişelendiriyor. Bu yüzden aile için huzur konferanslarına ayrı bir önem veriyorlar. Dinleyicilerin ilgisini çekmek için yaşanmış ibret verici hikâyeler anlatıyorlar. Necip Fazıl, Fethullah Gülen, Yavuz Bahadıroğlu, Bülent Arınç ve Recep Tayyip Erdoğan onlara göre iyi birer hatip. Konferans esnasında akademik bir dil kullanmak yerine Anadolu insanının diliyle konuşmayı tercih ediyorlar. Üçü de, kalemleriyle konferansları arasında bir seçim yapmak zorunda kalsalar yazı yazmayı tercih edeceklerini söylüyor.

Denizde bile etrafıma toplanıp, “Hocam, biraz Çanakkale’den bahsetseniz.” diyorlar!

Vehbi Vakkasoğlu, 50 yaşını çoktan geçmesine rağmen konferanslara hiç ara vermiyor. Biraz sağlık problemleri var şu aralar, gittiği her yerde izzet ikramın çok olması kilo almasına sebep olmuş. “Konferanslar ailemden miras kaldı.” diyor. Babası, Kahramanmaraş’ta dinî kitaplar satan bir esnafmış, ilçelere gider kitap sergileri açarmış. Vehbi Vakkasoğlu da bu kitapları önceden okuyarak müşterilere tanıtırmış. Aynı zamanda Necip Fazıl’ın Büyük Doğu dergisini de satmaya cesaret edebilen tek kitapçıymış. Necip Fazıl, Kahramanmaraş’a geldiğinde ilk iş olarak onları ziyaret edermiş. Necip Fazıl gelmeden bir ay öncesinden heyecan başlarmış. Vehbi Vakkasoğlu, hep Necip Fazıl gibi etkileyici konuşmanın hayallerini kurmuş yıllarca. Medeni cesareti, haklı bir dava uğruna başı dik, alnı açık olmaları gerektiğini Necip Fazıl’dan öğrendiğini söylüyor. Konferansların kendisi için bir meslek haline geldiğini belirtiyor. Konferans yoğunluğu yüzünden 5 ayrı kitap çalışması yarım kalmış. Konferanslardan standart bir ücret talep etmiyor. Eğer karşı taraf bir ücret teklif ederse bunu kabul ediyor. Son bir yılda 20 kez İzmir’e gitmiş. O kadar yoğun şehir dışına çıkıyor ki iki gün üst üste evde kalsa hanımı hemen “Hayırdır, neden evdesin? Ters bir durum mu var?” şeklinde soruyormuş. Bugüne kadar Türkiye genelinde 7 bine yakın konferans vermiş. Daha çok Mehmet Akif Ersoy, Mevlânâ ve Çanakkale üzerine konferanslar veriyor. İnsanlar o kadar çok büyük bir ilgi gösteriyorlarmış ki denizde yüzerken bile etrafına toplanıp, “Hocam, biraz Çanakkale’den bahseder misiniz?” diyorlarmış!

Cemil Tokpınar, Halit Ertuğrul, Vehbi Vakkasoğlu

Rekorum bir günde 5 konferans!

Cemil Tokpınar, ‘Sabah Namazına Nasıl Kalkılır?‘ kitabıyla bir satış rekoruna imza attı. İki milyondan fazla satan kitap, konferansların da temel konusunu oluşturmuş. Yaklaşık 15 yıldır Türkiye’nin farklı illerinde konferanslar düzenleyen Tokpınar, Namaz Platformu’nun da öncülüğünü yapıyor. Namazla ilgili çıkan kitaplar ve konferanslar tek bir çatı altından yürütülüyor. Bugüne kadar 100’e yakın farklı namaz kitabını bünyesine ekleyen platform, son beş yılda yaklaşık beş milyon namaz kitabı satıldığını tespit etmiş. Cemil Tokpınar, bazı konferanslarına eşi ve çocuklarıyla birlikte katılmayı tercih ediyormuş. Ortaya konulan güzel hizmetleri gören eşi ve çocukları, babalarına daha fazla destek veriyormuş. Yazarın bazı günler 5 konferans verdiği zamanlar bile oluyormuş. Tokpınar, daha çok aile içi iletişim, gençlik sorunları, namaz ve Risale-i Nur üzerine konferanslar veriyor. Hedefinin, namazı dünyanın gündemine taşımak olduğunu söylüyor. Cemil Tokpınar, “Namazı bütün iletişim araçlarıyla anlatmak istiyoruz. Bunun için tüm sanat dallarını kullanıyoruz. Namazı anlatan bir fotoğraf ve bir de hat sergisi açtık. Bugüne kadar 700 namaz paneli düzenledik.” diyor.

“Özellikle Doğu illerine gidiyorum”

Dr. Halit Ertuğrul’un ismi, yazdığı hidayet öyküleri kitaplarıyla biliniyor. Kırşehir’deki Ahi Evran Üniversitesi’nde öğretim üyesi olan Ertuğrul, sadece haftanın bir gününü Kırşehir’de geçirebiliyor. Bunun dışındaki günlerde hep farklı şehirlerde konferanslar veriyor. Halit Ertuğrul’un çok hüzünlü bir hayat hikâyesi var. Adıyaman’da yoksul bir ailenin çocuğu olarak doğan Ertuğrul, daha çok küçük yaşlardayken annesiyle babasının boşanmasına şahit olmuş. Ortada kalmış, tarlalarda ırgatlık yapmış, ayakkabı boyamış. İlkokulda çok başarılı olduğu için annesi elinden gelen desteği vermiş. Bu destek sayesinde üniversiteyi bitirmiş. Halit Ertuğrul, hidayet öyküleri anlattığı konferanslarını özellikle Doğu ve Güneydoğu illerinde düzenlemek istediğini söylüyor. Yazara göre, Kürt ve Türk çatışması çıkarmak isteyenler İslamiyet’in bölgede etkinliğinin azalmasını hedefliyor. Konferansların bu oyunu bozmada etkili olabileceğini düşünüyor. Son 10 yılda 4 bine yakın konferans veren Halit Ertuğrul’un bir haftalık konferans rekoru ise 10. Hiçbir konferansından para kabul etmediğini söyleyen Ertuğrul, sadece yol ve konaklama masraflarının karşılanmasını istiyor.

Zaman / BÜNYAMİN KÖSELİ

Muhteşem bir hazine: Hacet Namazı

Sizi mutsuz eden büyük bir derdiniz mi var?

Ulaşmak istediğiniz muhteşem bir idealin peşine mi düştünüz?

Huzursuzluk, ailenizin ayrılmaz bir parçası mı oldu? Birisi kalbinizi mi kırdı? Önemli bir sınava mı gireceksiniz? Günü gelmiş bir borcunuzu hâlâ ödeyemediniz mi? İşsiz misiniz? İşten mi atıldınız? İşinizde bir türlü arzuladığınız başarıyı yakalayamadınız mı? İyi bir evlilik mi istiyorsunuz? Çocuğunuz mu olmuyor?

Bunlardan çok daha önemli yüce gayeler uğruna çaba harcıyor, insanlığa İslâmı ve Kur’an’ı anlatmak için çırpınıyor, bir dizi plân ve program yapıyorsunuz. Ancak bir tarafta önünüze konan engeller, diğer tarafta gerçekleştirmeyi istediğiniz manevî projeler var. Bilhassa İslâm âleminin maruz kaldığı acılar, ıztıraplar, saldırılar, tuzaklar yüreğinizi yakıyor.

Kısaca maddî manevî, küçük büyük, dünyevî uhrevî bütün dertleriniz veya arzularınız için kılacağınız muhteşem bir namaz var: Hacet namazı.

Elbette bir kul olarak sebeplere sarılacak, üzerinize düşeni yapacaksınız. Ama bazen olur ki, sebepler tükenir ya da etkisiz kalır, bütün yollar denenir, çareler biter, ne yapacağını bilememenin ıztırabıyla yapayalnız kalırsınız. Artık kalbiniz kederli, gözünüz yaşlı hüzün denizinde yüzerken hacet namazı sizi sahile çıkaracak bir can simididir.

İşte bu muhteşem fırsatı değerlendirenlerden birisi olan Hz. Enes (r.a.), harika bir sonuç alır.

Bir yaz günü Hazret-i Enes’e bahçıvanı gelerek, yağmur yağmadığından ve bahçenin kuruduğundan yakındı.

Bu haber üzerine Hazret-i Enes, Resulullah’ın (a.s.m.) Herhangi bir ihtiyacı olan kimse iki rekât namaz kıldıktan sonra Allah’a dua etsinşeklindeki “hacet namazı” tavsiyesini hatırladı.

Su isteyerek abdest aldı ve namaza durdu. Selâm verdikten sonra bahçıvanına:

– Gökyüzünde bir şey görebiliyor musun, diye sordu.

Bahçıvan:

– Göremiyorum, dedi. Enes, tekrar içeri girip namaz kılmaya devam etti.

Birkaç kez bahçıvana:

– Gökyüzünde bir şey görebiliyor musun, diye sorunca adam:

– Kuş kanadı gibi bir bulut görüyorum, dedi.

Bunun üzerine Enes namazını ve duasını sürdürdü. Az sonra bahçıvan Hazret-i Enes’in yanına girdi ve:

– Gök bulutla kaplandı ve yağmur yağmaya başladı, dedi. Bunun üzerine Hazret-i Enes:

– Haydi, ata bin de yağmurun nerelere kadar yağdığına bak, dedi.

Bahçıvan etrafı dolaştığında, yağmurun sadece Hazret-i Enes’in büyük bahçesine yağdığını gördü. (İbn-i Sa’d, et-Tabakâtü’l-Kübrâ, c.7: 21-22)

Cemil Tokpınar / Moral Haber